Browsing by Author "Özkol, Hatice Uce"
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Specialist Thesis Dermoscopic Pattern of Acral Malanocytic Nevi(2024) Dali, Dilan; Özkol, Hatice UceAmaç: Pigmente deri lezyonlarının dermoskopisi ayırıcı tanısında malign melanom gibi önemli bir deri kanserinin olması ve özellikle melanom vakalarının önemli bir yüzdesinin akral alandan geliştiğini göz önünde bulundurursak akral bölgedeki nevüslerle ilgili yeterli çalışma bulunması hayati önem taşımaktadır. Bizde çalışmamızı yaparken bu alandaki yetersiz literatür verilerine katkı sağlamayı ve ülkemizdeki akral nevüslerin özelliklerini çoklu değişkenlere göre incelemeyi amaçladık. Metot: Çalışmamıza Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Anabilim Dalı'na 2023 Ağustos ve 2024 Şubat ayları arasında başvuran toplam 310 hastanın yüz kulak, burun bölgesi, palmoplantar alan ve el-ayak dorsumundaki 310 akral nevüsü dahil edildi. İncelediğimiz nevüslerde yüzde, palmoplantar alanda, el-ayak dorsumunda en çok görülen nevüs patern tiplerini, cinsiyete, yaşa, anatomik lokalizasyona, cilt tipine göre patern yapılarının etkilenip etkilenmediğini, hastaların nevüslerinin ne kadar farkında olduğunu ve farkındalığın yaşanılan bölge cinsiyet, yaş ve anatomik lokasyona göre değişiklik gösterip göstermediğini ve bunun dışında bakılan tüm parametrelerin ikili ilişkilerini analiz ettik. Bulgular: Akral nevüslerini incelediğimiz 310 hastanın 205'i (%66,1) kadın, 105'i (%33,9) erkek olmak üzere hasta popülasyonu çoğunlukla kadınlardan oluşmaktaydı. Hastaların 201'i (%64,8) 21-40 yaşında olmak üzere çoğunlukla 21-40 yaş bandındaydı. Hastaların 284'ü (%91,6) ile büyük çoğunluğu Van yerleşik yaşamaktaydı. Hastaların 188'i (%60,6) akral bölgelerde yerleşmiş nevüslerinin farkında değilken 122'si (%39,4) farkındaydı. Hastaların 142'si (%45,8) tip 3 cilt tipine sahipti. En sık görülen patern yapıları %24,8 (77 kişi) ile retiküler patern, %21,3 (66 kişi) ile paralel oluk paterni %15,5 (48 kişi) ile globüler patern, %11,6 (36 kişi) ile kafes paterni, %10,3 (32 kişi) ile homojen patern, %9,0 (28 kişi) ile psödo ağ paterniydi. Nevüsler anatomik lokalizasyona göre en çok sırasıyla %27,1 ( 84 kişi) ile el dorsumu, %18,1 (56 kişi) ile el palmar alanda yerleşmişti. Sonuç: Bulgularımıza göre değerlendirme yaptığımızda akral nevüslerin daha çok kadınlarda ve 21-40 yaş grubunda görüldüğünü, hastaların çoğunlukla akral nevüslerinin farkında olmadığını, kadınların nevüslerinin daha çok farkında olduğunu, tüm nevüs paternleri arasında en sık görülen paternlerin dorsal yüzlerde retiküler ve globüler patern, palmoplantar alanda ise paralel oluk ve kafes paterni olduğu, erken yaşlarda daha çok globüler patern yapısının ilerleyen yaşlarda ise retiküler ve homojen paternin baskın olduğunu tespit ettik. Anahtar Kelimeler: Akral melanositik nevüsler, Dermoskopi, Nevüs paternleri, Paralel oluk paterni, Kafes paterni, Paralel sırt paterni.Specialist Thesis Investigation of the Levels of Atherosclerosis Markers in Psoriasis Patients Using Biological Drugs(2022) Çelik, İbrahim Halil; Özkol, Hatice UceAmaç: Bu çalışmanın