Browsing by Author "Şahin, İdris"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Article Acil Servise Başvuran Zehirlenme Olgularımızın Geriye Dönük Olarak Değerlendirilmesi(2003) Eminov, Lokman; Gökdeniz, Erdem; Üstün, Yusuf; Şahin, İdris; Onbaşı, KevserAmaç: Zehirlenmeler, acil servislerde sık karşılaşılan önemli bir sağlık sorunudur ve ölümcül olabilmektedir. Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Acil Polikliniğine zehirlenme ile gelen olguların geriye dönük olarak analizi yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2000-Aralık 2001 tarihleri arasında Acil Polikliniğine zehirlenmeyle başvuran hastalar dahil edildi. Olguların demografik verilerinin yanı sıra toksik maddenin alım yolu, alım niyeti, toksik maddenin türü morbidite ve mortalite oranları kaydedildi. Bulgular: Bu dönemde hastaneye başvuran 21396 olgunun 529'u zehirlenme olgusuydu. Hastalarımızda kadın/ erkek oranı 317/212 (1.49) olarak bulundu. Olguların büyük bir kısmını 15-25 yaş grubu kişiler oluşturmaktaydı. Toksik maddeler %58.2 olguda intihar amacı ile, %38.9 olguda kaza ile %2.9 olguda ısırma-sokma ile alınmıştı. Yine toksik maddenin alım yolu %88 vakada sindirim, %6 olguda solunum yoluydu. Zehirlenmelerin %49.9'u ilaçlarla meydana gelmişti. Dikkat çeken bir diğer etiyolojik ajan da organofosfat (OF) bileşikleriydi. Tüm olguların %17.8'i OF zehirlenmesiydi. İlaç zehirlenmelerinde en sık görülen ajanlar antidepresanlar, analjezikler ve antipsikotiklerdi. Olgularımızın %70.8'ine gastrik dekontaminasyon uygulanmıştı. Vakalarımızın 51'i (%9.64) Yoğun Bakım Ünitesine (YBÜ) alınmış, 16'sı (%3.02) ise ex olmuştu. Sonuç: Zehirlenme hayati tehlike arz eden acil durumlardan biridir. Bu amaçla halk eğitimine ağırlık verilmesi, acil ve yoğun bakım birimlerinde çalışan personelin zehirlenme konusunda eğitilmesi, bu birimlerin zehirlenmelere karşı hazır tutulması, iyi donatılması, zehirlenme olgularının mortalite ve morbiditesini önlemek için faydalı olacaktır.Other Bir Olgu Nedeniyle Antikolinerjik Sendrom(1999) Onbaşı, Töre Kevser; Şahin, Güler; Onbaşı, Okan; Üstün, Yusuf; Şahin, İdris; İnan, KadriyeAntikolinerjik sendrom, bazı göz damlaları, uyku ilaçları, antidepresanlar, antiemetikler, antihistaminikler, kas gevşetici ilaçlar, antipsikotikler, karbamezepin gibi antikonvülzanlar, benztropin ve triheksifenidil gibi antiparkinson ilaçların fazla dozda kullanımının yanı sıra hyoscyamus niger gibi bazı otların yenilmesiyle de oluşabilir. Antikolinerjik sendrom, asetilkolinin santral ve periferik etkilerinin blokajı sonucu oluşur: Psikoz, delirium, nöbet, yüzde kızarıklık, müköz membranlarda ve ciltte kuruluk, hiperpireksi, taşikardi, azalmış gastrointestinal motilite, dilate pupiller ve üriner retansiyonla karakterizedir. Antidotu fizostigmindir. Bu yazıda Tip II diyabetli bir hastanın kan şekerini düşüreceği ümidiyle yemiş olduğu \"Hireberg Otu\"nun (Hyoscyamus Niger) hastada yaptığı klinik tablo sunulmuştur.Article Diyaliz Hastalarında Gebelik Olgularının Değerlendirilmesi ve Literatür Sunumu(2004) Melek, Yasin; Güler, Hasan; Eminbeyli, Lokman; Şahin, İdris; Zeteroğlu, ŞahinKronik böbrek yetmezliği hipotalamo-hipofizer-ovaryan aksı etkileyerek infertiliteye yol açmaktadır. Diyaliz