Browsing by Author "Çetin, Mecnun"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Article 0-3 Yaş Çocuklarda İdrar Kültür Yöntemlerinin Karşılaştırılması(2018) Çetin, Mecnun; Kırımi, Ercan; Karaman, Kamuran; Geylan, Hadi; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada şikayetleri ve klinik bulguları ileidrar yolu enfeksiyonu şüphesi uyandıran 229 çocuktaidrar yolu enfeksiyonu tanısını koymada kateter ve torbaile alınan kültür güvenilirliğini karşılaştırıldı.Gereç ve Yöntem: Çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi TıpFakültesi Hastanesi Çocuk kliniğinde yapıldı.Vakalarımızda tam idrar incelenmesi, idrar sedimentininmikroskopik incelenmesi yapıldı. Tüm vakalarda hemtorba hem de kateter ile alınan idrar örnekleri kültüreekildi. Sonuçlar karşılaştırıldı.Bulgular: Torba ile idrar kültürü alınan 229 vakanın 181tanesinde üreme oldu, 48’inde kontaminasyon görüldü.Torba idrarı kültüründe üreme olan 181 vakanın 58’indekateter idrarı kültüründe de üreme oldu, 123’ünde üremeolmadı. Torba kültüründe kontaminasyon saptanan 48vakanın 5’inde kateter kültüründe üreme oldu. Torbakültüründe yalancı pozitiflik %68 olarak saptandı. Kateterkültürüne göre torba kültürünün İYE tanısındakisensitivitesi %32 olarak saptandı. Torba kültüründe kızve erkeklerde yalancı pozitiflik bakımındankarşılaştırıldığında aralarında anlamlı ilişki bulunmadı.Çalışmada torba kültüründe kontaminasyon, erkekleregöre kızlarda anlamlı yüksek bulundu. Tam idrarincelemesinde; nitrit, hematüri, piyüri ve bakteriüripozitifliği ile idrar kültüründe üreme olması arasındaanlamlı bir ilişki tespit ettik.Sonuç: Bu çalışma ile perineal torba idrar kültürününyalancı pozitiflik oranının yüksek olduğu, perineal torbaile idrar kültürü almanın İYE tanısında yeterince güvenilirolmadığı ve bu nedenle idrar yolu enfeksiy onu düşünülendurumlarda tanı için çok daha güvenilir bir yöntem olanmesane kateterizasyonu veya suprapubik aspirasyon ileidrar alınması gerektiği sonucuna varıldı.Other Bir Periton Diyalizi Komplikasyonu Olarak Over Arteri Yaralanması: Olgu Sunumu(2009) Beger, Burhan; Edirne, Yeşim; Çetin, Mecnun; Melek, MehmetPeriton diyalizi tedavisindeki hastalar, başta peritonit olmak üzere, kateter çıkış yeri infeksiyonu, kateter disfonksiyonu, yetersiz klirens ve yetersiz ultrafiltrasyon gibi birçok komplikasyon ile karşı karşıyadırlar. Periton diyalizi yapılan hastalarda hemoperitoneum benign bir komplikasyon olarak tariflenmekle birlikte olguların % 20 gibi bir kısmında hayatı tehdit eden şiddette görülmesi nedeniyle dikkat edilmesi gereken önemli bir komplikasyondur. Çeşitli serilerde periton diyalizi sırasında oluşan intraperitoneal kanama komplikasyonu bildirilmekle birlikte kanamanın spesifik bir odağından bahsedilmemektedir. Bu çalışmada periton diyaliz kateterinin takılmasını takiben dördüncü günde gelişen over arteri yaralanmasına bağlı intraabdominal hemoraji sonucu exitus olan iki aylık kız bebek olgu sunulmaktadır. Özellikle sert malzemeden yapılmış periton diyaliz kateterlerinin kanama komplikasyonuna etkisi oldukça fazladır ve bu tür kateterlerin stabilizasyonu hayati önem taşır.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparision of Urine Culture Methods in Children Under Three (3) Years Old(2008) Çetin, Mecnun; Kırımi, ErcanBu çalışmada şikayetleri ve bulguları ile idrar yolu enfeksiyonu şüphesi uyandıran 229 çocukta idrar yolu enfeksiyonu tanısını koymada kateter ve torba ile alınan kültür güvenilirliğini karşılaştırıldı.Çalışma haziran 2006 ile aralık 2007 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk kliniğinde yapıldı. Vakalarımızda tam idrar incelenmesi, idrar sedimentinin mikroskopik incelenmesi yapıldı. Tüm vakalarda hem torba hem de kateter ile alınan idrar örnekleri kültüre ekildi. Çalışmanın istatistiksel olarak değerlendirilmesinde ki? kare ve pearson korelasyon testleri kullanıldı.Torba ile idrar kültürü alınan 229 vakanın 181 tanesinde üreme oldu, 48'inde kontaminasyon görüldü. Torba kültüründe üreme olan 181 vakanın 58'inde kateter kültüründe de üreme oldu, 123'ünde üreme olmadı. Torba kültüründe kontaminasyon saptanan 48 vakanın 5'inde kateter kültüründe üreme oldu.Torba kültüründe yalancı pozitiflik %68 olarak saptandı. Buna göre kateter kültürüne göre torba kültürünün İYE tanısındaki sensitivitesi %32 olarak saptandı. Torba kültüründe kız ve erkeklerde yalancı pozitiflik bakımından karşılaştırıldığında aralarında anlamlı ilişki bulunmadı.