Browsing by Author "Öztürk, Mustafa"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine.listelement.badge Assesment of Adrenal Response Profiles To Acht Stimulation Test as To Basal Dhea-S Level(2010) Efe, Mehmet; Öztürk, MustafaDihidroepiandrostenedion (DHEA) primer olarak adrenal bezden doğrudan sekrete edilen 19 karbonlu bir steroid prekürsörüdür. DHEA doku sulfotransferaz/sülfataz aktivitesiyle hızlı bir şekilde klerensi daha düşük olan, daha uzun ömürlü, gerçekte androjenik aktivitesi olmayan dihidroepiandrostenedion sülfata (DHEA-S) dönüşür .Doğumdan az zaman sonra, serum DHEAS konsantrasyonları düşük seviyelere düşer fakat 7?9 yaşlar civarında adrenarş boyunca yükselir. En yüksek DHEAS seviyeleri erken yirmili yaşlarda oluşur ve diğer tüm hormonların seviyelerinden daha yüksektir. Ondan sonra, DHEAS seviyeleri sonraki 5 dekad boyunca düşer. DHEAS'daki bu azalma yaşlanan insanlardaki mental ve fiziksel yeteneklerin azalmasıyla nedensel olarak ilişkilidir. DHEA-S seviyelerinde azalma kardiyovasküler hastalık için artmış riskle ilişkilendirilmiştir.Kortizol seviyeleri yaşla birlikte değişmezken, DHEA-S seviyelerinin her iki cinsiyette de yaşla birlikte azalması ile artan kortizol/ DHEA-S oranı bazı erişkin hastalıkların (diabetes mellitus, ateroskleroz, demans ve osteoporoz) insidansında artış ile ilişkilidir. Kognitif bozulma, immün bozukluklar, seksüel disfonksiyon, ve depresyon skorlarında, DHEA replasmanıyla iyileşmeler görülebilirBu çalışma, normotansif genç ve orta yaş grubunda DHEA-S düzeyi düşük olanlar ile normal olanlar arasında, ACTH uyarı testine aldosteron ve kortizol cevabında farklılık olup olmadığını araştırmak için yapıldı. Hipotezimiz, DHEA-S düzeyi düşük olanların, ACTH uyarı testinde daha yüksek aldosteron ve kortizol düzeylerine erişecekleri yönündedir. DHEA-S düşüklüğü bu yolla esansiyel hipertansiyonun etiyolojisinde rol alabilir.Bu çalışmaya, 20-50 yaş arası hastalarda, DHEA-S düzeyi 150'nin altında ve üstünde olanlar ile sağlıklı genç gönüller alındı. Halen kortikosteroid tedavi alanlar, son üç ay içerisinde uzun etkili depo steroid kullanmış olanlar, bilinen adrenal yetmezliği olanlar çalışmaya alınmadı. Çalışmaya alınan fertil kadınlarda over kaynaklı progesteronun interferansını azaltmak amacıyla testler adetin ilk 5 günü yapıldı.Hastalardan ve gönüllülerden bilgilendirilmiş onay alındıktan sonra, Synachten 250 mg IM yapıldı,1.ve 2.saatlerde kortizol, DHEA-S, androstenedion, progesteron aldosteron düzeyleri ve bazal ACTH çalışıldı. DHEAS düzeyine göre test sonrası bu hormonlardaki yükselme düzeyleri karşılaştırıldı.Çalışmaya 75 gönüllü (40 kadın, 35 erkek) alındı. Bunlardan 51'inin DHEA'sı 150 mg/dl ve altında, 24 ünün ise 150 mg/dl üstündeydi. Ortalama yaş 36,3 ± 8,1 (20-50) bulundu. DHEA-S'sı düşük olanların yaş ortalaması 38,4 ±7,5, DHEA-S yüksek olanların ise 31,8 idi.DHEA-S düşüklüğü olanlarda aldosteron artışı beklendiği gibi yüksek değildi.DHEA-S düzeyi 17-hidroksilaz ve 17-20 liyaz aktiviteleri için iyi bir gösterge değildi.Androstenedion/progesteron oranı 17-hidroksilaz ve 17-20 liyaz aktiviteleri için iyi bir göstergedir.Androstenedion/progesteron oranı en düşük olanlarda bazal aldosteron ve aldosteron cevabı en yüksekti.17-hidroksilaz ve 17-20 liyaz aktiviteleri yaşla birlikte değiştiği için, esansiyel hipertansiyonun patogenezinde steroidogenezin aldosteron yönüne kayması rol oynayabilir.Hipotezimiz kısmen doğrulanmıştır.specialization-in-medicine.listelement.badge Coexistance of Polycystic Ovary Disease and Hyperprolactinemia and Differential Diagnosis of Prolactinoma(2010) Demirtaş, Levent; Öztürk, MustafaPolikistik over sendromu (PCOS) oligo-amenore, hiperandrojenemi bulguları ve fertilite sorunları ile karakterize oldukça sık rastlanılan bir sendromdur. Polikistik over sendromunda hiperprolaktinemi %15-20 sıklıkta görülmektedir. Çalışmadaki amacımız polikistik over sendromlu hastalarda hiperprolaktinemi ve hipofiz adenomu sıklığını araştırmak ve hipofiz adenomu ayırıcı tansı için ipuçları elde etmektir.Çalışmamıza YYÜ Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı polikliniğine başvuran, 2006 Androgen Excess Society (AES) kriterlerine göre PCOS tanısı konulan ,yaşları 15 ile 40 arasında değişen 110 bayan hasta alındı. Son iki ay içerisinde PCOS nedeniyle herhangi bir ilaç tedavisi alanlar çalışma dışı bırakıldılar. Seçilen hastaların boy ve kiloları ölçüldü. Yaş, medeni hali ve evli olanların çocuklarının olup olmadığı, adet düzeni, saç dökülmesi, galaktore, hipotiroidi, akne ve kıllanmada artış olup olmadığı soruldu. Fizik muayene ile F/G skorlaması yapıldı. Hormon tetkiklerinde; E2, FSH, LH, total testesteron, SHBG, prolaktin, TSH, anti Tg, Anti TPO, vitamin B12, DHEAS değerlerine bakıldı. Radyolojik olarak; hipofiz MR, tiroid ve over ultrasonları yapıldı. Hipofiz MR görüntülerinde sagittal kesitte 2. servikal vertebra hizasından ense yağ doku kalınlığının ölçüldü. Ayrıca 57 hastanın MR filminin CD lerinde T1 ve T2 coronal kesitlerinin her ikisinden de ayrı ayrı olmak üzere hipofiz üzerinden ve beyaz cevherden ROI değerleri alındı.Olguların yaş ortalaması 23,6±5,8, vücut ağırlığı 66,1±15,1 kg idi. BMİ'leri fazla kilolu yada obez olanların sayısı 47 (%42,3) idi. Hastaların 24'ü evli, 6'sı (%25) infertil idi. Amenore/oligomenore, hirşutizm,akne, saç dökülmesi, pelvik us'de PCOS görünümü, tiroid us'de heterojenite ve tiroid nodülü görünümü