Browsing by Author "Öner, Ahmet Faik"
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Article Akut İnfantil Hemorajik Ödem: İki Olgunun Sunumu(2016) Karaman, Kamuran; Akbayram, Sinan; Öner, Ahmet Faik; Garipardıç, MesutAkut infantil hemorajik ödem, üç yaşından küçük çocuklarda, seyrek görülen, derinin lökositoklastik vaskülitidir. Hastalık kendini sınırlar ve iyi klinik seyre sahiptir. Çalışmada; deride purpurik döküntü ve ekstremitelerde ödem yakınmaları ile başvuran, klinik ve laboratuvar incelemeleri sonucunda akut infantil hemorajik ödem tanısı almış iki olgu sunulmuştur. Klinik izlem ve tedavi açısından farklı yaklaşımlar gerektiren özellikle Henoch-Schönlen purpurası, meningokoksemi, purpura fulminans gibi hastalıklarla ayırıcı tanıda akut infantil hemorajik ödemin de düşünülmesi gerektiğini vurgulamak istedik.Article Akut Karın Şeklinde Prezente Olan Bir Salmonella Mezenter Lenfadenit Olgusu(2004) Köseoğlu, Burhan; Doğan, Murat; Bay, Ali; Temizöz, Osman; Etlik, Ömer; Öner, Ahmet FaikMezenter lenfadenit akut apandisiti taklit edebilir ve sağ alt kadran karın ağrısı nedeniyle acil servise başvuran çocuk hastalarda ayırıcı tanıda karışıklığa yol açarak gereksiz yere cerrahi girişim yapılmasına sebep olabilir. Bu çalışmada 7 yaşında şiddetli karın ağrısı, ateş ve kusma şikayetleri ile akut karın tablosu ile başvuran bir salmonella mezenter lenfadenit olgusunu sunduk. Olgumuzda büyümüş nıezenterik lenf bezleri apandisit benzeri tabloya neden olmuştu. Serolojik testlerde Salmonella O antijenine karşı oluşan antikor titresi 1:800 saptanan hasta, uygulanan seftriakson tedavisi ile cerrahi operasyona gerek kalmadan tedavi edildi.Article Beta Talesemi Major Tanılı Çocuk Hastalarda Kardiyak Fonksiyonların Değerlendirilmesi(2018) Epçaçan, Serdar; Ece, İbrahim; Üner, Abdurrahman; Acar, Onur Çağlar; Öner, Ahmet FaikGİRİŞ ve AMAÇ: Talasemiler, globulin zincir sentezindedefektler sonucu oluşan kalıtsal hastalıklardır. Bu hastalarda,şelasyon tedavisine rağmen demir birikimi sonucu oluşankardiyak disfonksiyon önemli mortalite ve morbidite nedenidir.Kardiyak disfonksiyonun nedenleri kronik hemolitik anemiilişkili ventrikül kaslıma disfonksiyonu ve kardiyak output artışıile birlikte ventriküler dilatasyon ve demir birikimidir. Buçalışmanın amacı oral şelasyon tedavisi alan beta talasemimajör tanılı hastalarda kardiyak fonksiyonların Dopplerekokardiyografi ile incelenmesidir.YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, Ocak-Eylül 2014tarihleri arasında, beta talasemi major tanılı, 2-16 yaşarasında 49 hasta ve kontrol grubu olarak da aynı sayıda 49sağlıklı hasta incelendi. Tüm hastalara ayrıntılı fizik muayanesonrasında elektrokardiyografik ve ekokardiyografik incelemeuygulandı.BULGULAR: Hasta grubunun ortalama ferritin değeri1275+904 ng/ml idi. Grupların ekokardiyografik bulgularıkarşılaştırıldığında, hasta grubunda miyokardiyal performansindeksi istatistiksel olarak yüksek bulundu (p=0.017). Ekolarak, hasta grubunda sol ventrikülde tip 1 diyastolikdisfonksiyon saptanırken, sol ventrikül sistolik, sağ ventrikülsistolik ve diyastolik disfonksiyon görülmedi.TARTIŞMA ve SONUÇ: Talasemi majör tanılı hastalardabaşta kardiyovaskuler sistem olmak üzere birçok sistemdedemir birikimi toksik etki göstermektedir. Demir şelasyontedavisi ile hastalığın prognozu düzelse de yüksek morataliteve morbidite halen önemli bir problem olarak kalmaktadır.Çalışmamız beta talasemi majorlu hastalarda erken dönemdesubklinik sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu geliştiğini, bunakarşın sağ ventrikül fonksiyonlarının ve sol ventrikül sistolikfonksiyonlarının bozulmadığını göstermektedir.Other Çocuklarda Brusellozis: 103 Vakanın Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi(1999) Atas, Bulent; Abuhandan, Mahmut; Öner, Ahmet Faik; Cesur, Yaşar; Arslan, Şükrü; Çaksen, Hüseyın; Ceylan, AbdullahBu çalışmada hastanemizde brusellozis tanısıyla izlenen 103 vakanın klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelenmiştir. Amacımız ülkemizde çocukluk çağı brusellozisinde ilk önce tercih edilmesi gereken ilaç kombinasyonunu belirlemek ve hastalığın ülkemiz ve özellikle de bölgemiz için halen önemli bir halk sağlığı problemi olduğunu vurgulamaktır. Çalışmamızda 103 vakadan 52'si kız, 51'i erkek idi. Yaşları 20 ay ile 16 yıl (8.3 ± 3.6 yıl) arasında değişmekteydi. Ateş (%55.3), eklem