Browsing by Author "Dülger, Haluk"
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Article Ailesel Akdeniz Ateşininin Atak ve Remisyon Dönemlerinde Sitokin Düzeyleri(2015) Dülger, Haluk; Çokluk, Erdem; Köçeroğlu, Ruşen; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Balahoroğlu, RagıpAmaç: Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) otozomal resesif bir hastalık olup, periyodik karın ağrısı, ateş ve eklem ağrısına yol açan seröz membranların tekrarlayan inflamatuar ataklarıyla karakterizedir. MEFV genindeki mutasyonların hastalıktan sorumlu olduğu gösterilmişse de hastalığın fizyopatolojisi bilinenden daha karmaşık görünmektedir. Hastalığın patogenezinde çeşitli sitokinlerin de rol oynadığı düşünülmektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Van yöresinde AAA tanısı alan çocuklarda hastalığın aktif ve pasif dönemlerinde sitokin düzeylerinin kontrollerle karşılaştırılarak hastalığın gelişiminde sitokinlerin rolünün değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla 5-15 yaşlarında 157 hasta çalışmaya alındı. Hastalar klinik bulgularına göre aktif (n=81) ve pasif (n=76) grup olarak ikiye ayrıldı. Ayrıca kontrol grubu olarak 30 çocuk çalışmaya alındı. Hasta ve kontrol gruplarında IL-1?, IL-6, IL-8, IL-10, TNF-? ve CRP düzeyleri ölçüldü. Bulgular: IL-1? seviyeleri aktif grupta kontrol grubundan yüksek bulunurken, IL-8, TNF-? ve CRP seviyeleri hem aktif hem de pasif grupta kontrollerden daha yüksekti (p<0,05). IL-6 seviyeleri ise hem aktif hem de pasif grupta kontrol grubundan yüksekken aynı zamanda aktif grubun seviyesi pasif gruptan da anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001). Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, başta IL-6 olmak üzere IL-8, TNF-? ve CRP düzeylerinin akut atak tanısı ve tedaviye yanıtın izlenmesinde kullanılabileceğini düşündürmektedir. Yine pasif dönemde artmış sitokin düzeyleri bu hastalarda subklinik inflamasyonun devam ettiği görüşünü desteklemektedirArticle Akciğer Kanserlerinde Beta Hcg, Cea, Ca19-9, Ca15-3, Ca125 Tümör Belirteçlerinin Tanısal Değerleri(2003) Dülger, Haluk; Gencer, Mehmet; Zehir, İsmail; Uzun, KürşatBu çalışmada akciğer kanserli 25, benign akciğer hastalıklı 20 olgunun serum ve bronş lavajında, sağlıklı 20 kişinin serumunda ferritin, $beta$-HCG, CEA, CA 19-9, CA 15-3 ve CA 125 çalışılarak akciğer kanserinde tümör belirteçlerinin tanısal değeri araştırıldı. Çalışmada elde edilen değerlere göre akciğer kanseri ile benign akciğer hastalıklı grup arasında ortalama bronş lavajı $beta$-HCG, CA 125, CA 19-9 ve ferritin yönünden istatististiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı. Ferritin ve CA 15-3 hariç diğer tümör belirteçlerinin tümünde ortalama bronş lavajı değerleri serum değerlerinden istatistiksel olarak yüksekti. Tümör belirteçlerinden ferritin $beta$-HCG, CEA, CA 15-3, CA 125 ve CA 19-9 için hesaplanan spesifite değerleri serum için sırasıyla; %88, %100, %75, %33, %79 ve %92, bronş lavajı için; %100, %67, %100, %100 ve %100 idi. Sensitivite değerleri ise seram için; %53, %27, %53, %87, %67 ve %33, bronş lavajı için; %77, %87, %71, %36, %73 ve %30 olarak hesaplandı. Sonuç olarak akciğer kanserli olgularda bronş lavajında