Browsing by Author "Bayram, İrfan"
Now showing 1 - 20 of 40
- Results Per Page
- Sort Options
Article Akut Apandisit Tanısında Peritoneal Aspirasyon Sitolojisinin Yeri(2003) Özgören, Ersin; Aydın, Metin; Arslantürk, Hasan; Kisli, Erol; Bayram, İrfan; Güler, OsmanAmaç: Peritoneal aspirasyon sitolojisinin (PAS) akut apandisit tanısındaki etkinliğini araştırmaktır Gereç ve yöntem: Apendektomi uygulanan 50 olguya operasyon öncesi PAS yapıldı. Sitoloji, histopatolojik inceleme bulguları ile karşılaştırıldı. Bulgular: Klinik tanıya bağlı negatif apendektomi oranı %20 dir. PAS 32 olguda pozitif, 18 olguda negatif sonuçlandı. PAS 1+) 32 hastanın 30 (%93.75)'unda histopatolojik olarak akut apandisit, PAS (-) 18 olgunun 8 (%44.4)'inde normal apendiks saptandı. Yalancı pozitiflik %6.2, yalancı negatiflik %55.6 idi. PAS'ın duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif öngörü ve negatif öngörü değerleri sırasıyla %,75, %80, %93.8, %44.4 ve doğruluk %76 olarak hesaplandı. Sonuç: PAS (+) sonuçlar akut apandisit tanısını güçlendirmekle birlikte, PAS (-) sonuçlar akut apandisit tanısını ekarte ettirmez.Article Akut Lenfoblastik Lösemi Tanılı Hastada Gelişen Mukormikozis: Olgu Sunumu(2019) Ekinci, Ömer; Demir, Cengiz; Dogan, Ali; Düzenli, Ufuk; Demircioğlu, Sinan; Baran, Ali Irfan; Bayram, İrfanMukormikoz, yüksek morbidite ve mortaliteye sahip, nadirgörülen bir mantar enfeksiyonudur. Rino-orbito-serebralformu sık görülmektedir. Bu formun tedavisinde amfoterisinB ve cerrahinin birlikte uygulanması önerilmektedir. Ancak butedavilere rağmen mortalitesi oldukça yüksektir. Bizde akutlenfoblastik lösemi tanılı hastamızda gelişen 3 kez cerrahiuyguladığımız eş zamanlı hem intravenöz hemde burun içilipozomal amfoterisin B uygulayarak başarılı bir şekilde tedaviettiğimiz mukormikozis olgusunu sunduk.Article Albendazol Kullanımı Sonrası, Nadir Bir Komplikasyon: Kronik Granulamatöz İnflamasyon (Olgu Sunumu)(2004) Işık, Ahmet Feridun; Bayram, İrfan; Er, MetinAkciğer hidatik kistleri halen ülkemiz için önemli bir sorun olarak durmaktadır. Tedavisinde öncelik cerrahi yöntemler kullanılırken, son 15 yılda benzimadazol karbamat grubu ilaçlar denenmektedir. Ancak bu tedavi, akciğerlerin dışarıya açık organlar olması nedeniyle tam kür sağlamayabilmektedir. Canlılığını yitiren kistler komplikasyonlara açık hale gelmektedir. Bunlar tekrarlayan enfeksiyon, apse, bronşektazi, hemoptizi ve ağır pnömoni olarak sayılabilir. Patoloji raporunda eşlik eden kronik kazeifiye granulamatöz iltihap bildirilmesi üzerine, akciğer hidatik kistlerinin ilaçla tedavisinin yol açabileceği komplikasyonlan vurgulamak amacıyla olgumuzu paylaşmak istedik.Article Alfa-amanitinle Oluşturulmuş Böbrek ve Karaciğer Toksisitesinde Alfa-pinen ve Silibininin Etkisinin Sıçanlar Üzerinde Araştırılması(2008) Cengiz, Nureddin; Akay, Hatice; Bayram, İrfan; Özbek, HanefiAmaç: Bu çalışmada alfa-amanitinle oluşturulmuş mantar zehirlenmesinde alfa-pinen ve silibininin karaciğer ve böbrek dokusu üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Üç çalışma grubuna 3 mg/kg alfa-amanitin tek doz uygulanarak toksisite oluşturuldu. Gruplardan birine 50 mg/kg silibinin (silibinin grubu), diğerine ise 0.25 ml/kg alfa-pinen (alfa-pinen grubu) beş gün süreyle verildi. Üçüncü gruba (alfa-amanitin grubu) başka bir uygulama yapılmadı. Dördüncü gruba ise (kontrol grubu) beş gün boyunca yalnızca serum fizyolojik uygulandı. Alfa-amanitin grubuna