Browsing by Author "Özdemir, Osman"
Now showing 1 - 12 of 12
- Results Per Page
- Sort Options
Other Bipolar Bozukluğu Olan Hastalarda Aile Öyküsü(2016) Coşkun, Salih; Keskin, Sıddık; Özdemir, Osman; Atli, Abdullah; Yılmaz, Ekrem; Ozdemir, Pinar Guzel; Mutlu, Elif AktanAmaç: Bu çalışmada bipolar bozukluğu (BB) olan hastalarda aile öyküsünün incelenerek hastalığın genetik geçişinin daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 63 BB 1 hastası olan aile alındı. Örneklemi toplam 156 hasta oluşturdu. Çalışmaya alınma ölçütü hastanın ailesinde BB 1 öyküsünün olmasıydı. Hasta olan diğer aile bireylerinin tanıları dosyaları, hastane kayıtları incelenerek ve muayene edilerek doğrulandı. Bulgular: Tüm hastaların (156 hasta) 65'i kadın (%41,6), 91'i (%58,3) erkekti (erkek/kadın oranı: 1,40). Bozukluğun anne tarafından veya baba tarafından geçişi açısından değerlendirildiğinde benzer sonuçlar ortaya çıkıyordu. Toplamda anne tarafından 25, baba tarafından da 25 hasta vardı. Sonuç: Çalışmamızın bulguları akrabalık derecesi ile BB'un kalıtımı arasında önemli bir ilişki bulunduğunu, anne ve baba tarafından hastalığın geçişinin benzer olduğunu desteklemiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparison of Superoxide Dismutase, Glutathione Peroxidase and Adenosine Deaminase Activities Between Respiratory and Nocturnal Subtypes of Patients With Panic Disorder(2010) Özdemir, Osman; Selvi, YavuzSon yıllarda serbest oksijen radikallerinin nöropsikiyatrik hastalıkların patofizyolojisinde önemli rol oynadığına dair kanıtlar giderek artmaktadır. Panik bozukluk patogenezinde de serbest oksijen radikallerinin önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Panik bozukluk heterojen bir hastalıktır ve panik ataklar farklı belirti kümelerine göre nokturnal, solunumsal, vestibuler, bilişsel ve korkusuz şeklinde alt tiplere ayrılmaktadır.Bu çalışmanın amacı; panik bozukluk hastaları ile sağlıklı kontrol grubunu ve nokturnal tip ile solunumsal tip panik bozukluk hastalarını antioksidan kapasiteyi ölçen Glutatyon Peroksidaz, Süperoksit Dismutaz ve T hücre ile ilişkili enzim olan Adenozin Deaminaz düzeyleri açısından karşılaştırmaktır. Böylece panik bozuklukta ve alt tipler arasında oksidatif stresin ve inflamatuar süreçlerin rolünü araştırmaktır.Çalışmamızda hasta grubunda kontrol grubuna oranla SOD ve GSH-Px kan düzeyleri daha düşük, ADA enzim düzeyleri ise daha yüksek bulundu. Nokturnal ve solunumsal alt tiplerin enzim düzeyleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı. Alt tiplerin PAS toplam, HAM-A, HAM-D puanları ve hastalık süreleri karşılaştırıldığında; PAS toplam ve hastalık süresi açısından fark bulunmadı, nokturnal alt tipin HAM-D ve HAM-A puanları solunumsal alt tipe göre daha yüksek bulundu. Bu değişkenlerle enzim düzeyleri arasındaki ilişki incelendiğinde sadece hastalık süresi ile GSH-Px serum düzeyleri arasında pozitif bir ilişki bulundu.Sonuç olarak panik bozukluk hastalarının SOD ve GSH-Px, ADA enzimleri düzeyleri kontrol grubundan farklı bulunmuştur. Panik bozukluk grubunda SOD, GSH-Px antioksidan enzim düzeylerinin düşük bulunması panik bozuklukta oksidatif stres yükünün fazla olduğunu, ayrıca hücresel immünitenin bir göstergesi olan ADA enzim düzeylerinin yüksek bulunması bu rahatsızlıkta inflamatuvar süreçlerin de rol oynadığını düşündürmektedir. Alt tiplerin enzim düzeyleri arasında fark bulunmaması bu klinik görünümlerin aynı hastalığın farklı semptom kümeleri olduğunu desteklemektedir.Anahtar sözcükler: panik bozukluk, alt tipler, oksidatif stresOther Article Glutamat Sistemi ve Şizofreni(2016) Özdemir, Pınar Güzel; Özdemir, OsmanGlutamat santral sinir sisteminin ana uyarıcı nörotransmitteridir. Glutamat öğrenme, bellek ve algı gibi birçok bilişsel fonksiyonlarda görev alır. Glutamat beyin gelişiminde, nöronal göçte, nöronal