oranları literatürde bildirilen oranlara yakın bulundu. Ancak prolaktin yüksekliği oranı literatürde bildirilenin yaklaşık iki katı olarak bulundu. Oligoamenore ile birlikte akne, hirşutizm ya da saç dökülmesi gibi klinik hiperandrojenemi bulguları olanların sayısı ise 94 (%85,5) idi. BMI total testosteron/SHBG oranı ile pozitif koreleydi (kk=0,446). Bu da obesitede artmış androjen üretimi ve dönüşümü ile ilişkilendirildi. Ense yağ kalınlığı kilo ve BMİ ile koreleydi. Beyin ya da hipofiz MR görüntüleri ile yapılacak çalışmalarda ense subkutan doku kalınlığının ölçülmesi BMI için iyi bir gösterge olabileceği görülmektedir. Çalışmamızda testosteron/SHBG oranı kilo, BMİ, FG/s, DHEAS, ense kalınlığı ile pozitif koreleyken, estradiol ile negatif korelasyon gösteriyordu. Artan yağ dokusu serbest testosteronu artırarak hirsutizmi uyarmaktadır. PCOS hastalarında FG/skoru arttıkça estradiol, SHBG düzeylerinde azalma görülmekteydi.Saç dökülmesi olan hastaların tiroid ultrasonografisindeki heterojenite oranları daha yüksek bulundu. Bu da saç dökülmesinde hiperandrojeneminin yanı sıra artmış otoimmünitenin rolü olabileceğine işaret etmektedir.Hiperöstrojenemi olan hastalarda istatistik olarak anlamlı olmasa da yaş daha yüksek, hipofiz MR patolojisi ve saç dökülmesi daha fazla, LH düzeyi daha yüksek iken FSH ,total testosteron, kilo, FG/skoru daha düşüktü.Hastaların tamamına yapılan tiroid ultrasonu sonucunda %43,63 oranında değişik derecelerde heterojenite, %19'unda tiroid nodülü, %23,63'ünde tiroid otoantikorlar pozitifliği tespit edildi. Bu oranların tamamının normal populasyondan yüksek olması PCOS'da otoimmünitenin tetiklendiğinin kanıtı olarak gösterilebilir.Hipofiz MR sonucunda, hipofizde hiperplaziden mikroadenoma kadar değişik patolojiler tespit edilen vaka oranı %76,37 idi. Literatürde hiıpofizde mikoradenom-PCOS birlikteliği sınırlı sayıda ancak vaka takdimleri şeklinde bildirilmiş olması çalışmamızın önemini artırmaktadır.PCOS hastalarında ferritin ve inflamatuar markerlarda artış bildirilmiştir. Beyinde değişik miktarlarda demir ferritin olarak depolanmaktadır. Ferritinin T1 ve T2'de intensiteyi azaltıcı etkisi vardır ve bu etki T2'de daha belirgindir. Beyinde demir birikimi en iyi şekilde parkinsonda tariflenmiştir. Özellikle beyaz cevherin T2'deki intensitesi prolaktin ile negatif koreleydi. Beyinde demir birikimi, dopaminerjik nöron hasarı ile hiperprolaktinemiye neden olabileceği gibi PCOS'un patogenezinde çok önemli roller oynuyor olabilir. Bu konuda yoğun araştırmaya ihtiyaç vardır.specialization-in-medicine.listelement.badge Effects of Mesterolon Therapy in Men With Symptoms of Androgen Deficiency and Hypogonadism(2009) Düğeroğlu, Harun; Öztürk, MustafaMesterolon oldukça eski bir molekül olmasına karşın biyolojik etkileri iyi anlaşılmamış bir androjen preparatıdır. Diğer androjenlere göre karaciğer toksisitesinin olmaması, östrojene aromatize olmaması, gonadotropinleri suprese etmemesi ve toksik dozunun saptanamamış olması gibi önemli avantajları vardır. SHBG'ye yüksek afinite ile bağlanarak serbest testosteron fraksiyonlarını arttırır, SHBG düzeylerini baskılar. Anti-östrojenik etkileri vardır. Sperm sayısını arttırdığı için infertilitede kullanılmış ve kısmi faydaları gösterilmiştir. Bunun yanında prostat, lipid profili ve metabolik parametreler üzerine etkileri yeterince çalışılmamıştır. Dihidrotestosteron (DHT) benzeri etki yaptığı için prostat üzerine nötr bir etki yapması beklenmektedirBu çalışma ile, çalışma grubundaki erkeklerde mesterolon tedavisinin androjen eksikliği semptomları, hormonal ve biyokimysal parametreleri, kas kitlesi, kemik dansitesi ve prostat üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamıza total testosteronu düzeyi 300 ng/ml `nin altında olan veya Estradıol (E2) düzeyi 30 ng/ml'in üstü veya Sex Hormon Biding Globulın (SHBG) düzeyi 32 nmol/L'in üstü veya Prolaktın (PRL) düzeyi 20 ng/ml'in üstü olan hastalardan androjen eksikliğine bağlı semptomları için sorulan ADAM'S anket sorularına olumlu yanıt veren, toplam 34 erkek hasta alındıHastalara 2 ay süresince mesterolon 50 mg/gün tablet verildi. Hastalar, tedavi öncesi ve tedavi sonrasında androjen yetersizliği semptomlarının varlığını ve şiddetini ölçmek için kullanılan toplam 17 soru içeren Aging Male Symptoms Questionnaire(AMS) formunu ve Uluslararası Prostat Semptom Skorlaması(IPSS) formunu doldurdular. Ayrıca hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrasında ki prostat volümleri ve kemik mineral dansiteleri (KMD), Radyoloji A.D.' nda ki usg cihazı ve kemik dansitometri cihazı kullanılarak ölçüldü. Hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası bioimpedans ölçümleri yapıldı. Hastaların serbest testosteron değerleri, tedavi öncesi ve tedavi sonrası alınan serumlarından RİA yöntemi ile çalışılarak ölçüldüTedavi öncesi ve sonrası değerlerin karşılaştırılmasında paired t testi, değişkenler arasındaki korelasyonun analizinde ise Pearson korelasyon analizi kullanıldı ve p < 0,05 olması durumu istatistiksel farklılık olarak kabul edildiÇalışmaya yaş ortalaması 43 ± 12,176 (17-66) olan 34 hasta alındıHastaların 8'inde (%23,5) total testosteron seviyesi 300 ng/ml'ün altında, 30'unda (%88,2) estradiol seviyesi 30 ng/ml'un üzerinde, 14'ünde (%41,1) SHBG seviyesi 32 nmol/L'in üzerinde, 3'ünde (%8,8) prolaktin seviyesi 20 ng/ml'in üzerinde idiHastaların 2 aylık mesterolon tedavisi