Browsing by Author "Üstün, Yusuf"
Now showing 1 - 18 of 18
- Results Per Page
- Sort Options
Article Acil Servise Başvuran Zehirlenme Olgularımızın Geriye Dönük Olarak Değerlendirilmesi(2003) Eminov, Lokman; Gökdeniz, Erdem; Üstün, Yusuf; Şahin, İdris; Onbaşı, KevserAmaç: Zehirlenmeler, acil servislerde sık karşılaşılan önemli bir sağlık sorunudur ve ölümcül olabilmektedir. Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Acil Polikliniğine zehirlenme ile gelen olguların geriye dönük olarak analizi yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2000-Aralık 2001 tarihleri arasında Acil Polikliniğine zehirlenmeyle başvuran hastalar dahil edildi. Olguların demografik verilerinin yanı sıra toksik maddenin alım yolu, alım niyeti, toksik maddenin türü morbidite ve mortalite oranları kaydedildi. Bulgular: Bu dönemde hastaneye başvuran 21396 olgunun 529'u zehirlenme olgusuydu. Hastalarımızda kadın/ erkek oranı 317/212 (1.49) olarak bulundu. Olguların büyük bir kısmını 15-25 yaş grubu kişiler oluşturmaktaydı. Toksik maddeler %58.2 olguda intihar amacı ile, %38.9 olguda kaza ile %2.9 olguda ısırma-sokma ile alınmıştı. Yine toksik maddenin alım yolu %88 vakada sindirim, %6 olguda solunum yoluydu. Zehirlenmelerin %49.9'u ilaçlarla meydana gelmişti. Dikkat çeken bir diğer etiyolojik ajan da organofosfat (OF) bileşikleriydi. Tüm olguların %17.8'i OF zehirlenmesiydi. İlaç zehirlenmelerinde en sık görülen ajanlar antidepresanlar, analjezikler ve antipsikotiklerdi. Olgularımızın %70.8'ine gastrik dekontaminasyon uygulanmıştı. Vakalarımızın 51'i (%9.64) Yoğun Bakım Ünitesine (YBÜ) alınmış, 16'sı (%3.02) ise ex olmuştu. Sonuç: Zehirlenme hayati tehlike arz eden acil durumlardan biridir. Bu amaçla halk eğitimine ağırlık verilmesi, acil ve yoğun bakım birimlerinde çalışan personelin zehirlenme konusunda eğitilmesi, bu birimlerin zehirlenmelere karşı hazır tutulması, iyi donatılması, zehirlenme olgularının mortalite ve morbiditesini önlemek için faydalı olacaktır.Article Amnion Sıvısında Mekonyum Olan Gebeliklerde Fetal Eritropoietin Düzeyleri(2004) Üstün, Yusuf; Şahin, H. Güler; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Sürücü, Ramazan; Şahin, H. AvniAmaç: Amnion mayisinde mekonyum varlığının fetal eritropoetin ve kan gazları ile ilişkisinin araştırılması.Gereç ve Yöntemler: 01.11.2001 ile 15.05.2002 tarihleri arasında doğumları kliniğimizde gerçekleştirilen, gebelik yaşı 37-41 hafta arasında olan 28 normal gebe (grup 1) ve 25 mekonyumlu gebe (grup 2) çalışmaya dahil edildi. Umbilikal arterden alınan kan örneklerinden eritropoietin ve kan gazı analizleri yapıldı.Bulgular: Gruplar arasında maternal yaş, gravida, parite ve gebelik yaşları açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Mekonyumlu grupta umbilikal arter pH değeri anlamlı olarak daha düşük (7.19±0.14’e karşılık 7.35±0.05, p<0.001), sO2 daha düşük (p=0.003), pCO2 daha yüksek (p=0.001), baz açığı daha fazla (p<0.001) ve laktat anlamlı olarak daha yüksek (p<0.001) bulundu. Birinci ve beşinci dakika Apgar skorları arasında da anlamlı farklılık olup, her ikisi de mekonyumlu grupta daha düşük olarak saptandı (p<0.05). Bebek doğum ağırlığı birinci grupta 3489.29±420.18, ikinci grupta 3177.27±784.5 gram olarak saptandı ve aradaki farklılık anlamlı değildi (p=0.073). Umbilikal arter eritropoietin düzeyleri birinci grupta 32.25 (9.7-125)mIU/ml ve ikinci grupta 124 (10.2-911) mIU/ml olarak saptandı ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001).Sonuç: Amnion mayideki mekonyum varlığı fetal hipoksi ile ilişkilidir ve yüksek eritropoietin düzeyleri de olayın kronik bir zeminde geliştiğine işaret edebilir.Other Bir Olgu Nedeniyle Antikolinerjik Sendrom(1999) Onbaşı, Töre