tömür belirteçlerinden özellikle ferritin, $beta$-HCG, CA 125 ve CA 19-9 'un ayırıcı tanıda önemli olduğu fakat hiçbirin kesin tanıda yeterli spesifite ve sensitiviteye sahip olmadığı gözlendi. Bununla birlikte bronş lavajı ve serumda tümör belirteçlerinin bırakılmasının diğer tanı yöntemleri ile birlikte değerlendirildiğinde yararlı olabileceği düşüncesindeyiz.Article Antiviral Tablette Asiklovir Konsantrasyonunun Yüksek Performanslı Sıvı Kromatografisi ile Ölçülmesi(1995) Dülger, Haluk; Ertekin, Ali; Testereci, Haluk; Kahraman, Tahir; Sağmanlıgil, HülyaTicari preparatlarda asiklovir konsantrasyonları, C8 kolonu, organik çözücü içermeyen 20 mM HClO4 (pH 2.0) mobil fazla ayrılmıştır. Asiklovir fluoresan detektörde emisyonu 260 ran ve eksitasyonu 375 nm'ye ayarlanarak standartlara karşı okundu. 6 tablet (T) arasında önemli bir farklılık olduğu tesbit edildiği halde (p<0.0001), tekrarlar arasında farklılık görülmedi (p<0.24). Asiklovir tabletleri prospektüsteki miktara (200 ng/ml) göre su ile seyreltildi. Tabletlerin ortalama asiklovir değerleri 170.09ng/ml ±7.01 SE, 166.73ng/ml ± 4.01 SE, 145.2ng/ml ± 14.8 SE, 167.74ng/ml ± 7.6 SE, 58.29ng/ml ± 5.9 SE, 162.09ng/ml ± 2.3 SE olarak bulundu. Asiklovir geri alma oranı %94 bulundu. Bir tabletin diğerlerinden oldukça düşük dozda ve diğer 5 tabletinde kutusunda yazılan miktardan önemli düzeyde düşük dozda asiklovir içerdiği saptandı (p<0.05).Other Böbrek Hasarı Markerlerinin Değerlendirilmesinde 24 Saatlik ve Spot İdrar Kullanımı Arasında Fark Var Mıdır(2001) Şekeroğlu, M. Ramazan; Dülger, Haluk; Noyan, TevfikBu çalışmada, böbrek hasarı markerlerinden, N-asetil-beta-D-glukozaminidaz (NAG), mikroalbumin(MAU) ve beta-2 mikroglobulin (b2M) 'in 24 saatlik ve spot idrar değerleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu amaçla, 30 tip 2 diyabetik hastadan 24 saatlik idrar ve ayrıca spot idrar numuneleri toplanmış ve bu numunelerde NAG, b2M ve MAU değerleri ölçülmüştür. Daha sonra 24 saatlik ve spot idrar değerleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. Yapılan değerlendirmede, 24 saatlik NAG ile spot NAG ve 24 saatlik MAU ile spot MAU değerleri arasında anlamlı korelasyon bulunurken (sırasıyla, r = 0,403; p=0,027; r = 0,94; p = 0,001), 24 saatlik b2M ile spot b2M arasında anlamlı korelasyon gözlemlenmemiştir (r=0,137; p = 0,472). Bu çalışmanın sonuçları böbrek hasarı markerlerinden NAG ve MAU'nün daha pratik olması açısından 24 saatlik idrar yerine spot idrarda da ölçülebileceğini, ancak b2M'in 24 saatlik ve spot idrar sonuçlarının birbiriyle uyumlu olmadığını göstermiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge Cerebrospinal Fluid Levels of Proinflammatory Cytokines and Lipopolysaccharide Binding Protein in Meningitis Patients(2010) Baran, Fatma Çorcu; Dülger, HalukMenenjitler değişik yaşlarda, değişik mikroorganizmalar tarafından meydana getirilen Santral Sinir Sistemi enfeksiyonlarıdır. Erken tanı ve uygun antimikrobiyal tedavi hem mortalite hem de nörolojik sekel oranını azaltmaktadır. Menenjitlerin tanısı için birçok laboratuar yöntemi geliştirilmiştir. Son zamanlarda, bu yöntemlerden beyin omurilik sıvısı (BOS) proinflamatuar sitokin ve lipopolisakkarit bağlayan protein (LBP) düzeylerinin ölçümü dikkat çekmektedir.Çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi enfeksiyon hastalıkları polikliniğine, acil servise başvuran ve yatırılan 17 bakteriyel, 11 viral ve 13 tüberküloz menenjit tanısı almış toplam 41 hastadan oluşan 3 grup oluşturuldu. Ayrıca lomber ponksiyon yapılmış ve menenjit tanısı almamış 30 birey kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hasta ve kontrol grubundaki tüm bireylerin beyin omurilik sıvılarında, proinflamatuar sitokinlerden TNF-?, IL-1ß, IL-6 ve IL-8 düzeyleri ve lipopolisakkarit bağlayan protein (LBP) düzeylerinin ölçümü gerçekleştirildi.BOS TNF-?, IL-1ß, IL-6 ve IL-8 düzeyleri ile LBP seviyelerinin, bakteriyel menenjitli grupta diğer gruplara göre istatiksel açıdan anlamlı olarak yüksek olduğu gözlendi (p<0.001). Viral ve tüberküloz menenjitli hastalarla kontrol grubunun LBP ve proinflamatuar sitokin düzeyleri arasında ise istatiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilemedi (p>0.05).Sonuç olarak; BOS proinflamatuar sitokin ve LBP düzeylerindeki artışın bakteriyel menenjitin teşhisinde büyük önem teşkil edebileceği ve menenjit tanısını doğrulamada, kültür sonuçlarını elde etmeden önce, erken ve ayırıcı tanıda rol alabileceği söylenebilir.Doctoral Thesis Do Renal Dysfunction To Cigarette Smoking-Induced Improve With Exposure Termination(2013) Dönder, Ahmet; Dülger, Haluk; Balahoroğlu, RagıpSigara çok yaygın olarak kullanılan ve içermiş olduğu çok sayıdaki toksinler aracılığıyla organizmada tüm sistemleri olumsuz yönde etkileyen bir maddedir. Bu çalışmanın amacı, deneysel olarak ratlarda aktif sigara maruziyetini takiben böbrek fonksiyon bozukluğunun oluşup oluşmadığı, oluşuyorsa sigara dumanı maruziyetinin sonlanmasıyla beraber böbrek fonksiyonlarında düzelmenin olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışmamızda 40 adet rat 5 gruba ayrıldı; 1- kontrol grubu (n=8), 2- sigara içirilen ratlar (n=8) 3- bir ay süreyle sigarayı bırakan ratlar (n=8), 4- üç ay süreyle sigarayı bırakan ratlar (n=8), 5- beş ay süreyle sigarayı bırakan ratlar (n=8). Bu gruplara dahil edilen ratlardan kan ve idrar numuneleri toplandı. Alınan kanlarda serum glukoz, üre, kreatinin, total protein, albumin, globulin, kotinin, IL-18, NGAL ve KIM-1 düzeyleri ölçüldü. Alınan idrar numunelerinde ise mikroalbumin, ß-2 mikroglobulin ve kreatinin düzeyleri tespit edildi. Histopatolojik inceleme için alınan böbrek dokularına Hemotoksilen-Eozin, Periyodik Asit Schiff, Masson Trikrom boyaları uygulandı. Serum kotinin, KIM-1, NGAL, üre seviyelerinin, sigara dumanına maruz bırakılan grupta kontrol grubuna kıyasla arttığı tespit edilmiştir (p<0.01). Serum total protein, glukoz ve globulin seviyelerinin, sigara dumanına maruz bırakılan grupta kontrol grubuna kıyasla azaldığı tespit edilmiştir (p<0.01). Serum IL-18, serum kreatinin ve albumin değerlerinde ise bir farklılığın olduğu ancak istatistik olarak anlamlı olmadığı gözlenmiştir. İdrar kreatinin, mikroalbumin ve ß-2 mikroglobulin düzeylerinin sigara dumanına maruz bırakılan grupta kontrol grubuna kıyasla yükseldiği ve istatistik olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Histopatolojik incelemede, glomerüler ve tübüler yapılarda dejeneratif hasarın olduğu gözlenmiştir. Biyokimyasal ve histopatolojik farklılıkların sigara bırakılmasını takiben üç ay içerisinde gerilediği ve beş ay sonrasında kontrol grubunun değerlerine yaklaştığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak; sigara dumanına maruziyet sonucunda tübüler ve glomerüler fonksiyonların bozulduğu, histopatolojik açıdan glomerüler ve tübüler yapılarda dejeneratif hasarın olduğu, sigaranın bırakılmasıyla, hem biyokimyasal hem de histopatolojik olarak glomerüler ve tübüler hasarın düzeldiği, bu düzelmenin ise üç ayda başladığı ve beş ayda tamamlandığı kanaatine varılmıştır. Anahtar sözcükler: Böbrek hasarı, sigara, IL-18, NGAL, KIM-1, histopatolojiArticle E Vitamini, N-Asetil Sistein, Penisilin-G Ve Urtica Dioica L.'nin Phalloidin Toksisitesi Üzerine Etkileri(2005) Dülger, Haluk; Uygan, İsmail; Türkdoğan, Kürşat; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Tuncer, İlyas; Özbek, HanefiAmaç: Bu çalışmada phalloidin uygulanmış sıçanlarda E vitamini, N-asetil-sistein, penisilin-G ve Urtica dioica eterik yağının sıçan sindirim sistemi ve karaciğeri üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Sprague-Dawlcy ırkı erkek sıçanlardan altı ayrı çalışma grubu oluşturuldu (M=10). I. grup (kontrol grubu) hariç diğer gruplara çalışmanın başında bir kez phalloidin (0.9 mg/kg) periton içi yolla (ip) uygulandı. Bundan sonra çalışma süresince I. gruba (kontrol grubu) ve II. gruba (phalloidin grubu) 0.2 mL serum fizyolojik, 40 nıg/kg E vitamini (III. grup), 100 mg/kg N-asetil sistein (IV. grup), 400.000 U Penisilin-G (V. grup) ve 0.5 mL/kg Urtica dioica L. tohumu eterik yağ ekstresi (VI. grup) uygulandı. Çalışmanın 4. ve 7. günleri çalışma gruplarından kan ve doku örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik yönden incelendi. Bulgular: Histopatolojik yönden herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Biyokimyasal parametreler yönünden çalışmanın 4. gününde serum ALT değerinin phalloidin grubunda anlamlı seviyede yükseldiği, N-asetil sistein grubunda AST değerinin anlamlı seviyede düştüğü, phalloidin, E vitamini ve N-asetil sistein gruplarında ALP seviyesinin anlamlı seviyede yükseldiği, Urtica dioica grubunda ise total bilirubin değerinin anlamlı seviyede yükseldiği tespit edilmiştir. Çalışmanın 7. gününde serum ALT ve total bilirubin değerlerinin gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermediği, serum AST değerinin tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede düştüğü, serum ALP değerinin ise yine tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede yüksek bulunduğu saptanmıştır Sonuç: Parenteral yolla verilen-phalloidin'in hafif derecede hepatotoksisiteye neden olduğu; E vitamini, N-asetilsistein, penisilin-G ve Urtica dioica tohumu eterik yağının bu toksisiteyi zehirlenmenin erken dönemlerinden itibaren önleyebileceği sonucuna varılmıştır.Other Hemodiyaliz Hastalarında Serum Leptin Düzeyinin Beslenme Durumu, Vücut Kitle İndeksi ve Vücut Yağ Oranıyla İlişkisi(2000) Tarakcioglu, Mehmet; Dülger, Haluk; Algün, Ekrem; Uygan, İsmail; Aksoy, Halis; Topal, Cevat; Erkoç, RehaLeptin yakın zamanda tanımlanmış, vücut ağırlığı, iştah ve ısı üretimi ile ilgili bir