Çalışmada torba kültüründe kontaminasyon, erkeklere göre kızlarda anlamlı derecede fazla bulundu. Tam idrar incelemesinde; nitrit, hematüri, piyüri ve bakteriüri pozitifliği ile idrar kültüründe üreme olması arasında anlamlı bir ilişki tespit ettik.Sonuç olarak; bu çalışma ile perineal torba idrar kültürünün yalancı pozitiflik oranının yüksek olduğu, perineal torba ile idrar kültürü almanın İYE tanısında yeterince güvenilir olmadığı ve bu nedenle idrar yolu enfeksiyonu düşünülen durumlarda tanı için çok daha güvenilir bir yöntem olan mesane kateterizasyonu ile idrar alınması gerektiği sonucuna varıldı.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Effects of Vitamin D Deficiency on Arterial Stiffness and Conduction System of the Heart in Pediatric Population(2019) Kurt, Ali; Çetin, MecnunD vitamini, kemik metabolizması ve nöromüsküler fonksiyonlar açısından önemli rolü olduğu bilinen steroid yapıda bir hormondur. D vitamininin immün işlevleri iyileştirerek, anti-inflamatuar etkinlik göstererek ve endotelyum aracılı vazodilatasyonu sağlayarak kalbin ileti sistemi ve arteriyel sertliğin azalması üzerinde de olumlu etkiler gösterdiği düşünülmektedir. D vitamini eksikliği dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı; çocuklarda D vitamini eksikliğinin arteriyel sertlik ve kalbin ileti sistemi üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmamıza, Ekim 2017 ile Temmuz 2018 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniklerine başvurup herhangi bir kronik hastalık tespit edilmemiş 2-18 yaş arası 101 çocuk çalışmaya dahil edildi. Hastalar D vitamini düzeyine göre 3 gruba ayrıldı. D Vitamini 0-12 ng/ml arasında olanlar grup 1, D vitamini 12-20 ng/ml arasında olanlar grup 2 ve D vitamini 20 ng/ml ve üzerinde olanlar grup 3 (Kontrol grubu) şeklinde değerlendirildi. Hastaların poliklinik başvurularında vücut ağırlıklarına, boylarına, biyokimyasal parametrelerden 25 hidroksi vitamin D3, Ca, P, Alkalen fosfataz (ALP), PTH, glukoz, kreatinin, kolesterol, HDL, LDL ve trigliserit değerlerine bakıldı. Hastaların sistolik ve diyastolik kan basınç değerlerine, kalp hızlarına, elektrokardiyogramlarına bakıldı. Hastaların arteriyel ultrasonografik görüntülemeleri yapıldı ve CIM kalınlıklarına bakıldı. Çalışmamızda, D vitamini eksikliğinin kardiyovasküler ileti sistem üzerindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla EKG parametreleri incelendi. D vitamini eksik grubun Pmax ve Pdis değerleri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). D vitamini eksik grubun QTmax ve QT dis değerleri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.005). D vitamini eksik grubun QTcmax değeri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). D vitamini eksik grubun QTcdis değeri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). Gruplar arasında Tpe, Tpe / QT ve Tpe / QTc değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı (p > 0.05 ). VIII Çalışmamızda D vitamini eksikliğinin Pmax, Pdis, QTmax, QTdis, QTcmax ve QTcdis sürelerinde anlamlı düzeyde uzama yaptığını saptadık. Çalışmamız ülkemizde pediatrik populasyonda D vitamini eksikliği ile arteriyel sertlik ilişkisini ortaya koymak açısından ilk çalışmadır. Çalışmamızda D vitamini düzeyi ile arteriyel sertlik arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulmadık (p>0.05). Sonuç olarak, çocuklarda D vitamini eksikliğinin kalbin ileti sitemi üzerinde olumsuz etki yaptığını ve bunun çocukluk yaşta daha çok subklinik etkilenme şeklinde olduğu sonucuna vardık. Arteriyel sertlik ilişkisinin ise yaşlanmayla birlikte daha somut bir şekilde ortaya çıkabilecek bir süreç olabileceğini düşündük. D vitamini eksikliği kardiyovasküler açıdan birçok olumsuz durumu ortaya çıkarabilmektedir. Bu yüzden D vitamini eksikliğinin tanı ve tedavisi açısından tüm hekimler uyanık olmalıdır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Lipid Profile and Carotid Intima Media Thickness in Child Patients Using Levothyroxi̇ne for Hypothyroi̇di̇sm(2020) Eren, Aytül; Çetin, MecnunGiriş ve Amaç: Hipotiroidi, hipotalamo-pitüiter-tiroid