tedavisi gören hastalarda gebe kalma oranı düşük olup, yıllık insidansı %0.5-1.4 arasında değişmektedir. Diyaliz tedavisi gören hastalarda gebelik oranlarının düşük olması nedeniyle çoğu ünitenin bu konudaki bilgisi sınırlıdır. Bu çalışmada Ocak 2002-Aralık 2003 tarihleri arasında Van Yüksek İhtisas Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hemodiyaliz ve Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi Unitesi'nde diyaliz tedavisi gören olgularda gözlenen üç gebelik olgusu değerlendirilerek bu konudaki literatür bilgileri ile karşılaştırıldı. Diyalize giren gebe hastalarda literatür bilgilerinin ve tedavi kılavuzunun sunulması amaçlandı.Article Hemodiyaliz Hastalarında Hcv Enfeksiyonunun Serum Lipid Profili Üzerine Etkileri(2010) Şahin, İdris; Şahin, Hüseyin Avni; Eminbeyli, Lokman; Kaba, İsmetAMAÇ: Hemodiyaliz (HD) hastalarında hepatit C virüs (HCV) enfeksiyonunun serum lipid düzeyleri üzerine etkilerini araştırmak.GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya iki aydan uzun süredir HD tedavisi gören 108 hasta dahil edildi. Hastalar HCV pozitif ve negatif omak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grubun serum total kolesterol (TK), trigliserid (TG), yüksek yoğunluklu lipoproteinler (HDL), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), ve çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) düzeyleri karşılaştırıldı.BULGULAR: Olgularımızın 55'i (%58 E) anti-HCV (-) ve 53'ü (%64 E) anti-HCV(+) idi. Anti- HCV(-) grubun yaş ortalaması 43±16 yıl ve HD süresi 20±16 ay iken anti-HCV(+) grupta bu değerler sırası ile 43±14 yıl ve 50±32 ay idi. Yaş ve cinsiyet yönünden her iki grup benzer iken HCV(+) grupta HD süresi daha uzun idi (p<0,0001). Hastaların TK düzeyleri karşılaştırıldığında anti-HCV(-) grupta 148±42 mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 129±27 mg/dl idi. Gruplar arasındaki fark anlamlı idi (p=0,006). Anti-HCV negatif grupta TG düzeyleri 162±64 mg/dl iken anti-HCV pozitif grupta 137±55 mg/dl saptandı. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,032). Anti-HCV(-) grupta ortalama HDL düzeyleri 36±11mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 32±11 mg/dl idi. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0,036). Her iki grubun hem LDL hem de VLDL düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmamızda, serum ALT düzeyleri ile serum lipid düzeyleri arasında herhangi bir istatistiksel ilişki saptanmazken; serum AST düzeyleri ile TK, TG ve HDL düzeyleri arasında anlamlı korelasyon saptandı. Serum AST değeri >30 iü/dl ve <30 iü/dl olan hastalar karşılaştırıldığında ortalama serum TK, TG ve VLDL düzeyleri, AST >30 olan grupta istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük saptandı.SONUÇ: Hemodiyalize giren HCV (+) hastalarda serum TK, TG ve HDL düzeyleri HCV (-) hastalara göre daha düşüktür. Serum AST düzeyleri arttıkça TK, TG ve VLDL düzeyleri azalma eğiliminde idi.Other İsradipinin Antihipertansif Etkinliği ve Bazı Böbrek Fonksiyon Göstergelerine Etkisi ve Yan Etki Profili(2000) Onbaşı, Okan; Özel, Yıldız; Şahin, İdris; Onbaşı, Kevser; İnan, Kadriyeİsradipin, hafif ve orta derecede hipertansiyonda kullanılan, dihidropiridin grubu yeni bir kalsiyum antagonistidir. Bu