Browsing by Author "Aslan, Mehmet Selim"
Now showing 1 - 20 of 26
- Results Per Page
- Sort Options
Article The Analysis of the Opinions Regarding the Undisclosed Goods Being Subject for Sale Contract in the Shafi'i Madhhab(Sirnak Univ, 2023) Aslan, Mehmet SelimIt is one of the issues discussed by Shafi'i jurists that a property that is not present in the contracting council or is not seen even though it is present is the subject of a sale contract. This issue is also an issue that remains up-to-date because it is closely related to today's commercial life. According to Shafi'is, in order for the contract of sale to be legally established, the subject of the contract called mahallu'l-'aqd must be "known" together with being present, possible and legitimate. According to them, if one of these conditions is missing, the contract will be void and will not have any legal consequences. Again, according to them, the goods sold must be "known" in such a way as not to lead the parties to deception and litigation. It becomes known if the goods sold in the contract of sale are seen in the contracting council or seen before the contract is made. As it is understood from the interpretations of Shafiis about the purchase and sale of the undisclosed goods and the examples they gave, the undisclosed goods are the goods that were not present in the contracting assembly at the time of the contract or that were not seen by the parties although they were present. For this reason, the fact that the goods sold during the contract of sale are not present in the contracting council or that they are not seen despite being present is expressed as "sale of the absent". Based on the hadith prohibiting the sale of gharar, the overwhelming majority of Shafiis argue that the property subject to the contract should be present at the contracting assembly and seen by the parties. According to the majority of Shafiis, the property subject to the contract should be present at the contracting assembly and seen by the parties. They argue that this helps protect the parties from uncertainty and deception. However, some Shafiis consider it permissible for both the seller and the buyer to make the subject of the sale contract a product that is not present in the contracting council. Some of the Shafiis also agree that it is permissible only for the buyer to make the undisclosed goods subject to the sales contract. Shafi'i scholars, who consider it permissible to make the undisclosed goods the subject of the sales contract, deems it appropriate to sell the undisclosed goods by mentioning its genus, type and sufficiently distinctive features. These jurists give the parties the opportunity to terminate the contract after seeing the undisclosed property. The concerns of the Shafiis, who do not consider it permissible to sell the undisclosed due to the fact that uncertainty may lead the parties to deception and conflict, disappears with the recognition of the right of choice to the parties to break the contract. Shafiis, who consider the sale of the undisclosed as permissible, stated that this type of sale would not include gharar, thanks to the granting of the buyer's right of discretion, and said that the hadith, which those who had negative opinions on the subject, showed as evidence, related to the sale contracts containing gharar, that is, the end of which is uncertain. These discussions of the Shafiis about the sale of the undisclosed took place at a time when the commercial life was not developed much, the desired goods could not be obtained immediately, there were no means of communication and transportation, and factories were not available. Today, people shop by looking at the label of the goods or based on the seller's statement. In fact, stipulating that the subject of the contract should be seen during the contract can cause problems today. For this reason, it becomes important to analyze the trend regarding the sale of the unknown by Shafi'i jurists in terms of today's commercial life. From this point of view, in this study, we discussed the views of Shafiis about the sale of undisclosed. In our study, we aimed to reveal their views on the subject by examining the works of Shafiis. Throughout the study, we analyzed and considered the views of Shafi'i jurists from Imam Shafii in detail. Thus, we evaluated the views on the subject with the analytical method and determined the opinion that is more suitable for today's commercial conditions. In this study, which deals with the views on the sale of the undisclosed in the Shafi'i madhhab, we aimed to reveal the nature and scope of the "undisclosed", its subject to the sale contract, to reveal the views of the classical Shafi'i jurists on the subject, and to examine these views within the framework of the conditions of today's commercial life.Master Thesis Contradiction and Preference Rules of Proofs in Islamic Law Methodology(2006) Aslan, Mehmet Selim; Beroje, Y. Sahip?İslâm Hukuk Metodolojisinde Delillerin Teâruzu ve Tercûh Kaideleri?isimli tezimiz bir giriş ile üç bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümüaraştırmanın amacı, önemi, sınırları ve yönteminden oluşmaktadır.Birinci bölümde önce teâruz kavramı işlenmiştir. Bilginlerin şer'û delillerarasında çelişkinin meydana gelip gelmemesiyle ilgili görüşlerinin nelerden ibaretolduğu araştırılmıştır. Bundan sonra şer'û delillere, İslâm hukuk metodolojisindekaynaklardan hüküm çıkarma metotlarına ve lafızların manâ ile ilişkileri açısından tâbitutuldukları ayrımlara işaret edilmiştir.İkinci bölümde teâruzun rükün ve şartları, teâruza konu olan deliller ve delillerarasında -ister hakikû, ister zahirû- teâruzun (çelişki) meydana geldiğini kabul edenfakûhlerin hangi usûllerle teâruzu giderdikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca şer'ûdeliller arasında çelişkinin meydana gelmesinin nedenleri ve ihtilâfın tarihsel gelişimikısaca verilmiştir. Teâruz ve tercûh konusunun teorik değeri yanında usûle ait biryaklaşımın fürûda ne gibi sonuçlara yol açtığı ve İslâm hukuk doktrinlerinin oluşumunanasıl bir katkıda bulunduğunu tespiti bakımından önemini ifade etmek için teâruzunictihad faaliyetlerindeki değeri üzerinde durulmuştur. Bu bölümdeki konunun daha iyianlaşılması için, teâruz türleri tespit edilmeye çalışılmıştır.Üçüncü bölümde ise şer'û deliller arasında meydana gelmiş olan çelişkinin(teâruz) giderilmesinde bilginler tarafından teâruzu giderme prensipleri olarak tespitedilen cem' ve tevfûk, tercûh, nesh ve tesâkut metotları ele alınarak incelenmiştir.Nihayet birbirine muârız görünen bazı âyetler ele alınarak bilginlerin söz konu âyetlerarasındaki çelişkiyi giderirken başvurdukları usûllere yer verilerek konu bitirilmiştir.Doctoral Thesis Different Opinions of the Ibaziyya Section on Fiq(2021) Ölmez, Sadi; Aslan, Mehmet SelimHicrî birinci asırda meydana gelen bazı olaylar, bir takım siyasi fırkaların oluşmasına neden olmuştur. Bu fırkalar arasında olan ve radikal tutumlarıyla tanınan Hâricîler, sonraları kendi arasında da fırkalara ayrılmıştır. Hâricîlerin bir fırkası olarak ifade edilen İbâzîler, Hâricî olarak tanıtılmaktan hoşnut olmamakla birlikte, kendi kaynakları dışındaki tüm kaynaklar onları Hâricîlerin ılımlı kolu olarak tanıtmıştır. Bundan ötürü fıkhî bir mezhebe sahip olma yönleri sürekli göz ardı edilen bu mezhep ağırlıklı olarak Mezhepler Tarihi ve Kelâm alanı kapsamında çalışılmıştır. Daha açık bir ifadeyle kronolojik olarak ilk fıkhî mezhep olan İbâziyye mezhebi nitelikli bir müktesebat ve zengin bir fıkıh literatürüne sahip olmasına rağmen bu yönü yeterince önemsenmemiştir. Öte yandan Abdullah b. İbâz'a nispet edilmesine rağmen İbâziler tarafından mezhebin kurucusu olarak kabul edilen Câbir b. Zeyd'in tabiîden olması ve birçok sahâbeyle karşılaşıp onlardan ders alması İbâziyye mezhebinin önemini artıran unsurlardandır. Ancak ülkemizde böylesine önemli bir mezhebin fıkhı neredeyse hiç çalışılmamıştır. Bundan dolayı İbâziyye mezhebinin bilinirliği yalnızca Hâricîlerin bir kolu olmayla sınırlı kalmıştır. Gerek zengin fıkıh literatürüyle gerekse de kendine has fıkhî anlayışıyla müstakil ve munzabıt bir mezhep olan İbâziyye mezhebi kendine özgü önemli bir takım fıkhî görüşlere sahiptir. Bu çalışmada İbâziyye mezhebinin Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinden temayüz ettiği konular ele alınarak bilhassa sahip olduğu farklı görüşler delilleriyle izah etmeye çalıştık. Çalışmada farklı bir görüş olarak zikrettiğimiz konular dışındaki görüşleri dört mezhepten biriyle muvafık olduğu görülmektedir. Çalışmamızın sınırlarını belirlerken konumuzu İbâziyye mezhebinin ibâdât kısmıyla sınırlı tutmayı uygun gördük. Zira bir fıkhî mezhebin bütün görüşlerinin dört mezheple mukayese edilerek bütün yönleriyle çalışılması pek ihtimal dâhilinde görünmemektedir. Ancak şu husus da unutulmamalıdır ki, İbâziyye mezhebinin diğer mezheplerle olan ihtilafları diğer mezheplerin kendi aralarındaki ihtilaflardan fazla ve farklı değildir.Doctoral Thesis The Effect of Time on Legal Savings in the Islamic Law of Obligations(2022) Demirtaş, Emrah; Aslan, Mehmet SelimĠslâm dini, toplumu günlük hayatında zor durumda bırakacak ve ona ağır gelebilecek Ģeyleri kaldırmayı amaçlamıĢtır. Bu yüzden bazı tasarruflarda zamanın Ģart koĢulmasını gerekli kılmıĢ ve tarafların yapılan alıĢveriĢte zarar görmemesini öngörmüĢtür. Örneğin; selem, icâre, iâre, vekâlet, müdârebe, hıyâr-u Ģart vb. iĢlemler asıl itibarıyla insanın günlük alıĢveriĢlerinde onlara bir külfet, meĢakkat ve zorluk olmaması için meĢru kılınmıĢ birer tasarruftur. Aynı zamanda bu tasarrufların geçerli olabilmesi için her iki tarafın aralarında zamanı belirlemeleri gerekir. ġayet zaman belirlenmemiĢse bu tasarruflar geçersiz olur. Zaman borçlar hukukunda bu kadar önemli olduğu için biz de bu çalıĢmamızda zamanın etkisini 'Ġslâm Borçlar Hukukunda Zamanın Hukukî Tasarruflara Etkisi' baĢlığı altında inceledik. ÇalıĢmamız bir giriĢ ve dört bölümden meydana gelmektedir. GiriĢ bölümünde zamanın önemi, tezin amacı ve yöntemi ele alınmıĢtır. Birinci bölümde, zamanın kavramsal çerçevesi ve zamanla ilgili terimlere değinilmiĢtir. Ġkinci bölümde, Ġslâm hukukunda bulunan süreli ve fevrî muameleler ve zamanın bu muamelelere olan etkisine değinilmiĢtir. Üçüncü bölümde, tarafların karĢılıklı borçlanmaları durumunda zaman açısından bu muamelelerin nasıl bir hüküm aldığı incelenmiĢtir. Dördüncü bölümde ise taraflar zaman hususunda ihtilâfa düĢtüklerinde nasıl bir yol izlenileceğine dair hükümlere değinilmiĢ olup zamanın hangi hallerde sakıt olduğu hususlar fakihlerin görüĢleri bağlamında ele alınmıĢtır. ÇalıĢmamızda ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında, Ġslâm borçlar hukukunda zamanın önemi ve muamelelere olan etkisi açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır. Anahtar Kelimeler : Ġslâm Hukuku, Borçlar Hukuku, Hukukî iĢlem, Akid, ZamanArticle An Evaluation on the Evidential Value of Pre-Islamic Divine Laws (Sharia Man Qablana) in Shafii Sect(Cumhuriyet Univ, Fac theology, 2018) Aslan, Mehmet SelimCarrying out analyses performed on the provisions of "Pre-Islamic Divine Laws", which is described as the religious provisions introduced by the prophets before Prophet Muhammad is one of the questions of debate in Shafii Sect. The reason laying out of this controversy is based on the question, whether the provisions enunciated via the prophets before the Prophet Muhammad are recognized within the legal aspect, or not. On the other hand, there is no controversy between the procedural, on non-binding for Muslims, about of the previous divine communiques, which are not mentioned in the Qur'an or the sunnah, and previous divine messages with evidence that they were abolished despite their presence in these two sources. In the same way, there is no debate about the fact that the provisions of the previous divine religions that were in force for Muslims, such as fasting, also remained in force for Muslims. In this case, with taking part in the Qur'an or the sunnah, the provisions that there is no evidence about whether they abolished or not, it is debated that they are for Muslims binding or not. In this study, our objective is to carry out analyses and researches on the methodological conceptions of Imam Shafii and Shafii lawmen with regards to Pre-Islamic Divine Laws, which have no evidence for being retained in force or being abolished for Muslims despite being mentioned in the Qur'an or the sunnah, as well as on the level of theoretical conceptions of these scribes being put into practice within the scope of fiqh examples. Summary: It is a must to identify the scope of Pre-Islamic Divine Laws (Sharia Man Qablana) [shariah of those before us], which is discussed in terms of being recognized as a shariah evidence by the Shafii lawmen before analzying the opinions of Shafii Sect followers. Yet, setting forth the opinions in a healthy manner is based on the identification of the question of debate. Within this context, it is a must to draw up the lines and borders in what the Shafii lawmen / lawyer and canonists / judiciary mean by the term "Pre-Islamic Divine Laws (Sharia Man Qablana)" in order to designate the practical results of methodological discussions on Pre-Islamic Divine Laws. Sharia Man Qablana, of which lexical meaning is " shariah of those before us" is defined in fiqh as follows: " These are the religious provisions acquainted by the prophets before Prophet Muhammad". In fact, this definition can be categorized as "general" in terms of the evidential value of Sharia Man Qablana. In that, since it is not possible to carry out an analysis on the reliability of the informational value in the previous divine notices, which cannot be conferred neither in the Holy Qur'an and the sunnah, each and every lawmen and canonists, including those recognizing Sharia Man Qablana as hujjat (proof), have come to an agreement that the early divine notices that are not mentioned in the Holy Qur'an and sunnah will not be recognized in terms of its informational value for Muslims, thus being besides the mark to discuss its validity and bindingness. In this case, the outlines of Sharia Man Qablana, as controversial in terms of its hujjat value, must be specified. Belonging the earlier divine religions as per the works of lawmen, Sharia Man Qablana is subjected to a categorization of four part with regard to provisions mentioned in the Holy Qur'an or the sunnah, whether they are recognized as hujjat by Muslims. 1. The provisions that are not mentioned in the Holy Qur'an or the sunnah, yet being mentioned only in the earlier monotheistic revelations. The fiqh lawmen have come to an agreement that these provisions are not binding for Muslims, and even that it is not permissible to act in accordance with these provisions. Because, there is no certain information on whether these provisions are reliable. 2. The earlier divine notices, which have been proven to be nullified for Muslims, despite being mentioned in the Holy Qur'an or the sunnah. Since these divine notices have lost their validity, there is a consensus among Muslims that they are not recognized as hujjat. The following hadith is shown as an example as of from the sunnah for this part "Pillage was not halal to those before me, but not it is halal to me" (Muslim, "Masajid", 56). In that, this hadith indicates that prohibition with regards to the pillage, which was not permissible to the earlier ummahs (nations), is not recognized by Muslims. Thus, rendering pillage as not halal cannot be attributed to Muslims. 3. The provisions of earlier divine religions, which remained in force about Muslims. The canonists exemplify this matter with "fasting". It can be understood from the verse "O ye who believe! Fasting is prescribed to you as it was prescribed to those before you, that ye may (learn) self-restraint." (al-Baqara 2/183) that the fasting was a provision as prescribed for the earlier ummahs, which remained in force for Muslims as well. There is no controversy on the matter that fasting is prescribed for Muslims too, as it can be clearly seen from the verse. The hadith of the Prophet Muhammad "It (sacrificing an animal for God) is the sunnah from your Ancestor Ibrahim" (Ibn Majah, "Adahi", 3) can be shown as an example that sacrificing an animal for god is applicable to Muslims as well. As a matter of fact, this hadith attests that sacrificing an animal for god is applicable to Muslims, as it is in the religion of the Prophet Ibrahim. 