aksının herhangi bir yerinde meydana gelen bir problem sonucu tiroid hormon yapımının azalması ya da hiç olmaması durumudur. Hipotiroidide artmış ateroskleroz riskinin hiperkolesterolemi'ye, özellikle de LDL-K artışına bağlı olduğu ifade edilmektedir. Hipotiroidinin aterosklerozla ilişkisini araştıran bazı çalışmalarda ateroskleroza neden olan değişikliklerin levotiroksin (LT4) tedavisi ile düzeldiği bildirilmiştir. Biz çalışmamızda; çocuk yaş grubundaki hipotiroidili hastalarda, aterosklerozun bağımsız bir göstergesi olan Karotis intima media kalınlığındaki (KİM) artışla, lipid metabolizmasındaki bozukluk arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedefledik. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinoloji bölümünde tanı alan ve takibi yapılan yaşları 1-17 yıl arasında değişen, levotiroksin tedavisi alan 30 hipotiroidili hasta ile 30 kontrol grubu arasında yapıldı. Örneklem grubumuzda TSH, sT4, sT3 LDL-K, Kolesterol, Trigliserid ve HDL-K düzeylerine bakıldı. Ayrıca bütün hastaların boy ve vücut ağırlıklarına, istirahat halindeki sistolik ve diastolik kan basınç değerlerine, karotis intima media kalınlıklarına (KIMK) bakıldı. Bulgular: Hasta grubu ve kontrol grubu arasında cinsiyet, yaş, boy, vücut kitle indeksi (VKİ), SKB, DKB, sT4, TC, TG, LDL-K, HDL-K, KIMK açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hasta grubu ve kontrol grubu arasında TSH ve sT3 açısından anlamlı fark mevcuttu (p<0.05). Sonuçlar: Prospektif olarak, 30 levotiroksin kullanan hipotiroidili hasta ve 30 kontrol grubu üzerinde yaptığımız çalışmamızda, hasta grubu ile kontrol grubu arasında lipid profili (TC, TG, LDL-K, HDL-K) ve karotis intima media kalınlığı açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulamadık. Levotiroksin kullanan hipotiroidili hastaların normal popülasyonla karşılaştırılmasında, lipid parametrelerini yüksek bulmayı ve aterosklerozun erken belirteçlerinden olan KIMK değerlerinde artış bulmayı hedeflemiştik. Ancak bu parametreler açısından hasta grubu ile kontrol grubu arasında fark olmamasını, bu hastaların erken dönemde tanı almasına, örneklem grubumuzun yaş ortalamasının düşük olmasına, hastalarımızın düzenli takip ve tedavide olmasına bağlı olduğunu düşünmekteyiz. Yine de hasta popülasyon sayımızın azlığından, örneklem grubumuzun yaş ortalamasının düşük olmasından, hastalarımızın tedavi süresinin belirsiz olmasından, hastalık süresinin lipid profilini bozmak için yeterli olup olmadığını bilemediğimizden bu konuda daha fazla çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Çalışmamız bu açıdan ilerki dönemlerde çocuk yaş grubunda yapılacak çalışmalar için referans olabilecektir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Lipoprotein-Associated Phospholipase A2 and Cystatin C Levels, and Cartoid Intima-Media Thickness in Patients Diagnosed With Beta Thalassemia Major(2019) Zerdali, Hayrettin; Çetin, MecnunBeta talasemi majör, nadir görülmesine rağmen tüm dünyada önemli bir sağlık sorunu olup, yüksek maliyetli tedavi ve takip yönünden hassasiyet gerektiren bir hastalıktır. Hastaların çoğu ikinci dekatta tedaviye bağlı komplikasyonlar nedeniyle kaybedilmektedir. Hastalarda doku ve organlardaki demir birikime bağlı olarak kardiyak, hepatik ve endokrin organ disfonksiyonları olabilmektedir. Özellikle kardiyak tutulumun hayatı ciddi şekilde etkileyebilmesinden dolayı bu çalışmayı yapmaya karar verdik. Bu çalışmada hastanemizde izlenmekte olan beta talasemi majörlü hastalarda hastalığın komplikasyonlarının ve düzenli kan transfüzyonunun kardiyovasküler sistemde meydana getirdiği değişikliklerin erken saptanması için son zamanlarda çeşitli çalışmalarda kardiyovasküler hastalıklarda belirteç olarak kullanılabileceği öne sürülen Lp-PLA2 (Lipoprotein ilişkili fosfolipaz A2) ve Cys-C (Sistatin C) düzeyinin değerlendirilmesi ve karotis intima media kalınlığı ile karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji bölümünde beta talasemi majör tanısı ile izlenmekte olup, kan transfüzyon programında yer alan 30 hasta çalışma grubunu ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Çocuk Polikliniğine başvuran kronik herhangi bir hastalığı olmayan 30 çocuk kontrol grubunu oluşturdu. Çalışma ve kontrol grupları prospektif olarak