Browsing by Author "Şekeroğlu, M. Ramazan"
Now showing 1 - 18 of 18
- Results Per Page
- Sort Options
Other Böbrek Hasarı Markerlerinin Değerlendirilmesinde 24 Saatlik ve Spot İdrar Kullanımı Arasında Fark Var Mıdır(2001) Şekeroğlu, M. Ramazan; Dülger, Haluk; Noyan, TevfikBu çalışmada, böbrek hasarı markerlerinden, N-asetil-beta-D-glukozaminidaz (NAG), mikroalbumin(MAU) ve beta-2 mikroglobulin (b2M) 'in 24 saatlik ve spot idrar değerleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu amaçla, 30 tip 2 diyabetik hastadan 24 saatlik idrar ve ayrıca spot idrar numuneleri toplanmış ve bu numunelerde NAG, b2M ve MAU değerleri ölçülmüştür. Daha sonra 24 saatlik ve spot idrar değerleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. Yapılan değerlendirmede, 24 saatlik NAG ile spot NAG ve 24 saatlik MAU ile spot MAU değerleri arasında anlamlı korelasyon bulunurken (sırasıyla, r = 0,403; p=0,027; r = 0,94; p = 0,001), 24 saatlik b2M ile spot b2M arasında anlamlı korelasyon gözlemlenmemiştir (r=0,137; p = 0,472). Bu çalışmanın sonuçları böbrek hasarı markerlerinden NAG ve MAU'nün daha pratik olması açısından 24 saatlik idrar yerine spot idrarda da ölçülebileceğini, ancak b2M'in 24 saatlik ve spot idrar sonuçlarının birbiriyle uyumlu olmadığını göstermiştir.Other Bronş Astmalı Olgularda Serum Lipid Düzeyleri(1997) Gülsün, Abdullah; Gencer, Mehmet; Ceylan, Erkan; Kara, Mehmet; Aslan, Recep; Şekeroğlu, M. Ramazan; Tarakcioglu, MehmetBu çalışma bronş astmalı hastaların serum lipid seviyelerini incelemek amacıyla yapıldı. Çalışmada 61 bronş astmalı hasta (34 erkek, 27 kadın) ile 32 sağlıklı kişinin (19 erkek, 13 kadın) serum total kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol, LDL kolesterol seviyeleri tespit edildi. Her iki gruba ait bireylerin PEF ölçümleri yapıldı. Bronş astmalı hastalarda ortalama HDL-kolesterol seviyesi kontrol grubundan düşük, trigliserid seviyesi yüksek bulunmasına rağmen istatistiksel açıdan önemli bir fark yoktu (p>0.05). Diğer parametrelerde de iki grup arasında önemli bir fark bulunmadı (p>0.05). Hasta grubuna ait PEF değerleri ile lipid parametreleri arasında önemli bir korelasyon gözlenmedi (p>0.05). Sonuç olarak, bronş astmalı hastaların lipid metabolizmalarında lipid parametrelerini etkileyecek oranda önemli bir değişikliğin olmadığı kanaatine varıldı.Other Effect of Acute and Regular Exercise on Antioxidative Enzymes, Tissue Damage Markers and Membran Lipid Peroxidation of Erythrocytes in Sedentary Students(1998) Meral, İsmail; Bayıroğlu, Fahri; Şekeroğlu, M. Ramazan; Tarakcioglu, Mehmet; Aslan, Recep15 healthy sedentary men, 19-25 years old an did not have any programmed physical activity, were studied. The subjects were asked to run submaximal 15-20 min every day for 5 weeks. Erythrocyte lipid per-oxidation, Superoxide dismutase (SOD), glu-tathione peroxidase (GSH-Px) activities and glucose and uric acid levels were determined in blood samples which were taken before and immediately after acute exercise and after the end of 5-week training program. Malonaldialdehyde (MDA), sing of lipid perox-idation, creatin phosphokinase (CK), CK-MB, lactate dehydrigenase (LDH) concentrations increased (p<0.0001, p<0.01, p<0.05, p<0.05, respectively) and GSH-Px and SOD activities decreased significantly (p<0.0001 and p<0.05, respectively) after acute exer-cise. Although MDA level after the 5 week training program was lower than the MDA level after acute exercise period, it was still higher than sedentary period (p<0.01). GSH-Px activity