çalışmada, hafif ve orta derecede primer hipertansiyonlu 18 hastada 12 hafta süre ile günde tek doz, oral 5 mg yavaş salınımlı isradipin kullanıldı. İsradipinin; antihipertansif etkinliğinin yanında glomerular filtrasyon hızına (GFR), renal sodyum ekskresyonuna etkisi ve isradipin kullanımı sırasında görülen yan etki profili araştırıldı. Sonuçta, belirgin antihipertansif etkileri dışında, glomerul filtrasyon hızında ve 24 saatlik idrarda sodyum atılımında istatistiksel olarak anlamlı olmayan artışlar saptandı. Üç ay süre ile isradipin kullanan hastalarda İsradipinin kalp ritmi üzerine olumsuz bir etkisi saptanmadı. İlacın kullanıldığı süre içinde %12 oranında ilacı kesmeyi gerektirecek flushing, baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı görüldü ve bu yan etkinin diğer dihidropiridin kalsiyum antagonistlerinde de olduğu gibi aşırı vasodilatasyona bağlı olarak geliştiği düşünüldü. Bunun dışında önemli bir yan etki görülmedi.Other İsradipininin Lipid Profili Üzerine Etkileri(2000) Onbaşı, Töre Kevser; Onbaşı, Okan; Özel, Yıldız; Şahin, İdrisİsradipin, sistemik hipertansiyon tedavisinde kullanılan dihidropiridin grubu bir kalsiyum kanal blokeridir. İsradipinin çok az oranda myokard depresan etkisi, koroner, serebral ve iskelet kaslarına selektif etkisi ve potent vazodilatotör etkileri gibi avantajları mevcuttur. Bu ilacın uzun süreli bir diüretik ve natriüretik etkisinin yanısıra muhtemel bir antiaterojenik etki potansiyeli vardır ve lipid profilini olumsuz etkilemez. İsradipinin lipid profili üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla yaşları 29-64 arasında değişen (ortalama yaş: 49,21±5,23) ve hipertansiyonu olan 19 kadın ve 6 erkek hasta çalışmaya alınmıştır. İsradipinle tedavi ile 12 hafta sonunda kan basıncı değerleri belirgin düşerken, lipid parametreleri hafifçe düşmüştür.Other Katastrofik Antifosfolipid Sendromu(2001) Onbaşı, Töre Kevser; Onbaşı, Okan; Şahin, İdris; İnan, KadriyeKatastrofik antifosfolipid sendromu tekrarlayan düşükler, arteryel ve venöz trombozlar, tormbositopeniye ilaveten geniş vasküler tıkanıklıklar, akselere veya malign hipertansiyon, renal yetersizlik, deri ülserleri ve gangrenlerle birlikte olabilen bir klinik tablodur. Primer veya sekonder olabilir. Sekonder tablolar sıklıkla bağ dokusu hastalıkları [özellikle sistemik lupus eritematoz (SLE), lupus like sendromu], Behçet hastalığı, bazı infeksiyonlar, bazı ilaçların kullanımında görülebilir. İster primer ister sekonder antifosfolipid sendromu (AFS) olsun tedavide mutlaka antikoagülan ve antiagregan verilmelidir. Eğer tablo sekonder AFS ise tedaviye kortikosteroid ilave edilebilir. Biz bu yazımızda kliniğimize sistemik lupus eritematoz seyrinde ortaya çıkan, akselere hipertansiyon, tekrarlayan iskemik serebrovasküler inme, parmak amputasyonlarının eşlik ettiği katastrofik antifosfolipid sendromu olgusunu tartıştık. Hastamız steroid, warfarin ve aspirin ile başarılı bir şekilde tedavi edildi.Article Kontrast Madde Nefropatisinin Önlenmesinde Dopamin Kullanımı(2004) Karakuş, Hayriye; Şafak, Alp Alper; Bicik, Zerrin; Şahin, İdrisAmaç : Kontrast madde nefropatisinin (KMN) literatürde çok çeşitli tanımı mevcuttur. En sık kabul gören tanımı, kontrast madde alımından 48-72 