Kevser; Şahin, Güler; Onbaşı, Okan; Üstün, Yusuf; Şahin, İdris; İnan, KadriyeAntikolinerjik sendrom, bazı göz damlaları, uyku ilaçları, antidepresanlar, antiemetikler, antihistaminikler, kas gevşetici ilaçlar, antipsikotikler, karbamezepin gibi antikonvülzanlar, benztropin ve triheksifenidil gibi antiparkinson ilaçların fazla dozda kullanımının yanı sıra hyoscyamus niger gibi bazı otların yenilmesiyle de oluşabilir. Antikolinerjik sendrom, asetilkolinin santral ve periferik etkilerinin blokajı sonucu oluşur: Psikoz, delirium, nöbet, yüzde kızarıklık, müköz membranlarda ve ciltte kuruluk, hiperpireksi, taşikardi, azalmış gastrointestinal motilite, dilate pupiller ve üriner retansiyonla karakterizedir. Antidotu fizostigmindir. Bu yazıda Tip II diyabetli bir hastanın kan şekerini düşüreceği ümidiyle yemiş olduğu \"Hireberg Otu\"nun (Hyoscyamus Niger) hastada yaptığı klinik tablo sunulmuştur.Article Epidural Analjezinin Maternal ve Neonatal Sonuçlar Üzerine Etkisi(2004) Hüseyinoğlu, Rıfat; Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, MansurAmaç: Epidural analjezinin hem neonatal hem de maternal sonuçlar -Beck Depresyon Envanteri dahil- üzerine etkisini incelemek. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya prospektif olarak, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nde izlenen 20 epidural, 20 kontrol hastasından oluşan 40 hasta dahil edildi. Spontan aktif eylemde olan normal term gebeler çalışmaya kabul edildi. Her iki grupta eylem ve doğum özellikleri ile neonatal sonuçlar kaydedildi. Aktif eylemin sonunda hastaların duygudurum skorları Beck Depresyon Envanteri kullanılarak belirlendi. İki grup karşılaştırmalarında; veriler normal dağılıma uyduğunda iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, uymadığında Mann Whitney U testi yapıldı.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların ortalama yaşı her iki grupta da benzerdi. Gruplar arasında gravida ve parite yönünden anlamlı bir fark yoktu. Epidural analjezi uygulanan ve uygulanmayan olguların eylem ve doğum özellikleri karşılaştırıldığında; Bishop skoru, eylem süresi ve doğum şekli açısından anlamlı farklılık göstermediği saptandı. Her iki grupta neonatal sonuçlar değerlendirildiğinde; yenidoğan ağırlığı, Apgar 1. ve 5. dakika sonuçları, kord pH, kord pO2, kord pCO2, O2 saturasyonu açısından gruplar arasında anlamlı fark olmadığı belirlendi. Beck depresyon envanteri ise epidural uygulanan grupta anlamlı olarak daha düşük saptandı (8.2±4.8'e karşılık 13.1±5.5, p=0.005). Sonuç: Obstetride doğum ağrılarının kontrolünde en çok kullanılan yöntemlerden biri olan epidural analjezi hastaların eylem ve doğum özellikleri ile neonatal sonuçlar açısından olumsuz etki yaratmazken duygudurum skorlarını iyileştirmektedir.Article Evaluation of Pain After Uterine Artery Embolization(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Kamacı, Mansur; Harman, Mustafa; Şengül, Muzaffer; Zeteroğlu, ŞahinObjective: In this study our aim was to determine the severity of post procedure pain associated with uterine artery embolization (UAE). Study Design: Twenty-one women with symptomatic uterine fibroid were recruited for the study. The procedure was performed in the angiography unit under conscious sedation. All patients received prophylactic intravenous antibiotics and analgesic, ibuprofen 600 mg. At the completion of the procedure, all patients were given ibuprofen 600 mg orally every six hours. The patients were discharged with oral ibuprofen (600 mg 4 times daily). The main outcome measure was severity of pain. The instrument for evaluation of pain was visual analog scale. The measurements were taken at every hour. Results: Twenty-one procedures were