incelendi. Çalışma grubundan transfüzyon öncesi kan örnekleri alındı ve KIMK (karotis intima media kalınlığı)'ları ölçüldü. Kontrol grubundan ise başvuru anında kan örnekleri alındı ve KIMK kalınlıkları ölçüldü. Bulgular: Çalışmaya 30 hasta ve 30 sağlıklı çocuk dahil edildi. Hasta grubunda ortalama yaş 8,07 ± 4,03 yıl iken kontrol grubunda ortalama yaş 11,03 ± 3,99 yıl olup gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0.05). Hasta grubunda KasÇ ve KaPSH kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptandı (sırasıyla p: 0,029, p: 0,003). Hasta grubunda CAS (0,115±0,049) ve CAD (10,08±5,28) kontrol grubuna göre (CAS: 0,148±0,035 ve CAD: 13,53±4,93) anlamlı (sırasıyla p: 0,004, p: 0,011) düşük bulundu. Hasta grubunda KIMK ve KadÇ kontrol grubuna göre yüksek çıksa da istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Hasta grubunda lipoprotein ilişkili fosfolipaz A2 ve sistatin C düzeyleri kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmasına rağmen istatiksel olarak anlamlı değildi (hasta grubu ortalama Lp-PLA2: 4,1 ng/mL, kontrol grubu ortalama Lp-PLA2: 3,4 ng/mL p: 0,164 ve hasta grubu ortalama Cys-C: 3,5 ng/mL, kontrol grubu ortalama Cys-C: 2,7 ng/mL p: 0,137). Hasta grubunda kontrol grubuna göre hemoglobin anlamlı derecede düşük, ferritin ise anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Hasta grubunda TG kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). TC, LDL ve HDL ise hasta grunda kontrol grubuna göre anlamlı düşüktü (p<0.05). Sonuç: Beta talasemi majör hastalarında hastalağın komplikasyonları ve düzenli kan transfüzyonlarına bağlı olarak kardiyovasküler sistemde hasar oluşabilmektedir. Bu hastalarda erken dönemde CAS ve CAD değerleri ilerleyen dönemlerde ise KIMK artışı kardiyovasküler hasar açısından bir belirteç olarak düşünülebilir. Bulgularımız bu konuda yapılacak geniş ölçekli çalışmalar için yol gösterici olabilirspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Plasma Gelsolin Level and Carotid Intima-Media Thickness in Patients With Acute Rheumatic Fever(2019) Argış, Orhan; Çetin, MecnunAmaç: Akut romatizmal ateş az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocuklarda edinilmiş kalp hastalıklarının en önemli nedeni olan otoimmün bir hastalıktır. Juvenil romatoid artrit, sistemik lupus eritematozis ve bazı sıçan çalışmalarında plazma gelsolin düzeyinin farklı sonuçlar doğurduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda akut romatizmal ateş tanısı almış hastaların demografik özellikleri, ekokardiyografik bulguları, klinik ve laboratuvar bulguları prospektif olarak incelendi ve hastaların akut atak sırasında plazma gelsolin düzeyleri araştırıldı. Yöntem: Bu çalışma prospektif bir çalışmadır. Bu çalışmaya, Ağustos 2016 ile Eylül 2018 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Kardiyoloji polikliniğine başvuran, 5-18 yaş arasında, 2015 Modifiye Jones Kriterleri'ne (2 major veya 1 major + 2 minor) (tablo 1) göre ARA tanısı alan toplam 44 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalardan tanı anında kan alınarak plazma gelsolin düzeyi çalışıldı. Kontrol grubu olarak, eş zamanlı genel çocuk polikliniğine başvuran, aynı yaş ve cinsiyetteki kronik hastalığı olmayan çocuklar seçildi. Bulgular: Hasta grubunda ortalama yaş 11 ± 3.1 iken kontrol grubunda ortalama yaş 10.7 ± 3.2 olup gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Çalışma grubundaki hastaların 26'sı kız (%59) ve 18'i (%41) erkekti. Kontrol grubunda ise 19 (%54) kız ve 16 (46) erkek vardı. Hasta grubunda sadece artriti olup karditi olmayan 15 (%34) hasta vardı. 2 (%4.5) hastada izole kardit ve 27 (%61.5) hastada ise artrit ve kardit birlikteliği mevcuttu. Hasta grubunda kontrol grubuna göre gelsolin düzeyi anlamlı yüksek saptandı. Hasta ve kontrol grubunda ateroskleroz riski açısından Karotis Doppler USG parametrelerine bakıldı. Hasta ve kontrol grubu arasında CAS, CAD ve CIMT açısından anlamlı fark saptanmadı. KAdÇ ve KAsÇ hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek idi. M-mode ve iki boyutlu EKO kullanılarak yapılan değerlendirmede sol ventrikül sistol sonu çapı (LVesD) ve MAPSE bakımından gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Hasta grubunda sol ventrikül posterolateral duvar kalınlığı (LVpWD), sol