sonrasında; AMS'de azalma, prostat yakınmalarında azalma, prostat volümlerinde anlamlı olmayan azalma ve kemik dansitelerinde anlamlı olmayan artma, yağsız vücut kitlesinde artma, yağ kitlesinde azalma görüldü (sırayla p değerleri <0,01, <0,01, 0,098, 0,278, 0,034, 0,016). AMS'deki düşüş, başlangıç total testosteronu yüksek olanlarda, daha fazla olmuştur. Ayrıca, total testosteron da azalma, serbest testosteron da artma görülürken, osteokalsin de düşüş görüldüYaşın, prostat volümü ve vücut yağ kitlesi (YK) ile pozitif yönde korelasyonu mevcut iken, prostat volümünün, uluslararası prostat semptom skorlaması (IPSS) ile aynı yönde korelasyonu mevcuttu. ProsYK anket skorlamasının, IPSS ve AMS arasında pozitif yönde korelasyon vardı. Ayrıca, IPSS'nin de AMS ile pozitif yönde korelasyonu mevcuttu. ProsYK ve IPSS'de ki düzelmeler, prostat volümü, tPSA ya da sPSA'daki değişimle ilişkili değildiYağ kitlesinde ki değişim değerleri, bazal metabolik hız, total testosteron ve serbest testosteron'un değişim değerleri ile negatif yönde koreleydi. Bazal metabolik hız da ki değişim değerleri, kreatinin fosfokinaz'ın değişim değerleri ile aynı yönde koreleydiBMD L2-L4'de ki artış, serbest testosteron ve estradiol ile negatif korele bulundu. Femur BMD ölçümlerinde ki değişikliklerin, total testosteron, serbest testosteron ya da estradiol ile ilişkisi yokturBaşlangıç IGF-1 değeri ne kadar yüksek ise, başlangıç serbest testosteron değerleri o kadar yüksektirMesterolon, diğer testosteron preparatlarından farklı olarak bir yandan androjen eksikliği bulgularını düzeltmekte, diğer yandan da prostatizm şikayetlerini azaltmakta ve yaşam kalitesinin artırmaktadırMesterolon ile tedavi süresinin oldukça kısa olmasına karşın, BMD artışının sağlanmış olması, mesterolonun erkek osteoporozda etkili bir ajan olabileceği görülmektedir. Yağsız vücut kitlesi'nin ve bazal metabolik hız'ın artması, ilacın önemli metabolik yararlarından bazılarıdır. Lipit profillerinde ise, anlamlı değişiklik yapmamıştırDiğer androjenlere göre toksisitesi çok düşük bir ajan olan mesterolon, kemik ve kas kitlesinde ki anabolik etkilerinin yanı sıra prostat üzerinde olumlu etkilerinin bulunması, AMS'de etkin ve güvenilir bir ajan olarak tercih edilebilceğini göstermektedir.Anahtar kelimeler: mesterolon, hipogonadizm tedavisi, prostat ilaç etkileri, kemik mineral dansitesi, vücut bileşenleri.specialization-in-medicine.listelement.badge Effects of Proton Pump Inhibitors on the Pancreas Beta Cell Differentiation and Function(2010) İnci, Fatih; Öztürk, MustafaTip 1 ve Tip 2 diyabetin patogenezinde beta hücre kaybı ve disfonksiyonu önemli rol oynamaktadır. Diyabet tedavisinde beta hücre yaşam süresini, kitlesini ve insülin salınımını arttıran yeni tedavi modaliteleri üzerinde araştırmalar devem etmektedir. Beta hücre döngüsü üzerine birçok faktör rol oynar. Gastrointestinal hormonlar, GLP-1, gastrin, kolesistokin beta hücrelerinin neogenezisi, rejenerasyonu ve diferansiasyonu üzerinde etkilidir. Diyabet tedavisinde son yıllarda kullanıma giren inkretinlerin etkilerinden biri de beta hücre apopitozunu azaltmak ve rejenerasyonunu uyarmaktır.Proton pompa inhibitörleri uzun zamandır kullanılan ve mide asit salınımını efektif şekilde baskılayan ilaç grubudur. Yan etkilerinin yok denecek kadar az olması tolarabilitesinin yüksek olması yaygın şekilde kullanılmalarına neden olmuştur. Proton pompa inhibitörlerinin asit salınımını süprese ederek gastrin artışına neden olduğu görülmüştür. Yapılan son çalışmalarda gastrinin inkretinmimetik etkisinin olduğu ve beta hücrelerinin diferansisyonunda etkili olabileceği gösterilmiştir.Çalışmamızda, çeşitli nedenlerle 4 hafta süresince proton pompa inhibitörü kullanma endikasyonu doğan diyabet ve diyabeti olmayan hastalarda PPİ'lerinin pankreas beta hücre fonksiyonları üzerine olan etkilerini biyokimyasal parametreleri kullanarak gözlemledik. PPİ ile tedavi öncesi ve sonrası hastaların açlık kan şekeri, HbA1c, insülin, c-peptid, proinsülin ve kilo değerleri ölçüldü. Tedavi öncesi ve sonrası değerlerin karşılaştırılmasında paired t testi, değişkenler arasındaki korelasyonun analizinde ise Pearson korelasyon analizi kullanıldı ve p < 0,05 olması durumu istatistiksel farklılık olarak kabul edildi.Çalışmaya yaş ortalaması 47,87±16,96 (18-73) olan 79 hasta alındı. Hastaların 18'sinde Tip 2 diyabet vardı ve insülin kullanıyorlardı. İnsülin kullanmayan 17 Tip 2 DM hastası mevcuttu. Bu hastaların hepsi 10 yıl veya daha uzun süredir diyabetikti. Hastaların 38'inde diyabet yoktu ve 6 hasta ise Tip 1 diyabetikti. Dört haftalık 40 mg pantaprazol kullanımı sonrası AKŞ, HbA1c ve HOMA-IR'deki düşüş ile c-peptid ve HOMA-B, kilo'daki artış anlamlıydı (sırasıyla p<0,001 p=0,024, p=0,001; p=0,002, p=0,001,p<0,001).Başlangıç kan şekeri ne kadar yüksek ise tedavi sonrası düşüş miktarının daha fazla olduğu gözlendi. Açlık kan şekerlerinde düşme miktarı karşılaştırıldığında en fazla düşme insülin kullanan Tip 2 diyabetiklerde bulundu. Tedavi sonrası insülin kullanan Tip 2 diyabet ve diyabetik olmayan hastalarda c-peptid düzeyinde anlamlı artış bulundu (p=0,037;p=0,034).Tedavi sonrası en fazla c-peptid artışı insülin kullanan Tip 2 diyabet hastalarında bulundu. Tip 1 diyabet hastalarında c- peptid hafif artmış olmakla beraber fark anlamlı değildi (p=0,317). Tedavi sonrası HbA1c düzeyinde hiçbir grupta anlamlı düşüş bulunmamakla birlikte HbA1c yüzdesinde ortalama 