performed. The mean age was 43.04±4.21 years (range 34-52) and median parity was 4 (0-6). The mean post procedure pain scores after 1, 2 and 3 hours were 3.33±2.00, 4.57±1.74, 4.95±1.71 respectively. After the completion of embolization, it was found that pain appeared to peak in the initial 3-4 post-embolization hours, reached a plateau and then declined by 9 hours. Conclusion: There is an increased need for post procedural pain control for UAE patients, especially in the first 6 hours after the procedure.Article Fetal Cinsiyet ve Maternal Obesitenin Preeklampsi ile İlişkisi(2003) Şahin, Güler; Zeteroğlu, Şahin; Üstün, Engin Yaprak; Üstün, Yusuf; Kamacı, MansurAMAÇ: Çalışmanın amacı fetal cinsiyet ve maternal obesitenin preeklampsinin gelişiminde rolünü tespit etmek. Normal ve preeklamptik gebelerde fetal cinsiyet oranı ve vücut kütle indeksinde farklılık olup olmadığını araştırmak. MATERYAL ve METOD: Prospektif çalışma düzeni içinde bir yıllık sürede normal komplikasyonsuz her 10 gebelikten biri (n=59) ve tüm preeklamptik gebeler (n=42) çalışmaya dahil edildi. Yaş, vücut kütle indeksi, gravide, parite, tahmini gebelik yaşı, doğum şekli, yenidoğan ağırlığı, cinsiyeti kaydedildi. BULGULAR: Gruplar arasında yaş, gravide ve parite açısından farklılık saptanmadı. Vücut kütle indeksi preeklamptik grupta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksekti (p=0.001). Bebek cinsiyetinin preeklamptik ve normal gebelerde farklılık göstermediği tespit edildi. SONUÇ: Maternal obesitenin preeklampsi fizyopatolojisinde rolü olması muhtemeldir. Fetal cinsiyetin ise preeklampsi patogenezinde önemli bir rolü yok gibi gözükmektedir.Article Gebelikte Demir Preparatı Kullanma Durumunu Etkileyen Faktörler(2004) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Şahin, Güler; Tümerdem, NazmiAmaç: Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvuran gebeler arasında demir (Fe) preparatı kullanım sıklığını ve bu durumu etkileyen faktörleri saptamak. Materyal ve Metot: Tanımlayıcı olarak planlanan bu araştırma, 2002 Temmuz- Ekim aylarıda Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne doğum amacıyla başvuran 154 kadın, geriye dönük olarak gebelik süresince Fe preparatı kullanma durumu ve sosyodemografik özellikleri sorgulanarak yapıldı. Elde edilen veriler SPSS 9.05 paket programında değerlendirildi. İstatistiksel analizler sırasında c2, ANOVA, Kruskal-Wallis, t-testi ve Mann Whitney-U testleri kullanıldı. Sonuçlar: Yaş ortalamasının 27.8±5.2 oldu¤u çalışma sonucunda kadınların %72.1’inin gebelik süresince Fe preparatı kullandığı, ancak Fe kullanma süresinin 3.0±1.8 ay olduğu görülmüştür. Fe kullananların oranı okur-yazar olmayan grupta %51.1, yüksekokul mezunlarında %95.8 (c2=23.411, p<0.001), antenatal bakım alanlarda %87.7, almayanlarda %33.3 olarak saptanmış (c2=43.234, p<0.001) ve gruplar arasındaki farklılık istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Bu arada Fe kullanan gebelerin yaş ortalamasının (27.0±4.8), kullanmayanlardan (29.8±5.8) anlamlı derecede düşük olduğu (p=0.002) ve kullananları n doğum sayısının (2.8±1.7) kullanmayanlardan (3.9±2.2) anlamlı derecede az olduğu saptanmıştır. (p=0.001). Bunun yanı sıra, yüksekokul mezunlarında Fe kullanma süresinin (4.2±1.5 ay), okur-yazar olmayanlardan (2.2±1.3 ay) ve ilkokul mezunlarından (2.6±2.1 ay) anlamlı derecede uzun olduğu görülmüştür. (F=6.358, p=0.001). Tartışma: Araştırma sonucunda genç, yükseköğrenim düzeyine sahip, antenatal bakım alan kadınların daha sıklıkla ve daha yüksek oranda Fe kullandığı, ana sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesi ve gebelik sırasında eğitim verilmesi ile bu konuda önemli ilerlemeler sağlanacağı görülmüştür.Article