ağrısı (%53.3), halsizlik (%41.7) ve iştahsızlık (%30) en sık getiriliş şikayetleri arasındaydı. Sırasıyla hepatosplenomegali (%22.5), hepatomegali (%20.5), artrit (%17.4) ve splenomegali (%15.5) en sık saptanan bulgulardı. Vakaların 18'inde (%17.4) anemi, sekizinde (%7.7) lökopeni, 15'inde (%14.5) ise lökositoz vardı. Sedimentasyon düzeyi vakaların 84'ünde (%81.5) çalışılmıştı; 52'sinde (%61.9) 20 mm/saat'in üzerindeydi. Serum AST (aspartat aminotransferaz) ve ALT (alanin aminotransferaz) düzeyi 55 (%53.3) vakada çalışılmıştı; 31 'inde (%56.3) AST, 17'sinde (%30.9) ise ALT yüksekliği vardı. Brusella aglütinasyon titrasyonu vakaların tümünde 1/160 veya 1/160'ın üzerindeydi. Vakaların çoğunda (%83.5) titrasyon oranı 1/320 ve üzerindeydi. Tedavide en fazla rifampisin + kotrimoksazol, rifampisin + tetrasiklin ve streptomisin + kotrimoksazol olmak üzere toplam 12 tipte ilaç kombinasyonu kullanılmıştı. Vakaların yedisi dışında tümü ilk başlanılan ilaç kombinasyonuyla tamamen iyileşmişti; tedaviye cevap vermeyen bu yedi vakada ilk kullanılan ilaçlar farklı bir ilaç rejimiyle değiştirilmişti. Kullanılan ilaç kombinasyonuyla iyileşme oranı arasında anlamlı fark olmadığı belirlendi (p>0.05). Vakaların hiçbirinde rölaps görülmemişti.Article Çocukluk Çağı Akut Lenfoblastik Lösemi Olgularında L-asparajinaz'a Bağlı Toksisite(2005) Mukul, Yurdagül; Öner, Ahmet Faik; Acikgoz, Mehmet; Demir, Cengiz; Cesur, Yaşar; Bay, AliL-Asparajinaz yüksek oranda toksisiteye sahip olmakla birlikte çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisinde vinkristin ve prednizon ile başlama tedavisinin standart bileşenidir ve başarıyı önemli oranda artırır. Bu çalışmada indüksiyon kemoterapisinde L-asparaginaz kullandığımız 85 ALL'Ii olguda gelişen yan etkiler ye tedavileri incelendi. Olgularımızın 28 (%32.9) tanesinde L-aşparaginaza bağlı yan etki gelişti. Olgularımızda en sık görülen yan etkiler allerji, hiperglisemi ve hipertrigliseridemi idi. Daha az görülen yan etkiler ise pankreatit, parotitis ve trombozdu. Sonuç olarak, olgularımızdaki L-asparaginaza bağlı toksisite görülme sıklığı ve tipi ülkemizde diğer merkezlerden bildirilen oranlara benzer olarak izlendi.Other Deri Tüberkülozu: Bir Vaka Takdimi(1999) Karakök, Metin; Kuru, Mehmet; Öner, Ahmet Faik; Arslan, Şükrü; Çaksen, HüseyınDeri tüberkülozu primer tüberküloz şeklinde görülebildiği gibi, reenfeksiyon tüberkülozu şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Reenfeksiyon tüberkülozları içerisinde en sık görüleni lupus vulgaris olup, skrofuloderma ve metastatik tüberküloz apseleri seyrek görülen diğer şekilleridir. Sunduğumuz üç yaşında kız hasta solukluk, iştahsızlık ve saçlı deri ve karın cildinde şişlik şikayetleriyle getirilmiş, fizik muayenesinde büyüme geriliği ve ileri derecede solukluğu dışında saçlı deri ve karin derisinde en büyüğü 2x1 cm, en küçüğü 1 x 0.5 cm boyutlarında, deriden kabarık, sert, hareketli ve ağrısız dört adet lezyon saptanmış, saçlı derideki lezyondan alınan biyopsi örneğinin histolojik incelemesinde kazeifiye granülomatöz iltihap görülmüş ve metastatik tüberküloz apsesi lehine değerlendirilmiş, antitüberküloz tedavi başlandıktan bir ay sonraki kontrolünde sistem muayenelerinin normal olduğu görülmüştür. Bu vaka nedeniyle hastamızda olduğu gibi saçlı deride lezyon, solukluk ve iştahsızlık gibi şikayetlerle getirilen vakaların ayırıcı tanısında deri tüberkülozunun da düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır.Article Düzenli Egzersiz ve Sigaranın Alt Grupları Üzerine Etkisi(2006) Öner, Ahmet Faik; Bay, Ali; Karadağ, Hüseyin; Temur, Atilla; Atlı, MustafaAmaç: Bu araştırmada Y.Y.Ü. kampusunda eğitim-öğretim gören genel yaşam ve beslenme alışkanlıkları benzer olan toplam 80 öğrenci üzerinde düzenli egzersiz ve sigaranın immun sistem üzerine olan etkileri araştırıldı. Metod: Öğrenciler egzersiz yapma ve sigara içme alışkanlıklarına göre; 1.Düzenli egzersiz yapan sigara içen 2. Düzenli egzersiz yapan sigara içmeyen 3. Sedanter olup sigara içen ve 4. Sedanter olup sigara içmeyen olmak üzere toplam 20'şer kişilik 4 gruba ayrıldı. Bireylerden venöz kan örnekleri alınarak, tam kan sayımı, nötrofil ve lenfosit sayıları, lenfosit alt tipleri CD3, CD4, CD8, CD19 ve (CD3- CD16+56 +) hücre oranları belirlendi. Bulgular: Bu araştırma ile NK hücre oranı, sedanter ve sigara içen grupta düşük ancak