amacı; psoriasis hastalarındaki erken ateroskleroz riskinin belirlenmesinde serum tümör nekroz faktör alfa (TNF-a), lipoprotein ilişkili fozfolipaz-A2 (LP-PLA2), apolipoprotein A1(apoA1), apolipoprotein B (apoB), homosistein (hcy), high sentivity-C-reaktif protein (hs-CRP) ve iskemi modifiye albümin (İMA) düzeylerini ve parametlerin tedaviler ile olan ilişkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada; psoriasis tanısı almış en az 3 ay biyolojik ajan (etanercept, infliximab, adalimumab, sertolizumab pegol, ustekinumab, secukinumab,ıxekizumab) kullanan 80 hasta ile en az 3 ay biyolojik ajan dışında tedavi (topikal tedavi, metotrexat, siklosporin, asitretin) verilen 40 hasta (vaka grubu) ve 60 gönüllü sağlıklı bireyde (kontrol grubu) serum TNF-a, LP-PLA2, apoA1, apoB, hcy, hs CRP ve İMA düzeylerine ve hasta grubunda parametrelerin başlangıç pasi, tedaviye pasi yanıtı, hastalık süresi, aile anamnezi olup olmaması, cinsiyet, yaş ve tedavi süresi ile korelasyonuna bakıldı. Tüm laboratuvar ölçümleri Dursun Odabaş Tıp Merkezi Biyokimya Laboratuvarı'nda gerçekleştirildi. Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan en düşük, en yüksek, frekans ve oran değerleri kullanılmıştır. Değişkenlerin dağılımı kolmogorov simirnov test ile ölçüldü. Nicel bağımsız verilerin analizinde ANOVA (Tukey test), bağımsız örneklem t test, Kruskal-wallis, mann-whitney u test kullanıldı. Nitel bağımsız verilerin analizinde ki-kare test, ki-kare test koşulları sağlanmadığında fischer test kullanıldı. Korelasyon analizinde pearson ve spearman korelasyon analizi kullanıldı. Analizlerde SPSS 28.0 programı kullanılmıştır. Bulgular: Biyolojik tedavi almayan grupta İMA değeri kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksekti. Biyolojik tedavi alan ve almayan grupta HCY, APO-B, hs-CRP, PLP-A2 değeri ve TNF-A pozitiflik oranı kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksekti. Kontrol grubunda APO-A1 değeri biyolojik tedavi alan ve almayan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p < 0.05). Biyolojik tedavi alan grupta artışları kardiyovasküler olay risk artışıyla parallel seyreden HCY, APO-B, hs-CRP, PLP-A2 değeri, TNF-A pozitiflik oranı biyolojik tedavi almayan gruptan anlamlı olarak daha düşüktü Biyolojik tedavi alan grupta artışı azalan kardiyak olayları yansıtan APOA-A1 değeri biyolojik tedavi almayan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p < 0.05). Biyolojik tedavi alan grupta Pasi yanıtı biyolojik tedavi almayan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti. Başlangıç PASİ skoru ile, HCY, APO-B hs-CRP, PLP-A2 değeri arasında anlamlı pozitif korelasyon gözlenmiştir. Sonuçlar: Psoriasisin patogenezinde bulunan sistemik inflamasyon, başta kardiyovasküler hastalıklar olmak üzere birçok inflamatuar hastalığa neden olmaktadır. Bizim çalışmamız kardiyovasküler hastalıkların göstergesi olan aterosklerozun gelişimi için psoriasisin bir risk faktörü olduğunu desteklemiştir. Çalışmamızın sonucunda; psoriasisli hastalarda ateroskleroza bağlı artmış kardiyovasküler hastalık riskinin erken belirlenmesinde yüksek HCY, APO-B, hs-CRP, PLP-A2 değeri ile (+) TNF-A oranının ve düşük APOA-A1 seviyelerinin belirteç olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Bununla birlikte; bu veriler gelecekte yapılacak olan çok merkezli prospektif çalışmalarla desteklenmelidir.Specialist Thesis The Results of Trichoscan in Women With Diffuse Hair Loss With the Correlation of Iron Deficiency Anemia(2009) Özkol, Hatice Uce; Çalka, ÖmerDiffüz Saç Dökülmesi Olan Bayanlarda Trichoscan Sonuçları ve Demir Eksikliği Anemisi İle İlişkisinin DeğerlendirilmesiGiriş: Diffüz saç dökülmesi belirli bir kalıba uymayan yaygın saç seyrelmesiyle sonuçlanabilen, nedene bağlı bir şekilde akut veya kronik TE şeklinde seyreden saç dökülmesi tipidir. Saç hastalıklarının tanısı için çok sayıda teknik geliştirilmiştir. Ama halen kesin tanı koydurucu bir yöntem bulunamamıştır Trichoscan son yıllarda dermatologlar tarafından sıkça kullanılan bir programdır. Saç dökülmelerinde ve saç hastalıklarında tanıya yardımcı bir metot olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir.Amaç: Trichoscan yazılım programının bayanlardaki diffüz saç dökülmesinin ayırıcı tanısındaki başarısını ve demir eksikliği anemisinin saç dökülmesiyle ilişkisini araştırmak.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğine diffüz saç dökülmesi şikâyetiyle başvuran 100 bayan hasta alındı. Hastalar muayene ve SÇT sonuçlarına göre TE normal, TE seyrek ve AGA olarak gruplara ayrıldı. Hastaların yaşı, adet düzensizliği, kıllanma artışı, hormon ve ilaç kullanımı, saç dökülme süresi, sistemik hastalık öyküsü bilgisayar ortamında kayıtlı hasta dosyalarına kaydedildi. Tüm hastaların saçlı deri temporoparital bölgesinden 1cm²'lik alan özel saç tıraş makinesi ile 0.5cm kalacak şekilde kesildi. 3 gün sonra tekrar çağırılan hastaların kesilen saç bölgesi siyah boya ile boyanarak 12 dk bekletildi. Daha sonra fotofinder videodermoscopla alınan fotoğraflar Trichoscan yazılım programı ile analiz edildi. Ayrıca tüm hastalardan ferritin, tam kan sayımı ve demir/demir bağlama değerleri için kan alınıp laboratuara gönderildi.Bulgular: Hastaların yaşları 17 ile 63 (ortalama 27,6) arasında saptandı. Gruplar ve saç çekme testi sonuçlarına göre laboratuar sonuçları arasında anlamlı bir fark saptanmadı. İlginç olarak ferritin değerleri olması gereken optimal düzeyin çok altında saptandı. Ancak hastalarda anemi yoktu. Özellikle saçlarında seyrelme olan TE ile normal TE arasında saç dansitesi açısından anlamlı fark bulundu (p<0.05). Ancak TE seyrek ile AGA arasında anlamlı fark bulunmadı. TE normal, TE seyrek ve AGA gruplarında anagen oranları arasında anlamlı fark saptandı. En yüksek oran TE normal, daha sonra TE seyrek ve AGA'da görüldü (P<0.05). Telogen oranları belirgin derecede AGA'da yüksekti ve diğer iki grupla arasındaki farkı (p<0.05) anlamlı bulundu. Ancak TE normal ve TE seyrek arasında fark görülmedi. Tüm gruplarda saptanan cm²'ye düşen vellüs kıllarının miktarında anlamlı fark görülmedi. Ancak cm²'ye düşen terminal kıl miktarı TE normal grubunda daha yüksek saptandı (p<0.05). 