çalışma süresince başka uygulama yapılmadı. Çalışmanın altıncı günü tüm gruplardan kan ve doku örnekleri alındı. Çalışma gruplarının vücut ağırlıkları kaydedildi. Bulgular: Alfa-amanitin grubunda ALT ve BUN değerlerinin, alfa-pinen grubunda ALT ve kreatinin değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı seviyede yükseldiği, silibinin grubunda ise ALT değerinin alfa-amanitin grubuna göre anlamlı seviyede düştüğü saptandı. Çalışma gruplarının karaciğerlerinde histolojik yönden herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Alfa-amanitin ve alfa-pinen gruplarındaki sıçanların böbreklerinde; fokal genişleme, interstisyel kanama, tubulus epitel hücrelerinde hidropik dejenerasyon, tubuluslarda ve interstisyumda seyrek akut iltihap hücreleri izlenirken, silibinin grubunda bu bulgular daha hafif olarak saptandı. Sonuç: Silibinin alfa-amanitin zehirlenmesinde biyokimyasal ve histo-patolojik yönden karaciğer enzimlerinde ve böbrek histolojisinde anlamlı bir düzelme sağlarken, alfa-pinen anlamlı bir düzelme sağlayamadı. Çalışmanın, sıvı-elektrolit replasmanı yapılmış gruplarla desteklenmesi önerilebilir.Article Alt Dudağa Renal Hücreli Karsinom Metastazı: Olgu Sunumu(2006) Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Harman, Mustafa; Bayram, İrfanBöbreğin en sık görülen tümörü olan renal hücreli karsinom, baş boyuna metastaz yapan infraklaviküler tümörler içinde üçüncü sıklıkta yer alır. Bu tümör, baş boyun bölgesinde en sık olarak tiroide metastaz yaparken alt dudak metastazı oldukça nadirdir.Bu çalışmada alt dudağa metastaz yapan berrak hücreli renal hücreli karsinomlu 72 yaşındaki bir olgu sunulacak, ayırıcı tanı ve tedavi tartışılacaktır. Sonuç olarak renal hücreli karsinom baş boyun bölgesindeki berrak hücre içeren tümörlerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.Article Altı Yıllık Perkütan Böbrek Biyopsi Sonuçlarımızın Analizi(2005) Atas, Bulent; Bayram, İrfan; Çaksen, Hüseyın; Arslan, Şükrü; Turhan, Serpil; Tuncer, OğuzAmaç: Böbrek biyopsisi tanıyı koymak, hastalığın gidişini tayin etmek, prognozu belirlemek ve doğru tedaviyi seçmek için gereklidir. Bununla birlikte perkütan böbrek biyopsisinin (PBB) kendisinin de morbidite ve hatta mortalitesi söz konusu olduğundan, yararı değerlendirilerek endikasyon konmalıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Ünitesinde 1997-2003 yıllan arasında PBB yapılan 46 olgunun bulguları incelenerek sunuldu. Bulgular: PBB endikasyonları içinde en sık (%36.9) pür nef'rotik sendrom saptandı. Olgularımızda en sık (%26) membranoproliferatif glomerulonefrit (MPGN) tip I'e rastlandı. Dört (%8.6) olguya kesin tanı konulamadı. Tanı konulan olguların biyopsilerinde glomerul sayıları 2-46 (18.45 ± 12.53) arasında değişmekteydi ve yeterli materyal oranı %93.4 (43/46) olarak bulundu. Olgularımızın hiçbirinde böbrek kaybı, ağır kanama, hematom, enfeksiyon ve apse gibi ciddi bir komplikasyon görülmedi. Sonuç: Çalışmamızda PBB yapılma endikasyonları arasında en sık nefrotik sendrom, histopatolojik tanılar içerisinde ise ilk sırada MPGN tip I olduğu tespit edildi. Vakaların hiçbirinde PBB işlemi sonrası ciddi komplikasyon gelişmediği saptandı.Article Askorbik Asit ve Alfa - Tokoferol'ün Karbon Tetraklorürle Oluşturulmuş Akut Karaciğer Toksisitesi Modelinde Karaciğeri Koruyucu Etkisi(2004) Tuncer, İlyas; Uğraş, Serdar; Reçber, Deniz; Bayram, İrfan; Özbek, HanefiAmaç: Sıçanlarda, karbon tetraklorürle (CC14) oluşturulan