farklılaşmada, akson oluşumunda ve nöronal yaşamında önemli görev almaktadır. Glutamat birçok nörodejeneratif hastalıkta görülen eksitotoksisite ile ilişkilendirilmektedir. Şizofreni patogenezinde glutamat disfonksiyonun katkısı olduğunu düşündüren birçok kanıt bulunmaktadır. Fensiklidin ve ketamin gibi NMDA reseptör antagonistleri sağlıklı gönüllülerde hem pozitif hem de negatif belirtilere neden olabilmektedir. Ayrıca bu moleküller şizofreni hastalarında belirtileri arttırmaktadır. Bu nedenle şizofreninin N-metil-D-aspartat (NMDA) reseptör hipofonksiyonu ile ilişkili olduğu öne sürülmüştür. Bu hipoteze göre NMDA reseptör hipofonksiyonu glutamat nöronları üzerindeki inhibisyonun azalmasına ve aşırı glutamat salınımına yol açmaktadır. Sonuçta, şizofreni hastalarında birçok beyin bölgesinde görülen hacim azalmasının NMDA reseptör aracılı glutamat nörotoksisitesi ile ilişkili olduğu düşünülmektedirOther Psikiyatride Akademik Terbiye veya Pedagojik Psikiyatri(2016) Özdemir, OsmanYetişme tarzları, içinde bulundukları sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle kuşakların kişisel özellikleri ve beklentileri arasında önemli farklılıklar gözlenebilir. Geçmişte azla yetinen, itaatkâr, otoriteyi sorgusuz sualsiz kabul eden bireylerin yerine daha bilgili, otoriteyi sorgulayan ve ona başkaldıran yeni bir kuşağın varlığından söz edilebilir. Bireysel ve toplumsal değişimlerin bir sonucu olarak tek doğru kabul edilen akademik değerler tartışılır hale gelebilir. Bu yorum yazısında eleştirel pedagoji kapsamında psikiyatride yeni neslin akademik terbiyesi ele alınmaya çalışıldıArticle Psikiyatride Fonksiyonel Konfüzyon(2022) Ozdemir, Pinar Guzel; Özdemir, OsmanBu yazıda psikiyatride görüşme esnasında hikâyesini anlatmakta zorlanan, belli bir konuya odaklanamayan ve sorulara amaca yönelik cevaplar veremeyen hastalarda görülen klinik tablo olarak tanımlanan fonksiyonel konfüzyon üzerinde durulmuştur. Fonksiyonel konfüzyonun en sık borderline kişilik bozukluğu ve bedensel belirti ve ilişkili bozuklukları olan hastalarda görüldüğü öne sürülmektedir. Borderline hastalarda görülen fonksiyonel konfüzyonun zihinselleştirme kapasitesindeki yetersizlik, disosiyasyon ve bilişsel bozukluklar ile ilişkili olabileceği vurgulanmıştır. Bedensel belirti ve ilişkili bozukluklarda hastaların duygusal yakınmalarını sözel olarak tanımlayamaması ile alexitimi arasındaki benzerlik üzerinde durulmuştur. Somatoform disosiyasyon ve konfüzyon arasındaki ilişki ele alınmıştır. Yazıda ayrıca çocukluk çağı travmalarının fonksiyonel konfüzyon için yatkınlaştırıcı bir rol oynayabileceği ileri sürülmektedir. İleri dönemde klinik tabloların ortaya çıkmasında ve semptomların şiddetinde fonksiyonel konfüzyonun etkili olabileceği ifade edilmektedir. Fonksiyonel konfüzyonu olan hastalarda tedavide psikoterapötik müdahalelerden önce düşük doz antipsikotik eklenmesini de içeren psikofarmakolojik müdahaleler önerilmektedir.Article Psikiyatride Rasyonel Seçim Teorisi(2018) Özdemir, Osman; Tanhan, Fuat; Özdemir, Pınar GüzelRasyonel seçim yaklaşımı son yıllarda pek çok disiplinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.nevrozların rasyonel seçim teorisi, hastaların dayanılmaz stres seviyeleri ile karşı karşıya kaldıklarındabilinçli ve kasıtlı olarak nevrotik bozuklukları ortaya çıkardığını savunur. Çarpıcı farklılıklararağmen, nevrozların rasyonel-seçim teorisi, yeni bir represyon kavramı kullanmakla birlikteFreud’un düşünce çerçevesini sürdürür. Bu yeni teoriye göre, tüm terapiler etkilerini ya hastalarınfarkındalık yokluğunu ortadan kaldırmak, belirtilerin maliyetini arttırmak, hastanın duygusalsıkıntısını azaltmak ya da stres faktörünü ortadan kaldırmak suretiyle gösterirler. Bu teoride bireystresle ilgili düşünceleri dikkat çekmeden ortadan kaldırmak için bilinçli olarak dikkat dağıtıcıönlemler