0,21±0,28'lik bir düşüş gözlendi. Bu düşüş diyabet hastalarında daha anlamlıydı. Tedavi sonrası HbA1c'deki en fazla düşüş insülin kullanan Tip 2 diyabet hastalarında bulundu(p=0,050). Tedavi sonrası tüm gruplarda HOMA -IR değerinde düşüş bulundu(P<0,001). Tedavi sonrası HOMA-B değerinde diyabeti olmayan hastalarda ve insülin kullanan Tip 2 diyabet hastalarında anlamlı artış bulundu(p=0,027; p=0,045). HOMA-B değerinde en fazla artış insülin kullanan Tip 2 diyabet hastalarında görüldü.Sonuç olarak pantoprazolün 4 haftalık kullanımı sonucu Tip 2 diyabet hastalarındaki parametrelerde diğer gruplara göre daha anlamlı düzelmeler gözlendi. Çok az yan etkiye ve yüksek bir güvenilirlik profiline sahip proton pompa inhibitörleri, insülin duyarlılığını artırmak ve beta hücre fonksiyonlarını iyileştirmek için Tip 2 diyabet hastalarında alternatif bir tedavi ajanı olarak kullanılabilir.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Gestational Trophoblastic Diseases of Thyroid Function, Thyroid Function Tracking Disorders(2011) Özgenoğlu, Murat; Öztürk, MustafaGestasyonel trofoblastik hastalıklar geniş yayılım varlığında dahi tedavi edilebilen nadir insan tümörlerindendir. Bunlara lokal invazyon ve metastaz için değişen eğilimleri olan komplet ve inkomplet hidatiform mol, plasental yerleşimli trofoblastik tümör ve koriokarsinoma dahildir. Tümör hücreleri HCG üretmektedir Molar gebelik yada koriokarsinom kadınlarda patolojik olarak yüksek HCG düzeylerine neden olabilir.Hamileliğin erken dönemlerinde yüksek HCG konsantrasyonları az orandaki kadınlarda normal veya hafif artmış ST4 ve subnormal TSH ile karakterize subklinik hipertiroidiye neden olabilir. Gestasyonel trofoblastik hastalıklar daha şiddetli hipertiroidizmile ilişkili olabilir.Çalışmamızın amacı gestasyonel trofoblastik hastalık spektrumu içinde bulunan komplet ve inkomplet mol hidatiform tanılı hastaların tiroid fonksiyonlarının durumlarını belirlemekti. Tiroid fonksiyonlarının hastaların yaşı, gebelik sayısı, parite sayısı, yaşayan çocuk sayısı, abortus sayısı, D/C sayısı, gebelik haftası, bulantı kusma derecesi, geçirilmiş mol gebelik öyküsü, tiroid ultrason dopler, laboratuvar değerleri; betaHCG, TSH, ST4, ST3, TT4, TT3, tiroglobulin, antiTG, antiTPO,estradiol ile arasındaki ilişki değerlendirildi.Ayrıca hipertiroidisi olan hastalara preop ötroid hale getirmek için verilen tionamid ya da iyot tedavisinin etkinlikleri takip edildi. Çalışmamıza YYÜ Tıp Fakültesi kadın hastalıkları ve doğum servisinde mol hidatiform tanısı ile takip edilip dahiliye servisi tarafından konsülte edilen hastalar alınmıştır. Toplam hasta sayısı 50'dir.Hastalarımızın önce TSH(mikro IU/ml), ST4 (ng/dl) ,ST3 (pg/ml), TT4 (mikrogram/dl), TT3(ng/ml), BHCG (mıu/ml), estradiol(pg/ml), tiroglobulin(ng/ml). antitiroglobulin(ıu/ml), anti tiroid peroksidaz(ıu/ml) düzeyleri tespit edildi. Hastalarımız bu sonuçlarına göre operasyon öncesi ötiroid ve hipertiroid olmak üzere iki gruba ayrıldı. ST4'ü 2 ng/dl üzerinde olanlar hipertiroid kabul edilerek tedavi edildi. Hipertiroid olan hastalarımıza operasyon öncesi antitiroid tedavi ya da lugol verildi. Antitiroid tedavi propyltiourasil 3x150 mg (n=6), lugol tedavisi ise 3x3 damla (n=11) olarak başlandı. Tedavi verilen hastalarımız tedavilerinin üçüncü günü başlangıç labaratuar değerleri açısından tekrar değerlendirildi. Laboratuvar sonuçlarına göre bir kısım hastalarımıza operasyon önerildi,bir kısmının tedavisi tekrar düzenlendi ve kontrol değerleri istendi. PTU tedavisi ile ST4'ü düşmeyen hastalara ilaveten lugol tedavisi verildi (n=4). Hastalar en fazla bir hafta tedavi edildi. Bu süre sonunda hastalarımızın hepsi opere edildiler. Ötiroidiye ulaşılamayanlarda hidrasyon ve beta bloker tedavisi uygulanmıştır. İntraoperatif ya da postoperatif bir komplikasyon görülmemiştir. Tedavi verilen hastalarda postop 1.gün ve 3. gün tekrar laboratuar değerlerine bakılmıştır.Tiroid ultrasonda hastalarımızın tiroid boyutları; sağ lob, sol lob, isthmus olmak üzere tespit edilmiştir. Tiroid volümü en x boy x yükseklik x 0,479 formülü ile hesaplandı. Tiroid parankiminde kanlanmanın artmış olup olmamasına, heterojenite varlığına, nodül olup olmadığına göre hastalar gruplandırıldı.Hastalarımızın tümü patoloji sonuçlarına göre komplet ve inkomplet mol olarak iki gruba ayrıldı. Patoloji raporlarında makroskopik ölçülere göre mol volümü hesaplandı. Bu hesapta küre hacmi formülü (4/3? r3) kullanıldı.Ölçülen parametrelerin tedavi öncesi ? tedavi sonrası (preop), tedavi öncesi (preop)- tedavi sonrası postop 1. gün, postop birinci gün - üçüncü gün arasındaki farklar hesaplandı. Tedavi gruplarında bu farklar karşılaştırıldı.Çalışmanın sonuçları hazırlanan formlardan, SPSS 19 bilgisayar istatistik çalışma programı ortamına alınarak istatistik analizi yapıldı. Grupların karşılaştırılmasında unpaired t testi, değişkenler arasındaki korelasyonun analizinde Pearson korelasyon analizi kullanıldı. Tedavi öncesi- sonrası ve post op değişiklikler paired samples t testi ile karşılaştırıldı. Gruplar arası sıklıkların karşılaştırılmasında Ki-kare testi kullanıldı. Sonuçlar; ortalama ± standart hata olarak verildi ve p < 0.05 olması durumu istatistiksel farklılık olarak kabul edildi.