after the 5-week training program was significantly higher than this of seden-tary period (p<0.0001). SOD activity after S-week training program was also higher than this of sedentary period but it was not statis-tically significant (p>0.05). We also found that uric acid and glucose levels increased immediately after acute exercise (p<0.05), but there was no significant differences between uric acid and glucose levels of seden-tary and training period. It is concluded that acute exercise causes oxidative stress in sedentary men. Thus irregular exercise, "weekend physical activities", may be harmful in contradiction with the common concept. On the other hand, regular exercise may pre-vent this deleterious condition by decreasing lipid peroxidation, augmenting antioxidant system and decrease the exercise-induced muscle damage.Other The Importance of Creatine Phosphokinase (Cpk) and Lactate Dehydrogenase (Ldh) in the Early Diagnosis of Testicular Torsion(1998) Odabaş, Öner; Kara, Mehmet; Topal, Selim; Aydın, Sabahattin; Şekeroğlu, M. Ramazan; Tarakcioglu, Mehmet; Yılmaz, YükselWe aimed to reveal the value of serum CPK and LDH levels in he early diagnosis of testicular tortion in this study. 15 adult male New Zealand rabbits were divided into 2 groups. The first group included 7 animals that experienced sham operation and approved as control animals. In the second group (n=8), the left testes were just twisted 720 degrees and fixed by a transmesorchial suture like Ryan described. Blood samples were obtained by venapuncture at O, 4, 8, 24 hours and 4 weeks in each group; creatine phosphokinase (CPK) and lactate de-hydrogenase (LDH) were determined. There was slight increase in LDH level in the second group but not statistically significant (p>0.05). On the other hand, significant increase in CPK levels (p>0.05) in 4 hours after torsion were seen (mean 6297±2012 compared to the level in the first sample, 2768±982). CPK tended to decrease after 8 hours (mean 4459±1867). No significant alterations were noted in both enzyme levels in those having sham operation (p>0.05). Thus, determination of serum CPK may be an auxiliary alternative in the diagnosis of testicular torsion.Article Kalp Yetmezliği ile Serum Leptin Düzeyi Arasındaki İlişki(2003) Şekeroğlu, M. Ramazan; Dülger, Haluk; Yalçınkaya, Ahmet; Eryonucu, Beyhan; Akpolat, Tuba; Noyan, TevfikAmaç: Vücudun enerji depolan ile ilgili bilgiyi beyne ulaştıran ve obesite geninin ürünü olan leptin hipotalamusu etkileyen protein yapıda bir hormondur. Leptin reseptörleri, aralarında kalp kası da bulunan birçok dokuda bulunmaktadır. Son zamanlarda leptinin kalp yetmezliği ile ilişkisini gösteren çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Çalışmamızda serum leptin düzeyi ve kalp hızı değişkenliği (KHD) parametreleri ile olan ilişkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya New York Heart Association sınıflamasına göre 4 farklı evreden 10'ar hasta olmak üzere toplam 40 hasta alınmıştır. Ayrıca bu hasta gruplarıyla karşılaştırmak amacıyla 10 adet sağlıklı bireyden oluşan kontrol grubu oluşturulmuştur. 