ventrikül diyastol sonu çapı (LVedD) ve IVS kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptandı. Grupların KDE ile değerlendirilmesinde, gruplar arasında S, DT ve İVRT açısından anlamlı fark yoktu. Hasta grubunda E, A, İVCT ve MPI değerleri kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptanırken, ET ve E/A oranı hasta grubunda daha düşük saptandı. Mitral anülus lateralinden gerçekleştirilen doku Doppler ekokardiyografik incelemede gruplar arasında E', S', İVRT', E'/A' ve MPİ' açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı. A', DT', E/E' ve İVCT' değeri hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptanırken, ET' hasta grubunda anlamlı düşük saptandı. Sonuç: ARA'lı hastalarda kalbin diastolik disfonksiyonunu gösteren LVedD, E, A, parametrelerinin artığını; E/A, E/E' ve ET süresinin azaldığını saptadık. Kalbin sistolik disfonksiyonunu gösteren İVCT süresinin uzadığı saptandı. Hem sistolik hem de diastolik disfonksiyon gösteren MPİ, İVS ve LVpWD parametrelerinin artığını gözlemledik. Gelsolin düzeyi birçok hastalıkta artıp ya da azalabilmektedir. Bizim çalışmamızda gelsolin düzeyi hasta grubunda anlamlı yüksek saptandı. Sadece artriti olan grup ile kardit + artrit birlikteliği olan grup arasında ise benzer olduğunu saptandı. Bu grup hastalarda yapılacak daha kapsamlı ve çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır. Artmış gelsolin düzeyinin sol kalbin diastolik disfonksiyonu ile korele olduğu gözlemlendi. Sadece artritli ARA hastalarında subklinik kardiyak etkilenmenin olduğunu saptadık. ARA'lı hastalarda karotis Doppler USG ile CIMT değerlendirilmesinde CAS ve CAD değerlerinin hasta ve kontrol grubunda benzer olduğunu saptadık. Anahtar Kelimeler: Akut Romatizmal Ateş, Plazma Gelsolin Düzeyi, Karotis İntima Media Kalınlğı, Ekokardiyografispecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of the Conduction System of the Heart in Patients With Atrial Septal Defect Who Underwent Transcatheter Closure(2020) Eldem, Veli; Çetin, MecnunAmaç: Bu çalışmada ASD tanılı hastalarda kalbin ileti sisteminin değerlendirilmesi ile kapatma öncesi ve sonrasında klinik, elektrokardiyografik ve laboratuvar bulgularının incelenmesi, prognoz ve sağkalıma etki edebilecek faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı'nda Şubat 2016 - Haziran 2020 tarihleri arasında izlenen ve transkateter kapatma yapılan ASD tanılı hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. ASD olgularının sonuçları kontrol grubu ile ve ASD olgularında kapatma işlemi öncesi ve sonrasında kardiyak parametreler karşılaştırılmıştır. Bulgular: ASD tanısı ile tedavi edilen olguların %42,5'i, kontrol grubunun %52,5'i erkekti. ASD olgularının yaş ortalaması 8,8 ± 4.5, kontrol grubunun 9,6 ± 3,9'du. ASD olguları ve kontrol grubu arasında cinsiyet ve yaş açısından anlamlı fark yoktu (p>0,05). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, ASD olgularının sistolik kan basıncı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşüktü (p=0,025). ASD olguları ile kontrol grubu arasında vücut ağırlığı, kalp tepe atımı ve diyastolik kan basıncı değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında ASD olgularının kalsiyum düzeyi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p<0,001). ASD olguları ile kontrol grubu arasında diğer laboratuvar değerler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Kontrol grubunun EKG parametreleri ile karşılaştırıldığında, ASD olgularında transkateter kapatma öncesi Pmin, QTcmin süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha kısa, Pdis, QTdis, QTcdis süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha uzundu (p<0,05). Kontrol grubunun EKG parametreleri ile karşılaştırıldığında, ASD olgularında transkateter kapatma sonrası Pmax, Pmin, QTcmin süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha kısa; QTmax, QTdis, QTcdis süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha uzundu (p<0,05). ASD olgularında transkateter kapatma öncesi EKG parametreleri ile karşılaştırıldığında, transkateter kapatma sonrası Pmax, Pdis süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha kısa; QTmin süresi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha uzundu (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda ASD olgularında transkateter kapatma öncesine kıyasla kapatma sonrası grupta Pmax ve Pdis süreleri kısalırken, QTmin süresinin uzadığı saptandı. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında ise ASD kapatma öncesi grupta Pmin ve QTc min süreleri daha kısa; Pdis, QTdis ve QTc dis süreleri ise daha uzun saptandı. ASD olgularında transkateter kapatma tedavisinin atriyal ve ventriküler aritmiler üzerine etkinliğini gösteren daha fazla sayıda hasta ile prospektif 24 saatlik EKG ve/veya daha uzun EKG kayıtlarını da içeren elektrofizyolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Examination of the Activities of Serum Malondialdehyde Acid, Superoxide Dismutase, Catalase, Reduced Glutation and Glutation Peroxidase in Acute Romatic Fevered Patients(2020) Erol, Cihat; Çetin, MecnunBu çalışma akut romatizmal ateşi (ARF) olan hastalarda oksidatif stresin (OS) rolünü, antioksidanların seviyesini ve hastalığın ilerlemesi ile ilişkisini araştırmayı içerir. Akut romatizmal ateş tanısı konan hastaların akut atak sırasında oksidatif stres parametresi olan malondialdehit aktivitesi ve antioksidan parametrelerden katalaz, superoksit dismutaz, redükte glutatyon ve glutatyon peroksidaz düzeyleri incelendi. Ayrıca, akut romatizmal ateş tanısı konulmuş çocuk hastaların demografik özellikleri, ekokardiyografik bulguları ile klinik ve laboratuvar bulguları prospektif olarak incelendi. Yöntem: Bu çalışma prospektif bir çalışmadır. Bu çalışmaya Ağustos 2016 ile Kasım 2019 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Polikliniği ve Genel Çocuk Polikliniği'ne başvuran, 5-17 yaş arasında akut romatizmal ateş tanısı alan toplam 68 hasta dahil edildi. Hastalardan tanı anında kan örnekleri alınarak malondialdehit asit, katalaz, superoksit dismutaz, redükte glutatyon ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri çalışıldı. Kontrol grubu olarak, eş zamanlı Çocuk Kardiyoloji Polikliniği'ne başvuran, aynı yaş ve cinsiyetteki herhangi bir hastalığı olmayan çocuklar seçildi. Biyokimyasal parametreler serum örnekleriyle belirlendi. malondialdehit asit, katalaz, superoksit dismutaz, redükte glutatyon ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri sprektrofotometrik olarak tayin edildi. Bulgular: Hasta grubu yaş ortalaması 12.2±3.2 iken kontrol grubunda ortalama yaş 11.8±3.5 olup gruplar arasında anlamlı fark olmadığı görüldü (p>0.05). 68 hastanın 48'inde (%70.6) kardit saptandı. Bu 48 hastanın 4'ünde (%5.9) eklem bulguları olmaksızın izole kardit mevcuttu. 44 (%64.7) hastada ise artrit ve kardit birlikteliği mevcuttu. Karditli hastaların 23'ü (%47.9) hafif kardit, 10'u (%33.3) orta kardit ve 9'u (%18.7) ağır kardit idi. Kardit saptanan toplam 48 olguda en sık mitral kapak tutulumu gözlendi. 45 (%93.8) hastada mitral yetersizlik saptandı. 2. sıklıkta olan aort kapak tutulumu 25 (%52.1) hastada gözlendi. 21 (%43.8) hastada mitral ve aort kapak tutulumu birlikteliği belirlendi. Grupların oksidan ve antioksidan değerlerine bakıldığında; MDA hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptandı (p=0.001). GSHPx, CAT, SOD ve GSH ise hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düşük saptandı (p<0.05). Sadece artriti olan grup ile kardit + artrit birlikteliği olan grup arasında MDA, GSHPx, CAT, SOD ve GSH aktivitesi açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Parametreler arasındaki korelasyona bakıldığında; CAT ile GSHPx arasında orta düzeyde (r=0.359, p=0.003), MDA ile GSH arasında düşük düzeyde ve pozitif yönde (r=+0.247, p=0.042), GSHPx ile ESH arasında düşük düzeyde (r=-0.276, p=0.022), GSHPx ile CK arasında orta düzeyde (r=-0.325, p=0.049), SOD ile ürik asit arasında orta düzeyde negatif yönde (r=-352, p=0.022) anlamlı korelasyon saptandı. MDA ile CRP, ASO ve ESH arasında ise anlamlı bir korelasyon saptanmadı (p>0.05). Çalışmamızda ROC eğrisi analiz sonuçlarına göre hasta ve kontrol grubunu ayırmada; eğri altında kalan alan MDA için 1.000 0.001 olarak bulundu. MDA için kesim (cut-off) değeri 4.7105 (duyarlılık %100, özgüllük %100) olarak saptandı. Çalışmamızda MDA'nın hasta ve kontrol gruplarını birbirinden ayırmadaki ayırıcı gücünün oldukça yüksek olduğu ve buna göre de hastaları kontrol grubundan ayırmada destekleyici 'tanı testi' olarak