akut karaciğer hasarında, askorbik asid (C vit) ve alfa-tokoferolün (E vit) karaciğeri koruyucu etkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Her birinde altı sıçan olacak şekilde, 1) serum fizyolojik (SF, 0.2 mi), 2) zeytin yağı (ZY, 0.8 ml/kg), 3) CCl4:zeytin yağı (1:7, 0.8 ml/kg), 4) CC14 (0.8 ml/kg)+C vitamini (140 mg/kg) ve 5) CC14 (0.8 ml/kg)+E vitamini (60 mg/kg) grupları oluşturuldu. Sıçanların vücut ağırlıkları günlük olarak ölçülüp kaydedildi. Çalışmanın sonunda sıçanlardan intrakardiyak yolla kan alındı ve karaciğerleri çıkarıldı. Kanda aspartat anıino transferaz (AST), alanin amino transferaz (ALT) ve indirekt bilirubin seviyelerine bakıldı. Karaciğerler ise histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: CC14 grubuna ait karaciğerlerdeki hepatositlerde belirgin derecede balon dejenerasyonu, tek hücre nekrozu, mitoz, sentrilobüler nekroz, köprüleşme nekrozu, serum AST ve ALT seviyelerinde anlamlı derecede yükselme gibi akut karaciğer hasarını gösteren histopatolojik ve biyokimyasal bulgular saptandı. C ve E vitamini gruplarında ise akut karaciğer hasarını gösteren histopatolojik ve biyokimyasal değişikliklerin CCI4 grubuna göre anlamlı bir şekilde daha az olduğu tespit edildi. Vücut ağırlığı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç: Serum transaminaz enzim seviyeleri ve histopatolojik bulgular, C ve E vitaminin CCLı'e bağlı karaciğer hasarını anlamlı derecede azalttığını göstermektedir.Article Bir Pataloji Anabilim Dalında Kanser Sıklığı ve Dağılımı(2005) Reçber, Deniz; İbiloğlu, İbrahim; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfanBu çalışmada, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim dalı arşivinde yer alan kanser olgularının dökümü çıkarılarak, bölgesel tümör istatistiklerinin oluşturulmasına katkıda bulunmak, bu konuda yapılacak daha detaylı çalışmalara temel oluşturmak amaçlandı. Patoloji Anabilim dalı arşivinde Eylül 1994 ve Mart 2004 tarihleri arasında liistopatolojik olarak incelenen iğne biyopsisi, endoskopik biyopsi ve rezeksiyon materyallerinin dahil edildiği cerrahi biyopsi materyallerinin 9 yıllık kayıtları incelendi. Patoloji laboratuvarında incelenen cerrahi biyopsi materyallerinin sayısı 38,804 olup bunların 41511 (% 10.6'sı) malign olarak değerlendirildi. Olguların 2464'ü (% 59.3'ü) erkek ve 1687'si (% 40.6'sı) kadındı. Kadınlarda en sık görülen ilk beş malign tümör sırasıyla, özofagus ( % 16.9), mide (% 14.5), meme (% 9.4), deri (% 8.5) ve tiroid (% 8.0)'iken erkeklerde, mide (% 20.2), deri (% 11.7), mesane (% 9.8), özofagus (%9.4) ve akciğerdi (%7.3). Genel olarak en sık görülen ilk beş malign tümör sırasıyla, mide (% 17.8), özofagus (% 12.5), deri (%10.4), mesane (% 6.3), akciğer (% 5.7) tümörleriydi. Bu çalışmada tanısı konan mide ve özofagus kanserlerinin her iki cinste de en sık görülen kanserler olmaları nedeniyle etyolojiye yönelik ciddi ve kapsamlı araştırmaların yapılmasına gereksinim vardır.Article Bone Marrow Metastasis of Alveolar Rhabdomyosarcoma Mimicking Burkitt’s Lymphoma(2018) Demircioğlu, Sinan; Dogan, Ali; Bayram, İrfan; Demir, Cengiz; Ekinci, ÖmerSome rare malignant diseases exhibit clinical features and bone marrow aspirate morphology similar to that of acute leukemia. For instance, rhabdomyosarcoma, neuroblastoma, medulloblastoma, anaplastic oligodendroglioma, small cell carcinoma, Ewing’s sarcoma and neuroendocrine tumors have been reported to display