24 saatlik holter kayıtlarından elde edilen KHD'nin zaman-alan parametreleri saptanmış ve leptin düzeyi ile olan ilişkileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Leptin düzeylerinin evre III ve IV kalp yetmezliği gruplarında evre I'e göre anlamlı olarak (sırasıyla p<0.05 ve p<0.01) azaldığı saptanmıştır. Ayrıca KHD parametreleri ile leptin düzeyi arasında pozitif korelasyon gözlenmiştir. Sonuç: Kalp yetmezliğinin ileri evrelerinde serum leptin düzeyleri azalmış olup, bunun da artan sempatik aktivite ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür.Other Kanserli Hastalarda Kemoterapinin Lipid Peroksidasyonu Üzerine Etkisi(2002) Dülger, Haluk; Alıcı, Süleyman; Noyan, Tevfik; Şekeroğlu, M. Ramazan; Yalçınkaya, AhmetSerbest radikaller ve bu radikallerin etkisiyle oluşan lipid peroksitlerinin pek çok hastalığın patogenezinde rol oynadığı bilinmektedir. Bu çalışmada kanser tanısı konmuş ve önceden kemoterapi ve radyoterapi almamış 21 hastada tedavi öncesi ve ikinci kemoterapi siklüsü sonrası olmak üzere lipid peroksidasyon Ürünlerinden serum malonildialdehit (MDA), glukoz, t. protein ve trigliserid düzeyleri araştırılarak kontrol grubu serum MDA, glukoz, t. protein ve trigliserid düzeyleri ile karşılaştırıldı. Hasta ve kontrol gruplarının 10'u erkek, 11'i kadındı. Yaş ortalaması (yıl olarak) hasta grubunda 52.61±15.68, kontrol grubunda ise 47.00±4.37 idi. Hastaların %39'u gastrointestinal sistem tümörü, %34'ü meme tümörü ve %27'si diğer tümörlere sahipti. Hasta grubunda tedavi öncesi ve ikinci siklüs kemoterapi sonrası ortalama MDA düzeyleri sırasıyla 9.01±2.52 nmol/ml ve 8.90±2.74 nmol/ml idi. Kontrol grubunun ortalama MDA düzeyi 3.94±1.41 nmol/ml idi. Hasta grubunda tedavi öncesi ve ikinci siklüs kemoterapi sonrası MDA düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Kontrol grubu ile hasta grubu MDA düzeyleri istatiksel olarak karşılaştırıldığında anlamlı fark saptandı (p<0.001). Bu çalışma kanserli hastalarda serum MDA düzeylerinin sağlıklı bireylere göre belirgin olarak yüksek olduğunu, ancak iki kemoterapi seansı sonunda serum MDA düzeyinde anlamlı bir değişikliğin olmadığını göstermiştir.Other de Lorme ve Oxford Egzersizlerinin Koroner Kalp Hastalığı Risk Faktörleri Üzerine Etkileri(1997) Büyükbeşe, Ali; Adak, Burhan; Celik, Ismail; Şekeroğlu, M. Ramazan; Kara, Mehmet; Tarakcioglu, Mehmet; Tekeoglu, IbrahımBu çalışmanın amacı, izotonik konsantrik tipteki De Lorme ve Oxford egzersizlerinin koroner risk faktörleri üzerine etkilerini araştırmaktı. Çalışmaya, 20 gönüllü, erkek, üniversite öğrencisi katıldı. Öğrenciler iki gruba ayrılarak 10 kişilik bir gruba günde bir defa olmak üzere bir ay süreyle De Lorme tekniğine göre, diğer gruba ise Oxford tekniğine göre quadriceps egzersizi yaptırıldı.' Egzersiz sonunda her iki grup için kan lipid değerlerinde istatistiksel açıdan önemli bir değişiklik gözlenmedi (p>0.05). Glukoz değerleri Oxford grubunda, egzersiz sonunda biraz yükseldi ancak, bu artış da önemsizdi (p=0.059). Egzersiz sonunda yalnızca Oxford grubundaki deneklerin fibrinojen değerlerinde önemli bir azalma oldu (p<0.05). Sonuç olarak, ağırlık azaltılarak yani Oxford tekniğine göre yapılan egzersizin kan fibrinojen düzeyinde bir azalmaya sebep olduğu, bunun dışında bir ay süreyle yapılan De Lorme ve Oxford egzersizlerinin koroner kalb hastalığı risk faktörleri üzerine önemli bir etkisinin olmadığı kanaatine varıldı.Article Sedanter Erkeklerde Akut ve Programlı Egzersizin Serum Apolipoproteinleri ve Lipitleri Üzerine Etkileri(1997) Tarakcioglu, Mehmet; Aslan, Recep; Kara, Mehmet; Şekeroğlu, M. RamazanAmaç: Bu çalışma akut ve programlı egzersizin serum lipoproteinleri üzerine etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya daha önce herhangi bir egzersiz programına katılmamış 19-25 yaşlarında (ort± SS=21.1± 1.9 yıl) 15 gönüllü sedanter erkek denek katıldı. Deneklere 5 hafta süreyle her gün submaksimal koşu (15-20 