Çalışmamıza alınan 50 mol hidatiform hastamızın patoloji sonuçları değerlendirildiğinde; onbeş hastamız (% 30) komplet mol hidatiform, 35 (% 70) hastamız ise inkomplet mol hidatiform tanısı aldı. Komplet mol olanlarda yaş daha ileri, gebelik sayısı daha fazla, TSH daha düşük, serbest T4 ve total T4 daha yüksek saptandı. Bu hastaların HCGdüzeyleri ve mol boyutları eşitti. Komplet mol hastalarında özellikle sol lob olmak üzere tiroid volümü daha büyüktü.Çalışma grubumuzdaki elli hasta içinde en fazla 20-25 yaş grubu kadınlar vardı. 40 yaş üzerinde 13 hastamız mevcuttu. Çalışmamızda yaşın, ST4, ST3, tiroglobulin ve tiroid volümü ile pozitif korele olduğunu saptadık.Bulantısı olan ve olmayan hastalar karşılaştırıldığında, beta HCG düzeyleri benzer olmasına karşın, ST4 ve ST3 düzeylerinin bulantı olanlarda daha yüksek olduğunu gördük. Korelasyon analizinde bulantı derecesi HCG ile değil, TSH ile ilişkili saptanmıştır. Çalışmamızda HCG'nin ST4, ST3 ile pozitif, TSH ile negatif korele olduğunu saptadık (r=0,609, 0,597 ve ? 0,448).Çalışmamıza alınan hastalarımızdan 21'ine antitiroid tedavi verildi. Altı hastamıza (%12) PTU, 11 hastamıza (% 22) lugol solüsyonu, 4 hastamıza (% 8) propiltiourasil + lugol solüsyonu verilmiştir. ST4'ün düşürülmesinde lugol solüsyonu PTU'ya göre daha etkili bulundu (ortalama %18,9'e karşı, %1,48 düşüş, p=0,02). ST3 üzerindeki düşürücü etki hem lugol hem PTU'da ST4'de göre daha fazlaydı, ancak birbirleri arasında fark saptanmadı (ortalama % 29,3'e karşı % 21,6 düşüş).Hidatiform mol hacmini ST4, ST3, TT4 ile korele bulduk (r= 0,541, 0,421, 0,662). Çalışmamızda estradiolün serbest ve total tiroid homonlarının yanı sıra tiroglobulin ile de pozitif korele olduğunu saptadık.Sonuç olarak, hidatiform mol hastalarında tiroid hastalığının şiddeti yaşa, pariteye, HCG düzeyi ve mol büyüklüğüne göre artmaktadır. Tiroid hastalığının şiddetini tahminde tiroid heterojenitesi ve kanlanma durumunun tayini yardımcı olabilir. Tedavide lugol, PTU'ya göre daha etkin görünmekte ve iki ilaç additif etki gösterebilmektedir. Yeterli hidrasyon ve beta bloker tedavi verilen hastaların, ötiroid olmadan opere edilmesi güvenli görünmektedir.specialization-in-medicine.listelement.badge Observation of Proton Pump Inhibitor Use Due To Dispeptic Complaints in Non Alcoholic Steatohepatitic Patients(2012) Kalkan, Nurhan Önal; Öztürk, MustafaNonalkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAYKH) son yıllarda en sık görülen karaciğer hastalığı olması nedeni ile büyük önem kazanmıştır.NAYKH basit bir karaciğer yağlanmasından nonalkoliksteatohepatit(NASH), fibrozis ve sonunda karaciğer sirozuna kadar ilerleyebilen geniş bir hastalık grubunu içermektedir.Son yıllarda NAYKH ve onun ciddi formu olan NASH'in patogenezinde insülin direnci ile yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir. İnsülin pankreasın beta hücreleri tarafından salgılanan anabolizan bir hormondur. Gastrinin pankreas beta hücrelerinden insülin salgısını arttırıcı etkisi bilinmektedir. Biz bu çalışmada Proton pompa inhibitörlerlerinin hipergastrinemi yaparak insülin direnci ve hepatosteatoz üzerine etkilerini gözlemlemeyi amaçladık. Çalışmaya steatohepatit tanısı konan 42 hasta dahil edildi.42 hastadan 17 tanesi sadece diyet tedavisi ile 25 tanesi ise eşlik eden dispeptik şikayetleri nedeni ile diyet+PPI tedavisi ile 2 ay boyunca takip edildi. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası biyokimyasal ve antropometrik ölçümleri yapıldı. Sadece diyet tedavisi ile takip edilen olgularda tedavi sonrasındaki: total kolesterol (p:,009), LDL (p:,007), kilo (p:,004), bel çevresi (p:,006), BMİ (p:,026) ve USG (P:,003)değerlerindeki düşüş anlamlı olarak azaldı. PPİ+Diyet alan hastaların tedavi sonrasındaki ALT (p:,005), AST(:,009) ,total kolesterol (p:,020), LDL (p:,031), bel çevresi (p:,008) ve USG (p:,001) değerlerindeki düşüş anlamlıydı. Diyet grubunda 2 aylık tedavi sonrasında ortalama HOMA-IR daki artış, diyet+PPIgrubundaki HOMA-IR artışından fazla olup aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p:0,02).Sonuç olarak diyet tedavisine eklenmiş 2 aylık Pantoprazol tedavisinin steatohepatitli hastalarda insülin direncinde artış yapmadan, karaciğer enzimlerinde anlamlı düzelmeler sağladığı gözlendi.specialization-in-medicine.listelement.badge Relationships of DHEA-S Levels With Fertility, Pregnancy, Ovarian Reserve and Endothelial Functions(2009) Özer, Nesihat; Öztürk, MustafaDihidroepiandrostenedion (DHEA) primer olarak adrenal bezden, sekrete edilen 19 karbonlu bir adrenal androjendir. DHEA-S seviyesi yaşamın ilk yılında hızla düşme eğilimindedir, minimum seviyelere indikten sonra bunu beş yıl kadar sürdürür. 6-7 yaşından sonra önemli artış göstererek kadında 24, erkekte 30 yaşında maksimum seviyelerine ulaşır. Daha sonra da hızla düşme eğilimindedir, ancak bu düşüş 50-60 yaşından sonra daha ılımlıdır.