an acute leukemia-like morphology in bone marrow aspirates after metastasizing to the bone marrow. Rhabdomyosarcoma (RMS), a malignant tumour of mesenchymal origin which can occur at various sites in the body, is one of the most common soft tissue sarcomas in both children and adolescents, but is rare in adults with a prevalence of less than 1 %. Bone marrow metastases associated with this condition may be readily confused with acute leukemia or lymphoma. Diagnostic confirmation requires immunohistochemical and flowcytometric examinations. In patients with positive CD56 and negative CD45, rhabdomyosarcoma should be included in the differential diagnosis. Here, we report an unusual case of RMS confined to the bone marrow in an older adult.Article Çeşitli Sütur Materyallerinin Trakeal Anastomozlara Etkisi(2003) Tas, Abuzer; Kutluhan, Ahmet; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Atasoy, Nazmi; Yurttaş, VeyselBu çalışmada sık kullanılan dikiş materyallerinin dairesel trakeal anastomozlarda yara iyileşmesi ve anastomozun mekanik direnci üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmada 1-3 yaş arası, 9-15 kg ağırlığında, melez 25 adet sağlıklı sokak köpeği kullanıldı. Hayvanlar; kontrol (1. grup), ipek (2. grup), polypropylene (Prolen) (3. grup), polidioxanone (PDS) (4. grup) ve Polyglactin 910 (vicryl) (5. grup) olarak 5 gruba ayrıldılar. Kontrol grubu dışındakilere dairesel 2 cm 'tik trakeal reıeksiyonu takiben basit dikiş tekniği ile uç-uca trakeal anastomozlar yapıldı. Üç ay sonra trakeal anastomoz hattı içinde kalan 5 cm 'lik trakeal materyaller çıkarılarak germe ve kompresyon testlerine tabi tutuldular. Kompresyon ve germe testinde yarı daralma ve tam kollapsa neden olan kuvvetler açısından kontrol grubu ile deney grupları arasında istatistiksel fark bulunmadı. Anastomoz hatlarının yara iyileşmesi histopatolojik olarak ışık mikroskopu ile incelendi, fara iyileşmesinin grup 3, 4 ve 5 'de tamamlandığı, ipek grubunda ise yabancı cisim reaksiyonuna eşlik eden aktif kronik yangının devam etliği gödendi. Sonuç olarak;ipek iplik dışındaki polyglactin, polypropylene ve polydioxanone dikişlerin trakeal dairesel uç-uca anastomozlarda rahatlıkla kullanılabileceği kanısına varıldı.Article Deri Hastalıklarının Tanısında Histopatolojinin Yeri(2005) Akdeniz, Necmettin; Metin, Ahmet; Çalka, Ömer; Kösem, Mustafa; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfanAmaç: Deri hastalıklarının tanısı, yalnızca klinik gözlemlere değil, histopatolojik bulgulara da bağlıdır. Bu çalışmada klinik ön tanı ile patolojik tanıların uyumunun incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Dermatoloji kliniği tarafından alınarak patoloji laboratuvarına gönderilen 460 deri biyopsisi, geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Biyopsilerin 139 tanesi (%30.2) patolojiden doğrudan tanı almadan ve yorum yapılarak rapor edilmişti. Tanı alan 321 olgunun 159'u (%49.5), dermatoloji kliniğinin birinci, 43'ü (%13.8) ikinci, 14'ü (%4.3) üçüncü ve 63'ü de (%19.6) ilk üç ön tanı dışında kalan ön tanılar ile uyum gösterirken geriye kalan 42 (%13.4) biyopside patolojinin tanıları dermatoloji kliniğinin ön tanıları ile uyumlu değildi. Sonuç: Dermatoloji ile patoloji arasında uygun bir klinikopatolojik korelasyon doğru tanı koyma oranını yükseltecektir.Other Diyabetik Ayak Tanısıyla Ampute Edilen Parmakta Malign Melanoma(2002) Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Reçber, Denizİleri