4. The provisions from earlier divine religions, which have no evidence whether they were revoked or remaimed in force for Muslims. The canonists cannot find any evidence for the provisions with regards to the alternative utilization of something between the partners to be recognized as applicable for Muslims within the scope of the following verses: "Here is a she-camel: she has a right of watering, and ye have a right of watering, (severally) on a day appointed" (al-Shu'ara 26/155) and "And tell them that the water is to be divided between them: Each one's right to drink being brought forward (by suitable turns)" (al-Qamar 54/28). Similarly, there is no evidence that the provisions concerning the retailation, as prescribed in Torah, whether they remained in force or were revoked, as it can be seen in the verse "We ordained therein for them: "Life for life, eye for eye, nose or nose, ear for ear, tooth for tooth, and wounds equal for equal" (al-Ma'ida 5/45).Master Thesis Fard-I Kifâya in the Islamic Fiction(2019) Sürek, Şahin; Aslan, Mehmet Selim'İslâm Fıkhında Farz-ı Kikâye' isimli bu çalışma bir giriş ile iki bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümü araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve sınırlılıklarından oluşmaktadır. Birinci bölümde önce hüküm kavramı üzerinde durulmakta daha sonra dört mezhebin önde gelen isimlerinin hüküm kavramına yükledikleri anlamlara işaret edilmektedir. Ardından araştırmanın konusu olan farz-ı kifâyenin hüküm bahsindeki yerini tespit etmek için hükmün kısımları ve hükümle alakalı konulara özetle değinilmektedir. İkinci bölümde ise 'farz-ı kifâye' tamlamasını oluşturan 'farz' ve 'kifâye' kavramlarına yüklenen anlamlara ayrı ayrı değinildikten sonra terkip olarak 'farz-ı kifâye'ye yüklenen anlamlara işaret edilmektedir. Peşinden farz-ı kifâye ile farz-ı ayn karşılaştırmalı olarak ele alınıp aralarındaki farklılıklar ortaya konmaktadır. Devamında farz-ı kifâyenin önemi ve fazileti üzerinde durulup farz-ı kifâyenin farz-ı ayna dönüştüğü durumlar zikredildikten sonra farz-ı kifâyeye muhatap olacak kesimlerin kimler olduğu hususu tahlil edilmektedir. Çünkü bazı farz-ı kifâyeler vardır ki bunlar bazen sadece belli bir kesime veya gruba yönelik olup diğer mükelleflerin takatini aşmaktadır. Bazen de bir kısım farz-ı kifâyelerin ifası için kurum ve kuruluşlar inşa etmek gerekmektedir. Bunlar hakkında da araştırmanın gerekli yerlerinde izahat yapılmaktadır. Daha sonra toplumda yaygınlaşmış olan farz-ı kifâyelerden; cemaatle namaz kılmak, cenaze işlemleri (techiz, tekfin, teşyi ve cenaze namazı gibi ), ictihad, emr-i bi'l-ma'ruf (iyiliği emretmek) nehy-i ani'l-münker (kötülükten sakındırmak) ve cihad konuları ele alınarak incelenmiştir. Farz-ı kifâye bağlamındaki bu örneklerin psikolojik ve sosyolojik boyutlarına her bir konunun kendi başlığı altında yer yer atıflar yapılmaktadır. Farz-ı kifâyeleri eda etmenin toplumsal dayanışmaya etkilerinden bahsettikten sonra toplumsal ödev bilincinin insanlarda oluşabilmesi ve Müslüman topluluklarının da medeni toplumlar arasındaki yerini alabilmesi için bu görevlerin ifa edilmesinin gerekliliğine değinilmektedir. Nihayet her biri birer toplumsal ödev olan farz-ı kifâyelerin şer'an temellendirilmesi adına her bir konu başlığının altında ilgili ayet ve hadislere yer verilerek konu bitirilmiştir.Doctoral Thesis The Impact of Complex Principles on Financial Matters on the Iraqi Civil Code(2019) Sedeeq, Sadradın Qader; Aslan, Mehmet Selimİslam hukuku bütün zaman ve mekânlara uygundur ve uygun olmaya da devam etmektedir. İslam hukuku bünyesinde geniş ve esnek faktörleri barındırmaktadır. Kuşkusuz İslam âleminin İslam hukuk kurallarını hayata tatbik etmeye ve fıkıh ile amel etmeye ihtiyacı vardır. Bu ise hâkimlerin hüküm vermede işlerini kolaylaştırmak, dava meselelerinde tarafların davalarında dayandıkları hükmü kolay kılmak ve hüküm vermede kadıların verdikleri kararlar arasında birliği sağlamak fıkhın kanunlaştırılması ile daha kolay olmaktadır. Söz konusu olgu, âlimlerden oluşan bir heyetle herhangi bir mezhebe bağlı kalmadan mahza maslahatı gözetmekle yerine getirilebilir. Bu heyet, ciddi ve azimli uğraşla fıkıhtan istifade ettiği kanunu ortaya çıkararak Kur'an ve sünnete müracaat edip insanların sorunlarına cevap bulacaktır. Bu ise, egemen sistem, din ve hayat arasındaki çift başlılığı gidererek gönüllere sekînet ve huzur verecektir. Fıkhın birbirinden farklı hükümlerinden istifade etmek, Müslümanların gücüne güç katmakta ve onların önünü genişletmektedir. Ayrıca aslı itibariyle mübah olan şeylerden Allah tarafından kendilerine verilen mal ve hayattan mahrum olmamaktadırlar. Bütün bunlar zor ve ağır olan hükümlerden uzak durup tamamen Müslümanların maslahatını gözeterek kolay hükümlerle ortaya çıkar. Nitekim ayette 'Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın' (Enfal, 60) buyrularak içerden ve dışardan saldırılara maruz kalmış İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların hayatlarını kolaylaştırmak adına bu hususa riayet edilmelidir. Bu durum İslam hukukunu bütün zaman ve mekânlara uygun hale getirmektedir. Bu faktörlerden bir tanesi de müctehid fakihlerin zannî delillere dayanarak ortaya koydukları hükümlerdeki ihtilaflardır. Bu asır, İslam hukukunun hayatın her alanına hâkim olması açısından, asrın ihtiyaçlarını ve hukuk sisteminin taleplerini karşılayabilmesi için geniş bir kanunlaştırma hareketine tanık olmuştur. Aslında kanunlaştırmaya duyulan zaruri durum da böyle bir hareketliliği zorunlu kılmaktadır. Biz de şer'î hükümlerin kanunlaştırılmasının gerekliliğini ortaya koymak için bu çalışmayı ele aldık. Günümüz Irak Medeni hukuku farlı alanlarda olmak üzere büyük ölçüde fıkıh kurallarını almış ve bu kuralları İslam hukukunda olduğu gibi kanunlaştırmıştır. Bu uygulamayla kanun fıkıh kurallarında yaşanan ihtilafı dikkate aldığından herhangi bir eleştiri ya da itirazla karşılaşmamıştır. 1951 senesine ait 40 numaralı Irak medeni kanunu birbirinden farklı birçok alanda İslam hukukundan hükümler almıştır. Irak medeni kanunun Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyeden etkilendiği görülmüştür. Daha sonra 1976 senesine ait 43 numaralı Ürdün medeni hukuku, bu hususta Irak medeni kanununu takip etmiştir. Daha sonraları ise diğer Arap ülkeleri birbirlerini izlemiştir. Mesela Sudan 1984, Birleşik Arap Emirlikleri 1985, Filistin ve Yemen 2012'de medeni muamele hukukunu kanunlaştırmıştır. Bu kaideleri biçim ve içerik bakımından karşılaştırmalı ve tenkit olan fıkhi- hukuki bir araştırmada ele aldık. Fıkhi kaideleri bilimsel ve nesnel olarak sınıflandırdık. Böylece tek bir başlık altında, tek bir konuyu oluşturacak şekilde kaideleri birleştirdik. Öyle ki bu kaidelerin hepsi akit teorisi gibi bir başlık altında toplanabilir. Bununla birlikte bazı kaideler birden fazla konunun altına girmektedir. Örneğin: 'Kelam ve te'vilin tefsiri', 'İrade ve ifadeyle istidlal', 'Örf', 'İstishab', 'Zarar', 'İhtiyaç', Kolaylık ve sıkıntının giderilmesi', 'Zararın İzalesi', 'Başkasının mülkünde tasarruf yetkisi', 'Damân', 'Tevabî ve İğtifâr', 'Şart ve Manî', 'Zan ve Tevehhüm', 'Haram', 'Telazüm', 'İçtihad', 'Şer'i Siyaset', 'Müteferrika' kaidesi gibi. Mali alışverişlere hükmeden ve kendisinden kurallar bütünü oluşturulan ve medeni hukuku etkilediğinden dolayı mali fıkhi kaideleri önceden zikrettik. Bu kurallar ışığında meydana gelen alışverişler ya hukuka uygunluk arz eder ya da sonradan ortaya çıkmış ve muasır olduğu için hukuka uygunluk arz etmez. Kurallar sayesinde siyasi hedefler, stratejiler, plan ve programlar çizilip belirlenmektedir. Kurallar alışveriş ve finansal yapıları destekler ve gözetler, meydana gelebilecek problemleri en güzel şekilde İslam hukuku ışığında çözüm üretir ve o sıkıntıyı gidermeye çalışır. Bu bağlamda kanunlaştırmanın en önemli ve faydalı kural ve kaidelerini zikrettik. Bununla birlikte araştırmada kanunlaştırma hareketinin tarihinden söz ettik. İslam ülkelerinde İslam hukuku alanında yapılan kanunlaştırma hareketini ve bunun neticesinde meydana getirilen kanunları ortaya koymaya çalıştık. Öte yandan İslam hukukunun kanunlaştırılması yönünde olumlu ve olumsuz görüş beyan eden İslam hukukçuların görüş ve gerekçelerini irdelemeye çalıştık.Doctoral Thesis Intention in Islamic Worship Fiqh and Its Effcts Onrulings(2019) Şavlı, Medeni; Aslan, Mehmet Selimİnsanların yaratılış gayesi Allah Teâlâ'ya ibadet