saat sonra serum kreatinin değerinde yükselme olarak kabul edilmektedir. Kontrast nefropatisi, tanısal veya girişimsel amaçlı kontrast madde kullanımı sonucu özellikle diyabetes mellitus, hipertansiyon, hipovolemi gibi risk taşıyan kişilerde görülmektedir. Çalışmamızda dopaminin. KMN proflaksisi için kullanılabilirliğini incelemeyi amaçladık. Yöntem ve gereçler : Çalışmaya Radyoloji Ünitesine başvuran kontrast kullanan 60 hasta dahil edildi. Olguların üçü uyumsuzluk nedeni ile çalışma dışı bırakıldı. Olgular iki gruba ayrıldı. Birinci gruba %5 Dext-roz solüsyonu içinde 0.2 mgr/kg/dk hızında dopamin infüzyonu yapıldı, ikinci gruba dopamin olmaksızın sadece %5 Dextroz solüsyonu aynı dozda verildi. Her iki gruba da kontrast kullanımını takiben 6 saat süre içinde verildi. Olgulardan BUN, kreatinin, ürik asit tayini için 6. ve 72. saatte kan örnekleri alındı. Bulgular: Her iki grubun sonuçları karşılaştırıldı. Ayrıca riskli olan ve olmayan gruplar da kendi arasında karşılaştırıldı. Plasma kreatinin düzeyi birinci grupta belirgin olarak yükseldi (p=0.04). Diyabetes mellitus, hipertansiyon, piyelonefrit, ürolitiyazis, konjestif kalp yetmezliği, nefrotoksik ajan kullanımı risk faktörü olarak kabul edildi. Rsik faktörleri hastaların öykülerinden belirlendi. Diyabetli, piyelonefritli ve konjestif kalp yetmezliği olan hasta sayısı subgrup analizi için yeterli sayıda değildi. Dopamin almayan hipertansif hasta grubunda serum kreatinin düzeyleri dopamin alanlara göre istatistiksel olarak anlamlı olmaya yakın derecede artmıştı (p=0.07). Nefrotoksik ilaç alım öyküsü olan ve dopamin almayan olgularda serum kreatinin düzeyi dopamin alanlara göre anlamlı derecede yüksek saptandı (p=0.02). Kontrast maddenin ürolitiyazis üzerinde etkisi görülmedi. Sonuçlar : Dopamin, KMN proflaksisinde, özellikle riskli hastalarda kullanılabilecek bir ajandır. Ancak kesin bir sonuca varabilmek için geniş serili özellikle riskli hastaları içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.specialization-in-medicine.listelement.badge Kronik Böbrek Yetmezliğinde Çölyak Hastalığı Prevalansı ve Çölyak Hastalığı Saptanan Olgularda Çölyak Hastalığının Beslenme Parametreleri, Anemi ve Sekonder Hiperparatiroidi Üzerine Etkisi(2004) Şahin, İdris; Erkoç, RehaÖZET: Çölyak sprue veya ÇH'ı, buğday, arpa, çavdarda gibi tahıllarda bulunan gluten proteinin alımını takiben ince barsak mukozasındaki inflamatuvar hasar sonucu gelişen malabsorbsiyonla karakterize bir tablodur. ÇH'ı geniş klinik semptomatolöjiye sahiptir. Başta gastrointestinal sistem olmak üzere diğer tüm sistemleri etkileyebilmektedir. Anemi (demir, folik asit, B12 vitamini), malabsorbsiyon, osteomalasi, osteoporoz, sekonder hiperparatiroidiye, tekrarlayan düşükler, büyüme gelişme geriliği, infertilite, gibi birçok klinik tabloya neden olabilmektedir. KBY, geri dönüşümsüz nefron kaybı sonucu tüm organ ve sistemleri etkileyen bir sendromdur. KBY' de de gastrointestinal sistem etkilenebilmektedir. Ayrıca sekonder hiperparatiroidi, malnutrisyon, anemi (eritropoetin, demir, folik asit, B12 vitamin eksikliklerine bağlı) görülebilmektedir. Öte yandan KBY' ye neden olan bazı glomerulopatilerde ve tip 1 diyabette artmış oranda ÇH'ı bklikteliğinin bildirilmesi, ÇH'ı