vasküler hastalığın sonucu alt ekstremitelerde gelişen gangren, diabetli hastalarda genel popülasyona oranla yüz kat fazla rastlanır. Gangren ve bazı malignitelerde, deride renk değişikliği ve ülserasyon sıklıkla gözlenir. Bu yazıda \"diabetik ayak\" tanısıyla, sol ayak dördüncü parmağı ampute edilen, ancak histopatolojik inceleme sonucunda malign melanom tanısı konulan yetmiş yaşındaki erkek hasta sunulmuştur.specialization-in-medicine.listelement.badge Duodenal Biopsies Which Particularly in the Diagnosis of Gluten Enteropathy and Various Duodenal Pathologies and Compared About Immunhistochemical Execution(2011) Susem, Ebru Altındal; Bayram, İrfanDuodenal biyopsi, başta Gluten enteropatisi olmak üzere çeşitli duodenal patolojilerin tanısında ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde önemli katkısı olan temel bir inceleme yöntemidir.Bu çalışmada histokimyasal boyamaların, duodenal biyopsilerde histopatolojik bulgulara katkısını ortaya koymak amacıyla Masson Trikrom, PAS, d-PAS, PAS-AB, HID-AB boyaları kullanıldıÇalışmada, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesinde 2001-2010 yılları arasında 50 tanesi ?Gluten Enteropatisi? ve 50 tanesi ?duodenit? olmak üzere toplam 100 olguya ait örnekler değerlendirmeye alındı. On tane ?normal histolojik özellikte duodenum mukozası? ise kontrol grubu olarak tekrar değerlendirildi.PAS, d-PAS, PAS-AB, HID-AB ile gastrik metaplazi ve gruplar arasında boyanma paterni farklılığının olup olmadığı araştırıldı Çalışma gruplarımızda gastrik metaplazi tespit edilemedi. Ayrıca, iki çalışma grubunda da kontrol grubu ile aynı paternde boyanma görüldü.Masson Trikrom ile bir olguda saptanan giardiazis hariç, subepitelyal kollajende kalınlaşma ve mukozal kollajen-fibroziste artış iki grupta da saptanmadı.Mevcut bulgular ile duodenal biyopsilerde; histokimyasal boyamaların, pratikte en sık karşılaşılan duodenit ve Gluten enteropatisinde ayırıcı tanısında iyi hazırlanmış (iyi fiksasyon, iyi takip, ince kesit ve iyi boya) Hemotoksilen-Eozin (H&E) kesitlerine bir üstünlüklerinin mevcut olmadığı sonucuna varıldı.Anahtar Kelimeler: Duodenum, Histokimyasal boyama, Gluten Enteropatisi.Article E Vitamini, N-Asetil Sistein, Penisilin-G Ve Urtica Dioica L.'nin Phalloidin Toksisitesi Üzerine Etkileri(2005) Dülger, Haluk; Uygan, İsmail; Türkdoğan, Kürşat; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Tuncer, İlyas; Özbek, HanefiAmaç: Bu çalışmada phalloidin uygulanmış sıçanlarda E vitamini, N-asetil-sistein, penisilin-G ve Urtica dioica eterik yağının sıçan sindirim sistemi ve karaciğeri üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Sprague-Dawlcy ırkı erkek sıçanlardan altı ayrı çalışma grubu oluşturuldu (M=10). I. grup (kontrol grubu) hariç diğer gruplara çalışmanın başında bir kez phalloidin (0.9 mg/kg) periton içi yolla (ip) uygulandı. Bundan sonra çalışma süresince I. gruba (kontrol grubu) ve II. gruba (phalloidin grubu) 0.2 mL serum fizyolojik, 40 nıg/kg E vitamini (III. grup), 100 mg/kg N-asetil sistein (IV. grup), 400.000 U Penisilin-G (V. grup) ve 0.5 mL/kg Urtica dioica L. tohumu eterik yağ ekstresi (VI. grup) uygulandı. Çalışmanın 4. ve 7. günleri çalışma gruplarından kan ve doku örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik yönden incelendi. Bulgular: Histopatolojik yönden herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Biyokimyasal parametreler yönünden çalışmanın 