istatistikî olarak anlamlı bulunmamıştır (P>0,05). CD3 ve CD8 oranları düzenli egzersiz yapan ve sigara içmeyen grupta, CD19 pozitif hücre oranı ise sedanter ve sigara içen grupta yüksek bulunmuştur (P<0,05). Ancak CD19 düzeyindeki bu yükseklik, CD3 ve CD8 deki düşüklüğe bağlı rölatif bir yükseklik olarak kabul edildi. Lenfosit sayısı sedanter sigara içen grupta, T hücre oranı ise, egzersiz yapan ve sigara içmeyen grupta yüksek bulunmuştur. Sonuç: Düzenli egzersiz yapmanın ve sigara içmemenin immun sistemde özellikle sitotoksik olmak üzere T hücre sayılarına olumlu etkileri vardır.Article Endemik Bölge Dışında (Patnos) Görülen Bir Kala-azar Olgusu(2005) Bay, Ali; Okur, Mesut; Öner, Ahmet Faik; Acikgoz, Mehmet; Doğan, MuratKala-azar tatarcıklar tarafından bulaştırılan, karaciğer, dalak ve kemik iliğinin makrofajlarmı infekte edip orada çoğalabilen intraselüler parazitik bir infeksiyondur. Hastalık düzensiz ateş, pansitopeni, hepatosplenomegali ve hipergamaglobulinemi ile karakterizedir. Burada 5 yaşında erkek kala-azar olgusu sunuldu. Hasta 2 aydan uzun süredir devanı eden ateş, solukluk ve karın şişliği öyküsü ile başvurdu. Endemik bölgelere seyahat öyküsü yoktu. Sonuç olarak endemik bölgelere seyahat öyküsü olmasa da uzamış ateş, hepatosplenomegali, ve sitopeni ile başvuran hastalarda kala-azar da ayırıcı tanıda dikkate alınmalıdır.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Oxidant and Antioxidant Status of Patients With Idiopathic Thrombocytopenic Purpura(2008) Mukul, Yurdagül; Öner, Ahmet Faikİdiyopatik trombositopenik purpura (İTP), trombositopeni (trombosit sayısı<100.000/mm3), plazmada antitrombosit antikorların varlığı, trombosit yaşam süresinin kısalığı ve kemik iliğinde megakaryositlerin artması ile karakterize bir sendromdur. Etyolojisinde belirgin hiçbir akkiz neden bulunmayan trombositopenileri ifade etmede kullanılan bir terimdir.Akut formda; trombosit sayısı tanıdan sonra 6 ay içinde normale döner (>150.000/mm3) ve relaps görülmez. Kronik formda; trombosit sayısı, 6 aydan daha uzun süre düşük kalır. Bununla beraber % 1-4 oranında, trombosit sayısı 6 ay içinde normale dönmüşken tedavi verilmeksizin en az 3 ay veya daha uzun süre normal seyrettikten sonra yeniden trombositopeni gelişebilmektedir ve rekürren form olarak adlandırılır.Patogenezinde ana faktör trombosit ömrünün kısalmasıdır ve bu sebeple pek çok araştırma yapılmıştır. Oksidatif hasar otoimmun hastalıkların patogenezinde rol oynar. Oksidatif stres ve serbest radikaller İTP'nın patogenezi ve prognozundan sorumlu tutulabilir.Asemptomatik ve trombosit sayısı 35.000/mm³ olan hastalar tedaviye ihtiyaç duymaz. Hastalar kanama riski nedeni ile egzersizden kaçınmalıdır. Tedavide steroidler, intravenöz immunglobulin, Anti Rh (D) ve direçli vakalarda da immunosupresif ajanlar, danazol, plasmaferez ve splenektomi uygulanır. Trombosit süspansiyonu akut nörolojik bulgular ve aktif kanama olduğunda endikedir.Hastaların %70-80'i 6 ayda, %50'si bir ayda iyileşir. Bir yıldan uzun süren hastalarda spontan remisyon azdır. Erişkinlerde kronikleşme oranı fazladır.Bu tez çalışmasında İTP'li hastalarda oksidan ve antioksidan sistemlerin durumunu ve patogenezde etkilerinin olup olmadığını göstermeyi amaçladık. Çalışmaya Çocuk Hematoloji polikliniğimize trombositopeni nedeni ile başvuran ve akut İTP tanısı alan 27 hasta, çocuk hematoloji polikliniğimizde kronik İTP tanısı ile takipli 25 hasta ve kontrol grubu olarak da sağlıklı 21 çocuk alındı. Akut İTP'li hasta grubu da yüksek doz steroid tedavisi öncesi ve sonrası olarak iki gruba ayrıldı. Her gruptan birer defa serum malondialdehid, total antioksidan kapasite, total oksidan durum ve oksidan stres indeksi parametrelerini çalışmak amacı ile için kan örnekleri alındı.Çalışmamız göstermiştir ki akut ve kronik İTP'li çocuklar kontrol grubuna kıyasla yüksek malondialdehid düzeyleri, azalmış antioksidan aktivite ve artmış oksidan aktiviteye sahiptir. En yüksek oksidan değerler ve en düşük antioksidan kapasite, steroid tedavisi almamış akut İTP'li hasta grubunda saptanmıştır. Ayrıca akut İTP'li hastalarda steroid tedavisi ile oksidan parametrelerde düşme ve antioksidan parametrelerde yükselme olduğu gösterilmiştir.Sonuç olarak çalışmamız göstermiştir ki özellikle akut İTP'de oksidan streste artış ve antioksidan kapasitede bir azalma vardır ve steroid tedavisi oksidan ve antioksidan sistemlerdeki bu bozulmayı bir miktar düzeltmektedir. Fakat İTP'li hastalarda oksidan stres artışının ve antioksidan enzimlerin seviyesinin düşmesinin bir neden mi yoksa bir sonuç mu olduğunun anlaşılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Anahtar kelimeler: İdiyopatik trombositopenik purpura, yüksek doz metil prednizolon, oksidatif stres, total antioksidan kapasite.