Çalışmamızda 2004-2005 yılları ve sonrasında DHEA-S düzeyine bakılan 20-35 yaş arası kadınlar alındı. Gelen hasta sayısı 96 idi.Gelen hastaların DHEA-S düzeyine bakıldı ve kan basınçları ölçüldü. Bu arada kaç doğum yaptığı, abortus öyküsü olup olmadığı, menarş yaşı, adet düzeni sorgulandı. Gelen hastaların 45'inin boy, kilo, kan basıncı ölçümleri ile ultrasonografik flow-mediated dilation (FMD) ölçümleri kardiyoloji polikliniğinde gerçekleştirildi.Yine 2004-2005 senelerinde DHEA-S bakılmış 40-50 yaş arası 28 kadın hastanın adet görüp görmedikleri , menopoz belirtilerinin olup olmadığı sorgulandı.Grupların karşılaştırılmasında unpaired t testi, değişkenler arasındaki korelasyonun analizinde Pearson korelasyon analizi kullanıldı ve p < 0.05 olması durumu istatistiksel farklılık olarak kabul edildi.65 hastanın DHEA-S düzeyi düşerken, 31 hastanınki artış gösteriyordu. DHEA-S'da ortalama değişim 26,4 ± 90.4 ?? g/dl düşüştü. DHEA-S'daki yıllık değişim 8,6±28,1 g/dl düşüş mevcuttu. DHEA-S'sı azalanların ilk DHEA-S değerleri, DHEA-S'sı artanlara göre anlamlı yüksek izlendi .Gebelik geçiren kadınlardaki DHEA-S düşüşü çocuk doğurmayanlara göre istatiksel olarak anlamlıydı. Ancak abortus geçirenler çıkarıldığında fark ortadan kalkmaktaydı. DHEA-S'si düşenler arasında abortus yapmadan doğum öyküsü olanlarda DHEA-S düşüş miktarı gebe olmayanlara göre anlamlı derecede azdı. DHEA-S'si düşenlerde, gebelik sayısı ile düşüş miktarı negatif korele bulundu.Abortus geçiren 5 hastada ilk bakılan DHEA-S düzeyi abortus geçirmeyenlere göre daha yüksek olmakla birlikte fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ancak DHEA-S'deki yıllık değişim , DHEA-S'deki düşüş miktarı anlamlı derecede yüksek bulundu. Abortus sayısı ile DHEA-S'deki düşüş miktarı ve yıllık düşüş miktarı ile koreleydi DHEA-S'si artanlarda, kilo, DHEA-S düzeyinin ilk ve son ölçümlerinin yanı sıra, DHEA-S düzeyinde artış yüzdesiyle ve senelik artış yüzdesiyle ters korele bulundu . DHEA-S'i artanlarda boy, DHEA-S'deki yüzdelik artış ve yıllık yüzdelik artışla ters korele bulundu. Boy, menarş yaşı ile pozitif koreleydi. Aynı grupta, BMI, DHEA-S'deki artış yüzdesi ve yıllık artış yüzdesi ile doğru koreleydi.FMD ölçümlerinde, sistolik ve diastolik KB ölçümleri dahil herhangi bir veri ile korelasyonu yoktu. DHEA-S'si azalanlarda, sistolik kan basıncı ile DHEA-S deki düşüş miktarı ve yıllık düşüş miktarı koreleydi .DHEA-S ile menopoz arasında bir ilişki kurulamamıştır.Sonuç olarak çalışmamızda DHEA-S'nin zirve düzeyine erişme yaşı farklılıklar göstermiştir. DHEA-S düzeyi yavaş artanlar daha uzun boylu idiler. Abortus DHEA-S düzeylerinde düşmeye neden olurken, canlı doğum DHEA-S düşüşünü azaltmaktadır. Endojen DHEA-S, obezite karşıtı etkiye sahip olabilir. DHEA-S düzeyinde düşme, sistolik kan basıncını arttırabilir. Hasta grubumuzda DHEA-S düzeyi over rezervinin bir göstergesi değildir.Anahtar Kelimeler: Dehidroepiandrostedion, Hipertansiyon, Yaşlanma, Menopoz, Gebelikspecialization-in-medicine.listelement.badge Retrospective Analysis of the Patients With Thyroid Cancer Admitted to Yuzuncu Yıl University Faculty of Medicine Hospital(2012) Aldemir, Mehmet Naci; Öztürk, MustafaBu çalışmada 1989?2011 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'nde tiroid kanseri tanısı ile takip ve tedavi edilen hastaların; demografik ve klinik özellikleri, hastalara tanı esnasında ve takipte uygulanan işlemler, aldıkları tedaviler ve laboratuar değerleri retrospektif olarak incelenmiştir.Çalışmamızın amacı tiroid kanser tiplerinin oranları, yaş ve cinsiyetle ilişkilerinin saptanması, tedavi başarısı ile nüksü etkileyen faktörlerin tespit edilmesi, hastaların takip ve tedavilerinin daha iyi bir şekilde yapılmasına katkıda bulunmaktır.Çalışmaya 407 hasta alındı. Hastaların tanı yaşları 11?90 yaş arasında dağılım göstermekte olup ortalama tanı yaşı 44,7±12,9 yıldı. Hastaların 336'sı kadın (%82,6), 71'i (%17,4) erkekti. Kanser tipi olarak %82,3 ile en yüksek tiroid papiller karsinom, ikinci sıklıkta % 7,6 ile tiroid folliküler karsinom ve üçüncü sıklıkta % 7,4 ile medüller tiroid karsinom bulunmuştur. Sadece iki hastada (%0,5) anaplastik tiroid karsinomu mevcuttu. On hastanın ise patoloji sonucuna ulaşılamadı. Tüm tiplerde kadın hasta sayısı erkek hasta sayısından yüksek olarak bulunmuştur. Cinsiyet ile tümör tipinin papiller veya folliküler olması arasında fark bulunmamıştır. Her iki tip kanserde de kadın hasta sayısı erkek hasta sayısından yüksek olarak saptanmıştır. Hastaların %33,9'una tiroid ince iğne aspirasyon biopsisi (TİİAB) yapılmış ve TİİAB yapılanların %85'inde sonuç malignite şüphesi veya malignite olarak gelmiş. İlk operasyonda hastaların %79,6'sına total veya boyun diseksiyonlu total tiroidektomi yapılmış. Geri kalan %20,4'üne de subtotal veya totale yakın tiroidektomi uygulanmış. YYÜ'de total veya boyun diseksiyonlu total tiroidektomi yapılma oranı %90 iken, diğer merkezlerde bu oran %71 idi. 57 (%14) hastaya reoperasyon yapılmış. Reopreasyonda malignite patoloji raporuna ulaştığımız 36 hastanın 12'sinde (%33) mevcuttu. Papiller kanserli olgularda %34,9 oranında lokal lenf bezi tutulumu tespit edilirken, folliküler kanserli olgularda bu oran %11,1 olarak bulundu. Hastaların %18,2'sinde geçici hipoparatiroidizm, %3,7'sinde kalıcı hipoparatiroidizm gelişmişti. Hastaların %55'i radyoaktif iyot (RAİ) tedavisi almıştı. Alınan ortalama RAİ dozu 124±35 mCi idi.Erkek hastalarda kadın hastalara göre ileri derecede anlamlı bir şekilde daha fazla lenf bezi metastazı saptanmıştı. RAİ alan grubun son başvurusundaki Tg değeri ölçülebilirlik durumu RAİ almayan gruba göre ileri derecede anlamlı olarak daha düşük bulundu. Bu RAİ tedavisinin etkin bir tedavi olduğunu göstermektedir.specialization-in-medicine.listelement.badge The Relation Between Calcium Metabolism Parameters(2013) Yıldız, Saliha; Öztürk, MustafaRetrospektif olan çalışmamızda hastane kayıtlarından elde edilmiş verilerin analizi ile kalsiyum metabolizma parametrelerinin birbiri ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Tarama 3/9/2009 ve 21/5/2012 tarihleri arasında aynı gün kanda 25 (OH) vitamin D? (ng/ml), Ca (mg/dl), P (mg/dl), Mg (mg/dl), iPTH (pg/ml) ve spot idrarda Ca (mg/dl)-kreatinin (mg/dl) bakılmış hastalar üzerinde yapıldı. Sayılan parametrelere ek olarak CaxP, spot idrar fraksiyone Ca atılımı, yaş ve cinsiyet gruplandırılarak analiz edildi. Primer hiperparatiroidi (PHP) öngörü için geliştirilmiş olan PTH =120-(6xCa)-(0,52x25 (OH) vit D?)