4. gününde serum ALT değerinin phalloidin grubunda anlamlı seviyede yükseldiği, N-asetil sistein grubunda AST değerinin anlamlı seviyede düştüğü, phalloidin, E vitamini ve N-asetil sistein gruplarında ALP seviyesinin anlamlı seviyede yükseldiği, Urtica dioica grubunda ise total bilirubin değerinin anlamlı seviyede yükseldiği tespit edilmiştir. Çalışmanın 7. gününde serum ALT ve total bilirubin değerlerinin gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermediği, serum AST değerinin tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede düştüğü, serum ALP değerinin ise yine tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede yüksek bulunduğu saptanmıştır Sonuç: Parenteral yolla verilen-phalloidin'in hafif derecede hepatotoksisiteye neden olduğu; E vitamini, N-asetilsistein, penisilin-G ve Urtica dioica tohumu eterik yağının bu toksisiteyi zehirlenmenin erken dönemlerinden itibaren önleyebileceği sonucuna varılmıştır.Article Epidermodisplazya Verrüsiformisli İki Kardeş Olguda Erken Yaşta Skuamöz Hücreli Karsinom Gelişimi(2010) Bilgili, Serap Güneş; Akdeniz, Necmettin; Çalka, Ömer; Bayram, İrfanEpidermodisplazya verrüsiformis (Lewandowsky-Lutz sendromu), multipl verruka plana, pitriyazis versikolor benzeri lezyonlar, hücresel immünitede bozukluk ve özellikle güneşe maruz kalan bölgelerde deri kanseri gelişimi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. En sık otozomal resesif geçiş gösterir. Epidermodisplazya verrüsiformisli hastalarda en sık gelişen kanser türü skuamöz hücreli kanserlerdir. Deri kanserlerinin % 90’dan fazlasında human papilloma virüs bulunur. En sık tespit edilen human papilloma virusler 5,8 ve 47 tipleridir. Epidermodisplazya verrüsiformis tedavisi başlıca önleyici yöntemlerden oluşur. Fotokoruma tedavide önemlidir. Bu makalede, verruka plana, pitriyazis versikolor benzeri lezyonlar ve güneşe maruz kalan bölgelerde skuamöz hücreli karsinom gelişen iki kız kardeş hastalığın nadir görülmesi ve erken yaşta malinite gelişimi nedeni ile sunulmuştur.Article Foeniculum Vulgare Miller ( Rezene ) Uçucu Yağının Karbon Tetraklorürle Oluşturulmuş Karaciğer Fibrozu Üzerine Koruyucu Etkisinin Sıçanlar Üzerindeki Araştırılması(2003) Tuncer, İlyas; Kisli, Erol; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Tunçtürk, Murat; Özbek, HanefiAmaç: Foeniculum vulgare Miller (rezene) uçucu yağının (RUY) sıçanlarda karbon tetraklorürle oluşturulmuş karaciğer fibrozu modelinde karaciğeri koruyucu etkisinin araştırılması. Yöntem: Yirmi dört adet albino sıçan, herbirinde sekizer adet olmak üzere üç çalışma grubuna ayrıldı. Çalışma süresince tüm gruplara haftada üç kez olmak üzere toplam 20 doz uygulama yapıldı. I. gruba (SF) intraperitoneal (i.p.) yolla 0.2 ml serum fizyolojik, II. gruba (CCL)) i.p. yolla 1.5 ml/kg CCI4-zeytin yağı (1:7) ve III. gruba (RUY) i.p. yolla 1.5 ml/kg CCl4-zeytin yağı (1:7) + p.o yolla 0.4 ml/kg RUY uygulandı. Çalışmanın sonunda intrakardiyak girişimle kan alınarak serum aspartate aminotransferase (AST), alanine aminotransferase (ALT) ve bilirubin düzeyleri ölçüldü. Her uygulamadan önce ve çalışmanın bitiminde hayvanların vücut ağırlıkları ölçülerek kaydedildi. Sıçanlar sakrifiye edilerek karaciğerleri çıkarıldı. Bulgular: Serum bilirubin düzeyleri tüm gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermedi. Serum AST ve ALT düzeyleri yönünden RUY ile CCl4 grubu arasında herhangi bir farklılık görülmezken (p>0.05) bu