etmektir. İbadet ise Yüce Allah'ın azameti karşısında derin bir saygıyla boyun eğmektir. Dinimizin emrettiği her bir ibadetin kendine göre rükünleri, şartları ve sünnetleri vardır. Nasslarla belirlenen kriterlere göre eda edilmeyen bir ibadet sahih kabul edilemez. Tüm ibadetlerde gerekli olan en önemli kriter hiç şüphesiz niyet olarak kabul edilir. Zira niyet ibadetlerin aslı ve ruhu olarak addedilir. Çünkü halis bir niyet olmayınca yapılan ameller ve ibadetlerin tamamı manevi açıdan değersiz kalır. Niyete bu kadar önem atfedilmesi üzerine biz de bu çalışmamızda 'İslam İbadet Fıkhında Niyet ve Hükümlere Etkisi' başlığı altında konuyu araştırdık. Yaptığımız çalışmanın birinci bölümünde niyetin anlam alanı üzerinde durarak ve niyetin tüm bileşenlerini (kasıt, ihlâs, irade, ihtiyar, azim) bu başlık altında ele aldık. Özellikle bu kavramların semantik tahlilini yaparak ve niyetle olan ilişkilerini ortaya koyduk. Ayrıca nasslar açısından niyet, niyetin kısımları, niyeti iptal eden durumlar, niyetin yeri ve niyet-amel ilişkisine de değindik. Bu başlık altında nasslar tarafından niyete büyük bir ehemmiyet verildiğini, niyetsiz hiçbir ibadetin geçerli olmadığını ortaya koyduk. Gerekli şartları taşımayan bir niyetin geçersiz olduğunu ve niyetin yerinin kalp olduğunu bu bölümde ele aldık. İkinci bölümde ise, ibadetlerde (namaz, oruç, hac, zekât, kurban, yeminler, kefaretler, cihat) niyetin hükmü, vakti, şekli ve niyette teşrik gibi konuları inceledik. Niyetin varlığını bazı fakihler şart bazıları ise rükün olarak kabul etmiş, niyetin vakti, şekli ve niyette teşrik gibi konularda ise ihtilafa düşmüşlerdir. Biz de bu konularda mevcut olan ihtilafları ve fakihleri bu ihtilaflara sevk eden sebepleri değerlendirerek çıkarsamalarda bulunduk. Anahtar Kelimeler : Niyet, amel, ihlâs, ibadet fıkhı, hüküm. Sayfa sayısı : 273 Tez Danışmanı : Doç. Dr. Mehmet Selim ASLANMaster Thesis Investigation of the Views Attributed To Ebû Yûsuf in Ibn Hazm's Book El-Muhallâ(2022) Sinoğlu, Ümmüebiha; Aslan, Mehmet SelimZâhirî mezhebinin önde gelen fakîhlerinden İbn Hazm ismiyle müsemma olmuş Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî V/XI. yüzyılda Endülüs'te yaşamıştır. Fıkhî eserleri ile tanınan İbn Hazm aynı zamanda kelam, hadis, edebiyat, tarih, tıp, dil, mantık gibi alanlarda da önemli eserler telif etmiştir. Bu çalışmada İbn Hazm'ın el-Muhallâ bi'l-âsâr fî şerhi'l-Mücellâ bi'l-ihtisâr adlı eserinde, Hanefî mezhebinin önde gelen fakîhlerinden ve ayrıca ilk 'kâdılkudât' ünvanını alan Ebû Yûsuf Ya'kûb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa'd el-Kûfî'ye atfedilen görüşlerin tahkik edilmesi amaçlanarak hazırlanmıştır. On bir ciltlik el-Muhallâ adlı eserde Ebû Yûsuf'a atfedilen 185 görüş tespit edilmiş ve bu görüşler Hanefî mezhebine ait birincil kaynaklar üzerinden mukayese edilerek değerlendirilmiştir. Çalışmamız giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın konusu, önemi, amacı, metodu ve sınırlılıkları yer almaktadır. Birinci bölümde İbn Hazm'ın hayatı, ilmi şahsiyeti, eserleri kısaca aktarılmış olup el-Muhallâ adlı eser ayrı bir başlık altında ele alınmıştır. İkinci bölümde Ebû Yûsuf'un hayatına, ilmi şahsiyetine ve eserlerine yer verilmiştir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde ise İbn Hazm'ın el-Muhallâ adlı eserinin tamamında Ebû Yûsuf'a atfedilmiş olan görüşler tahkik edilmiştir. Sonuç bölümünde ise tespit edilen hatalı görüş sayısı beyan edilmiş kısa bir kritiği yapılarak çalışma sonlandırılmıştır.Article İslam Borçlar Hukukunda Satış Konusunun Maddi Olarak Var Olması Şartına Dair Bir Değerlendirme(2022) Aslan, Mehmet SelimFıkıhta muâmelâtın temelini oluşturan satış akdi temlike yönelik, bağlayıcı ve ivazlı bir sözleşmedir. Satış akdinin hukuken geçerli bir şekilde kurulması için mahallü’l-akd olarak ifade edilen akit konusunun malum, teslim edilebilir ve meşru olmasıyla birlikte “mevcut” olması gerekmektedir. Klasik dönem fakihleri, “Yanında bulunmayan şeyi satma.” hadisinden hareketle akde mahall olan malın akit kurulurken maddi olarak var olması gerektiğini savunmuşlardır. O günün ticarî hayat şartlarına bakıldığında hadisin altında yatan gerekçe, akit konusu malın mevcut olmaması değil, temin edilip edilmemesinin belirsiz olmasıdır. Öyleyse akit yapılırken varlığı bulunmayıp ancak ileride elde edilmesi kesin olan şeyler, örneğin tükenmiş bir fabrika malının satılması ve daha sonra üretilerek alıcıya teslim edilmesi mümkün olan şeyler henüz vücut bulmadan günümüz şartlarında mevcut kapsamında değerlendirilebilir ve satış konusu yapılabilir. Bu nedenle klasik dönemde akit yapılırken varlığı bulunan şeklinde açıklanan “mevcut” kavramı, günümüz şartlarında gelecekte var olacağı kesin olan şeyleri de içerecek tarzda daha kapsamlı bir kavram olarak kabul edilebilir. Çalışmada “mevcud”un “mahiyeti ve kapsamıyla ilgili klasik dönem fakihleri ve çağdaş İslam hukukçularının görüşlerini ortaya koymayı ve kavramı günümüz ticarî hayatın şartları çerçevesinde incelemeyi amaç edindik.Master Thesis İslam Hukuku Açısından Devlet Memurlarının Hak ve Sorumlulukları(2019) Ahmed, Asos Mohammed Salıh; Aslan, Mehmet SelimSadece kamu hizmetlerini yerine getirmeyi önemsemek yerine, ekonomik ve sosyal hayatın her alanına müdahale eden devlet fonksiyonunda meydana gelen gelişimin neticesinde, artık devlet işlerinin yürütülmesinde ve politikasının uygulanmasında kamu görevlisinin çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Çünkü devletin ekonomik, sosyal ve büyüme hedeflerinin gerçekleştirilmesinde ve vatandaşlara temel hizmetlerin sunulmasında birinci derecede sorumlu olan kişi kamu görevlisidir. Bu bağlamda kamu görevlisi; kamu yararını gözeten, devlet iradesini ve saygınlığını temsil eden ve toplumda işlerin belli bir düzen içerisinde yürümesini sağlayan kişidir. Aynı şekilde kamu görevlisi; kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yapmak için bütün gayretini serf etmekle sorumlu olan memurdur. Bundan dolayı görevini ihlal ettiğinde veya sorumluluklarından kaçtığında disiplin cezasına çarptırılır. Çünkü yaptığı eylem ceza ve disiplin gerektiren mesleki davranış kurallarının ihlali anlamına gelir. 'İSLAM HUKUKU AÇISINDAN DEVLET MEMURLARININ HAK VE SORUMLULUKLARI' adlı bu çalışmada, İslam hukuku ile pozitif hukuku karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmıştır. Konuya, Özelde Irak hukuku genelde ise pozitif hukuk bağlamında 'kamu görevi' ve 'kamu görevlisi' kavramlarının tanımı ile başlanmıştır. Daha sonra kamu görevini üstlenme şartları, İslam hukukçularının bu konudaki görüşleri ve İslam terminolojisinde 'görev' kavramının anlamı hakkında genel bilgilere yer verilmiştir. Ayrıca İslam hukuku ve pozitif hukuklarla mukayese edilerek Irak Anayasasında kamu görevlisinin malî ve idarî hakları ele alınmıştır. Daha sonra, mesleki sır ile görev tecrübesinin ayrı olduğuna inanarak diğer çalışanların sırlarını ifşa etmemek ve yasal sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla, devletin iyi muamele yapmasını gerektiği bilinciyle çalışmak gibi, iyi niyet ilkesiyle bağdaşan ahlaki gereksinimlere değinilmiştir. Çalışmamız önemi, doğası gereği çok önemli olan bir konuyu işlemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü kamu personeli, devletin en önemli organı sayılmaktadır. Zira devlet, yetkilerini ve otoritesini ancak vatandaşlarına hizmet sunan çalışanları aracılığıyla gerçekleştirebilir. Kamu görevlisi, vatandaşlara karşı devletin aynası konumundadır. Bu nedenle, çalışmamız, kamu görevlisi kavramını, İslam hukukunda ve kamu hizmeti yasalarında karşılaştırmalı bir şekilde tanımlamaya çalışacaktır. Ayrıca, kamu görevlisinin hak ve sorumluluklarını İslam hukuku ile bu hak ve sorumlulukların yasallaştırılmasına yeni boyutlar katarak karar veren pozitif hukuka göre karşılaştırmalı bir biçimde ele alması da çalışmamızın önemini göstermektedir. Araştırma konumuzun bu denli önemli olmasına rağmen, kaynaklarda ayrıntılı olarak ele alınmamıştır. Sadece Kamu Hizmeti Kanunu'nu açıklamak bağlamında veya kamu görevi ile ilgili çalışmalar kapsamında detaylara girmeden sınırlı bir şekilde ele alınmıştır. Nitekim İslam hukuku açısından kamu görevlisi kavramının incelenmesi, tüm insani ilişkileri kapsayan ilahi ilke ve öğretilerin de açıklanmasına fırsat vermektedir. Çalışmada, dağınık olarak verilen bu bilgilerin