dk/gün) yaptırıldı. Koşu programına başlamadan, ilk koşudan hemen sonra ve 5 haftalık programın sonunda apo A1, apo B, total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol ve trigliserit tayinleri yapıldı. Bulgular: Akut egzersiz sonunda parametrelerde önemli bir değişiklik gözlenmedi. Programlı egzersiz sonunda sedanter döneme göre trigliserit ve apo B seviyeleri önemli oranda düşerken, HDL-kolesterol’de artış vardı. Ayrıca apo B/apo A oranı 5. hafta sonunda önemli derecede düşük bulundu. Diğer parametrelerde ise önemli bir değişiklik gözlenmedi. Sonuç: Programlı egzersizin serum lipoproteinleri üzerine olumlu etkilerinin olduğu düşünüldü.Other Seminal Ldh-X Activity in Normal and Infertile Men(1997) Topal, Selim; Odabaş, Öner; Kara, Mehmet; Yılmaz, Yüksel; Aydın, Sabahattin; Tarakcioglu, Mehmet; Şekeroğlu, M. RamazanLDH-X, an isoenzyme of lactate dehydrogenase specific for germinal epithelium activity, was measured in the seminal plasma of infertile and fertile subjects. A total of 96 semen samples were classified into the following four groups: 1- men with proven fertility (n=27); 2- moderate oligozoospermic subjects (n=25): 3- severe oligozoospermic subjects (n=22): 4- azospermic subjects (n=22). LDH-X was analyzed quantitatively in semen. A good correlation was found between LDH-X activity and totol sperm count (r=0.686, P<0.001 ). In conclusion, seminal LDH-X seems to be a practical index of germinal cell activity in human, seminiferous tubule giving some information about the spermatozoid quality.Doctoral Thesis The Importance of Asymmetric Dimethylarginine and Oxidative Stress in Deep Vein Thrombosis(2012) Ekim, Meral; Şekeroğlu, M. RamazanBu çalışma ile derin ven trombozunda (DVT) oksidatif stresin ve kardiyovasküler risk faktörü olarak kabul edilen yeni bir marker olan asimetrik dimetilarjinin (ADMA)'nın rolünün araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla DVT teşhisi konmuş 35 hasta ile yaş, vücut kilo indeksi ve cinsiyet yönünden benzer özellikler taşıyan 34 sağlıklı birey çalışmaya alınmıştır. Bu bireylerden alınan kan örneklerinde serum malondialdehit (MDA), glutatyon peroksidaz (GSH-Px), katalaz, ADMA, homosistein, folik asit, B6 ve B12 vitamin düzeyleri ölçüldü. Serum MDA düzeyi DVT'li hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksek bulunurken (p<0,001), vitamin B6 düzeyi DVT'li hasta grubunda daha düşüktü (p<0,001). Diğer parametreler açısından hasta ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05). Bu çalışmanın sonuçları, DVT'li hastaların sağlıklı kontrollere göre artmış oksidatif strese sahip olduğunu ancak DVT'nin serum ADMA konsantrasyonu üzerine herhangi bir etkisinin olmadığını göstermiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge The Importance of Oxidative Stress in Patient With Chronic Renal Failure Who Had Hypertention Treated With Periton Dialysis(2009) Demirci, Şerafettin; Şekeroğlu, M. RamazanKronik böbrek yetmezliğinde lipid peroksidasyonunun arttığı ve oksidatif stres ile KBY'nin ilerlemesi arasında bir ilişki olduğu bildirilmektedir. Bu çalışma, periton diyalizi ile tedavi edilen hastalarda oksidatif stresin durumu ve hipertansiyonun oksidatif stresteki değişikliğe bir etkisinin olup olmadığının araştırılması amacıyla yapıldı. Bu amaçla; periton diyalizi ile tedavi edilen toplam 50 hasta; tansiyon seviyeleri 135/90 mmHg ve üstünde olanlar hipertansif, daha alt seviyeler normotansif grup olarak ikiye ayrıldı. Kontrol grubu olarak ise 25 sağlıklı birey alındı. Çalışmada; lipid