parametreler RUY ve CCl4 grubunda S-F grubuna göre oldukça anlamlı derecede yüksekti (p<0.01). Vücut ağırlığının seyri yönünden CCl4 grubunda gittikçe artan bir ağırlık artışı varken, SF grubunda bir miktar ağırlık artışı, RUY grubunda ise vücût ağırlığında bir miktar azalma gözlendi. Vücut ağırlıkları arasındaki bu farklılıklar tüm gruplar arasında anlamlı derecedeydi. Histopatolojik incelemelerde RUY'nın karaciğer üzerine koruyucu bir etkisi gözlenmedi. Sonuç: Ağızdan RUY uygulamasının deneysel karaciğer fibrozu üzerinde koruyucu bir etki gerçekleştiremediği sonucuna varıldı.Article Helicobacter Pylori Stool Antigen Feco-Prevalence in Food Workers in Van,turkey(2015) Bayram, İrfan; Bayram, Yasemın; Körkoca, Hanifi; Berktaş, Mustafa; Dıcle, YalçınAmaç: Helicobacter pylori peptik ülser ve kanserin patogenezinde rol almakta, ayrıca ekstragastrik infeksiyonlara neden olabilmektedir. Bu bakteri infekte insanlar vasıtasıyla fekal-oral, oral-oral ve gastro-oral yolla bulaşabilmektedir. Bu çalışmayla, gıda sektöründe çalışan işçilerinin gaitalarında H.pylori antijenlerinin varlığını araştırmak amaçlanmıştır. Yöntemler: Gıda sektöründe çalışan kişilerin dışkılarında H.pylori dışkı antijeninin varlığı, dışkı antijen testi ile araştırıldı. Bulgular: Bu çalışmada yer alan 154 kişinin 74'ünde (%48.05) H.pylori dışkı antijeni tespit edildi. H.pylori dışkı antijeni varlığı ile iş kolları arasında istatistiksel bir fark tespit edilmedi.Sonuç: Gıda sektöründe çalışan işçilerde %48.05 oranında H.pylori dışkı antijeni tespit edilmiş olması, bu kişilerin H.pylori infeksiyonları açısından potansiyel önemini ve bu konuda daha detaylı çalışmaların yapılması gereğini ortaya koymaktadırspecialization-in-medicine.listelement.badge Hepatoprotective Effect of Dihydromyrcenol and Geranyl Formate in the Experimental Acute Liver Damage Induced by Carbon Tetrachloride(2009) Erten, Remzi; Bayram, İrfanBu çalışmada Karbon tetraklorür (CCl4)'ün sıçan karaciğerinde yaptığı akut karaciğer hasarında hepatoprotektif etkisi bilinen Vitis vinifera L (VVL) bitkisinin ekstresinde bulunan Dihydromyrecenol (DM) ve Geranyl formate (GF)'nin hepatoprotektif etkileri araştırıldı.Çalışmada, Sprague-Dawley cinsi 54 adet sıçan kullanıldı. Sıçanlardan altışarlı dokuz adet grup oluşturuldu ve yedi günlük çalışma sonrası sakrifiye edildiler. Ardından DM ve GF'nin akut karaciğer hasarındaki etkileri, deneklerdeki kilo değişimi, serum Alanin aminotranseraz (ALT) ve Asparat aminotranseraz (AST) seviyeleri ve karaciğerdeki histopatolojik değişiklikler değerlendirilerek karşılaştırmalı olarak araştırıldı.Çalışmada CCl4'ün etkisine bağlı artan balon dejenerasyonu ve apoptotik hücre sayısının; DM ile anlamlı şekilde azaldığı ve GF'nin düşük dozları ile kısmen azaldığı ancak GF'nin yüksek dozu ile azalmadığı görüldü. Ayrıca ALT ve AST seviyelerindeki değişiklikler de bu bulgular ile benzerlik gösterdi.CCl4'e bağlı oluşturulan deneysel akut karaciğer hasarında, DM'nin hepatoprotektif etkisinin olduğu ve GF'nin ise düşük dozlarda kısmen hepatoprotektif etkisinin olduğu ancak yüksek dozlarda ise hepatoprotektif etkisinin olmadığı sonucuna varıldı.Anahtar Kelimeler: Akut karaciğer hasarı, Dihydromyrcenol, Geranyl formate, Hepatoprotektivite, Karbon tetraklorür, Vitis vinifera L.Article İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Siklofosfamid, Etoposid ve Sisplatin Kombine