hormondur, adipositler tarafından üretilir, vücut yağ kitlesi ile korelasyon gösterir ve katabolizmasında böbreğin rolü vardır. Hemodiyaliz hastalarında leptin düzeyinin nasıl etkilendiğini ve beslenme durumunu etkileyip etkilemediğini araştırmak amacıyla kesitsel bir çalışma planladık. Çalışmaya 46 hemodiyaliz hastası (28 erkek, 18 kadın, ortalama yaş 42.5 +/- 15.9) ve 25 sağlıklı gönüllü (15 erkek, 10 kadın, ortalama yaş: 32.8 +/- 12.5) alındı. Hastalarda ve kontrol grubunda boy ve kilo ölçümü, \"Holtain skinfold caliper\" ile dört bölgeden cilt altı yağ dokusu kalınlığı ölçümü, yapıldı ve \"radioimmunoassay\" ile serum leptin düzeyleri (Linco Research, St Louis, Mo, USA) saptandı. Hemodiyaliz hastalarında diyaliz öncesi serum albumin, kolesterol ve BUN değerlerine bakıldı. Vücut kitle indeksi (VKİ) hemodiyaliz grubunda (21.7 +/- 4.0 kg/$m^2$) kontrol grubuna göre (24.1 +/- 4.4, p:0.027) anlamlı olarak düşüktü, yağ oranı (YO) (sırası ile % 21.0 +/- 6.49'ye karşı 21.7 +/- 9.8, p>0.05), yağ kitle indeksi (YKİ) (% 4.71 +/- 2.13'e karşı 5.52 +/- 3.11, p>0.05), leptin düzeyi (2.38 +/- 2.00 ng/ml'ye karşı 3.49 +/- 2.42, p>0.05) ve leptin/yağ kitle indeksi (L/YKİ) (0.51 +/- 0.41 ng/ml'ye karşı 0.62 +/- 0.34, p>0.05) açısından gruplar arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Hemodiyaliz ve kontrol gruplarının her ikisinde de leptin düzeyi ile VKİ, YO, YKİ ve L/YKİ değerleri arasında pozitif anlamlı korelasyon saptandı. Ancak hemodiyaliz grubunda leptin ile serum BUN, kolesterol ve albumin değerleri arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Sonuç olarak serum leptin düzeyi hemodiyalize giren son dönem böbrek yetersizlikli hastalarda ve sağlıklı bireylerde farklılık göstermemekte, vücut kitle indeksi ve yağ oranı ile pozitif ve anlamlı korelasyon göstermektedir. Leptinin hemodiyaliz hastalarında BUN, kolesterol ve albumin değerleri ile belirlenen beslenme durumu ile korelasyonu yoktur. Leptinin üremik anoreksi ve beslenme yetersizliğindeki rolünün açıklığa kavuşturulması ve bunun da ötesinde üremik bir toksin olarak kabul edilip edilemeyeceğinin anlaşılabilmesi için ileri çalışmalara gereksinim olduğu açıktır.Article Kalp Yetmezliği ile Serum Leptin Düzeyi Arasındaki İlişki(2003) Şekeroğlu, M. Ramazan; Dülger, Haluk; Yalçınkaya, Ahmet; Eryonucu, Beyhan; Akpolat, Tuba; Noyan, TevfikAmaç: Vücudun enerji depolan ile ilgili bilgiyi beyne ulaştıran ve obesite geninin ürünü olan leptin hipotalamusu etkileyen protein yapıda bir hormondur. Leptin reseptörleri, aralarında kalp kası da bulunan birçok dokuda bulunmaktadır. Son zamanlarda leptinin kalp yetmezliği ile ilişkisini gösteren çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Çalışmamızda serum leptin düzeyi ve kalp hızı değişkenliği (KHD) parametreleri ile olan ilişkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya New York Heart Association sınıflamasına göre 4 farklı evreden 10'ar hasta olmak üzere toplam 40 hasta alınmıştır. Ayrıca bu hasta gruplarıyla karşılaştırmak amacıyla 10 adet sağlıklı bireyden oluşan kontrol grubu oluşturulmuştur. 