ve KBY'de benzer semptomların görülmesi üzerine KBY hastalarında ÇH'ı sıklığını araştırmayı amaçladık. Ayrıca ÇH'ı saptanan olgularda ÇH'ımn sekonder hiperparatiroidi, anemi, beslenme parametreleri (dbümin, kolesterol, vb..) üzerine etkilerini incelemeyi araştırmayı amaçladık. Bu çalışma Yüzüncü Yıl üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Nefroloji Kliniğinde gerçekleştirildi. Çalışmaya Van ve çevre illerde HD'e giren, SAPD tedavisi gören ve prediyaliz evrede izlenen KBYTi hastalar dahil edildi. Ayrıca 81 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. KBY tanısı anmanez, fizik muayene ve laboratuvar testleri ile konuldu. Serum kreatinin değeri 2.0 mg/dl'nin altında olan olgular çalışma dışı bırakıldı. ÇH tanısı EMA antikor pozitifliği ile konuldu. EMA pozitif saptana olgulara üst gastrointestinal sistem endoskopisi ve endoskopik biyopsisi yapıldı. İnce barsak biyopsisinde alman materyal hematoksilen-eozin ile boyandı. Çalışmamıza 116'sı kadın 135'i erkek toplam 251 KBY olgusu ve 31'ikadın; 50'si erkek toplam 81 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. KBY'li olgularımızın 122'si HD'e girmekte; 56 olgu SAPD tedavisi görmekte iken geri kalan 73 olgu ise prediyaliz dönemde takip edilmekteydi. Hiçbir sağlıklı kontrol olgusunda EMA pozitifliğine rastlanmazken; KBY'li olgularımızın altısında EMA pozitif saptandı. KBY'de ÇH'ı prevalansı %2.39 olarak bulundu. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı idi (pO.0001). EMA pozitif saptanan 'olguların tümü kadındı. Cinsiyetlerine göre değerlendirildiğinde EMA pozitifliği kadınlarda erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede artmıştı (p=0.007). KBY'li olgularımızın yaş ortalaması 46.4 ± 16.1, kontrol grubunun 45.4 + 14.4, ve EMA pozitif saptanan olguların ise 41.0±1 1.9 yıl idi. Her üç grubun yaş ortalamaları arasında anlamlı fark saptanmadı. EMA pozitifliği tespit edilen KBY'li olguların tümünde endoskopik muayene ve ince barsak biyopsi sonuçlan ÇH'ı ile uyumlu geldi. EMA pozitif saptanan olguların tümünde belirgin 47gastrointestinal sistem yakınmaları mevcuttu. ÇH'ı saptanan ve saptanmayan olguların albumin, kolesterol, karaciğer fonksiyon testleri, PTH, Ca, P, hemoglobin düzeyleri arasında farklılık vardı ancak istatistiksel olarak fark anlamlı değildi. Sonuç olarak; KBY'si olan hastalarda ÇH'ı sıklığı sağlıklı populasyona göre anlamlı derecede artmıştır. ÇH'ı kadınlarda daha belirgin görülmektedir. Bu nedenle KBY tanısı konulan, özellikle beslenme bozukluğu ve sekonder hiperparatiroidi uyumlu bulguları olan hastalarda tarama testi olarak EMA bakılmalıdır. Ayrıca, ÇH'ı saptanan KBY'li olgularda ÇH'mda görülebilen diğer komplikasyonlann eşlik edebileceği için daha ayrıntılı olarak değerlendirilmeleri gereklidir. 48Article Kronik Böbrek Yetmezlikli Olgularda Tiroid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi(2003) Şahin, İdris; Mercan, Ridvan; Erkoç, Reha; Doğan, Koca; Eminov, Lokman; Üstün, Yusuf; Atış, EmrullahAmaç: Kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı konulan olgulardaki tiroid fonksiyon testleri ve tiroid otoantikor seropozitifliğini sağlıklı kontrollerle karşılaştırmak. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği ve Nefroloji Kliniğine Ağustos 2001- Haziran 2002 tarihleri arasında başvuran KBY’li 216 olgu ile 87 sağlıklı kontrol dahil edildi.Bulgular: Olgularımızın 92’si kadın, 124’ü erkekti ve yaş ortalaması 48.4 ± 16.9 idi. Kontrol grubunun ise 37’si kadın, 50’si erkek ve yaş ortalaması 46.9±17.2 idi. KBY’li olguların 81’i hemodiyaliz (HD), 17’si periton diyalizi (PD), 118’i ise prediyaliz dönemdeydi. KBY’li olgularımızda %3.3 hipertiroidizm,%10.2 hipotiroidizm saptanırken bu oranlar kontrol grubunda sırasıyla %1.2, 3.5 olarak bulundu. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularda anti-tiroglobulin (anti-TG) antikor sıklığı %12.4 iken anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) antikor sıklığı %14.3 idi. Bu oranlar sağlıklı kontrollerde her iki antikor için %1.2 olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularımızda tiroid stimulan hormon (TSH), total T4 (TT4), serbest T4 (ST4) düzeyleri ile sağlıklı kontrollerdeki düzeyler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamışken; total T3 (TT3) ve serbest T3 (ST3) düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark mevcuttu (p<0.031, p<0.043).Sonuç: KBY olgularında tiroid fonksiyon testlerinde önemli değişiklikler olmaktadır. KBY’li olgularda hipotiroidizm, hipertiroidizm ve tiroid oto-antikor pozitifliği belirgin olarak artmaktadır.Article Metanol İntoksikasyonu Olgularında Klinik Özellikler ve Mortalite Üzerine Etkin Faktörlerin İncelenmesi(2003) Şahin, İdris; Karaman, Ece; Eminov, Lokman; Gökdeniz, Erdem; Mercan, Ridvan; Üstün, Yusuf; Arıkan, RamazanMetanol zehirlenmesi seyrek görülen ancak görüldüğünde ölümcül olabilen zehirlenme tablosudur. Bu çalışmada, Van yöresinde metanol zehirlenmesi tanısı konulan hastaların klinik ve demografik özellikleriyle, mortalite ve morbidite üzerine etkin faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran, metanol zehirlenmesi tanısı konulan 15 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Metanol zehirlenmesi tanısı konulan 15 olgunun 14'ü (% 93.3) erkek, 1 'i (% 6.7) kadındı. Yaş ortalaması 24.5 ( 9.7 (18-50) olarak bulundu. Olgularımızın 14'ü (% 93.3) kaza sonucu, biri (% 6.7) intihar amacı ile metanol almıştı. Vakalarımızın 6'sı (% 40) alkol bağımlısıydı. Olgularımız, metanol alımını takiben ortalama 9.4 ( 5.3 saat sonra hastanemize başvurmuşlardı. Hastaların geliş anında ortalama pH değeri 7.12 ( 0.27 olarak bulundu. Olgularımızın 6'sında (% 40) geliş anında arter kan gazı pH değeri 7.05'in altındaydı. Hastaneye başvuru anında en sık rastlanan şikayetler sırasıyla: Asemptomatik: 6 olgu (% 40), baş ağrısı, bulantı-kusma: 9 olgu (% 60), bulanık görme: 7 olgu ( % 46.7), karın ağrısı: 5 olgu (% 33.3), hipersalivasyon: 4 olgu (% 26.7), koma: 2olgu (% İ3.3) ve omuz ağrısı: 1 olgu (% 6.7). Olgularımızın 6'sı (% 40) öldü. Bir olgumuzda (% 6.7) kalıcı görme kaybı gelişti. Geri kalan 8 olgu (% 53,3) tam olarak iyileşti. Metanol zehirlenmesi ölümcül seyredebilen, erkeklerde daha sık görülen bir zehirlenme tablosudur. Metanol zehirlenmesi olgularında, arter kan gazı pH değeri 7.05'in altında ise olayın ölümcül seyredebileceği unutulmamalıdır.Article Natural Anticoagulants in Preeclampsia(2003) Şahin, İdris; Şahin, H. Güler; Onbaşı, Kevser; Şahin, Hüseyin