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Treatment Options in Patients Who Diagnosed Idiopathic Thrombocytopenic Purpura(2010) Üstyol, Lokman; Öner, Ahmet FaikGiriş: İdiyopatik trombositopenik purpura (İTP), çocukluk çağının en sık görülen akkiz kanama bozukluğudur. Prognozu genelde iyidir; ancak ciddi organ kanamaları ve kronikleşme riski nedeni ile önemlidir. Asemptomatik ve trombosit sayısı 35.000 /mm³'ün üzerinde olan hastalar tedaviye ihtiyaç duymazlar. Tedavide steroidler, intravenöz immünoglobulin (İVİG), anti-Rh (D) ve dirençli vakalarda immunosupresif ajanlar, ritüksimab ve splenektomi uygulanır. Trombosit süspansiyonu akut nörolojik bulgular ve aktif kanama olduğunda endikedir.Amaç: Çalışmada retrospektif olarak akut ve kronik İTP'li hastaların genel özelliklerinin ve seyrinin belirlenmesi, tedavi seçeneklerinin etkinliğinin değerlendirilmesi ve en uygun tedavi seçeneğinin bulunması amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmada Mayıs 1995 - Mayıs 2009 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji bölümünde İTP tanısı almış 191'i akut 69'u kronik toplam 260 İTP'li hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Tedaviye yanıt için trombosit sayısının 150.000 /mm³'ün üzerine çıkması esas alındı. Trombosit sayısını 50.000-150.000 /mm³ arasına çıkaran tedaviler kısmi yanıtlı, trombosit sayısını 30.000-50.000 /mm³ arasına çıkaran tedaviler minor yanıtlı, 30.000 /mm³ altı yanıtsızlık olarak kabul edildi. Yüksek doz steroid, standart doz steroid, İVİG, whin-ro/anti-D immünoglobülin, steroid + İVİG tedavisi verilen akut ve kronik İTP'li hastalar ile ritüksimab tedavisi ve splenektomi uygulanan kronik İTP'li hastalar gruplandırılarak, grupların yanıtları değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya toplam 260 vaka alındı; hastaların 191'i akut, 69'u ise kronik İTP vakası idi. Kronikleşme oranı %26.5 idi. Akut İTP'li hastaların 97'si (%50.8) erkek, 94'ü (%49.2) kız idi. Kronik ITP'li hastaların ise 37'si erkek (%53.6), 32'i (%46.4) kız idi. Akut ve kronik İTP vakaları arasında cinsiyet dağılımı açısından fark yoktu (p > 0.05). Hastalığın en sık görüldüğü yaş grubu 2 ile 10 yıl arasındaydı. Akut ve kronik İTP'li hastalarda en sık başvuru yaz mevsiminde oldu. Tanı anında akut İTP'li %36.6 hastada ve kronik İTP'li %36.2 hastada enfeksiyon vardı. Akut ve kronik İTP'li hastalarda en sık üst solunum yolu enfeksiyonu mevcuttu. Akut İTP'li dört hastada aşılama, bir hastada böcek sokması ve bir hastada arı sokması öyküsü vardı. Her iki grupta tanı anında en sık semptom, peteşi ve/veya purpura idi. Semptomların dağılımı açısından akut ve kronik İTP'li hastalar arasında fark saptanmadı (p > 0.05). Ortalama yaş, akut gruptaki hastalarda 75 ± 48.6 ay ve kronik gruptaki hastalarda 81.8 ± 46.9 ay idi. Akut İTP'li hastaların %75.9'unun ve kronik İTP'li hastaların %82.6'sının başvuru anındaki trombosit sayısı < 20.000 /mm³ idi. Başvuru yaşı ve başlangıç trombosit sayısı akut grupta düşüktü, ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi (p > 0.05). Kemik iliği değerlendirmesi bilgisine ulaşılan hastaların %84.4'ünde megakaryosit sayısında artış saptandı, %15.6 hastada ise megakaryosit sayısı normaldi; ek patolojik bulguya rastlanmadı. İki hastada intrakranial kanama gelişti, eksitus olan hasta olmadı.İlk tedavi olarak yüksek doz steroid, standart doz steroid, İVİG ve steroid + İVİG alan hastalar arasında kronikleşme oranı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p > 0.05). Ancak ilk tedavi olarak yüksek doz steroid alan grupta yanıtsız veya kısmi yanıt alınan hastalarda, tam yanıt alınanlara göre kronikleşme oranı daha yüksekti (p < 0.05).Akut İTP'li hastalarda ilk tedavide yüksek doz steroid verilen 134 hastadan 122'si (%91) tam yanıtlı ve üçü (%2.2) kısmi yanıtlı; standart doz steroid verilen 26 hastadan 22'si (%84.6) tam yanıtlı ve ikisi (%7.7) kısmi yanıtlı; İVİG verilen 15 hastadan 14'ü (%93.3) tam yanıtlı ve biri (%6.7) kısmi