kullanır ve represyon bilinçli bir başa çıkma mekanizması olarak tanımlanır. Bu makalederasyonel seçim teorisinin psikiyatride tanımı, bütüncül yaklaşımı, en sık uygulama alanları vetedavide kullanımını gözden geçirmek amaçlanmıştır.Other Psikiyatrik Açıdan Akıl ve Aklın Terbiyesi(2017) Özdemir, OsmanAkıl bizi neyin iyi ve doğru, neyin yanlış ve kötü olduğu bilgisine ulaştırır. Akıl yürütme, bir konudayeterli düzeyde kanıt ve bilgi sahibi olduktan sonra bütün etmenleri dikkate alarak düşünüp birsonuca ulaşma sürecidir. Akıl sahibi insan yeni karşılaştığı durumu tüm boyutlarıyla inceler, mantıklıtahminlerde, varsayımlarda bulunur, bazı sonuçlara ulaşır, düşüncelerini açıklayabilir ve ulaştığısonucu savunabilir. Bazı düşünürlere göre doğru ve yanlış bir hareket tarzını seçmeye sevk edensebepler olarak tanımlanabilecek ahlakın temel prensiplerinin kaynağı akıldır. Bu açıdan akıl veirade sahibi her insan yaptığı davranışlardan ahlaki olarak sorumludur. Genetik ve çevresel faktörlerdirekt ya da dolaylı olarak ahlaki gelişimi etkileyebilir. Bu yazıda alınan eğitim ve alt kültürünterbiye üzerindeki etkisinin vurgulanması amaçlanmıştır.Article Psikoterapide Amaç ve Yöntem Olarak Gerçeklik ve Rasyonellik(2021) Özdemir, Osman; Ozdemir, Pinar GuzelGerçeklik tanım olarak, varlığı inkar edilemeyen, doğru olan şey, doğayı olduğu gibi yansıtan, düşünce ürünü olmayan anlamlarına gelmektedir. Bir kavram olarak rasyonellik, yani akılcılık, akıl yürütme yetisini ön plana çıkarmaktadır. Bu yazıda psikoterapi sürecinde hastayı gerçeklik ve rasyonellik eksenine çekmenin bir seçenek olabileceği üzerinde durulmaktadır. Aslında bunu her terapi kuramı farklı yöntemlerle zaten yapıyor. Burada ele alındığı üzere psikoterapide amaç ve yöntem olarak gerçeklik ve rasyonellik bütüncül psikoterapiye benzer şekilde anlık pragmatik müdahale seçeneklerine odaklanır.Article Sağlık Çalışanlarında Vardiyalı Çalışma Sisteminin Sebep Olduğu Genel Ruhsal Belirtiler ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi(2010) Aydın, Adem; Özdemir, Güzel Pınar; Beşiroğlu, Lütfullah; Selvi, Yavuz; Özdemir, OsmanAmaç: Bu çalışmada, sağlık çalışanlarında vardiyalı sistemin sebep olduğu genel ruhsal belirtiler ve bunların yaşam kalitesi üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya bir kamu hastanesinde görevli hemşireler dâhil edilmiştir. Gündüz görev yapan 42 ve vardiyalı sistemde çalışan 45 hemşire, ruhsal belirtilerin ve şiddetlerinin taranması amacıyla SCL-90-R ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi amacıyla SF-36 ölçekleriyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Vardiyalı sistemde çalışan bireylerde SCL-90-R alt ölçeklerinden somatizasyon, obsesif-kompulsif, kişiler arası duyarlılık, kaygı, paranoid düşünce puanları ile genel belirti indeksi puanı istatistiksel olarak anlamlı bir biçimde daha yüksekti. Depresyon, hostilite, fobi ve psikotisizm alt ölçeklerinde gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Vardiyalı çalışan grupta, SF-36 alt ölçeklerinden fiziksel fonksiyon ve ağrı alanlarında yaşam kalitesinin gündüz çalışanlara göre daha bozuk olduğu; genel sağlık, fiziksel rol güçlüğü, emosyonel rol güçlüğü, mental sağlık, enerji ve sosyal fonksiyon yönünden iki grup arasında anlamlı farklılık olmadığı tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışma, vardiyalı sistemde çalışmanın hemşirelerde psikiyatrik bozuklukların oluşması ve düşük yaşam kalitesi açısından olası bir risk etkeni olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, çalışma saatlerinin çalışanlarda oluşabilecek sorunlar dikkate alınarak düzenlenmesi yaşam kalitesinin iyileştirilmesine katkıda bulunacaktır.Article Suça Yönelen Erkek Ergenlerde Travmatik Yaşantılar, Dissosiyasyon ve Suça Karşı Tutumlar(2011) Beşiroğlu, Lütfullah; Polat, Fatih