Hodgkin Hastalarında Beta-2 Mikroglobülinin Diğer Prognostik Belirleyicilerle Karşılaştırılması(2005) Demir, Cengiz; Dilek, İmdat; Üstün, YusufAmaç: Hodgkin hastalarında (HH) Beta-2 mikroglobülinin (P2p) .diğer prognostik belirleyiler olan laktatdehidrogenaz (LDH), serum albümini, eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ile karşılaştırılması. Yöntem: Çalışmaya 34 HH (20E, 14K) ve kontrol grubu 19 (10E, 9K) sağlıklı birey alındı. Hasta grubunda tedavi öncesi ve sonrası iki kez ve kontrol grubunda bir kez LDH, ESR, serum albiimini ve (J2fi ölçümü yapıldı. Ölçülen bu parametreler aralarında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun yaş ortalamaları sırasıyla 35.0 ± 14.7 ve 36.6 ± 10.0 idi. Hastalarımızın 15'i (%44.2) erken evrede (Evre I-II), 19'u (%55.8) ileri evredeydi (Evre III-IV). Hastalarımızın tedavi öncesi ölçülen LDH seviyesi (U/L) (500.6 ± 235.3) tedavi sonrası (262.0 ± 92.7 ) ve kontrol grubuna (299.3 ± 93.2 ) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001, p=0.001). Olgularımızın tedavi öncesindeki p2u değeri (mg/L) (9.3 ± 9.9 ) tedavi sonrası (2.2 ± 1.5 ) ve kontrol grubuna (1.3 ± 0.2 ) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001, p=0.001). Tedavi öncesi serum albümin değeri (g/dl) (3.3 ± 0.7), tedavi sonrası (3.9 ± 0.3 ) ve kontrol grubuna (4.2 ± 0.3 ) göre istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (sırasıyla, p<0.001, p<0.001). Tedavi öncesi ESR değeri (mm/sa) (51.6 ±19.7), tedavi sonrası (24.2 ± 11.8) ve kontrol grubuna (6.3 ± 3.6) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001,p<0r001). Sonuç: Bu hasta grubunda az çalışılmış olan p2u'in en az serum LDH, serum albümini ve ESR kadar tümör yükünü belirlemede etkin olduğu sonucuna varıldı.Article İntrapartum Fetal Monitorizasyonun Etkinliği(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Yaprak E.; Zeteroğlu, Şahin; Şahin, H. Güler; Kamacı, Mansur; Kolusarı, Ali; Sürücü, RamazanAmaç: İntrapartum elektronik fetal monitorisazyonun (EFM) fetal asidozu ve yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki etkinliğinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Kliniğimize doğum amacıyla başvuran, gebelik yaşı 37-42 hafta arasında olan 100 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar eylem süresince eksternal olarak kardiotokografi ile monitorize edildi. Variabilite kaybı, değişken deselerasyon ve geç deselerasyon varlığı non-reaktif test olarak kabul edildi. Doğum sonrası çift klemplenmiş umblikal arterden fetal kan gazı analizi yapıldı ve Apgar skorları değerlendirildi. pH<7.20 ve baz açığı <-12 mmol/L, sınır değerler alınıp, çapraz tablolar oluşturularak, anormal EFM varlığının belirtilen durumları ve asfiksi ön tanısıyla yenidoğan yoğun bakıma yatırılan bebekleri saptayabilmedeki değeri araştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS 9.05 paket program kullanılarak gerçekleştirildi. Bulgular: Anormal fetal kalp hızı paternlerinin düşük Apgar skorlarını belirlemedeki sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değeri birinci dakika için sırasıyla; %61.9, %91.1, %65.0 ve %90.0, aynı değerler beşinci dakika için sırasıyla; %75.0, %87.5, %45.0 ve %96.3 olarak bulundu. Aynı değerler pH<7.20 için sırasıyla; %58.8, %88.0, %50.0 ve %91.3 olarak saptandı. Baz açığı <-12 olması için aynı değerler sırasıyla; %45.5, %83.1, %25.0 ve %92.5 olarak saptandı. Yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki sensitivitesi %75.0, spesifitesi %84.8, pozitif prediktif değeri %30.0 ve negatif prediktif değeri %97.5 olarak saptandı. Sonuç: Travayda saptanan normal kalp hızı paternleri yüksek oranda olumlu fetal iyilik haliyle birliktedir. Ancak anormal paternlerin varlığı