AvniNormal gebelerle preeklampsi tanısı konmuş gebelerin serum doğal antikoagulan (protein C, protein S, antitrombin III) seviyelerini kıyaslamak ve doğal antikoagulanların eksiklikleri nedeniyle oluşabilecek hiperkoagulabilitenin preeklampsi etiolojisinde bir etken olup olmadığını araştırmak amaçlandı. Benzer yaş ve gestasyonel yaştaki 40 preeklampsi tanısı konmuş gebe ile üçüncü trimesterde ki 20 normal gebenin protein C, protein S ve Antitrombin III seviyeleri ölçüldü. Mann Witney U ve Ki kare testi kullanılarak veriler arasında anlamlı bir fark olup olmadığı araştırıldı. P<0.05 değeri anlamlılık sınırı olarak kabul edildi. Çalışma grubunu oluşturan preeklampsi tanısı konmuş gebelerin ortalama protein C düzeyi %103.95, protein S düzeyi %106.75 olup, kontrol grubunda bu değerler sırayla % 109.60, %116.49 olarak ölçülmüştür. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark mevcut değildir (p=0.263, p=0.310). Ortalama serum antitrombin III seviyeleri ise çalışma grubunda %92.43, kontrol grub unda %104.50 olarak ölçülmüştür ve arada istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttur (p=0.008). Düşük serum antitrombin III seviyeleri neticesinde meydana gelebilecek hiperkoagülabilite preeklampsi patogenezinde bir etken olabilir.Article Van Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Hastaların Demografik Özellikleri(2004) Şahin, İdris; Şahin, Hüseyin Avni; Sucaklı, Mustafa Haki; Gülümser, Selçuk; Onbaşı, Okanİkinci basamakta iç hastalıkları polikliniğine başvuran hastaları inceleyerek sık rastlanan hastalıkları saptamak ve sık görülen hastalıklara karşı strateji belirlemek amaçlandı: Bu araştırma Van Devlet Hastanesi İç Hastalıkları polikliniğine 1 Ocak ile 31 Aralık 2001 tarihleri arasında başvuran 6176 hastanın prospektif olarak değerlendirilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Hastalar tanılarına göre gruplandırıldı. Birinci basamakta çözülebilecek sorunlar sıklığına göre şöyle sıralanmakta idi: Peptic ulcus ve gastrit 1005(%16,27), ÜS-YE 622(%10,07), İYE 237(%3,84), hipertansiyon 210(%3,40), bronşit 68(%1,10), depresyon, anxiete ve konversiyon 47(%0,76), gastroenterit 37(%0,60), parazitoz 21(%0,34), sağlam 17(%0,28), obezite 14(%0,23), konstipasyon 13(%0,21), hemoroid 11(%0,18), lumbalji 9(%0,15), osteoporoz 8(%0,13) ve dermatit 5(%0,08). iç hastalıkları polikliniğine başvuran 2337 hasta (%37.84) birinci basamakta çözülebilecek sorunları nedeniyle ikinci basamağa başvurmuş idi. Hastaların 591'i (%9.57) başka bölümlere sevk edilirken, 263'üne (%4.26) yatış verilmiş, 487'si (%7.89) ise Üniversite yada İhtisas hastanelerine sevk edilmişti. Öte yandan İç Hastalıkları polikliniğine başvuran araştırma kapsamındaki hastaların 5596'sı (%90.61) birinci basamağa hiç uğramadan ikinci basamağa doğrudan başvuru yapmış idi. Araştırma sonuçları ikinci basamağa başvuran hastaların %37.84'inin birinci basamakta sorunlarını çözebilecekleri halde gereksiz yere ikinci basamağa baş vurduklarını göstermektedir. İkinci basamağa gereksiz başvuruları azaltmak için halk eğitimine önem verilmeli.birinci basamakta görev alacak hehimler sık görülen hastalıklar konusunda eğitilmeli böylece bu hastalıklarla karşılaştıklarında doğru yaklaşım gösterebilmeli.