yanıtlı idi. Yüksek doz steroid, standart doz steroid ve İVİG tedavi yaklaşımları arasında tam yanıt açısından anlamlı fark bulunmadı (p > 0.05). İlk tedavide whin-ro verilen bir hasta ve steroid + İVİG verilen altı hasta tam yanıtlı idi. Ayrıca tedavisiz izlemdeki 9 hastanın tamamı takipte spontan remisyona girdi.Kronik İTP'li 69 hastaya toplam 325 kez tedavi kürü verildiği görüldü. Hastalar toplamda 143 kür yüksek doz steroid, 75 kür standart doz steroid, 27 kür İVİG, 44 kür whin-ro, 20 kür ritüksimab ve 16 kür steroid + İVİG tedavi protokollerini aldı. Yüksek doz steroide %56, standart doz steroide %37, İVİG'e %44, whin-roya %18, ritüksimaba %20 ve steroid + İVİG'e %62 tam yanıt alındı. Kronik İTP'de, vaka sayısı az olmakla beraber, ilk kürde yüksek doz tedavisine yanıt alındıktan sonra nüks geliştiren hastalarda sonraki kürlerde de tekrar yüksek doz aldığında başarı oranı yüksek olduğu görüldü. Tedaviye yanıtsız kronik İTP'li dokuz hastaya splenektomi yapıldı. Bu hastalardan altısında (%66.6) splenektomi sonrası tam yanıt alındı ve nüks gelişmedi. Bir hastada tam yanıt alındıktan bir ay sonra nüks gelişti ve iki hastada ise tam yanıt alınmadı. Splenektomi sonrası komplikasyon olmadı.Sonuç olarak, akut İTP vakalarına güvenli düzeydeki trombosit sayısına daha hızlı ulaşılabilmesi için tedavi verilmelidir. Akut İTP'de etkili ve ucuz olduğu için başlangıç tedavisi olarak steroid tercih edilmelidir. Steroid tercih edilecekse de yüksek doz steroid tercih edilebilir. Ayrıca kronik İTP'de de ilk tercih olarak yüksek doz steroid kullanılmalıdır. Yüksek doz steroid tedavisine nüks durumlarda da sonraki tedavi seçeneklerinde yüksek doz steroid tedavisi düşünülebilir. Akut ve kronik İTP'li hastalarda başlangıç tedavisinde steroide yanıtsız durumlarda İVİG, steroid + İVİG veya whin-ro tedavi seçenekleri düşünülmelidir. Birinci basamak tedavilere yanıtsız dirençli kronik İTP'li çocuklarda splenektomi öncesi ritüksimab tedavisi denenebilir. Medikal tedavilere yanıt alınamayan kronik İTP'li vakalarda splenektomi uygulanabilir.Article Hipotermik Yenidoğanlarda Kanamaya Eğilim(2003) Atas, Bulent; Kahveci, Hasan; Öner, Ahmet Faik; Kırımi, Ercan; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada hipotermi ile başvuran yenidoğanların hematolojik parametreleri kontrol grubuyla karşılaştırılarak hipoterminin kanamaya eğilim meydana getirip getirmediği araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışma Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Haziran 2000 ile Şubat 2002 tarihleri arasında yapıldı. Hipotermi saptanan ve yaşamın ilk saatlerindeki 49 yenidoğan çalışma grubu olarak alındı. Hastaların üniteye geliş ağırlığı, gestasyon yaşı, cinsiyeti, hastanede kalış süresi ve sonucu kaydedildi. Gelişte ve 0,1,2,3,4,6,8,10,12. saatlerdeki cilt ısısı ölçüldü. Yatıştan ortalama 3 saat sonra tam kan sayımı, pıhtılaşma testleri (protrombin zamanı ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı) ve doğal koagülasyon inhibitörleri (protein C, protein S ve antitrombin III) ölçüldü. Bulgular: Her iki grubun da gestasyonel yaş (35.3±3.9 hafta ve 34.2±3.7 hafta), ağırlığı (2170±809 gr ve 1896±801 gr) ve cinsiyet dağılımları (erkek %63.3 ve %75) birbirine benzerdi (p>0.05). Protrombin zamanı ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı hipotermik grupta anlamlı olarak daha uzundu (sırasıyla, 26.9±10.4 sn ve 15.9±1.1 sn; 62.7±23.3 sn ve 39.2±6.8 sn) (p<0.05). Protein C, protein S ve antitrombin III değerleri hipotermi grubunda anlamlı olarak düşüktü. Hipotermik bebeklerin lökosit, D-dimer, alanin aminotransferaz ve aspartat aminotransferaz değerleri daha yüksek bulundu (p<0.05). Hipotermik yenidoğanlarda mortalite daha fazlaydı (p<0.05). Sonuç: Yenidoğan döneminde hipoterminin hematolojik parametrelerde dengesizliğe yolaçarak morbidite ve mortaliteyi arttırdığı sonucuna varıldı. Hipotermik bebeklerin hematolojik parametrelerinin yakından izlemi ve düzeltilmesi ile morbidite ve mortalitenin azalabileceğini düşünmekteyiz.Other The Incidence of Idiopathic Hypercalciuria in School Children in Van(1997) Topal, Selim; Odabaş, Dursun; Öner, Ahmet Faik; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Aydın, Sabahattin; Tarakcioglu, Mehmet; Cesur, YaşarUrine calcium-creatinine ratios (UCa/UCr) in 930 elementary school children in Van were determined to find out the epidemiology