aynı şekilde yüksek oranda kötü fetal sonuçla birliktelik göstermemektedir.Article Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde Doğan, Doğum Travması Nedeniyle Takip Edilen Yenidoğanların Tanı ve Prognozlarının İncelenmesi, Anne Dostu Hastane Modelinin Doğum Travmaları Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmesi(2018) Üstün, Yusuf; Aksoy, Hatice Tatar; Kahvecioğlu, Dilek; Yılmaz, Arzu; Özen, GülsümAMAÇ: Doğum travması, doğum eylemi sırasında bebeğin mekaniketkiler nedeniyle fiziksel zarar görmesidir. ‘Anne Dostu Hastane Programı’doğrultusunda gebelerin kendilerini daha rahat hissedecekleribir ortam sağlanarak doğum travması oranının azaltılması hedeflenmiştir.Bu çalışmada doğum travmalarının sıklığı, klinik özellikleri verisk faktörleri araştırılarak anne dostu hastane modelinin doğum travmalarıüzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemizde Ocak 2016- Mart 2018 tarihleriarasında doğan fiziksel doğum travması tanısıyla takip edilen 353bebek çalışmaya alınmıştır. Hastalar anne dostu hastane unvanı alınmasındanönce doğanlar (Grup 1) ve anne dostu hastane unvanı alınmasındansonra doğanlar (Grup 2) olarak iki gruba ayrıldılar. İki grupdoğum travması sıklığı, tipi, bebeklerin ve annelerinin demografikverileri ve doğum travması için risk faktörleri açısından karşılaştırıldı.BULGULAR: Anne Dostu Hastane unvanı kazanılmadan önce, toplam2474 hasta doğum yaptı ve bu dönemde genel travma oranı % 10,8olarak saptandı. Anne Dostu Hastane unvanı alındıktan sonra toplam530 canlı doğum gerçekleşti, bu dönem için travma oranı % 16 olaraksaptandı. Gruplar karşılaştırıldığında gestasyon haftası, doğum ağırlığı,anne yaşı, doğum şekli, primiparite ve gebelik takibi oranlarındaistatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmazken, canlandırma uygulamave hastaneye yatış oranlarında istatistiksel olarak anlamlı azalmakaydedildi. Gruplar arasında yumuşak doku travmaları açısından farkbulunmazken Grup 2’de intrakranial kanama ve kemik kırıkları görülmesıklığında azalma kaydedildi.SONUÇ: Çalışmamızda Anne Dostu Hastane Programı’yla genel doğumtravmalarında belirgin bir azalma kaydedilemese de yaşamı tehditeden intrakranial kanama sıklığında ve hastaneye yatış oranlarındabelirgin azalma kaydedilmiştir. Bu nedenle ‘Anne Dostu Hastane Programı’nın’yaygınlaştırılması gerektiğini düşünmekteyiz.Article Kronik Böbrek Yetmezlikli Olgularda Tiroid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi(2003) Şahin, İdris; Mercan, Ridvan; Erkoç, Reha; Doğan, Koca; Eminov, Lokman; Üstün, Yusuf; Atış, EmrullahAmaç: Kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı konulan olgulardaki tiroid fonksiyon testleri ve tiroid otoantikor seropozitifliğini sağlıklı kontrollerle karşılaştırmak. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği ve Nefroloji Kliniğine Ağustos 2001- Haziran 2002 tarihleri arasında başvuran KBY’li 216 olgu ile 87 sağlıklı kontrol dahil edildi.Bulgular: Olgularımızın 92’si kadın, 124’ü erkekti ve yaş ortalaması 48.4 ± 16.9 idi. Kontrol grubunun ise 37’si kadın, 50’si erkek ve yaş ortalaması 46.9±17.2 idi. KBY’li olguların 81’i hemodiyaliz (HD), 17’si periton diyalizi (PD), 118’i ise prediyaliz dönemdeydi. KBY’li olgularımızda %3.3 hipertiroidizm,%10.2 hipotiroidizm saptanırken bu oranlar kontrol grubunda sırasıyla %1.2, 3.5 olarak bulundu. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularda anti-tiroglobulin (anti-TG) antikor sıklığı %12.4 iken anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) antikor sıklığı %14.3 idi. Bu oranlar sağlıklı kontrollerde her iki antikor için %1.2 olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularımızda tiroid stimulan hormon (TSH), total T4 (TT4), serbest T4 (ST4) düzeyleri ile sağlıklı kontrollerdeki düzeyler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamışken; total T3 (TT3) ve serbest T3 (ST3) düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark mevcuttu (p<0.031, p<0.043).Sonuç: KBY olgularında tiroid fonksiyon testlerinde önemli değişiklikler olmaktadır. KBY’li olgularda hipotiroidizm, hipertiroidizm ve tiroid oto-antikor pozitifliği belirgin olarak artmaktadır.Article Metanol İntoksikasyonu Olgularında Klinik Özellikler ve Mortalite Üzerine Etkin Faktörlerin İncelenmesi(2003) Şahin, İdris; Karaman, Ece; Eminov, Lokman; Gökdeniz, Erdem; Mercan, Ridvan; Üstün, Yusuf; Arıkan, RamazanMetanol zehirlenmesi seyrek görülen ancak görüldüğünde ölümcül olabilen zehirlenme tablosudur. Bu çalışmada, Van yöresinde metanol zehirlenmesi tanısı konulan hastaların klinik ve demografik özellikleriyle, mortalite ve morbidite üzerine etkin faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran, metanol zehirlenmesi tanısı konulan 15 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Metanol zehirlenmesi tanısı konulan 15 olgunun 14'ü (% 93.3) erkek, 1 'i (% 6.7) kadındı. Yaş ortalaması 24.5 ( 9.7 (18-50) olarak bulundu. Olgularımızın 14'ü (% 93.3) kaza sonucu, biri (% 6.7) intihar amacı ile metanol almıştı. Vakalarımızın 6'sı (% 40) alkol bağımlısıydı. Olgularımız, metanol alımını takiben ortalama 9.4 ( 5.3 saat sonra hastanemize başvurmuşlardı. Hastaların geliş anında ortalama pH değeri 7.12 ( 0.27 olarak bulundu. Olgularımızın 6'sında (% 40) geliş anında arter kan gazı pH değeri 7.05'in altındaydı. Hastaneye başvuru anında en sık rastlanan şikayetler sırasıyla: Asemptomatik: 6 olgu (% 40), baş ağrısı, bulantı-kusma: 9 olgu (% 60), bulanık görme: 7 olgu ( % 46.7), karın ağrısı: 5 olgu (% 33.3), hipersalivasyon: 4 olgu (% 26.7), koma: 2olgu (% İ3.3) ve omuz ağrısı: 1 olgu (% 6.7). Olgularımızın 6'sı (% 40) öldü. Bir olgumuzda (% 6.7) kalıcı görme kaybı gelişti. Geri kalan 8 olgu (% 53,3) tam olarak iyileşti. Metanol zehirlenmesi ölümcül seyredebilen, erkeklerde daha sık görülen bir zehirlenme tablosudur. Metanol zehirlenmesi olgularında, arter kan gazı pH değeri 7.05'in altında ise olayın ölümcül seyredebileceği unutulmamalıdır.Article Preeklampsi ve Eklampsilerde Plasental Lipid Peroksidasyon Hasarı ve Klinikle İlişkisi(2004) Dülger, Haluk; Üstün, Yusuf; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Üstün, Engin Yaprak; Güvercinci, MehmetAmaç: Çalışmanın amacı, preeklamptik (hafif, şiddetli, süperimpoze), eklamptik ve normal gebelerden postpartum alınan plasental doku örneklerinde lipid peroksidasyonun göstergesi olan malondialdehid (MDA) seviyesini ve maternal-fetal sonuçlarla korelasyonunu incelemektir. Materyal ve Metot: Prospektif olarak planlanan bu çalışma preeklampsi ve eklampsi tanısı ile yatırılarak izlenen ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusunu kapsamaktadır. Hasta grubunu; 15 hafif preeklampsi, 23 süperimpoze preeklampsi, 23 ağır preeklampsi, 22 eklampsili olgu oluşturmaktadır. Çalışmada olguların plasental MDA değerleri ve maternal ve fetal klinik bulgularla korelasyonu değerlendirildi. istatistiksel işlemler; SPSS for windows 11 paket programı kullanılarak gerçekleştirildi. Sonuçlar: Gruplar MDA açısından değerlendirildiğinde, en yüksek plasental MDA düzeyi 28.79 µmol/gram (10.7-230.8) proteinile eklampsi grubundaydı. MDA ile umbilikal kord pH (r=-0.322, p=0.001) ve bebek doğum ağırlığı (r=-0.471, p=0.001) arasında istatistiksel olarak negatif yönde bir korelasyon olduğu saptandı. MDA ile annenin hastanede kalış süresi değerlendirildiğinde (r=0.524, p=0.001) pozitif yönde korelasyon bulundu. Tartışma: Çalışmamızda hastalık şiddeti