kullanılabileceği belirtildi.. Sonuç: Akut romatizmal ateşte oksidatif stresin arttığını, antioksidanların da azaldığını belirledik. ARA'lı hastalarda oksidatif stres biyobelirteci olan MDA düzeyini anlamlı yüksek saptadık. Antioksidan olan GSHPx, SOD, CAT ve GSH düzeylerini ise anlamlı düşük saptadık. ARA'lı hastalarda prooksidan enzimlerinin artması, ARA patofizyolojisinin açıklamasında bir belirti olarak kabul edilebileceğini belirttik. Çalışmamızda ARA'nın değerlendirilmesinde MDA'nın biyobelirteç olarak mevcut diğer teşhis araçları ile birlikte, ARA hastalarını kontrol grubundan ayırmada destekleyici 'Tanı Testi' olarak kullanılabileceğini gördük. Antioksidanların tedaviye eklenerek oksidatif stresi azaltabileceğini, bunun da akut romatizmal ateşli hastalarda faydalı olabileceğini belirttik. Bulgularımız aynı zamanda farklı evrelerdeki ARA hastalarında antioksidan tedavinin gerçek etkisini değerlendirmek için daha çok randomize kontrollü klinik çalışmalara ihtiyaç olduğunu görsterdi. ARA'lı hastalarda oksidatif stres ve antioksidanlarla ilgili daha kapsamlı ve çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Akut romatizmal ateş, oksidatif stres, antioksidan, malondialdehit, katalaz, superoksit dismutaz, redükte glutatyon, glutatyon peroksidaz, ekokardiyografi.Article Jüvenil Miyelomonositik Lösemi: Nadir Olgu(2018) Karaman, Kamuran; Çetin, Mecnun; Geylan, HadiJuvenilmiyelomonositik lösemi (JMML) erken çocuklukçağında görülen, pediatrik lösemilerinin %2 kadarınıoluşturan, hematopoetik kök hücrenin klonal bozukluğusonucu monositik ve granülositik hücrelerin aşırıproliferasyonu ile karakterize habis bir hastalıktır.Günümüzde olguların %85-%90’ında moleküler patolojiortaya çıkarılabilir. Aşağıda döküntü ve mukozitlebaşvuran 2.5 yaşında bir kız hasta sunulmuştur.Muayenesinde hepatosplenomegali ile ciltte peteşiyeldöküntü ve laboratuvar tetkiklerinde ise lökositoz,trombositopeni ve HbF düzeyi yüksekliği saptanmıştı.Periferik yayma ve kemik iliği aspirasyonudeğerlendirilmesi JMML ile uyumluydu. Sitogenetiktetkiklerde ise PTPN 11 mutasyonu saptanmıştır.JMML’li olguların doğal seyri kötüdür.Article Kemoterapi İlişkili Akut Solunum Yetmezliği: Relaps Langerhans Hücreli Histiositozlu Bir Çocuk(2020) Geylan, Hadi; Yasar, Akkız; Çetin, Mecnun; Karaman, KamuranLangerhans hücreli histiositoz (LHH), CD1a, langerin ve S100 proteini eksprese eden ve ultrastriktürel incelemedeBirbeck granülleri varlığı gösterilen, Langerhans tipi hücrelerin klonal neoplastik proliferasyonudur. Hastalık, klinik olarak çok değişken bir seyir gösterir. En fazla kemik, kemik iliği, cilt, lenf nodları, akciğer, karaciğer, dalak vemeninksler tutulur. Çoğu vaka çocukluk çağında tanı almaktadır, yıllık insidans yaklaşık olarak 5 milyonda birdir.Tutulum bölgesi ve lezyon sayısına göre en az yan etkisi olan ajan ile tedavi seçilmelidir. Hastaların çoğu başlangıçtedavisine yanıt verir. Son 3,5 yıldır Langerhans hücreli histiositoz tanısı ile takipli iken; idame kemoterapininbitiminden yaklaşık iki yıl sonra hasta santral diabetes insipitus kliniği ile tarafımıza başvurdu. Yapılan görüntüleme tetkikleri neticesinde relaps Langerhans hücreli histiositoz tanısı konuldu. Hastaya kladribin ile sitarabiniçeren kemoterapi protokolü başlandı. Bu tedavinin üçüncü küründen sonra, febril nötropenisi düzeldikten sonraani gelişen ve hızlı ilerleyen solunum sıkıntısının eşlik ettiği pnömoni gelişti. Burada kladribin ve/veya sitarabinkemoterapilerden sonra ani gelişen solunum yetmezliği olan ve steroid tedavisine dramatik cevap alınan bir olgusunulmuştur.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Retrospective Analysis of Persistan Pulmonary Hypertension in Newborn(2020) Çelik, Nermin; Çetin, MecnunAmaç: Bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yenidoğan Yoğun Bakım Servisi'nde Persistan Pulmoner Hipertansiyon tanısıyla takip edilen 0-28 günlük hastaların demografik özellikleri, tanı zamanı, tanı şekli, uygulanan tedavi ve tedaviye alınan cevap süresinin değerlendirilmesi, persistan pulmoner hipertansiyonu presipite eden nedenlerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Yöntem: Çalışmaya 15 Şubat 2016 - 1 Temmuz 2019 tarihleri arasında Van YYÜ Yenidoğan Yoğun Bakım Servisinde yatarak, yenidoğan