peroksidasyonunun bir göstergesi olan malondialdehit seviyesi, hipertansif grupta (2.72±1.51) kontrol grubuna (1.60±0.25) göre anlamlı olarak yüksek bulunurken (p<0.001), normotansif gruptaki (1.78±0.53) artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Ancak hasta grupları arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Protein oksidasyonunun göstergesi olan ileri oksidasyon protein ürünü seviyesi (sırası ile kontrol, normotansif ve hipertansif grupta; 187.44±24.06, 168.01±8.96 ve 197.75±73.69) açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir (p>0.05). Myeloperoksidaz aktivitesi; (sırası ile kontrol,normotansif ve hipertansif grupta; 55.51±6.94, 57.26±53.26 ve 62.81±33.98) kontrole göre diyaliz gruplarında kısmi bir artış göstermesine rağmen istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Antioksidan etki gösteren katalaz (sırası ile kontrol,normotansif ve hipertansif grupta; 418.44±235.02, 258.54±123.30 ve 189.41±68.96) ve Glutatyon peroksidaz aktiviteleri (sırası ile kontrol,normotansif ve hipertansif grupta; 366.03±72.91, 260.80±86.46 ve 236.71±90.45) hem normotansif hem de hipertansif grupta kontrollere göre düşük bulunurken (p<0.001), hasta grupları arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir (p>0.05). Bu çalışmanın sonuçları, periton diyalizi hastalarının sağlıklı kontrollere göre artmış oksidatif stres ve azalmış antioksidan seviyelerine sahip olduğunu ve hipertansiyonun, periton diyalizi hastalarında oksidatif stresin artışında ek bir etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.Anahtar Sözcükler: Antioksidan savunma, kronik böbrek yetmezliği, oksidatif stres, hipertansiyon, periton diyalizispecialization-in-medicine.listelement.badge The Investigation of Lipid Peroxidation and Asymmetric Dimethylarginin Levels in Peritoneal Dialysis Patients Treated With Different Dialysis Solotions(2010) Meral, Ayfer; Şekeroğlu, M. RamazanBöbrek fonksiyonlarında bozulma sonucu, son dönem böbrek yetmezliği hastalarında birçok patalojik bozuklukla beraber ateroskleroz ve kardiyovasküler bozukluklar da oluşmaktadır. Asimetrik dimetilarginin (ADMA), nitrik oksit sentazın endojen inhibitörüdür. Nitrik oksit sentezini azaltarak koroner arter hastalık gelişimi için bir risk faktörü olduğu kabul edilmektedir. Bu çalışmada periton diyalizi ile tedavi edilen hastalarda farklı iki diyaliz solüsyonu (Physioneal® ve Dianeal®) kullanımının kardiyovasküler risk faktörleri ve lipid peroksidasyonu üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Physioneal® marka periton diyalizi solüsyonu ile tedavi gören 14 hasta çalışma grubuna alındı. Bu hastalardan öncelikle kan numuneleri alındı (Grup- 1) ve daha sonra aynı hastalarda tedaviye bir ay süreyle Dianeal® marka periton diyalizi solüsyonu ile devam edildi. Bu sürenin sonunda hastalardan yine kan numuneleri alındı (Grup- 2). Sonra hastaların tedavisinde tekrar Physioneal® solüsyonuna dönülerek bir aylık sürenin sonunda üçüncü kez kan numuneleri alındı (Grup- 3). Ayrıca hasta grubu ile yaş ve cinsiyet yönüyle eşleştirilmiş 16 sağlıklı şahıstan kontrol grubu oluşturuldu. Çalışmaya alınan bütün deneklerde serum ADMA, homosistein (Hcy), malondialdehit (MDA), hsCRP, vitamin B6, vitamin B12 ve folik asit seviyeleri ölçüldü. Her üç periton diyaliz grubunun serum ADMA seviyeleri (Grup-1: 0.527±0,112 ?mol/L; Grup-2: 0.637±0.14 ?mol/L; Grup-3: 0.54±0,113 ?mol/L) kontrol grubundan (0,423±0,105 ?mol/L) yüksek bulunurken, Grup-2'nin ADMA seviyesi ise, Grup-1 ve 3'ten daha yüksekti (p<0.05). Ayrıca