arttıkça plasental MDA düzeylerinde artış olmuştur. Plasental MDA düzeylerinin fetal ve maternal klinik bulgularla korelasyonu bulunmaktadır.Article Preeklamptik Gebelerde Umbilikal Arter Eritropoetin Değerleri(2006) Üstün, Yusuf; Kamacı, Mansur; Şahin, H. Güler; Kolusarı, Ali; Üstün, Y. Engin; Zeteroğlu, Şahin; Sürücü, RamazanAmaç: Bu çalışmada preeklamptik gebelerde umbilikal arter eritropoetin (EPO) değerlerinin saptanması ve klinikle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod: Prospektif olarak planlanan bu çalışmaya gebelik yaşı 37-42 hafta arasında değişen 26 normal (1. Grup), 25 hafif preeklamptik (2. Grup) ve 17 ağır preeklamptik gebe (3. Grup) dahil edildi. Hastalardan doğum sonrası çift klemplenmiş umbilikal kordonda, umbilikal arterden kan gazı ve EPO ölçümleri için kan örnekleri alındı. Sosyodemografik veriler, eylem ve doğum özellikleri ile yenidoğan muayene bulgular› kaydedildi. Gruplar arasındaki kan gazı parametreleri ve EPO düzeylerinin birbirleriyle ve klinik bulgular ile ilişkileri araştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS paket programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Gruplar arasında gravida, parite ve gebelik yaşları açısından farklılık yoktu (p>0.05). Maternal yaş 2. grupta diğer iki gruba göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sistolik ve diastolik kan basınçları açısından her üç grup arasında anlamlı farklılık olup (p<0.05), en yüksek değerler 3. grupta saptandı. Bebek doğum kilosu bir, iki ve üçüncü grupta sırasıyla; 3480.76±431.75, 3373.20±846.83 ve 2497.05±859.83 gram olarak saptandı (p<0.05). Birinci dakika Apgar skoru değerleri sırasıyla; 8 (7-10), 8 (3-9) ve 6(3-9) olarak saptandı (p<0.05). pH değerleri sırasıyla 7.35±0.06, 7.25±0.11 ve 7.19±0.09 olarak, baz açığı (BA) değerleri -4.71±2.02, -6.53±3.98 ve -9.29±3.82 mmol/L olarak, EPO değerleri ise 30.0 (9.2-122), 62.5 (11.0-549) ve 167.4 (10.1-908) mU/ml olarak saptandı ve gruplar arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Spearman ikili bağıntı analizinde maternal yaş ile EPO değerleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. EPO değerleri ile sistolik, diastolik kan basıncı ve pCO2 değerleri arasında pozitif yönde, birinci ve beşinci dakika Apgar skoru, doğum kilosu, pH ve BA değerleri arasında ise negatif yönde anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç: Doğumda umbilikal arter EPO düzeyleri preeklampsinin şiddetiyle, perinatal hipoksinin klinik ve biyokimyasal belirleyicileri ile anlamlı bir ilişki göstermektedir. Bulgularımız eritropoetinin preeklampsinin neden olduğu kronik fetal hipoksinin biyokimyasal bir belirleyicisi olarak kullanılabileceği fikrini desteklemektedir.Article Preeklamptik ve Normal Gebelerde Ferritin Düzeyinin Karşılaştırılması(2004) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Şahin, Güler; Güvercinci, MehmetAmaç: Çalışmanın amacı, preeklamptik ve normal gebelerin kanındaki enzimatik olmayan endojen antioksidan düzeyinin (ferritin) incelenmesidir. Yöntem: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde yatırılarak takip ve tedavisi yapılan 83 preeklampsi olgusu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu çalışmaya dahil edildi. Çalışma grubunu oluşturan hastalardan hiçbiri gebelik süresince düzenli kontrole gelmemiş ve demir desteği almamıştı. Kontrol grubu gebeler de düzenli demir desteği almayan hastalardan seçildi. Çalışmaya dahil edilen olguların hemoglobin, hematokrit ve ferritin düzeyleri ölçüldü. Serum ferritin düzeyi Bio DPC firmasına (Los Angeles/USA) ait kitlerle (L2KFE2) IMMULITE 2000 cihazında Immunometric metoduyla değerlendirildi. Bulgular: Olguların hemoglobin ve hematokrit değerleri