ve çocuk kardiyolojisi tarafından takip edilen, 0-28 günlük Persistan Pulmoner Hipertansiyon tanısı alan 29 hasta dahil edilmiştir. Hastalar retrospektif olarak dosyalardan incelendi. Anne yaşı, gebelik haftası, erken membran rüptürü ve koryoamnionit gibi prenatal risk faktörleri, doğum ağırlıkları, fetal distres/acil sezeryan öyküsü, ilk 24 saatte mekanik ventilatöre alınma öyküsü, tanı yaşı, eşlik eden sepsis, pnömoni, asfiksi, yenidoğanın geçici takipnesi, solunum güçlüğü sendroumu, pnomotoraks, nekrotizan enterokolit, konjenital kalp hastalıkları gibi ek hastalıkları, APGAR skoru değerleri, tedavi öncesi ve sonrasında kalp hızı, sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri (sKB ve dKB, oksijen saturasyon değerleri (SatO2), sistolik pulmoner basınç değerleri (sPAP), alınan medikal tedaviler kaydedildi ve değerlendiridi. Patent duktus arterious ve patent foramen ovale dışında konjenital kalp hastalığı olan hastalar çalışmadan çıkartıldı. Bulgular: Persistan pulmoner hipertansiyon (PPHN) tanısı alan toplam 29 hasta vardı. Hastaların 17'si (%58.6) erkek, 12'si (%41.4) kız idi. Hastaların 11'inde (%37.9) normal doğum, 18'inde (%62.1) sezaryen ile doğum öyküsü mevcut idi. PPHN'li yenidoğanların 4'üne (%13.8) 1 doz, 2 'sine (%6.9) 2 doz sürfaktan, 2'sine (%6.9) 2 doz Celestone uygulanmıştı. Hastaların 21'i (%72.4) ilk 24 saat içerisinde mekanik ventilasyon uygulanmıştı. İnotropik destek olarak hastaların 15'ine (%51.7) dobutamin, 10'una (%34.5) dopamin, 2'sine (%6.9) digoksin, 2'sine (%6.9) milrinon, 1'ine (%3.4) adrenalin uygulanmıştı, 10'una (%34.5) herhangi inotropik ilaç kullanılmamıştı. Tedavi amacıyla hastaların 24'üne (%82.2) sildenafil, 13'üne (%44.8) MgSO4, 9'una (%31) iNO, 2'sine (%6.9) ilioprost verilmişti. Tedavi sonucunda hastaların 19'u (%65.6) başarılı olarak tedavi olurken, 1'i (%3.4) kronikleşmiş, 9'u (%31) ise ex olmuştu. Tedavi başarısı cinsiyet, doğum şekli, gestasyonel yaş, kan basıncı, tanı yaşı, APGAR 1-5.dk skoru, kalp hızı, eşlik eden hastalıklar ve uygulanan tedaviye göre değişmemekte idi (p>0.05). Değerlendirilen kan gazı parametrelerinden PO2 ve HCO3 değerleri, tedavi öncesi ve sonrası SatO2 düzeyleri tedavi sonucu olumlu olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksektir (p<0.05). ALT değerinin ve CPAP uygulama süresinin ex olan / kronikleşen hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptandı (p=0.03). Saptanan enfeksiyon sayısı, tanı yaşı ile ve MV süresi ile istatistiksel olarak anlamlı derecede pozitif yönde düşük düzeyde korelasyon göstermektedir (p<0.05). Sonuç: PPHN tedavisinde SatO2, PO2, HCO3, ALT ve CPAP uygulama süresi parametrelerinin tedavi sonucunu öngörmede önemli olduğu belirlendi. Bu değerlerin erken dönemde belirlenmesi ile hastalığın prognozu tahmin edilebilir.Article Vinkristin ile İlişkili Parsiyel İleus: Bir Olgu Sunumu(2018) Karaman, Kamuran; Geylan, Hadi; Çetin, MecnunVinkristin; lenfoma ve lösemi gibi bir çok maligniteninkemoterapi protokolünde sıklıkla kullanılan hücresiklusuna oldukça spesifik bir vinka alkaloididir. İlacabağlı nöropatinin ayırıcı tanısı mutlaka yapılmalıdır.Periferal nöropati, otonomik nöropati, kranial sinirparalizileri ve ensefalopati olmak üzere dört farklı şekildevinkristin nörotoksisitesi görülebilmektedir. Hodgkinlenfoma tanısıyla vinkristin ted avisi sonrası parsiyelintestinal obstrüksiyon gelişen 13 yaşındaki bir kız olguyusunuyoruz. Olgumuzda; BEACOPP tedavisinin ikinciküründe ikinci vinkristin dozundan 6 gün sonra karınağrısı ile birlikte karın distansiyonu gelişti. Barsak seslerinormoaktif ve defansı mevcuttu. Ayakta direkt batıngrafisinde hava sıvı seviyeleri saptandı. Batınultrasonografisinde tüm barsak anslarında yoğun sıvı,distansiyon, peristaltizmde belirgin azalma ile hasta ileustanısı aldı. Bu tablonun vinkristinin otonomik nörotoksikyan etkilerine bağlı olduğu düşünüldü. HastayaPridostigmin Bromür (Mestinon: 3 mg/kg/g, 2 dozda,oral) ve Pridoksin (B6 vitamini: 150 mg/m2/g, tek doz,oral) başlandı. Tedavinin 2. gününde bağırsak seslerindeartış, batın distansiyonunda azalma olduğu görüldü.Sonuç olarak, vinkristinin neden olduğu nöropatisonucunda gelişen parsiyel intestinal obstrüksiyonlarda;pridostigmin ve pridoksin ile tedavi edilebileceğinivurgulamak istedik.