1.2mm ve 2.1mm uzayan saç sayısı TE normal grubunda en fazlaydı ve diğer iki grupla arasındaki farkı anlamlı görüldü (p<0.05). En az uzayan saç AGA'da görüldü.Sonuç: Trichoscan saç analizi hastalarda büyük bir güven uyandırmıştır. Ancak diffüz saç dökülmesinin ayırıcı tanısında yetersiz kalmıştır. Ferritin değerleri anemi olmadan tüm hastalarda optimal düzeyin altında saptandı. Daha güvenilir sonuçlar için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Specialist Thesis The Value of Direct Microscopic Examination in the Diagnosis and Evaluation of Treatment Efficacy in Cases of Tinea Capitis(2024) Güven, Taha; Özkol, Hatice UceAmaç: Tinea capitis, saç ve saçlı deriyi tutan, çocukluk çağının en sık rastlanan dermatofit enfeksiyonudur. Belirli toplumlarda daha sık görülmesi bu bölgelerde hastalığın klinik önemini artırmaktadır. Dermatolojide özellikle mantar enfeksiyonlarının tanısında kullanılan direkt mikroskobik inceleme, kullanımı kolay ve hızlı sonuç veren bir yöntemdir. Çalışmamızda tinea capitis olgularına ait demografik ve klinik özelliklerle birlikte tanı ve tedavi sürecinde direkt mikroskobik bulgulara vurgu yaparak literatüre katkı sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı'na başvuran klinik olarak tinea capitis tanısı konan 45 çocuk olgu dahil edildi. Olgulara ait yaş, cinsiyet, enfeksiyonun klinik tipi, lezyonların yerleşim yeri, başvuru öncesi hastalık süresi, başvuruda lökosit ve CRP düzeyleri, aile öyküsü, başvuru öncesi antifungal kullanımı, hayvan teması, tinea corporis varlığı, lenfadenopati ve id reaksiyonu varlığı gibi özellikler kaydedildi. Olgulara başvuru sırasında Wood ışığı muayenesi yapıldı. Tüm olgulardan ilk başvuru sırasında, tedavi başlangıcından 4. hafta ve 8. hafta sonunda saç ve saçlı deri örnekleri alınarak direkt mikroskobik incelemede fungal elemanların varlığı araştırıldı. Elde edilen sonuçlar kaydedildi ve istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 6,36 saptanmış olup erkek/kız oranı 2,75:1 olarak bulundu. En sık görülen klinik tip 40 (%88,9) olgu ile tinea capitis profunda olurken 5 (%11,1) olguda tinea capitis superficialis kliniği görüldü. Olguların başvuru öncesi hastalık süresi ortalama 13,96 gündü. Başvuruda olguların %44,4'ünde lökositoz, %77,8'inde CRP yüksekliği görülürken tinea capitis profunda olgularında daha yüksek CRP düzeyleri saptandı. En sık lezyon yerleşim yeri parietal bölge (%35,6) olarak izlendi. Olguların %26,7'sinde aile öyküsü mevcuttu. 38 (%84,4) olguda hayvan teması öyküsü mevcutken tür olarak en sık (%35,6) küçükbaş hayvan teması görüldü. Klinik muayenede olguların %15,6'sında tinea corporis, %35,6'sında lenfadenopati, %17,8'inde id reaksiyonu varlığı saptandı. Wood ışığı muayenesinde 14 (%31,1) olguda floresans alındı. İlk başvuruda yapılan direkt mikroskobik incelemede 41 (%91,1) olguda pozitif sonuçlar alınırken bunların ii 24'ünde ektotriks kıl tutulumu, 17'sinde endotriks kıl tutulumu izlendi. Ülkemizde tinea capitis olgularında direkt mikroskobik inceleme yapılan çalışmalar olmasına rağmen kıl tutulumunu endotriks ve ektotriks olarak sınıflayan geniş kapsamlı bir çalışmaya rastlanmadı. Elde ettiğimiz bulgular çalışmamızın yapıldığı bölgede daha önceki çalışmalarda kültürde sık saptanmış