bütün gruplarda ADMA ile Hcy arasında pozitif korelasyon bulundu (p<0,01). Hcy değerleri açısından, diyaliz gruplarımız ile kontrol grubu arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Her üç diyaliz grubunda hsCRP, MDA, vitamin B12 ve folik asit seviyeleri kontrollerden yüksek bulunurken, vitamin B6 seviyeleri kontrolden düşüktü (p<0.05). Bu çalışmanın sonuçları; sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) hastalarında aterosklerotik risk faktörlerinden serum ADMA seviyeleri ile hsCRP düzeylerinin ve oksidatif stresin kontrollere göre artmış olduğunu göstermiştir. Ayrıca Physioneal® solüsyonu ile tedavinin Dianeal®' e göre ADMA seviyelerinde daha az artışa neden olduğunun gösterilmesi, SAPD'li hastalarda fizyolojik periton diyalizi solüsyonu kullanımının ateroskleroz gelişimini azaltmada daha yararlı olabileceğini düşündürmektedir.Anahtar Sözcükler: Asimetrik dimetilarginin, kardiyovasküler risk faktörleri, periton diyalizi, lipid peroksidasyonuMaster Thesis The Investigation of the Relationship Between Serum Cotinine Levels and Allergic Sensitivity in the Passive Smoker Children(2010) Yüksel, Mucahide; Dülger, H.haluk; Şekeroğlu, M. RamazanYüksel M, Pasif sigara içici çocuklarda serum kotinin düzeyleri ve allerjik duyarlılık ile ilişkisinin araştırılması, Y.Y.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Biyokimya Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Van, 2010. Önceki araştırmalarda solunum yolu enfeksiyonları, atopik dermatit ve ekzama gibi hastalıklarla sigara içimi arasındaki ilişkiler araştırılmış ve anlamlı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmada ise, bilinen herhangi bir hastalığı bulunmayan, pasif olarak sigara dumanına maruz kalan çocuklarda serum kotinin düzeyleri ile allerjik duyarlılık arasında bir ilişkinin olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya dahil edilen bireyler üç gruba ayrıldı; grup I ebeveynleri yoğun olarak sigara içen ve bu ortamda bulunan çocuklar (n=29), grup II ebeveynleri yoğun olarak sigara içen, ancak bu ortamda bulunmayan çocuklar (n=21) ve kontrol grubu (n=24) ise sigara içenlerle birlikte bulunmayan sağlıklı çocuklardan oluşturuldu. Alınan kanların serumları ayrıldıktan sonra glukoz, üre, kreatinin, total protein, albumin, globulin düzeyleri, total IgE, ECP, h-sensitif CRP, interlökin-6 (İL-6) ve nikotin metaboliti olan kotinin düzeyleri ölçüldü. Serum glukoz, üre, kreatinin, total protein, albumin, globulin, total IgE ve ECP değerleri incelendiğinde, üç grup arasında da istatiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilemedi (p>0.05). h-sensitif CRP, interlökin-6 (İL-6) ve kotinin değerleri incelendiğinde ise, yoğun sigara içilen ortamlarda bulunan çocuklarda, kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu gözlendi (p<0.05). Her üç grupta da serum kotinin seviyeleri ile total Ig E, ECP, h-sensitif CRP ve IL-6 seviyeleri arasında anlamlı bir korelasyonun olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Sonuç olarak, ebeveynleri yoğun olarak sigara içen ve bu ortamda bulunan çocuklarda, allerjik duyarlılığın gelişmediği, fakat enflamasyona ait belirteçlerde bir artışın olduğu tespit edildi.Anahtar Sözcükler: Pasif sigara içimi, kotinin, allerjik duyarArticle Tip 1 Diabetli Hastalarda Antitiroid Antikor Düzeyleri(2003) Dülger, Haluk; Yalçınkaya, A. Sadık; Balaharoğlu, Ragıp; Noyan, Tevfik; Şekeroğlu, M. Ramazan; Algün, Ekrem; Ayakta, HayatiBu çalışma, tip 1 diabetik hastalarda antitiroid antikorlardan anti-tiroglobulin