Kemoterapisi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; İşlek, Ayten; Alıcı, Süleyman; Bayram, İrfan; Doğan, Ekrem; Sezgi, CengizhanAmaç: Sitotoksik kemoterapi, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ileri evre tedavisinde artan bir öneme sahiptir. İleri evre hastalıkta kemoterapinin sağkalım süresinin etkisini araştıran pek çok çalışma yayınlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Biz çalışmamızda CEP (Siklofosfamid, Etoposid, Sisplatin) tedavisi alan ve çeşitli nedenler ile kemoterapi almayan KHDAK hastalarının sağkalım sürelerini karşılaştırmayı amaçladık. CEP tedavisinde oluşan toksisiteyi değerlendirdik. CEP tedavisi, evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 37 hastaya (3 bayan, 34 erkek) verildi. Kemoterapi almayan evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 13 hasta (l bayan, 12 erkek) kontrol grubunu oluşturdu. CEP grubunda hastalara 21 gün arayla siklofosfamid l g/m2, cisplatin 50mg/m2 ve etoposid 80mg/m2 kombine kemoterapisi uygulandı. Bulgular: Tam yanıt hiçbir olguda alınamadı, kısmi yanıt sekiz olguda (% 21.6), stabil yanıt 13 olguda (%35.1) ve progresyon 16 olguda (%43.2) saptandı. CEP tedavisinde medyan sağkalım süresi 5.7±4.2 ay ve medyan yanıt süresi 2.97±3.1 ay saptandı. CEP tedavisine bağlı bulantı-kusma 17 hastada (% 45.9), anemi 10 hastada (% 27) ve nötropeni l hastada (% 2.7) gelişti. Kemoterapi almayan kontrol grubunda ise medyan sağkalım süresi 4.5±3.2 ay olarak saptandı. Her iki grubun medyan sağkalım süreleri karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p>0.05). Her iki grupta bir yıllık sağkalım oranı sırasıyla n:37 (%8.9) ve n:13 (%7.6) idi. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda elde edilen verilere göre yanıt oranlarının yapılan çalışmalardan farklı olmadığı, fakat sağkalım süresi ile bir yıllık sağkalım oranlarının çok düşük olduğu ve yan etki profilinin ise tolere edilebilir düzeyde bulunduğu gözlendi.Article Karboplatine Bağlı Organ Toksisitelerinde Pentoksifilin, C Vitamini ve E Vitamininin Etkisi(2003) Özbek, Hanefi; Durmuş, Ahmet; Bayram, İrfan; Erdoğan, Ender; Kösem, Mustafa; Dilek, İmdatBu çalışmada antineoplastik bir ajan olan karboplatinin sıçanlarda çeşitli organ ve dokular üzerindeki toksisitesi üzerine pentoksifilin (PTX), C ve E vitamininin koruyucu etkileri karşılaştırmalı olarak araştırıldı. Otuz adet sıçan, beş çalışma grubuna (n=6) ayrıldı: Grup I; 0.2 mL serum fizyolojik, grup II; 25 mg/kg karboplatin, Grup III; 25 mg/kg karboplatin + 150 mg/kg pentoksifilin, Grup IV; 25 mg/kg karboplatin + 50 mg/kg C vitamini ve Grup V; 25 mg/kg karboplatin + 50 mg/kg E vitamini intraperitoneal (ip) yolla beş gün süreyle alacak şekilde düzenlendi. Çalışmanın sonunda sıçan serumlarında ALT, ALP, direkt ve indirekt bilirubin seviyelerine bakıldı. Dokular standart histopatolojik yöntemlerle incelendi. Çalışma sonunda histopatolojik yönden karboplatin grubuna ait herhangi bir patolojik bulguya rastlanmazken, serum ALP ve ALT değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yükseldiği gözlendi. PTX, C ve E vitamini gruplarında ise yine histopatolojik yönden herhangi bir patolojik bulgu gözlenmezken, serum ALP, ALT ve indirekt bilirubin değerlerinin kontrol grubundan farksız, karboplatin grubundan ise istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. Karboplatinle birlikte C vitamini, E vitamini veya PTX verilmesinin karaciğer hasarına karşı koruyucu etkili olabileceği sonucuna varıldı.