dermatofit etkenlerinin kıl invazyon paterni düşünüldüğünde tahmin edilebilir sonuçlardı. Direkt mikroskobik bulgular ile olguların hayvan teması ve Wood muayenesi sonuçları arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0,05). Tedavi başlanmasını takiben 4 hafta sonunda yapılan kontrol mikroskopide 6 hastada pozitif sonuçlar görülmye devam ederken, 8 hafta sonunda 1 hastada pozitif sonuçlar devam etmekteydi. Sonuç: Çalışmamızda olgulara ait demografik ve klinik özellikler daha önce yapılan çalışmaların sonuçları ile benzer bulundu. Elde edilen mikroskobik bulgular olgulara ait anamnez, klinik ve tanısal bulgular ile birlikte değerlendirildiğinde etken dermatofite yönelik tahmin yürütülmesine ve tedavi sürecinin öngörülmesine olanak sağladı. Klinik pratikte direkt mikroskopinin kullanımının yaygınlaşmasının, tanıda ve tedavi sırasında hastaların klinik yanıtının gözlemlenmesinde faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Tinea capitis, tinea capitis profunda, tinea capitis superficialis, dermatofit, mikroskopi, hifa, spor.Specialist Thesis Verrü Plana Tanılı Olgularda Topikal A Vitamini Türevleri ve Plazma Enerjisi Tedavilerinin Etkinliklerinin Karşılaştırılması(2025) Girti, Seda Aydın; Özkol, Hatice UceVerrüler, HPV (human papilloma virüs) farklı tipleriyle farklı klinik görünümlerde oluşabilen, mukozalar ve deriyi tutan benign lezyonlardır. Verrünün bir klinik alt tipi olan verrü plana, daha sık olarak yüz nadiren ekstremiteler ve gövde tutulumu gösterebilmektedir. Birçok tedavi yöntemi mevcuttur. Topikal A vitamini türevleri ve plazma enerjisi de bu tedavi yöntemlerinden ikisidir. Materyal/Metod: Çalışmamıza Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Anabilim Dalına başvuran klinik ve dermoskopik olarak, gerekli durumlarda da biyopsi yardımıyla verrü plana tanısı alan 60 hasta dahil edilmiştir. 30 hastaya topikal A vitamini türevi tedavisi ve 30 hastaya da plazma enerjisi tedavisi yöntemi uygulanmış kendi içinde ve birbirleriyle karşılaştırmalı etkinlikleri incelenmiştir. Bulgular: Çalışmamıza toplam 60 hasta 33 kadın (%55), 27 erkek (%45); 18 yaş altı 26 (%43,3), 18 ve üstü yaşta 34 (%56,7) hasta katılmıştı. 30 hastaya uygulanan topikal A vitamini tedavisi sonrası 3. aya kadar toplam tam yanıt gösteren 18 hasta (%60) olurken, plazma enerjisi uygulanan hastalardan 3. aydan sonraki kontrole kadar toplam 23 hasta (%76,6) tam yanıt göstermiştir. Kalan hastalar kısmi yanıt olarak değerlendirilmiştir. İki tedavi etkinliği karşılaştırıldığı zaman ise 3. ayda plazma enerjisi tedavisinin etkinliğinin fazla olduğu istatistiksel olarak gösterilmiştir. Sonuç: Verrü plana epidemiyolojik faktörlerinin ve tedavilerinin karşılaştırıldığı bu çalışmada, epidemiyolojik faktörlerin çoğunluğunun literatürdeki bilgilerle uyumlu olduğunu, topikal A vitamini türevleri içinde ve plazma enerjisi tedavisinde yapılan çalışmalarla kıyaslandığında etkin olduğunu ve daha önce çalışmalarda olmayan bu iki tedavi yönteminin karşılaştırılmasında 3. aya kadar benzer etkinlikte olduğunu ve 3. ayda plazma enerjisi tedavisinin etkinlik açısından üstünlük gösterdiğini değerlendirdik.