and etiopathogenesis of hypercalciuria in children. At least two determinations of calcium-creatinine ratios above 0.21 were accepted as criteria for hypercalciuria. Those who fit the hypercalciuria criteria were further examined. The hypercalciuria incidence in our area came out to be 6.23%. Seventeen of the 58 hypercalciuric children could be examined thoroughly. Although of those children had a family history of urolithiasis, the x-ray and laboratory examinations revealed no urinary stone, urinary infection or metabolic disorders.Other Koroner Arter Hastalığında Efor Testi ile Lenfosit Alt Gruplarında Oluşan Değişiklikler(2000) Gunes, Ahmet; Bilge, Mehmet; Eryonucu, Beyhan; Öner, Ahmet Faik; Güler, Niyazi; Erkoç, RehaAMAÇ: T lenfositler hücresel bağışıklıktan sorumlu olup, antijen spesifik antikor cevabının oluşmasında esas hücrelerdir. Periferde dolaşan T lenfositlerin %60'ı CD4+ (T-helper), %30'u CD8+ (T-supressor) hücrelerdir. Stres, yorgunluk ve kortikosteroidler bunların aktivitesini olumsuz yönde etkilerken egzersiz ve bazı viral enfeksiyonlar bu hücrelerin aktivitesini artırmaktadır. Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ile oluşturulan iskemi esnasında lenfosit alt gruplarının incelenmesinde CD4 ve CD8 seviyelerinde değişiklik olduğu gösterilmiştir. Bu çalısına, koroner arter hastalığı (KAH) olanlarda, egzersiz ile lenfosit alt gruplarında oluşan değişiklikleri araştırmak amacıyla yapıldı. YÖNTEM: Çalışmaya koroner anjiografilerinde majör koroner arterlerin en az birinde %50 ve üzerinde darlık bulunan ve yaş ortalaması 56±6 yıl olan I4'ü kadın 31 olgu alındı. Kontrol grubunu ise koroner anjiografi endikasyonu olmadığı kanısına varılan, yaş ortalaması 50±9 yıl olan. treadmil testi negatif 5 'i kadın 10 olgu oluşturdu. Lenfosit alt grupları egzersiz öncesi ile hemen sonrasında ve testten 24 saat sonra tespit edildi. BULGULAR: Her iki grupta da lökosit ve lenfosit sayısında egzersiz öncesine göre anlamlı bir yükselme olup 24 saat sonra bu değerlerde bazal değerlere dönüş saptandı. Hasta grubunda, CD4+ T-lenfosit sayısında egzersiz hemen sonrasında istatiksel olarak anlamlı değişiklik olmamakla birlikte 24 saat sonrasında anlamlı artış gözlendi (P<0.05). CD8 T lenfosit düzeyleri kontrol grubunda istatiksel olarak anlamlı düzeyde yükselmezken KAH olanlarda egzersiz hemen sonrasında öncesine göre anlamlı artış (%31±10 'a %39±11. P<0.01) saptandı. SONUÇ: Sonuç olarak, KAH olanlarda fizik egzersiz ile CD8+ T lenfosit alt grubunda artış olmuştur. Bu KAH' lı hastalarda immün fonksiyondaki değişikliğe ve iskemik sendromların immün sistem aracılığıyla oluşan inflamatuar yapısına bağlanabilir. Lenfosit alt grup analizinin egzersiz testindeki yerinin belirlenmesi için daha ileri çalışmalara gereksinim vardır.Article Kuş Gribi(2007) Öner, Ahmet FaikAvian influenza A (H5N1) virüsünün son yıllarda kuşlar ve kümes hayvanlarında hızlıca yayılması tüm dünyada insanlarda hastalık açısından tehdit oluşturmaktadır. Bu yazıda aviaren influenza virüsünün epidemiyolojisi, virolojisi, klinik özellikleri ve tedavisi ele alınmaktadır. H5N1 virüsü ciddi pandemilere yol açabilir ve olası bir pandemi için en kuvvetli aday olarak görülmektedir. Pandemi hazırlığında en önemli iki önlem antiviral ilaçların stok edilmesi ve aşılamadır (Türk Ped Aş 2007; 42: 46-51).Article Megaloblastik Anemili 45 Olgunun Klinik ve Hematolojik Yönden Değerlendirilmesi(2006) Acikgoz, Mehmet; Nalbantoğlu, Özlem; Demirtaş, Maşuk; Bay, Ali; Öner, Ahmet FaikAmaç: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Kliniğinde 1997-2005 yılları arasında takip ve tedavi edilen megaloblastik anemili 45 olgunun klinik ve hematolojik özelliklerinin değerlendirilmesi. Metod: Hasta dosyaları retrospektif olarak incelendi. Megaloblastik anemi tanısı periferik yayma ve kemik iliği aspirasyon bulguları ve vit B12 ve folik asit serum düzeylerine bakılarak kondu. Bulgular: Hastaların 15 (%33,3)i kız 30 (%66,6)u erkekti. Yaş ortalaması 34,4 (9-174) aydı. Hastaların en sık başvuru nedeni solukluk, halsizlik ve iştahsızlıkdı. Hastaların 3'ünde folik asit, 42'sinde vit B12 eksikliği saptandı. Olguların ortalama hemoglobin konsantrasyonu 5.5 g/dl, ortalama MCV değeri 96.3 fl, ortalama beyaz küre sayısı 9334/mm3, ortalama RDW değeri 24,2 idi. Proteinüri 6 (%13,3) olguda saptandı. Olgularımız parenteral B12 vitamini ve oral