24 saatlik holter kayıtlarından elde edilen KHD'nin zaman-alan parametreleri saptanmış ve leptin düzeyi ile olan ilişkileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Leptin düzeylerinin evre III ve IV kalp yetmezliği gruplarında evre I'e göre anlamlı olarak (sırasıyla p<0.05 ve p<0.01) azaldığı saptanmıştır. Ayrıca KHD parametreleri ile leptin düzeyi arasında pozitif korelasyon gözlenmiştir. Sonuç: Kalp yetmezliğinin ileri evrelerinde serum leptin düzeyleri azalmış olup, bunun da artan sempatik aktivite ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür.Other Kanserli Hastalarda Kemoterapinin Lipid Peroksidasyonu Üzerine Etkisi(2002) Dülger, Haluk; Alıcı, Süleyman; Noyan, Tevfik; Şekeroğlu, M. Ramazan; Yalçınkaya, AhmetSerbest radikaller ve bu radikallerin etkisiyle oluşan lipid peroksitlerinin pek çok hastalığın patogenezinde rol oynadığı bilinmektedir. Bu çalışmada kanser tanısı konmuş ve önceden kemoterapi ve radyoterapi almamış 21 hastada tedavi öncesi ve ikinci kemoterapi siklüsü sonrası olmak üzere lipid peroksidasyon Ürünlerinden serum malonildialdehit (MDA), glukoz, t. protein ve trigliserid düzeyleri araştırılarak kontrol grubu serum MDA, glukoz, t. protein ve trigliserid düzeyleri ile karşılaştırıldı. Hasta ve kontrol gruplarının 10'u erkek, 11'i kadındı. Yaş ortalaması (yıl olarak) hasta grubunda 52.61±15.68, kontrol grubunda ise 47.00±4.37 idi. Hastaların %39'u gastrointestinal sistem tümörü, %34'ü meme tümörü ve %27'si diğer tümörlere sahipti. Hasta grubunda tedavi öncesi ve ikinci siklüs kemoterapi sonrası ortalama MDA düzeyleri sırasıyla 9.01±2.52 nmol/ml ve 8.90±2.74 nmol/ml idi. Kontrol grubunun ortalama MDA düzeyi 3.94±1.41 nmol/ml idi. Hasta grubunda tedavi öncesi ve ikinci siklüs kemoterapi sonrası MDA düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Kontrol grubu ile hasta grubu MDA düzeyleri istatiksel olarak karşılaştırıldığında anlamlı fark saptandı (p<0.001). Bu çalışma kanserli hastalarda serum MDA düzeylerinin sağlıklı bireylere göre belirgin olarak yüksek olduğunu, ancak iki kemoterapi seansı sonunda serum MDA düzeyinde anlamlı bir değişikliğin olmadığını göstermiştir.Other Koah Akut Tedavisinde Antioksidan Olarak N-asetilsistein'nin Etkinliği(2002) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Sezgi, Cengizhan; Durmuş, AhmetKronik obstrüktif akciğer hastalığında oksidatif stresin rolü çeşitli çalışmalar ile gösterilmiştir. Son yıllarda oksidatif stresin rol aldığı hastalıklarda antioksidan özelliği olan N-asetilsistein (NAS)'in kullanılması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmada tek kör randomize NAS'ın KOAH akut atak ile gelen hastalarda tedavideki etkinliğini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 60 KOAH'lı hasta ve 20 sağlıklı kişi alındı. Çalışmamızda rutin tedaviye alınan KOAH'lı hastalar N-asetilsistein tedavisi alan ve almayan olmak üzere iki gruba ayrıldı. Olguların tedavi öncesi ve sonrası solunum fonksiyonları, kan gazı değerleri ve malondialdehid (MDA) değerleri kendi aralarında karşılaştırıldı. N-asetilsistein kullanan olgularda tedavi sonrası FEV1, PO2 ve Sat O2 ortalama değerleri tedavi öncesi değerlerden anlamlı olarak yüksekti (p<0.001). Ortalama MDA değeri ise NAS kullananlarda tedavi sonrası, öncesine göre anlamlı olarak düşmüştü (p<0.001). NAS kullanmayanlarda ise tedavi öncesi ve