antikor (anti-TG ab) ve anti-peroksidaz antikor (anti-TPO ab) düzeylerini araştırmak amacıyla yapıldı. Bu amaçla, Tip 1 diabetli glisemik kontrol altındaki 20 hasta (12'si kadın, 8'i erkek) çalışma grubu olarak alındı. Bu hastalarla karşılaştırma yapmak amacıyla Tip 2 diabetli 20 hasta (14'ü kadın, 6'sı erkek) ile 20 sağlıklı birey (15'i kadın, 5 'i erkek) kontrol grubu olarak alındı. Her üç grupta da serum glukoz, T3, T4, TSH, FT3, FT4, anti-Tg ab, anti-TPO ab ölçümleri yapıldı. Kontrol ve hasta gruplarına ait bulgular istatistiksel olarak karşılaştırıldığında her üç grup arasında serum T3, T4 ve FT4'te istatistiksel açıdan önemli bir fark tespit edilemedi. Tip 1 diabet grubunun anti-Tg ab ve anti-TPO ab seviyeleri, kontrol grubuna ve tip 2 diyabet grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken(p<0.05); tip 2 diabet grubunun anti-Tg ab ve anti-TPO ab seviyeleri kontrol grubuna göre yüksek bulunmuş fakat istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır. Yine tip 1 diabet grubunun TSH seviyeleri, kontrol grubu ve tip 2 diabet grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken (p<0.05); tip 1 diabet FT3 seviyeleri kontrol grubu ve tip 2 diabete göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur(p<0.05). Tip 1 diabetik grupta anti-Tg ab sıklığı % 25, anti-TPO ab sıklığı ise % 45 olarak bulunmuştur. Bulgularımızdan, Tip I diabetik hastalarda tiroid otoantikor prevalansının ve hipotiroidi riskinin arttığı görülmüştür. Tip 1 diyabetik hastalarda yüksek serum anti-Tg ab ve anti-TPO ab'na sahip hastaların tiroid fonksiyonlarının yakından takip edilmesinin uygun olacağı kanısındayız.Article Tubular Function in Pregnant Women With Preeclampsia(2004) Kamacı, Mansur; Şekeroğlu, M. Ramazan; Noyan, Tevfik; Dülger, HalukAmaç: Preeklampsi (PE) gebeliğin sık oluşan komplikasyonlarından biridir. PE, proteinüri ve glomerüler filtrasyonda azalmayla karakterize böbrek tutulumuna sıklıkla sahiptir. Bu çalışmanın amacı, preeklamptik ve normal gebelerde, gebe olmayan sağlıklı kadınlarla karşılaştırıldığında tubuler fonksiyonun göstergesi olan beta-2 mikroglobulin (b2 M)in idrar ve fraksiyonel atılımındaki değişimleri araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya, üçüncü trimesterde olan 20 preeklamptik (grup 1), 20 sağlıklı gebe (grup 2) ve kontrol grubu olarak da gebe olmayan 20 sağlıklı kadın (grup 3) katıldı. Her bir gruptaki kadınlarda serum ve idrar beta-2 mikroglobulin düzeyi ölçülerek, b2 M fraksiyonel eksresyonu hesaplandı. İdrar b2 M değeri, idrar kreatinin değerine oranlanarak verildi (b2 M/Cr). Bulgular: İdrar b2 M/Cr oranı grup 3le karşılaştırıldığında, grup 1 ve 2de anlamlı olarak yüksekti (p<0.001), fakat grup 1 ve 2 arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Grup 2 ve 3le karşılaştırıldığında grup 1de serum b2 M değerleri anlamlı olarak yüksekti (p<0.01) ve grup 2 ve 3 arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Grup 3le karşılaştırıldığında grup 1 ve 2de b2 M in fraksiyonel eksresyonu anlamlı olarak artmıştı (p<0.05) ve grup 1 ve 2 arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, preeklampsili ve normal sağlıklı gebelerde, gebe olmayan sağlıklı kadınlara göre b2 Min idrar ve fraksiyonel atılımının önemli oranda arttığını ve bu artışın tubuler fonksiyon bozukluğunun bir belirtisi olabileceğini göstermektedir.Article Van ve Çevresinde Yaşayan Sağlıklı Yetişkin Bireylerde Tiroid Hormonlarının Referans Değerleri(1997) Şekeroğlu, M. Ramazan; Tarakcioglu, Mehmet; Aslan, Recep; Algün, Ekrem; Topal, Selim; Akman, Nevzat; Tuncer, İlyasAmaç: Bu çalışma, Van bölgesinde yaşayan tiroid hormonu değerlerini elde etmek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya yaşları 21-63 arasında olan tiroid hastalığını düşündüren herhangi bir şikayeti olmayan ve fizik muayenesi normal olan 596 sağlıklı kişi alındı. Tiroid hormon tayinleri serum örneklerinde radioimmunoassay (RİA) yöntemiyle gerçekleştirildi. Bulgular: Çalışma sonunda, normal değer ortalamaları total T3 için 1.92± 0.44 nmol/L, total T4 için 117.03± 22.71 nmol/L, serbest T3 için 5.20± 0.60 pmol/L, serbest T4 için 17.06± 2.96 pmol/L ve TSH için 1.33± 0.73 m IU/ml olarak bulundu. Sonuç: Tiroid değerlerinin normal sınırlarda, TSH değerlerinin ise düşük olduğu sonucuna varıldı.Other Van Yöresinde Hastanemize Anemi Nedeni ile Başvuranlarda Beta Talasemi, Demir Eksikliği Anemisi Sıklığı ve Glukoz-6-fosfat Dehidrogenaz Düzeyi: Bir Ön Çalışma(1998) Çürük, M. Akif; Yüregir, Güneş T.; Tarakcioglu, Mehmet; Şekeroğlu, M. Ramazan; Aksoy, KıymetAmaç: Anemi pek çok hastalıkta görülen klinik bir semptomdur. Talasemiler, demir eksikliği ve kronik hastalıklar aneminin en yaygın sebeplerindendir. Ayrıca glukoz-6-fosfat dehidrogenaz (G6PD) enzim eksikliği de anemiye yol açan genetik bir bozukluktur. Van yöresinde hastanemize anemi ön teşhisi ile gelen hastaların fazlalığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle, çalışmada Van yöresinde beta talasemi, demir eksikliği anemisi sıklığı ve yöre için eritrosit G6PD düzeyi araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve yöntem: Kan sayımı, hemoglobin elektroforezi, Hb A2, Hb F, eritrosit G6PD ve plazma ferritin düzeyleri 163 olgudan alınan kan örneklerinde ölçülmüştür. Bulgular: Hb A2'si yüksek beta talasemi taşıyıcılığı %6.8, demir eksikliği anemisi sıklığı %41 , Eritrosit G6PD için referans değer 9.8±1.6 Ü/gHb olarak bulunmuş ve bölgede anormal hemoglobine rastlanmamıştır. Sonuç: Bu ön çalışma talasemi, demir eksikliği anemisi ve G6PD enzim eksikliği yönünden, Doğu Anadolunun çeşitli bölgelerini de kapsayan, daha geniş araştırmalara gereksinme olduğunu göstermektedir.Other Van Yöresinde Yaşayan Sağlıklı Yaşlı Bireylerde Serum Protein Düzeyleri(2002) Tarakcioglu, Mehmet; Avcı, Emin; Dülger, Haluk; Aksoy, Halis; Erkoç, Reha; Dilek, İmdat; Şekeroğlu, M. RamazanYaşlanma sürecinde bir çok biyokimyasal ve fizyolojik değişiklikler meydana gelir. Bu çalışmada Van merkez ve çevre yerleşim birimlerinde yaşayan sağlıklı yaşlılarda serum total protein düzeyleri ve bunların elektroforetik fraksiyonlarının serum düzeylerinin araştırılması amaçlandı.Bu çalışmaya merkez ve çevre yerleşim birimlerinde yaşayan yaşları 50-85 (ortalama yaş 63± 7 yıl) arasında olan sağlıklı 165 yaşlı birey alındı. Kontrol grubunu ise yaşları 20-40 (ortalama yaş 32±8 yıl) arasında olan 25 sağlıklı yetişkin bireyler oluşturdu. Yaşlı grupta ortalama total protein 7,3±0,8 (g/dl), albumin 3,6±0,53 (g/dl) ve globulin 3,75±0,60 (g/di) olarak bulundu. Total protein ve albumin düzeyleri yaşlılarda kontrol grubuna oranla düşük bulundu, fakat sadece albumin düşüklüğü istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Elektroforetik olarak da serum albumin düzeyleri anlamlı olarak düşük (p<0.01) ve alfa-1 globulin ve gama-globulin düzeyleri anlamlı olarak yüksekti (p<0.05).Van ve çevresinde yaşayan sağlıklı yaşlılarda total protein düzeyleri normal sınırlar içinde bulunmakla birlikte, yaşlanmaya bağlı olarak albumin düzeylerinin azaldığı ve globulin düzeylerinin ise arttığı gözlenmiştir.