incelendiğinde her iki grubun benzer olduğu görüldü. Olguların ferritin değerlerine bakıldığında kontrol grubunda 11.5 (1-45.6) ng/ml, hasta grubunda 80 (12.5-1039) ng/ml idi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.001). Sonuç: Çalışmamız, preeklamptik gebelerde serum ferritin düzeyinin normal gebelere oranla anlamlı derecede yüksek olduğunu göstermiştir.Article Preeklamptik ve Sağlıklı Gebelerde Plasental Patoloji(2005) Üstün, Yusuf; Güvercinci, Mehmet; Üstün, Engin Yaprak; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Şahin; Uğraş, SerdarAMAÇ: Çalışmanın amacı, sağlıklı ve preeklamptik gebelerde plasental patolojiyi karşılaştırmaktır.MATERYAL ve METOD: Çalışmaya Ekim 2001 ile Eylül 2002 tarihleri arasında prospektif olarak, preeklampsi-eklampsi tanısı ile yatırılarak takip ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu dahil edildi. Plasentalar, makroskopik incelemesi yapıldıktan sonra, dokuz histolojik parametre dikkate alınarak ışık mikroskobunda incelendi. İstatistiksel işlemler; student t testi ve x2 (ki-kare) testi ile değerlendirildi.BULGULAR: Sinsityal düğümde artış, sitotrofoblastta proliferasyon, fokal perivillöz fibrin depolanması, villöz stromal fibrozis, uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, maturasyon, bazal membran kalınlaşması, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem çalışma grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, villöz stromal fibrozis, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem kontrol grubunda hiçbir hastada saptanmadı.SONUÇ: Preeklampsinin patogenezinde plasental patoloji önemli rol oynamaktadır.Other Servisit Olgularında Chlamydia Trachomatis, Mycoplasma Hominis Ve Ureplasma Urealyticum(2003) Deveci, Aydın; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Ümit; Üstün, Yusuf; Zeteroğlu, ŞahinAmaç: Klinik olarak servisit tanısı konulan olgularda Chlamydia trachomatis, Mycoplasma homiııis ve Ureaplasma urealyti-cum' un araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod: Yüzüncü yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvuran ve pelvik muayenesinde servisit tespit edilen cinsel yönden aktif, tek eşli 64 hasta çalışmaya alındı. C. trachomatis endoservikal örneklerde direkt floresan antikor (DFA) testi ile araştırılırken, M. hominis ve U. urealyticum ise endoservikal örneklerin Mycofast Evalution 2 test killerine ekimleri yapılarak araştırıldı. Bulgular: Olguların 24'ünde (%37.50) servikal erozyon tespit edildi. C. Trachomatis, M. hominis ve U. urealyticum' un oranı sırasıyla %17.19, %7.81 ve % 15.62 olarak saptandı. Erozyonu olan kadınlarda C. trachomatis sıklığı ise %41.67 olarak tespit edildi. Sonuç: Servisitin önemli bir etkeni olan C.trachomatis'in bölge-mizde yüksek bir prevalansa sahip olmadığı saptandı. Bununla beraber, özellikle erozyona eşlik eden servisit olgularında bu organizmanın yüksek prevalansa sahip olduğu göz önüne alınarak tedavinin bu etkene yönlendirilmesi tedavi-nin başarısı için önemlidir.Article Thanatophoric Dysplasia: a Case Report of Recurrence(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Şahin, Hanım Güler; Şengül, MuzafferThanatophoric dysplasia is a sporadic lethal neonatal dwarfism characterized by shortening of the limbs, macrocephaly, pear-shaped thorax and short ribs. It occurs with an estimated frequency of about 0.3-0.5 in 10000 births. The majority of cases are sporadic but rare reports of recurrence exist. We reported a case who had consecutive pregnancies with thanatophoric dysplasia diagnosed on antenatal ultrasound. In cases of consanguinous marriages with a history of malformed fetus like our case, genetic counselling should be arranged for their further pregnancy