tümünden yararlanılmıştır. Çalışmamızda ulaşmayı hedeflediğimiz sonuçlardan bazıları şunlardır: ' kamu çalışanı' kavramını tanımını yapmak, İslam hukuku ile Irak ve diğer ülkelerdeki kamu hizmetleriyle ilgili yasalar dâhil olmak üzere pozitif hukuka göre kamu görevini üstlenme koşulları. Aynı şekilde, İslam hukuku kaynakları ile -kamu görevlileriyle ilgili tüm yasalar dâhil olmak üzere- pozitif hukuk kaynaklarında kamu görevlilerinin hak ve sorumluluklarını tanımlayan kurallar ve ilkelerin açıklanması da hedeflerimiz arasındadır. Çalışmamızda betimsel analitik araştırma yöntemi takip edilmiştir. İslam hukuku kaynakları ve konuyla ilgili Arapça veya yabancı dillerde yazılmış kitap, dergi, tez, süreli yayınlar vb. pozitif hukuk kaynakları detaylıca incelendikten sonra sonuca varılmıştır. Aynı şekilde karşılaştırmalı araştırma metodu da uygulanmıştır. Çünkü çalışmamız, İslam hukuku ile Irak Kamu Hizmetleri Yasası arasında karşılaştırmalı bir analitik çalışma yaparak kamu görevlisinin hak ve sorumluluklarını açıklayan hüküm ve kuralları ela almıştır. Aynı konuyu, Irak Kamu Personeli Disiplin Yönetmeliğini Fransa ve Mısır'ın yönetmelikleriyle mukayese ederek ele almıştır. Çalışmamız önsöz, giriş, iki bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır. Önsözde konunun önemi, seçilme nedenleri, amaçları, çalışma metodu ve içeriği hakkında genel bilgilendirme yapılmıştır. Giriş bölümünde, kamu personeli, kamu görevinin genel çerçevesi çizilmiş, çalışmada sıkça kullanılan kavramların sözlük ve terimsel anlamları verilmiştir. Ayrıca memur/işçi ile görev/iş kavramlarının Irak, Mısır ve Fransa yasalarındaki tanımlarına değinilmiştir. Nitekim aynı kavramların İslam hukukundaki tanımları da zikredilmiştir. Birinci bölümde, İslam hukukuna göre kamu personelinin hak ve sorumlulukları zikredilmiştir. İnsan mutluluğunu amaçlayan İslam, her alanda insana tam bir yaklaşımla yaklaşmış ve ona eksiksiz bir yaşam metodu sunmuştur. İslam hukukunun çalışma hükümleri, tüm çalışanlar için eşit haklar ilkesine dayanmaktadır. Devlet, bu ilkenin uygulanmasını kontrol mekanizmasıyla garanti etmektedir. Birinci bölüm iki konudan oluşmaktadır. Birinci konuda, İslam hukukunda kamu personelinin hakları ele alınmıştır. İkinci konuda, İslam hukukunda kamu personelinin sorumlulukları ele alınmıştır. İkinci bölümde ise, Irak ana yasasına göre kamu personelinin hak ve sorumlulukları ele alınmıştır. Bu bölümde iki konudan oluşmaktadır. Birinci konuda, Irak anayasasında kamu personelinin hakları ele alınmıştır. Dolayısıyla personel maaşı, araştırma teşvik ödeneği, kurum geliştirme ödeneği ve promosyon gibi kamu personelinin mali ve izin hakları detaylıca ele alınmıştır. İkinci konuda ise, Irak anayasasına göre kamu personelinin sorumlulukları ele alınmıştır. Bu sorumlulukların bazıları şunlardır: Dürüst ve sorumluluk duygusuyla mükellef olduğu işi yerine getirmesi, mesai saatlerine riayet edip bu saatlerde izin almadan veya geçerli bir mazereti olmadan iş yerinden ayrılmaması, mesai saatleri boyunca sorumlu olduğu işle ilgilenmesi, amirlerine karşı saygılı olup emirlerini yerine getirmesidir. Aynı şekilde yetkisi altındaki memurlara iyi davranması, vatandaşa karşı saygılı olup işlerini kolaylaştırması da kamu personelinin sorumlulukları arasındadır. Sonuç kısmında ise, araştırmamız boyunca vardığımız en önemli sonuçları ve önerileri maddeler halinde aktardık. Araştırmamız boyunca gerek İslam hukuku gerek pozitif hukuk alanlarında pek çok kaynaktan yararlandık. Bu kaynakları da kaynakça bölümünde alfabetik sıraya göre verdik.Master Thesis İslâm Hukuku'na Göre Kürtajın Hükmü(2019) Issa, Neamat Abdulhadi; Aslan, Mehmet SelimÇalışmamızda gerek tıbbi gerekse şeri açıdan kürtaji ele aldık ve ceninin yaratılış aşamalarını izah ettik. Zira çalışmanın konusu olan İslam hukuku ve tıpta kürtajın hükmü konumuzun unsurlarını analiz etmede takip ettiğimiz yöntem şer'î ve tıbbî bakış açılarıdır. Meseleyi tahlil ederken öncelikle onun şeri hükmünü açıklar, ardından alanında uzman doktorların konu hakkındaki yaklaşımlarına yer verdik. Zira onların yaklaşımları, ictihad etmede ve konuyla ilgili meselelerin çözüme kavuşturulmasında fakihin işini kolaylaştırmaktadır. Nitekim İslam dini, insanın güven ve huzur içinde yaşaması için gerekli olan ve el-Mekâsidu'l-Hamse diye tabir edilen; din, can, akıl, nesil ve maldan oluşan beş temel zorunlu amacı gerçekleştirmek ve bunları korumak amacıyla gelmiştir. Dolayısıyla ceninin de her açıdan korunması gereklidir. Çalışmamız giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Girişte tezin konusu, önemi, amacı, yöntemi ve konuyla ilgili daha önce yapılan çalışmaları ele aldık. Konumuzun doğası gereği ve aynı zamanda tıp ilmi gibi farklı alanlarla ilişkisi olduğu için çalışmamızda analitik, tümevarım ve tümdengelim gibi birkaç farklı yöntemi bir arada tatbik ettik. Birinci bölümde cenin kelimesinin sözlük ve terim anlamı, tıbbi açıdan ceninin durumu ve normal doğumdan önce her hangi bir neden ve yöntemle çocuğun aldırılması veya düşürülmesi manasındaki kürtajı konu edindik. Ayrıca tıbbi ve fıkhî açıdan kürtajın çeşitlerini de irdelemeye çalıştık. İkinci bölümde oluşumundan doğumuna kadar ceninin oluşum sürecini ve aşamalarını etraflıca inceledik. Konu hakkındaki ayet ve hadisleri tahlil ettik. Aynı şekilde modern tıp biliminin açıkladığı ceninin tekevvün evrelerini ele aldık. Yine bu bölümde üzerinde durduğumuz konulardan bir tanesi de fakih ve doktorlara göre cenine ruhun üfürülmesi meselesidir. Biz bu konudaki söz konusu görüşleri serdettikten sonra bu görüşlerden hangisinin kuvvetli olduğunu belirttik. Üçüncü bölümde gerek ruhun cenine üfürülmeden önce gerekse üfürüldükten sonra klasik dönem ve çağdaş fakihlere göre kürtajın hükmünü irdeledik. Ayrıca ruhun cenine üfürülmesinin gebeliğin dördüncü ayında gerçekleştiğini ortaya koyduk. Nitekim gerek klasik dönem gerekse çağdaş fakihlerin tercihi de bu yöndedir. Bu bölümde kürtaj ile ilgili teferruatlı bir şekilde ortaya koymaya çalıştığımız başka bir husus da kürtajın sebepleri, meşrulaştırıcı faktörleri ve onun üzerine terettüp eden hükümleridir. Aynı şekilde kürtaj cinayetini işleyen kişi ve bu kişiye terettüp eden kefaret ve ceza da bu bölümün konuları arasındadır. Son bölüm olan dördüncü bölümde ise cenini korumak için alınması gereken tıbbi ve şer'î tedbirlerin neler olduğunu, kürtajın anne ve toplum üzerindeki olumsuzlukları hakkında bilgi sunduk. Zira kasıtlı olarak yapılan kürtajın toplum üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Ayrıca zina, tecavüz veya mahremlerle yapılan zina sonucunda oluşan gebeliklerin kürtajı, bu kürtajın hükmü ile ilgili alt başlıklara yer verilmiştir. Fakat şu bir gerçektir ki İslam toplumunda, tecavüz, zina veya mahremlerle yapılan zinalardan oluşan gebelik azdır. Bununla birlikte bu tür gayri meşru yollardan meydana gelen gebelikler hakkında İslam hukukçularının farklı görüşleri söz konusudur. Konuyla ilgili belirttiğimiz diğer bir husus da engelli doğacak ceninin kürtajı meselesidir. Söz konusu engelli durum iki çeşittir. Birincisi parmak sayısının fazla veya eksik olması gibi kürtaja ihtiyaç duymayan basit bedenî bozukluklardır. İkincisi ise gerek ceninin gerekse annenin hayatını tehlikeye atacak kadar büyük şekilsel bozukluklardır. Bu ikinci çeşitte ceninin bulunduğu merhale fark etmeksizin alanında uzman, güvenilir doktorların verecekleri sağlık raporları doğrultusunda kürtajın caiz olması ihtilaflıdır. Bunun dışında kürtajla alınan ceninlerin ebeveynlerinin rızasıyla ve saygınlığı korunmak kaydıyla bilimsel deneylerde ve organ naklinde kullanılması hükmüne de değindik. Ancak kürtaj, sadece cenini bilimsel ve tıbbi deneylerde kullanmak maksadıyla yapılıyorsa bu caiz değildir ve masum bir canın hayatına son verildiği için katl sayılmaktadırDoctoral Thesis İslam Hukukuna Göre Üretim Faaliyeti ve Çağdaş Uygulamaları Production Activity İn Islamic Law And İts Contemporary Economic Applicaton(2023) Alı, Faez Azız; Aslan, Mehmet Selim; Al-quradaghı, Ali Muhyealdın A.Bu çalışma, İslam hukukundaki üretim faaliyetini ve üretim faaliyetlerinin üretimin büyümesini ve gelişmesini teşvik etmede önemli bir rol oynadığı, ancak ekonomi politikalarının artan yatırımları teşvik eden bir ekonomik iklimin sağlanmasına yardımcı olduğu çağdaş ekonomik uygulamalara ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bu araştırmada İslam hukukunun üretime ve gelişime önem vermesinden, insanları maddi ve beşeri enerjilere dikkat etmeye teşvik ettiğinden ve hepsini üretim için seferber ettiğinden, doğadan maksimum fayda sağlayarak üretimi geliştirmeye önem verdiğinden bahsettik. Üretim teriminin de diğer ekonomik terimler gibi gelişimini ve ekonomik görüş ve fikirlerin gelişimi doğrultusunda gelişim sağladığını ifade ettik. Nitekim Orta Çağ'da tarım ve önemli el sanatları yoluyla ihtiyaçların karşılanması sınırlı olmuştur. Üretimin, maddî veya manevî bir fayda üretmeyi veya artırmayı amaçlayan organize bir ekonomik faaliyet olduğuna dikkat çektik. Daha sonra İslam hukukunun üretime teşvik ettiğini ve kendini tamamen ibadete verme ile tembellik ve gevşeklik sebebiyle olsa bile çalışmamayı yasakladığını açıkladık. Çünkü kâinattaki nimetlerin herhangi bir kısmının ortaya çıkarılması, hukuktaki ekonomik doktrinin bireylere ve topluma yüklediği temel bir hedeftir. Ayrıca İslam hukukunun, kendisiyle hedeflerine ulaşmak için üretime yönelik koymuş olduğu kural ve kaideler ile üretimin verimliliğini artırmak için geliştirdiği yollardan bahsettik. Bu kurallardan en önemlileri şunlardır: Temel kurallar ve ekonomik kurallar. Üretimin öncelikleri önce insanın zarurî ihtiyaçlarının karşılanmasıyla, sonra haciyât olarak ifade edilen mallarla ve son olarak da tansînî hizmetleriyle başlar. Bu nedenle İslam'da üretim süreci, İslam hukukunun belirlediği maslahat sırasına göre düzenlenmiş kurallara göre yürütülmektedir. Ayrıca İslam hukuku gölgesinde üretimin hedeflerinden, yeniden yapılanmayı gerçekleştirmekten ve mutluluğu sağlamak ile her insan için yeterli ölçüde geçim sınırından çıkmaktan bahsettik. Çünkü bu, kapsamlı bir gelişmeyi gerçekleştirmek için birey, toplum, topluluk ve devlet üzerindeki dini bir görevdir. Tarımsal üretimden, öneminden, amaçlarından ve gelişmelerinden, çiftliklerde üretilen tüm bitkisel veya hayvansal ürünlerden, bunların nelerden oluştuğundan bahsettik ve bunu bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretimi için üretim birimlerindeki toprak ve insan kaynağından yararlanma bilimi, sanatı, endüstrisi veya mesleği olarak tanımladık. Tarımsal üretim, yeryüzünde uygarlık var olduğundan beri var olmuştur. Tarımsal üretim, dünyadaki en önemli ve kapsamlı ekonomik faaliyetlerden biri olmuştur ve hala da öyledir. Aynı zamanda insanların hayatta kalmasını sağlamak için gerekli olan en önemli temel faktörlerden biridir. Onun ekonomik boyutu, politik boyutu ve sosyal boyutu olmak üzere birçok boyutu vardır: Ayrıca, tarım devriminin rolünü ve sanayi devrimi ile gelişimini ve tarımda üretimi artırmak, nicel ve nitel olarak çok büyük ölçüde geliştirmek için uygulanmasını açıkladık. Daha sonra Batı dünyası ile Arap dünyasındaki endüstriyel üretimi ve on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda ortaya çıkışını inceledik. Onu farklı kılan en önemli şey makinelerin ve büyük fabrikaların ortaya çıkması ve bazen işçilerden vazgeçilmesiydi. Hayvansal üretimin kapsamlılığı, hayvanlar, sığırlar, kuşlar, balıklar ya da bunun dışında insanların ya kendisinden ya ürünlerinden ya da hayvan olarak yaratılışlarından fayda sağladıkları bütün canlı hayvanlar tarımsal gelirin ve dolaysısıyla devletin milli gelirinin arttırılmasında önemli bir rol oynar. Bu da onu ülkelerin ekonomik kalkınmasının bir ölçüsü yapar. Daha sonra madenler kavramını, onunla ilgili şeri hükümleri, konuyla alakalı âlimlerin görüşlerini ve madenlerin çıkarıldığı yerleri sunduk. Bu bağlamda şunları ifade ettik: Madenler üç çeşittir: Altın ve gümüş gibi katı, eriyen ve ateşle yumuşayan madenler, kireç gibi erimeyen ve ateşle yumuşamayan madenler, su gibi sert olmayan madenler. Zirai ekonomi ilminin dallarından biri olan su kaynaklarının önemini beyan ettik. Ki bu ilim tarım ekonomisinin temel kural ve teorilerinden yola çıkarak toplumun bütün fertlerinin yararına uygun olan su kaynaklarının önemini, su kaynaklarının miktarlarının artırılmasını, kalitesinin iyileştirilmesi ve yönetim verimliliğinin yükseltilmesi konusunu araştırmaktadır. Üretim faaliyetinde bilimsel üretimin önemini ve İslam hukukundaki önemini ortaya koyduk, âlimlerin ve fakihlerin bu konudaki ifadelerine değindik. Ayrıca bunun İnsan aklının şimdiye kadar üstlendiği en zor ve en güzel faaliyet olduğuna işaret ettik. Bu hayat sanatı, gelişim ve kalkınmayı sağlamak için bir tür kutsal cihattır. Ayrıca, teknoloji teriminden, İslam hukukundaki önem ve rolünden ve toplumdaki gelişiminin öneminden, mal ve hizmetlerin üretim ve geliştirilmesinde doğal ve beşeri kaynaklardan istifade etmekten, bu ilmi zaman ve emekten tasarruf sağlamak gayesiyle üretimi geliştirmek için kullanmaktan bahsettik. Sermaye kavramına, türlerine ve İslam ekonomisindeki büyük önemine, insan onurunu koruma ve yaşam ihtiyaçlarını karşılamasına aracı olduğuna, başkalarıyla menfaat alışverişinde bulunmak için bir sebep olduğuna, İslam dışı sistemlerde olduğu gibi kendi başına bir son olmadığına değindik. Ayrıca İslam hukukunun çevreyi korumasından, medeniyeti geliştirmesinden, sağlık ve sosyal hayata verdiği önemden, bilim adamlarının, temiz ve kirlilikten arındırılmış bir çevre olmadan bir toplum için gelecekten bahsedilemeyeceğinden, su veya maden olsun, kaynakların kirlenmesinin ve bunların irrasyonel kullanımının, bu kaynaklar üzerinde meşru bir hakka sahip olan gelecek nesillerin mahrum kalmasına yol açacağından bahsettik. İslam hukukunun rolünü ve tüketimin en akılcı yolunu belirleyen, lüks, savurganlık, israf ve saçıp savurmayı yasaklayan ve zararlı malların tüketimini yasaklayan kurallara k verdiği önemi ele aldık. Dağıtım ve üretim arasındaki ilişkiden, dağıtımın üretimdeki rolünden ve üretim hedeflerinden bahsettiğimiz gibi, araştırmanın kendisiyle sonuçlandığı en önemli sonuçlara ve önerilere ulaşmak için zorunlu ve isteğe bağlı olan üretim araçlarından bahsettik. Anahtar Kelimeler: İslam Hukuku, Faaliyet, Üretim, Ekonomi.Article İslam Hukukunda 'te'assuf' Kavramı ve Hükümlere Etkisi(2016) Aslan, Mehmet Selimİslam hukuku tarafından hak sahibine hakkını kullanma hususunda bir yetki tanındığı, bu yetkinin kullanımına yönelik bir kısıtlamaya gidilemeyeceği ve dolayısıyla bu yetkiyi kullanması halinde herhangi bir hukukî yükümlülükten söz edilemeyeceği unutulmamalıdır. Buna göre hak sahibi, hakkını amacına uygun bir şekilde kullanabilir. Ayrıca böyle bir kullanım başkalarına zarar vermediği sürece hukuk tarafından kısıtlanamaz. Ancak bazen hak sahibi hakkını kullandığında kendisine çeşitli faydalar sağlarken, aynı zamanda başkasını zarara uğratabilir. Aynı şekilde hakkını kullanırken kendisine herhangi bir yarar sağlasın diye değil, sırf başkasına zarar versin diye kullanabilir. İşte böyle durumlara hakkın kötüye kullanılması denir.Kişi, hakkını kullandığında elde ettiği yarar başkasının gördüğü/göreceği zarardan daha az ise bu durumda hakkını kötüye kullanmış olur. Dolayısıyla hakların kullanılması durumunda özel menfaatler arasında çatışma olabileceği gibi özel menfaatle kamu yararı arasında da çekişme olabilir. Özel çıkarlar arasında çatışma olduğu zaman bu çıkarları dengelemek gerekir. Ancak özel çıkarla kamu yararları çatıştığında kamu yararlarının özel menfaatlere tercih edilmesi söz konusu olur. Zira İslam hukukuna göre özel menfaatler kamu yararına üstün sayılamaz.Master Thesis İslam Hukukunda Geçerli Olup Olmadığına Göre Nikah Akdinin Hükümleri (irak Medeni Kanunu Ile Mukayeseli) the Provisions of the Marriage Contract Are Valid and Invalid in Islamic Jurisprudence and Comparing With the Law of Iraqi Personal Status(2020) Qader, Nasreen Nuro; Aslan, Mehmet SelimNikah akdi, yüce Allah'ın yürürlüğe koyduğu en kutsal sözleşmelerden biridir. Bu akid, doğrudan cinsel birlikteliği ifade etmekle birlikte, taraflar (damat-gelin) ancak sahih bir evlilik akdinin kurulması sonucunda birbirine helal olabilirler. Aynı zamanda taraflar boşanırlarsa aralarındaki durum tekrar harama dönüşür. Bu nedenle İslam bu konuya özel ve benzeri görülmemiş bir önem vermiştir. Nitekim Kur'an'da nikah akdi büyük sözleşme olarak şöyle tarif ediliyor: وَإِنْ أَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا ۚ أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا {20}وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَىٰ بَعْضُكُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا {21} النساء،4], İslam, evlilik sözleşmesinin sürekliliğini esas alarak, bu bağın korunması ve sağlanması için uygun yasalar ve hükümler sistemi ortaya koymuş ve sahih bir evlilik sözleşmesi için bazı şartlar ileri sürmüş. Aslında evlilik insan uygarlığının en büyük direğidir. insanlığın kalıcılığını sağlamanın tek helal yoludur ve bununla birlikte insan ırkını sürdürebilen eşsiz bir sistemdir, Evlilik toplumları ahlaki ve psikolojik sapmalardan korumanın en iyi yoludur. Bu çalışmamız, bir giriş, bir önsöz ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın önemi ve bu araştırmanın isteğe bağlı nedenleri hakkında kısaca bilgi verdikten sonra önsözde, dil açısından sözleşme, sağlık ve hükümsüzlük gibi konuları ele aldık. Daha sonra Irak hukuku çerçevesinde hukukçuların konu hakkındaki görüşlerine değindik. Ayrıca sağlıkla ilgili terimler, geçersizlik ve terimler arasındaki ayırımları ortaya koymaya çalıştık. Çalışmamızın birinci bölümünde, nikah akdinin inikad ve sıhhat şartları ve bunun sağlık ve geçersizlik üzerindeki etkisine değindik. Hemen ardından üç talep olarak ifade edilen nikah akdinin şartları, şartların yokluğu ve bunların sözleşmenin geçerliliği ve geçersizliği üzerindekietkisi üzerinde durmaya gayret ettik. ikinci bölümde, sağlık ve malullüğün yasal etkileri, üçüncü bölümde evlilik sözleşmesinin hükümsüzlüğü üzerindeki cezai etkiler ve dördüncü bölümde ise nikah akdinin geçersizliği sonucunda meydana gelen maddi etkiler (boşandıktan sonra çeyiz kararı, para tasarrufu ve dağılımı, yasal yaptırımlar) gibi konular üzerinde durduk. Ayrıca her bölümün sonunda da Irak hukukuna ait hukuki metinlerine yer vererek, bu yasal metinlerle şer'î hükümler karşılaştırmaya özen gösterdik. Araştırmamızın sonunda bizde hasıl olan düşünceleri sonuç bölümünde belirttikten sonra çalışmamız boyunca müracaat ettiğimiz kaynakları da kaynakça bölümünde belirttik. Insanın kıusursuz olamayacağı düşüncesinden hareketle bu çalışmamızın da kusurları olabileceğini ifade ederek, çalışmamızın kabul görülmesi ve bu alanda yapılacak çaışmalara mütevazi bir katkı sunmasını temenni diyoruz. Çalışmamız boyunca yardımlarını esirgemeyen kıymetli danışman hocam Doç. Dr. Mehmet Selim ASLAN'a teşekkür ederim. Ayrıca sürekli desteklerini sağlayan değerli hocam Dr. Kerim Hemin Balisani'ye ve eğitim hayatım boyunca üzerimde emeği olan tüm hocalarıma da teşekkürü bir borç bilirim. Anahtar Kelimeler: İslam hukuku, Nikah, akid, sahih, batıl, evlilik sözleşmesiArticle İslâm Hukukunda İrade Beyanında Yapılan Hatanın Sözlü Tasarruflara Etkisi İle İlgili Görüşler(2023) Aslan, Mehmet Selimİnsanın hayatında önemli yer tutan hukukî işlemlerin varlığı kastı gösteren söz ve yazı gibi beyanların bulunmasına bağlıdır. Çünkü kasıt, ancak beyan vasıtalarıyla dışa aksettirilebilir. İslam hukukunda prensip olarak bâliğ ve akıllı olan kimsenin hukukî tasarruflarla ilgili sözleri kasıtlı bir şekilde söylediği kabul edilir. Bu nedenle sözlü tasarruflarla ilgili beyanı hatayla telaffuz ettiğini iddia eden kimseden iddiasını ispat etmesi istenir. Ancak bazen kasıtsız bazen kasıtlı olmak üzere beyan ile kasıt arasında uyum bulunmayabilir. Beyan ile kasıt arasında uyumsuzluk varsa beyana hukukî sonuçlar terettüp eder mi? Böyle bir durumda beyana mı itibar edileceği yoksa kasta mı öncelik verileceği, fakihler arasında tartışmalı bir konudur. Bu nedenle çalışmada hatayla meydana gelen sözlü tasarrufların hukukî açıdan değerini ve mezheplerin konuyla ilgili görüşlerini konu edindik. Burada, mezheplerin hata neticesinde meydana gelen sözlü tasarruflara ilişkin yaklaşımlarının belirlenmesini hedefledik. Böylece çalışmada “hata”nın mahiyeti ve kapsamını, akit ve tasarruflara etkisini, fakihlerin konuyla ilgili görüşlerini ortaya koymayı amaç edindik.Article Klasik Dönem Fıkıh Eserlerinde Neshin İmkân ve Vukuu Meselesi(2017) Aslan, Mehmet SelimKur’an’da neshin mevcut olup olmadığı meselesi âlimler arasında tartışılan konulardandır. Tartışma, bu konuda açık ve kesin delillerin olmayışından kaynaklanmaktadır.Nesih, bir nassın hükmünü daha sonra gelen bir nass ile kaldırma veya bir hükmün şer‘îbir delille kaldırılması olduğuna göre, nesih konusu tefsir usulünü alakadar ettiği kadarfıkıh usulünü ve fıkhı da alakadar etmektedir. Hatta neshin konusu, şer‘î hükümler olduğuna göre neshin en çok fıkıhla ilgili bir mesele olduğu söylenebilir. Nitekim usulcüler-genel olarak- neshi, şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir hükümle ilgası, yürürlükten kaldırılması olarak tanımlamışlardır. Buna göre önceki şer’î bir hükmü ilga eden,yürürlükten kaldıran yeni hükme nâsih, ilga edilen önceki hükme mensûh, bu olaya danesih denilmektedir.İlk zamanlarda nesih kelimesi tahsîsi, takyidi ve istisnayı içerecek şekilde geniş kapsamlı bir şekilde düşünülmüştür. Ancak İmam Şâfiî’den itibaren neshin terimsel bir hüviyet kazandığı belirtilmektedir. Nâsih ve mensûh konusu ilk dönemlerden itibaren incelemekonusu yapılmıştır. Klasik dönem fukahâsının fıkha ilişkin yazdıkları eserlerde neshin birolgu olarak yer aldığı görülmektedir. Özellikle dört mezhep fakihlerinin tamamı, neshiprensip olarak kabul ettiği gibi fıkhî meselelerin çözümünde de bu prensip doğrultusunda hareket etmiştir. Klasik dönem fıkıh eserlerinde mensûh kabul edilen ayetlerin birkısmında ihtilaf bulunmakla birlikte diğer bir kısmında ittifak vardır. Bu takdirde nesihteorisinin dört mezhep fakihleri tarafından kabul edildiği söylenebilir.Master Thesis Mediation Method in the Solution of Domestic Problems in Islamic Family Law(2021) Candan, Zehra; Aslan, Mehmet SelimAile içi problemlerin çözümünde İslam hukukuna uygun, aynı zamanda medeni hukukta uygulanabilir bir yöntem geliştirmeyi amaçlayan tez çalışmamız tahkim, sulh ve arabuluculuk yöntemlerini kapsayan sentez bir yapıya sahiptir. Bu kapsamla önerdiğimiz aile içi problemlerin çözümünde arabuluculuk yöntemi; İslam aile hukukunda Kur'an-ı Kerim'e dayanan tahkim uygulamasını aile birliğini korumak amacıyla üçüncü bir şahsın desteğinin alınması ve tarafların temsil edilmesi yönüyle; İslam hukukunda sulh yöntemini yapılan müzakerelerin öncelikli olarak uzlaşma odaklı barışçıl bir şekilde sonuçlanmasını öncelemesi yönüyle; medeni hukukta arabuluculuk yöntemini ise sürecin mahkeme eliyle ve uzmanlık eğitimi almış, profesyonel bir üçüncü şahsın uzlaştırma amacıyla aracılık yapması yönüyle; kapsamakta ve bu uzlaşma yöntemlerinin birleşiminden oluşmaktadır. İslam aile hukukunda arabuluculuk yöntemi aynı zamanda mahkemeye gitmeden uzlaşma sağlaması amacıyla mahkemelerin iş yükünü azaltmayı, uzman profesyonel üçüncü bir şahsın desteğiyle taraflara manevi destek ve iletişim rehberliği sunmayı, toplumsal bir sorun haline gelen boşanma olgusunu azaltma konusunda katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Türkiye aile yapısına uygun olarak çalıştığımız arabuluculuk yöntemi İslam hukuku, medeni hukuk ve toplumsal yapının özellikleri göz önünde bulundurularak; temel klasik kaynaklar, modern güncel kaynaklar ve disiplinler arası çalışmaların ele alınmasıyla geliştirilen bir yöntemle hazırlanmıştır. Giriş bölümüyle başlayan çalışmamızın ilk bölümünde genel olarak arabuluculuk yöntemi, kavramsal çerçevesi ve tarihsel gelişimi açısından ele alınmış, ikinci bölümde İslam hukukunda arabuluculuğun meşruiyeti değerlendirilmiştir. Sonraki bölümlerde ise İslam aile hukukunda aile içinde yaşanan problemler, nafaka, mehir, boşanma ve hıdâne özelinde ele alınarak arabuluculuk yöntemi ile bu problemlerin çözümü üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Sonuç olarak çalışmamızda sulh temelli arabuluculuk yönteminin uygulanabilirliği ele alınmıştır.Doctoral Thesis Muhammed Said Ramazan El-bûtî'nin Fıkhî Görüşleri ve Metodu(2019) Murad, Shawısh; Aslan, Mehmet SelimBu çalışma müceddid, usûlcü ve çağdaş bir fakîh olan Muhammed Sa'îd Ramazan el-Bûtî'nin fıkhî metodunu ve görüşlerini örneklerle incelemeyi esas almaktadır. Onun kitapları ve araştırmaları, fıkıh ve fıkıh usûlü alanında son derece önemli meseleleri içermektedir. el-Bûtî, usûlî ve fıkhî meselelerdeki görüşlerini ortaya koyarken ilmî bir yöntem takip etmektedir. Onun eserlerinde zikrettiği furû' ve usûl meselelerini inceleyerek fıkhî görüşlerini ve metodunu tümevarım yoluyla ele aldık. Onun bir hükme