Hakan; Özdemir, Osman; Akbayram, Sinan; Atli, Abdullah; Selvi, Yavuz; Özdemir, Pınar GüzelAmaç: Bu çalışmada çocukluk çağında yaşanan ruhsal travmalar ve dissosiyatif yaşantılar ile suça yönelme arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Adli makamlar tarafından işlediği iddia olunan yasaya aykırı bir eylem nedeniyle adli psikiyatrik değerlendirme için Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'na gönderilen 40 erkek çocuk (13-15 yaş aralığında) ve Çocuk Hastalıkları Polikliniğine geçici bir enfeksiyon hastalığı nedeniyle başvuran 40 erkek çocuk çalışma örneklemini oluşturdu. Tüm örnekleme Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (ÇÇTÖ), Suça Karşı Tutumlar Ölçeği ve Ergen Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği (E-DYÖ) uygulandı. Bulgular: Suça yönelen ergenlerin duygusal ihmal puanları kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulunurken; duygusal kötüye kullanım, fiziksel kötüye kullanım, cinsel kötüye kullanım, fiziksel ihmal ve ÇÇTÖ toplam puanları açısından fark bulunmamıştır. Suça yönelen ergenlerin suça karşı tutum puanları kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Suça yönelen ergenlerin E-DYÖ etki altında kalma puanları kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek iken, E-DYÖ amnezi, absorbsiyon, depersonalizasyon ve toplam puanları açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Suça yönelen ergenlerde suça karşı tutumlar puanı ile ÇÇTÖ toplam puanları arasında pozitif yönde istatistiksel açıdan anlamlı ilişki bulunurken, suça karşı tutumlar puanı ile fiziksel ihmal arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Kontrol grubunda ise suça karşı tutumlar puanı ile yalnız duygusal kötüye kullanım puanı arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Yapılan bağlantı analizleri sonucunda düşük ekonomik düzey, E-DYÖ etkilenme puanları, ÇÇTÖ duygusal ihmal ve SKTÖ puanları suça karşı eğilimi önemli ölçüde yordadığı bulunmuştur. Tartışma: Çocuklukta yaşanan ekonomik zorluklar ve ihmal yaşantıları temelinde ergenin etki altında kalma eğiliminin suç davranışına yönelmeyle ve bu davranışlarını benimsemiş olması ile ilişkili olabileceği söylenebilir.Other Voltage-Gated Sodium Channels Dysfunction in Depression: the Hypothesis(2016) Özdemir, OsmanVoltaj bağımlı sodyum kanalları nöronlarda sinyal iletimi, kas kontraksiyonu, hormon salınımı, kardiyak pacemaker ve nörotransmitter salınımı gibi birçok fizyolojik süreçte aksiyon potansiyelinin oluşumunda rol oynar. Trisiklik antidepresanlar ve duloksetin gibi bazı antidepresanlar voltaj bağımlı sodyum kanallarını etkileyebilir. Kanalopatiler olarak da bilinen sodyum kanalı gen mutasyonları epilepsi, kronik ağrı, migren ve kardiyak aritmiler gibi bazı kalıtsal hastalıklara yol açabilir. Bu hastalıkların birçoğu depresyona benzer şekilde epizodik, ataklarla seyreden, ataklar arasında normal veya normale yakın bir işlevselliğe dönen, psikolojik stres faktörleriyle artış gösteren özelliklere sahiptir. Sodyum kanal gen mutasyonlarının ayrıca intihar girişimlerine yatkınlık, uyku bozukluğu, hipotalamo-hipofizer adrenal eksen disfonksiyonunu gösteren kortikosteroidlerin salınımının diurnal ritminde bozulma ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Voltaj bağımlı sodyum kanallarının nöromodulasyonu depresyonun patofizyolojine de katkıda bulunan cAMP-bağımlı protein kinaz A ve protein kinaz C aracılı nöroplastisite ve hücresel yenilenmede (resilience) önemli rol oynar. Antidepresan ilaçlar ve somatik tedaviler (örneğin; elektrokonvülsif terapi ve transkraniyal manyetik stimulasyon) hücresel direnci arttıran CREB (cAMP response element binding protein) ve BDNF (brain derived neurotrophic factor) gibi birçok nörotropinleri düzenler. Bu bulgular depresyonda voltaja bağımlı sodyum kanallarının disfonksiyonu hipotezini desteklemektedir.