+(0,26xhasta yaşı) formülünü de bir parametre olarak belirledik. PHP vakalarını YYÜ Patoloji Anabilim Dalı?nda aynı tarihler arası paratiroid adenom- hiperplazi tanısı konmuş PTH?120 pg/ml olan hastaları belirledik. Bu parametreye dayanarak Hesaplanan PTH (HP), Ölçülen PTH - Hesaplanan PTH farkı (ÖHPF), hesaplanan PTH?nın ölçülen PTH?dan farkının yüzdesi ([Ölçülen PTH-Hesaplanan PTH]/Hesaplanan PTH) (HÖFHO) hesaplandı. 16-96 yaşlar arasında 718 hasta verisi elde edildi. Hastaların 464 ü (%64,6) kadın, 254ü (%35,4) ise erkektir. 464 kadının 172 sinde (%37), 254 erkeğin 53 ünde (%20) 25OH vitamin D <10 ng/ml (p<0,01). 464 kadından 309 unda (%66), 254 erkekden 132 sinde (%51) 25 OH vitamin D düzeyi <20; p <0,01). Cinsiyetler arasında hiperparatiroidi sıklığının karşılaştırılmasında, PTH sınırı 65 pg/ml kabül edildiğinde 434 kadının 280?inde (%60,3), 254 erkeğin ise 135?inde (%53) hiperparatiroidi mevcuttu (p=0,001). 464 kadının 30 unda -%6, 254 erkeğin 30 unda -%11 PTH<30pg/ml (p=0,013) saptandı. Pearson korelasyon analizinde P ile Ca (r= -0,120), spot idrar Ca ile kan Ca (r=0,251), CaxP ile spot idrar kreatinini (r=0,172), spot idrar Ca ile kan P (r= -0,152), spot idrar kreatinini ile spot idrar Ca (r=0,308), Mg ile Ca (r=0,138), CaxP ile P (r=0,923), CaxP ile Mg (r=0,239), CaxP ile Ca (r=0,248) arasında anlamlı korelasyon saptandı. Spot idrar kreatinini ile P arasında (r=0,158) zayıf bir korelasyon vardı. Mg ile P arasında (r=0,212) zayıf ama anlamlı korelasyon saptandı. Fraksiyone Ca ekskresyonu ile spot idrar kreatinini arasında (r= -0,340) zayıf ters ve fraksiyone Ca ekskresyonu ile spot idrar Ca arasında (r=0,164) zayıf korelasyon saptandı. Spot idrar kreatinini ile yaş (r= -0,234) arasında zayıf ters korelasyon gözlendi. Gruplar kadın-erkek olarak analiz edildiğinde 25OH vitamin D ve Mg düzeylerinin kadınlarda anlamlı olarak daha düşük olduğu saptandı. Diğer parametreler ile anlamlı bir ilişki saptanmadı. Korelasyon analizinde vitamin D ile herhangi bir anlamlı korelasyon gözlenmedi. Yaş ve PTH (r=0,1), P ve PTH (r=0,189), Mg ve PTH (r=0,235), spot idrar kreatinini ve PTH (r=-0,162), CaxP ve PTH (r=0,176), arasında anlamlı fakat zayıf bir korelasyon saptandı. Korelasyon analizinde (Tablo 4.) HP ve yaş (r=0,210), HP ve vitamin D (r= -0,888), HP ve Ca (r= -0,414), HP ve spot idrar ca (r= -0,150), HP ile CaxP (r= -0,132) arasında anlamlı korelasyon saptandı. Ayrıca ÖHF (Ölçülen hesaplanan PTH farkı) ile yaş (r=0,094), ÖHF ile P (r=0,188), ÖHF ile Mg (r=0,236), ÖHF ile spot idrar kreatinini (r= -0,157) ve ÖHF ile CaxP (r=0,183) arasında korelasyon vardı. PTH<120 olan hasta sayısı 516 idi (Tablo 10). Bu vakalardan 214 ünde (%41,4) formül ile hiperparatiroidi öngörüldü. Gerçek PTH hesaplanandan düşük ve yüksek gruplarının diğer parametreler ile yapılan student T testinde vitamin D nin gerçek PTH hesaplanandan yüksek grubunda düşük gruba göre anlamlı daha yüksek olduğu tespit edildi (p< 0,01). PTH<120 olanlardaki Pearson korelasyon analizinde (Tablo 11.) fark yüzdesi ile yaş (r:0,088), vitamin D (r: 0,196), PTH (r: 0,50), Ca (r: 0,113) arasında pozitif korelasyon vardı. Yine ölçülen PTH dan hesaplanan PTH farkı ile vitamin D (r: 0,449), PTH (r: 0,832), Ca (r: 0,223) arasında pozitif P ile ise negatif korelasyon saptandı (r: -0,133). Bu grup içinden patoloji kayıtlarında 2 vakada (%0,3, n: 516) 1 hiperplazi ve 1 adenom çıkarıldığı saptandı. 718 vaka incelendiğinde ise 6 hiperplazi ve 7 adenom olmak üzere 13 vakada (%2,1) hiperparatiroidi tanı ve tedavisi yapılmıştı. Formül ile 718 vakadan 404 ünde (%56) ölçülen PTH hesaplanan PTH dan fazla idi yani hiperparatiroidi öngörülmüştü. Çalışmamızdan elde ettiğimiz verilere göre 25 OH vitamin D ile PTH arasında korelasyon bulamadığımızdan belki de bu bileşenin kat sayısının düşürülmesi gerekmektedir. Ayrıca PTH?120 pg/ml olduğunda Mg da belki formülün bir bileşeni olarak kullanılabilir. Çalışmamızda Mg nerede ise tüm parametreler ile anlamlı ilişkili çıkmış ve 25 OH vitamin D ise hiç bir parametre ile ilişkili çıkmamıştır. Parametrelerin birbirleri ile etkileştiği eşik değerleri tespit etmiş bulunmaktayız.specialization-in-medicine.listelement.badge The Relationship of Ultrasonographic Sizes of Parathyroid Glands With Calcium Metabolism and Bone Turnover in End-Stage Renal Failure.(2010) Öztürk, Ümit; Öztürk, MustafaSekonder hiperparatiroidizm, hiperparatiroidizm tipleri arasında en sık görülenidir. Sekonder hiperparatiroidiye bağlı patolojiler en ağır şekliyle kronik renal yetmezliğinde görülür. Kronik böbrek yetmezliğinde görülen kalsiyum, fosfat ve vitamin D metabolizması bozuklukları sekonder hiperparatiroidizm gelişiminde önemli rol oynamaktadır.Kronik böbrek yetmezliğinde hiperparatiroidi gelişimine azalan GFR ile fosfor retansiyonu neden olur. Artan fosfor, plazmada kalsiyum ile kompleks oluşturarak kalsiyumu düşürür. Hipokalsemi ve azalmış aktif vitamin D düzeyleri paratiroid bezini uyararak PTH salınımını artırır. Böbrek yetmezliği ilerledikçe paratiroid bezlerde hipertrofi meydana gelir.