ulaşırken takip ettiği merhaleleri ve bu merhalelerin en önemli niteliklerini açıkladık. Çalışmamız mukaddime, giriş üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Mukaddime kısmında araştırmanın konusu, önemi, amacı ve problematiği ele alınmaktadır. Keza bu kısımda konuyla ilgili yapılan çalışmalara temas edilmekte ve araştırmanın bu çalışmalardan farklı yönlerine değinilmektedir. Bunun dışında araştırmanın kaynakları ve yöntemi ele alınmaktadır. Giriş bölümünde el-Bûtî'nin doğumu, yetişmesi, ilmî ve sosyal hayatı, siyasetle ilişkisi, davet yöntemi, ahlakı, zühdü, âlimlerin onun hakkındaki görüşleri ve vefatına değinilmektedir. Ayrıca yöntem (metot) kavramı ve, içeriğiyle birlikte önemine değinilmektedir. Bir ilim ne kadar önemli ise, o ilmin metodu da bir o kadar önemlidir. Araştırmacının meseleleri nasıl çözdüğünü takip ettiği metotla gerçekleşmektedir. İlmî bir araştırma takip edilen metotla ilintilidir. Bu sebeple ilmî bir araştırmanın başarısı veya başarısızlığı araştırmacının takip ettiği metotla ortaya çıkmaktadır.Master Thesis The Provisions of the Missing in Islamic Law (comparative With Iraq)(2019) Ismael, Alı Anwer; Aslan, Mehmet SelimŞüphesiz hukuk nezdinde insanın hayatıyla ilgili durum; yaşadığı kesin olan, öldüğü kesin olan ve mefkûd/ gâip/yitik olan yani hayatta olup olmadığı tam bilinmeyen şeklinde üç kısma ayrılır. Araştırmamız, üçüncü durumdaki yani herhangi bir nedenle kendisinden haber alınamayan dolayısıyla hayatı veya ölümü hakkında kesin bir bilgi bulunmayan insanın hukuktaki durumunu ele almaktadır. Hukuk literatüründe bu kimseye mefkûd denir. Mefkûdun durumu, Irak anayasası dâhil olmak üzere pozitif hukuklarda büyük önem taşımaktadır. Ancak tüm bunlardan önce İslam hukuku bu meselenin üzerinde durmuş ve önemine vurgu yapmıştır. Mefkûdu; izine rastlanmayan, kendisinden haber alınamayan ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen kişi şeklinde tarif etmeleri mezhep imamlarının konuya verdikleri önemi göstermektedir. Irak anayasası bu tanımdan esinlenerek mefkûdu 'sağ olup olmadığı bilinmeyen kayıp kişi' şeklinde tarif etmiştir. Zaten Irak anayasası bu meseleyle ilgili birçok hükmünü İslam hukukundan almıştır. Araştırmamız, söz konusu meseleyi İslam hukuku ve Irak anayasası açısından ele almıştır. İslam hukuku ve Irak anayasasında kayıp kişiyle ilgili hükümler belirtilerek dört Sünnî mezhep ile Şiʻanın imâmiyye mezhebinin görüşleri arasında tercih yapılmıştır. Ayrıca hem kayıp kişi hem de ailesi ve malı ile ilgili hükümler belirlenmiştir. Çalışmada, mezhep imamlarının mefkûd/kayıp kimseyle ilgili hükümlerinde düştükleri ihtilaflar incelenmiştir. Çünkü bu konu özellikle günümüzde kayıp olaylarının sıklıkla yaşanması sebebiyle daha çok önem arz etmektedir. Çalışmamız; önsöz, giriş ve iki ana bölümden oluşmaktadır. Önsözde; araştırmanın konusu, önemi, hedefleri, önceki çalışmalar ve metoduna değinilmiştir. Giriş bölümünde; mefkûd kavramının sözlük ve terim anlamları ele alınmış ve bu kavram ile 'esir' ve 'gâip' kavramları arasındaki farka değinilmiştir. Ayrıca kaybın iki kısma ayrıldığını, bunlardan birinde kaybolanın zahiren selamet olduğu diğerinde ise zahiren helak olduğu kabul edildiği fakat her iki durumun da mefkûdun ortaya çıkmasıyla ya da ölümüyle sonuçlandığı belirtilmiştir. Birinci bölümde: İslam hukuku ile Irak anayasasında mefkûd kişinin hükümleri ele alınmıştır. İslam hukukuna göre, kayıp haberi mahkemeye sunulduğu andan itibaren kişi 'mefkûd' kabul edilir ve bu durum kişinin ehliyetini etkileyip onun 'kısıtlı kişi' sayılmasına sebep olur. Bu konuda Irak anayasası da İslam hukukuna uymuştur. Mefkûd kişinin ölmüş kabul edilebilmesi için hâkim bir zaman belirler ve bu süre zarfında bulunmadığı takdirde ölümüne hükmeder. Bu sürenin ne kadar olması gerektiği hususunda ise mezhep imamları arasında ihtilaf vardır. Bazıları ortalama yaşam süresini esas almış, bazıları bu süreyi birkaç sene ile sınırlandırmış diğer bazıları ise bununla ilgili kararı hâkimin inisiyatifine bırakmıştır. Araştırmamızda; konuyla ilgili kararı hâkimin inisiyatifine veren görüş tercih edilmiştir. Irak anayasasında ise; mefkûdun normal şartlarda kaybolması durumunda dört yıl, ancak ölüm tehlikesinin bulunduğu şartlarda kaybolması durumunda ise iki yıl bekleme süresi belirlenmiştir. Ayrıca mefkûd kişin eşiyle ilgili hükümler de bu bölümde ele alınmıştır. Çünkü nikâh konusunda da, mefkûdun yaşamına veya ölümüne kesin hüküm verilinceye kadar eşinin bir süre beklemesi gerekir. Ancak bu süre konusunda da mezhepler arasında ihtilaf bulunmaktadır ve her mezhep kaybın durumuna göre bekleme süresi belirlemiştir. Irak anayasası bu konuda Hanbelî mezhebine uymuştur. Bütün mezhepler, bekleme sürecinde eşinin nafaka hakkına sahip olduğu konusunda görüş birliği içerisindedirler. Irak anayasası da bu konuda mezheplerin görüşünü benimsemiştir. Fakat nafakanın olmaması durumunda kadının kayıp kocadan boşanma yetkisine sahip olup olmaması hususunda imamlar ihtilaf etmiştir. Hanefî ve İmamiyye mezhepleri bu durumda kadına boşanma hakkını vermezken, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri kadına bu hakkı vermişlerdir. Irak anayasası da bu hususta kadına bu hakkı tanımıştır. Evlilik ilişkisine olan ihtiyacı nedeniyle kadının kayıp olan kocasından boşanma hakkının olup olmaması konusunda mezhepler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Şafiî, Hanefî ve İmamiyye mezhepleri kadına bu hakkı vermezken, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri ona bu hakkı vermişlerdir. Irak anayasası ise bu hususta net bir görüş belirtmemiştir. Mefkûd kimsenin nerede olduğu bilinmediği için, eşinin boşanma hakkına sahip olup olmadığı konusunda da mezhepler arasında farklı görüşler vardır. Hanefî, Şafiî ve İmamiyye mezheplerine göre kadın bu hakka sahip değildir. Fakat Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre onun bu hakkı vardır. Irak anayasası ise, bu konuda Şafiî, Mâlikî ve İmamiyye mezheplerine uyarak sırf nerde olduğu bilinmediği için kadının Mefkûd kocasından boşanma hakkına sahip olmadığına karar vermiştir. Mefkûd koca hakkında ölüm hükmü verildikten sonra eşinin, tıpkı kocası ölmüş kadın gibi iddet beklemesi gerekir. Bu konuda İslam hukuku ile Irak anayasası arasında görüş birliği vardır. Mefkûd kişinin diğer akrabaları ile ilgili hükümler de bu bölümde ele alınmıştır. Bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakalarının mefkûdun malından ödenmesi gerektiği hususunda İslam hukuku ile Irak anayasası arasında ihtilaf yoktur. Ayrıca mefkûd kişi ehliyeti kısıtlı olduğu için kayıp olduğu sürece, sahip olduğu bütün yetkilerini kaybeder. Yine bu bölümde mefkûdun malıyla ilgili hükümlere de değinilmiştir. Kaybolmadan önce tayin ettiği vekilinin veya kaybolduktan sonra hâkimin tayin ettiği vekilin mefkûd kişinin malında nasıl tasarruf etmesi gerektiği, mefkûdun vasiyeti ve mirası gibi konular da ele alınmıştır. İkinci bölümde: ölümüne yönelik hüküm verildikten sonra mefkûdun ortaya çıkması durumuyla ilgili hükümler üzerinde durulmuştur. Çünkü bu durumda, ölmüş kabul edildiği için kendisiyle ilgili verilen bütün hükümler düşer ve bütün hukuki hakları kendisine iade edilir. Zira kesin bilgi, şüphe üzerine verilen hükümleri ortadan kaldırır. Bu durumda hâlâ başkasıyla evlenmemesi veya evlenmiş ancak cinsel münasebet olmaması şartıyla kendisinden ayrılan eşinin geri dönmesini talep etme hakkına sahip olur. Fakat yeni kocanın, mefkûdun yaşadığından habersiz olması şartıyla kadınla cinsel ilişki yaşaması durumunda eski kocanın eşinin dönmesini talep etme hakkı düşer. Bu hususta mezhep âlimleri arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak Irak anayasası kaybolup sonra dönen kocaya değil yeni kocaya hak tanımıştır. Mefkûd kişi geri döndüğünde mallarını geri isteme hakkına sahiptir. Varislere verildikten sonra harcanan veya telef olan mallar hariç bütün malları kendisine iade edilir. Harcanan malların durumu ise mezhepler arasında ihtilafa neden olmuştur. Ancak Irak anayasası, nafaka için tüketilen mallar hariç diğer bütün malların geri verilmesine hükmetmiştir. Irak mahkemelerinde yaşananları bilmek için; mefkûd kişi, ailesi, malları ve geri dönüşü ile ilgili bazı örnekler ve adli kararlar bölümün sonunda zikredilmiştir. Sonuç bölümünde ise, araştırmada konuyla ilgili varılan en önemli noktalar aktarılmıştır.