folik asit ile tedavi edildi ve hepsinde düzelme saptandı. Tedavi sonrası 3 (%6,6) olguda demir eksikliği anemisi gelişti. Megaloblastik anemi saptanan olgularımızın yaklaşık olarak 1/3 ünde ilk başvuru anında MCV değeri 90 fl nin altında idi. Sonuç: Sonuç olarak bu olguları sunarak makrositer olmayan anemi durumlarında da megaloblastik anemi olabileceğini ve yöremizde özellikle hamile kadınlarda ve süt çocuklarında dengeli beslenmenin önemini vurgulamak istedik.Article Perikard Tutulumu Olan Bir Castleman Hastalığı(2005) Köseoğlu, Burhan; Bayram, İrfan; Etlik, Ömer; Temizöz, Osman; Bay, Ali; Öner, Ahmet FaikCastleman hastalığı (CH) lenf bezlerinin malign olmayan büyümeleri ile karakterize nadir bir hastalıktır. CH'nın Hiyalin vasküler, plazma hücreli ve mikst tip olmak üzere üç histopatolojik tipi ve lokalize ve multisentrik olmak üzere iki klinik formu vardır. Nadiren ekstralenfatik bölgelerde tutulabilmekle beraber perikard tutulumu çok nadiren rastlanan bir durumdur. Tanı cerrahi olarak lenf bezinin çıkarılıp histopatolojik incelemesiyle konur. Multisentrik yerleşimli olgular histopatolojik olarak genellikle plazma hücrelidir ve malignensi gelişme olasılığı lokalize forma göre daha yüksektir. Biz burada iki ay içinde boyundan inguinal bölgeye kadar ve büyüklüğü 2cm den 8cm ye kadar değişen çok sayıda lenf bezinin büyümesi ile kliniğimize başvuran ve histopatolojik inceleme sonrası CH tanısı koyduğumuz 12 yaşında bir kız olgu sunduk. Olgumuz histopatolojik olarak hiyalen vasküler tip olmasına rağmen multisentrik yerleşim göstermesi ve perikart'da kalınlaşma ve 0.5 cm çapında nodul olması ilginçti.specialization-in-medicine.listelement.badge Phenotype and Genotype Analysis of Our Patients With Congenitally Factor X Deficiency(2010) Epçaçan, Serdar; Öner, Ahmet FaikAmaç: Çalışmamızın amacı, FX eksikliği olan hastalarımızın klinik ve laboratuar bulgularını değerlendirmek ve mutasyon analizi çalışması yaparak hastalığın klinik bulguları ile genetik analiz sonuçları arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemektir.Materyal ve metodlar: Çalışmamıza Yüzüncü Yıl üniversitesi tıp fakültesi pediatrik hematoloji ünitesinde konjenital faktör X eksikliği tanısı ile izlenen 13 hasta alındı. Çalışmamıza Yüzüncü Yıl üniversitesi tıp fakültesi pediatrik hematoloji ünitesinde konjenital faktör X eksikliği tanısı ile izlenen 13 hasta alındı. Her hasta için, tanı yaşı, başlangıç belirtisi, takipte kanama belirtileri ve sıklığı, kanamanın yeri ve şiddeti, kanama anında veya varsa proflaktik olarak almakta olduğu tedavi, kan veya taze donmuş plazma transfüzyonu ve ayrıntılı aile öyküsü not edildi. Tüm hastalarda PT, APTT, FX aktivitesi ve antijen düzeyi çalışıldı. Periferik kan lökositlerinden DNA ayrıştırılarak mutasyon analizi yapıldı.Bulgular: Şiddetli faktör X eksikliği (FX:C <%1) olan hastaların kanama belirtilerinin başlama yaşı 2 ay ile 48 ay arasında (17.66 ± 13.95 ay), tanı anında yaşları 8 ay ile 60 ay arasında (34.25 ± 16.31 ay) idi. Orta derecede FX eksikliği (FX:C %4) olan vakanın (Hasta H1) ise ilk kanama belirtisi süt dişlerinin düştüğü dönemde, yaklaşık 7 yaşında iken başlamış, hastalığın tanısı 15 yaşında iken konulmuştu. En sık başlangıç kanama belirtisi burun kanaması idi (%50). Takipte en sık görülen kanama belirtisi burun kanaması (%92) ve kolay morarma (%92) idi. Hastaların tümünde PT ve PTT uzaması mevcuttu. Ortalama PT: 171.2 ± 69.9 saniye (Min.: 55.4 saniye, Max.:247.7 saniye ), ortalama APTT: 104.3 ± 22.8 (Min: 60.4 saniye, Max: 141.6 saniye). Faktör X aktivite düzeyi 12 hastada <%1 iken, bir hastada %4 idi. FX:Ag düzeyleri tip I FX eksikliği ile uyumlu olarak tüm hastalarda azalmıştı. On iki hastada Gly262Asp mutasyonu, bir hastada ise ilk kez tarafımızdan tanımlanan c.526_559del mutasyonu tespit edildi.Sonuç: Şiddetli faktör X eksikliğinin hayatı tehdit edici ciddi kanamalara yol açabilmektedir. 