Çalışmaya sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) ünitesinde renal replasman tedavisi almakta olan 20 hasta, hemodiyaliz ünitesinden 40 hasta ve Evre 4 KBY (GFR 15 -29 ml/dk) olan 20 hasta alındı.Hastalara paratiroid USG, biyokimya - hematoloji tetkikleri ve DXA ölçümleri yapıldı. Paratiroid bezlerindeki adenom volümü (a×b×c)×?/6 formülü ile hesaplandı.Prediyaliz evre 4 KBY olan hastalar eritropoetin kullanmıyordu. Sürekli ayaktan periton diyalizi ve hemodiyaliz tedavisi alan hastaların son 1 yılda kullandıkları total eritropoeitin dozları hesaplandı. Kümülatif eritropoetin dozları ise diyalize girdiği süre boyunca yaklaşık eritropoetin dozu olarak hesaplandı.Hastaların KBY nedenleri; 22 hastanın nedeni bilinmiyordu, 15 hastada HT'a bağlı KBY gelişmişti, 13 hastada obstrüktif nefropatiye bağlıydı, 15 hastada DM'a bağlı, 15 hastada renal parankim hastalığına bağlı KBY gelişmişti.Prediyaliz hastaların PTH değerleri periton diyalizi ve hemodiyaliz hastalarına göre daha düşük saptandı (sırasıyla p=0,002, p<0,001). Prediyaliz hastalarda adenom sayısı periton diyalizi hastalarına göre düşük olduğu bulundu (p=0,015). Prediyaliz hastalarının paratiroid adenom volümü hemodiyaliz hastalarına göre daha düşük saptandı (p=0,032).Çalışmamıza kabul edilen 80 hastanın 28'i eritropoetin tedavisi almıyordu. Eritropoetin tedavisi almayan hastalarda, alan hastalara göre PTH düzeyleri daha düşük saptandı (p=0,003). Total ve kümülatif EPO dozu ile PTH koreleydi (kk=0,429 ve 0,462). EPO dozu ile adenom sayısı ve adenom volümü ile de korelasyon saptanmıştır. Son bir yılda kullanılan total eritropoietin dozu, PTH düzeyi ve adenom volümünün yanı sıra, PTH'nın arttırdığı kemik yapım markerları olan alkalen fosfataz ve osteokalsin düzeyi ile de pozitif korelasyon göstermiştir.Ortalama PTH değerleri 496,5±439,7 pg/ml olarak bulundu ve adenom volümü ile PTH salgısı arasında pozitif korelasyon mevcuttu (p<0,001). Paratiroid otonom fonksiyon göstergesi olarak CaxPTH, CaxPTH/P, PTHxDevit, PTHxDevitxCa, PTHxDevitxCa/P gibi parametreler hesaplandı. Hesaplanan bu parametrelerin hepsi adenom volümüyle koreleydi.Tüm hastaların vitamin D düzeyleri ortalama 25,5±18,8 ng/ml olarak saptandı. KBY hastalarında 25-OH vitamin D konsantrasyonunun 30 ng/ml'den fazla olması önerilmektedir. Çalışma grubumuzda 20 hastanın 25-OH vitamin D düzeyi 30 ng/ml'nin üzerindeydi (%25).Tüm hastaların ortalama lumbar vertebra (L2-L4) T-skoru -1,15±1,46, femur boynu T-skoru -2,02±2,05, proksimal radius-ulna T-skoru -2,05±2,61, distal radius-ulna T-skoru -0,27±2,78 bulundu. Kemik mineral dansitesi ölçümleri hiperparatiroidinin derecesi ile korele değildi.specialization-in-medicine.listelement.badge Thyroid Autoimmunity and Urınary Iod Concentration Role on Abortion(2013) Atmaca, Murat; Öztürk, Mustafaİyot eksikliği dünya genelinde büyük bir halk sağlığı problemidir. Ülkemizde okul çağı çocuklarında ciddi ve orta düzeyde iyot eksikliği yaklaşık %30 oranında görülmekle birlikte gebelerde iyot tüketim durumunu gösteren geniş ve kapsamlı epidemiyolojik bir çalışma yapılmamıştır. İyot eksikliği ve tiroid otoimmünitesi gebelik kayıpları için bir risk faktörüdür. Gebelikte iyotun renal klirensi artar. Bu nedenle gebeleri için önerilen günlük iyot tüketimi daha fazladır. Gebelik esnasında artmış olan progesteron düzeyi immünsüpresif etki göstermektedir. Bunun bir sonucu olarakta gebelik esnasında tiroid otoantikor titresi düşer. Otoimmün tiroid hastalığında iyot eksikliği gibi aşırı iyot tüketimi de tiroid fonksiyonlarında bozulmaya neden olabilir. Gebelik esnasında otoimmün tiroid hastalıkları yatışmış olmasına karşın bu gebelerin tüketmesi gereken iyot miktarı konusunda yeterli veri yoktur. Bu çalışmada gebelik kayıplarının, iyot tüketimi ve tiroidin otoimmünitesi ile ilişkisinin araştırması amaçlandı. Çalışmaya kadın doğum acil servisine başvuran 79 abortus hastası ve kadın doğum polikliniklerine normal gebelik takibi için başvuran 25 kontrol hastası alındı. Hastaların tiroid fonksiyonları; tiroid hormon tetkikleri, üriner iyot konsantrasyonu ve tiroid ultrasonografisi ile değerlendirildi. Abortus nedeni ile başvuran olgular abortus tanılarına göre intrauterin mort fetus ve inkomplet abortus şeklinde gruplandırıldı. 79 abortus hastasının 54 tanesi intrauterin mort fetus, 25 tanesi ise inkomplet abortus idi. Olgularımızın % 96?sında spot idrar iyot konsantrasayonu 100ug/L nin, % 47?sinde ise 50ug/L?nin altındaydı. Olgularımızın total tiroid volümü gebelik haftası ve gebelik sayısı ile koreleydi (sırasıyla p:0,045, p:0,004). Tiroid volumü ile st3, st3?(st4 ) ve st3?st4×TSH pozitif korele (sırasıyla p:0,017, p:0<0,001, p:0,013:), sT4 düzeyi ise negatif korele saptandı (p: 0,032). Olgularımızın %33,3?ünde nodüler tiroid hastalığı vardı.Gebelik sayısı 4?ün üzerinde olan olgularımız da nodüler tiroid hastalığı daha fazla orandaydı (p:0,002). St3 ve st3?st4 tiroid nodülü olan hastalarımızda daha yüksek (sırasıyla p:0,004, p:0<0,001), TSH ise daha düşük saptandı (p:0,018). Olgularımızın %50,9?unda otoimmün tiroid hastalığı vardı.Intruterin mort fetuslu olgularımızda, anti TPO ve anti Tg düzeyleri, inkomplet abortuslu olgulardan istatistiksel açıdan daha yüksekti (sırasıyla p:0,036, p:0,026). Tiroid otoantikorlarından en az biri pozitif olan olgularımızın alt grup analizinde düşük sayısı ile idrar iyot konsantrasyonu arasında negatif korelasyon mevcuttu (p.0,007).