12 hastada tespit ettiğimiz ve literatürde şu ana dek beş hastada tanımlanan Gly262Asp mutasyonunun şiddetli kanama semptomları ile ilişkili olabileceği, buna karşın ilk kez tanımladığımız c.526_559del mutasyonunun ise hafif kanama semptomları ile ilişkili olabileceği tespit edildi. Bizim vakalarımız ile birlikte literatürde yayınlanan toplam 17 Gly262Asp (Gly222Asp) mutasyonu taşıyan hastalardan 16'sının ülkemiz ve İran'ın ülkemize komşu bölgelerinden oluşması nedeni ile bölgemizde tespit edilen yeni vakalarda ilk taranması gereken mutasyonun Gly262Asp mutasyonu olması gerektiğini düşünüyoruz.specialization-in-medicine.listelement.badge The Effect of the Pica and Iron Deficiency Anemia on Oxidative Stres Antioxidant Capacity and Trace Elements Levels(2006) Bay, Ali; Öner, Ahmet FaikÖZETPika Ve Demir Eksikliği Anemisinin Oksidatif Stres Antioksidan Kapasite Ve EserElementler Üzerine Etkilerinin AraştırılmasıUz Dr. Ali BayPika; en az 1 ay süreyle yiyecek olmayan maddeleri gelişimsel düzeye uymayanbiçimde yemek olarak tanımlanır. Pika'nın klinik özellikleri çok değişkendir. Hastaların veailesinin bu alışkanlığı gizlemeye çalışması veya bir hastalık olarak kabul etmemesi tanıdagecikmelere neden olur.Pikalı hastalarda serum eser element düzeyleri ile ilgili az sayıda çalışma vardır.Demir eksikliği anemili (DEA) olgularda oksidatif stres ve antioksidan düzeyleri ile ilgililiteratürde çelişkili bilgiler bulunmaktadır. Pikanın oksidatif stres ve antioksidan kapasiteüzerine olan etkisi ise daha önce araştırılmamıştır.Bu çalışmada demir eksikliği anemisi ile beraber pikası olan 47, sadece DEA'si olan22 ve anemik olmayan kontrol grubundaki 21 çocuk üzerinde pika'nın ve DEA'nin oksidatifstres ve antioksidan kapasite ile serum çinko ve selenyum gibi eser elementler üzerine yaptığıetkiyi değerlendirdik.Çalışmamızın sonucunda Serum selenyum ve çinko düzeyleri Pika ve DEAgruplarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük saptandı. Pika grubu DEA grubu ilekarşılaştırıldığında serum çinko ve selenyum düzeyi pika grubunda daha düşük olsa daaradaki fark anlamlı değildi. Total oksidant seviyenin en yüksek pika grubunda olduğu, bunaparalel olarak en düşük total antioksidan kapasitenin yine pika grubunda olduğu görüldü. Pikagrubu DEA grubu ile kıyaslandığında ise pika grubunda total antioksidan kapasitenin anlamlıderecede düşük, oksidatif stres indeksinin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü.Sonuç olarak çalışmamız göstermiştir ki pika organizmadaki zararlı etkilerini oksidatifstres ve antioksidan kapasite üzerine olumsuz etki göstererek yapmaktadır. Pikalı hastalardeğerlendirilirken bu etkiler de göz önünde tutulmalıdır.Anahtar Kelimeler: Pika, Anemi, selenyum, çinko, antioksidan kapasiteOther Türkiye'de Van Bölgesinde Faktör V 1691g-a Mutasyonunun Prevalansı(2010) Bektaş, Mehmet Selçuk; Doğan, Murat; Akgün, Cihangir; Öner, Ahmet Faik; Akbayram, SinanResearch Project Van İli ve Çevresinde Beta Talasemi Taşıyıcılığı Sıklığı(1999) Özer, Nurhan; Çelebi, Vefik; Bolat, Zafer; Öner, Ahmet FaikTürkiye'de ß-talasemi taşıyıcılığı (ß-TT) sıklığı % 2'dir. Van ili ve çevresinde ß-TT sıklığını belirlemek amacıyla planlanan bu çalışmaya Van, Ağrı, Hakkari, Bitlis, Muş, Siirt kökenli 12-18 yaşlar arasında 1014 ilköğretim okulu ve lise öğrencisi alındı. Tam kan tetkiki sonucu ortalama eritrosit volümü (MCV) 78 fl'niri altında bulunan öğrencilerde serum ferritin düzeyi ölçüldü. Serum ferritin düzeyi 12-14 yaş arası 10 ng/ml, 14-18 yaş arası 12 ng/ml altında olanlar demir eksikliği anemisi olarak değerlendirildi. Serum ferritin düzeyi normal olan çocuklardan alınan heparinize kan örneklerinde DE 52 kolon kromatografısi yöntemiyle HbA2 ölçüldü. HbAi 8 çocukta % 3.5'un üzerinde bulundu. HbAi yüksek bulunan çocuklarda kolon kromatografısi yöntemiyle HbF ölçüldü. HbA2 yüksek bulunan bir çocuğun DNA analizi normaldi ve taşıyıcı olarak kabul edilmedi. HbF % 43.2 bulunan bir çocuğun ß-talasemi homozigot form ve -30 (T-A) mutasyonu olduğu tespit edildi. Çalışmaya alınan bir çocukta HbD heterozigotluğu saptandı. 6 çocukta HbAi yüksekliği ile karakterize ß-TT bulundu, ß-talasemi homozigot form olarak değerlendirilen çocuk prevalans hesaplanmasında 2 olgu olarak kabul edildi. Bu hesaplamaya göre Van Gölü çevresinde ß-TT sıklığı % 0.78 olarak belirlendi ve bölgemizin ß-talasemi sendromları için risk taşımadığı sonucuna varıldı. DNA analizleri sojnucunda bölgemizde en sık görülen ß-talasemi gen mutasyonu FSC-8/9 (+G) (% 37.5), ikinci sırada-30 (T-A) (% 25), üçüncü sırada IVS-I-IlO (G-A) (% 12.5), dördüncü sırada IVS-II-I (G-A) mutasyonları tespit edildi. Bu çalışma ile ß-TT toplum taramalarında hedef populàsyonun belirlenmesi için MCV, serum ferritin ölçümü ve Mentzer indeksinin hassas, güvenilir ve düşük maliyetli tetkikler olduğu vurgulanmak istendi.