sonrası çalışılan tüm parametreler açısından anlamlı bir farklılık yoktu. N-asetilsistein'in KOAH tedavisinde faydalı olabileceği ve olgu sayısının daha fazla olduğu büyük randomize çalışmalar ile desteklenmesi gerektiği sonucuna varıldı.Article Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Hipoksi Göstergesi Olarak Serum Ürik Asit Düzeyi(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Durmuş, Ahmet; Erkoç, RehaAmaç: Hipoksi ile birlikte seyreden çeşitli hastalıklarda serum ürik asit düzeyinde artma gözlenmiştir. Bu çalışmada kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) bulunan hipoksili olgularda serum ürik asit düzeyinin hipoksiningöstergesi olup olamayacağını, solunum fonksiyon testi ve kan gazı ile serum ürik asit düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.Gereç ve yöntem: Çalışmaya 35 KOAH'lı olgu, 30 KOAH dışı akciğer hastalığı olanlar ve sağlıklı 20 birey alındı.Olguların yaş ortalaması KOAH'da 51.5 ± 13.8 (29 E, 6 K), KOAH dışı grupta 47.3$pm$ 11.2 (20 E, 10 K) ve sağlıklı bireylerde 49.54$pm$ 9.8 (10 E, 10 K) idi. Bulgular: Elde edilen sonuçlara göre KOAH'lı olguların ürik asit düzeyleri tedavi öncesi 8.69 ± 2.94 mg/dl, tedavi sonrası ortalama 6.82 ± 2.88 mg/dl iken KOAH dışı akciğer hastalığı olanların serum ürik asit düzeyi 4.65± 1.94 mg/dl ve kontrol grubunun 4.62± 0.87 mg/dl idi. KOAH'lı olgularda tedavi öncesi ürik asit düzeyi tedavi sonrası ürik asit düzeyinden belirgin derecede yüksekti (p<0.05). KOAH olgularının hem tedavi öncesi hem de tedavi sonrası ürik asit düzeyleri KOAH dişi akciğer hastalığı olanlardan ve kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0.01metrelerinde ve kan gazı değerlerinde belirgin düzelme vardı. Sonuç: Serum ürik asit düzeyinin KOAH'lı olgularda hipoksinin bir göstergesi olabileceği fakat bu konuda daha ileri ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünüldü.Article Lenfosit Alt Tiplerinden Cd4 ve Cd8'in Plevra Sıvılarının Ayırıcı Tanısındaki Rolü(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Sezgi, Cengizhan; İşlek, Ayten; Erkoç, Reha; Özbay, BülentAmaç: Tüberküloz (tb) plörezi gecikmiş tipte bir hipersensitivite reaksiyonu ile meydana gelmektedir. Çeşitli çalışmalarda CD4'ün tb plörezilerde periferik kanla karşılaştırıldığında plevra sıvısında periferik kana göre daha fazla arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada çeşitli nedenler ile plevra sıvısı gelişen olgularda serum ve plevra sıvılarında CD4 ve CD8 bakılarak bunların ayırıcı tanıdaki rolü araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 88 plevra sıvılı olgu alınmıştır. Olgular 4 gruba ayrılmıştır (l- tb, 2-parapnömonik efüzyon, 3- malignite, 4- transuda). Bulgular: Çalışmada elde edilen değerlere göre tb plörezilerin ortalama serum CD4, CD8 ve plevra CD4 değerleri pnömonili olguların ortalama değerlerinden istatistiksel olarak yüksekti. Ayrıca tb olguların plevra CD4 değeri serum CD4 değerinden anlamlı derecede yüksekti. Sonuç: Bu değerler tüberküloz ve pnömoniye bağlı plörezilerde plevra CD4 bakılmasının ayırıcı tanıda rolü olabileceğini düşündürmektedir.Other Malign ve Nonmalign Plevra Sıvılarında Serbest Oksijen Radikallerinin Tanısal Değeri(2000) Dülger, Haluk; Tarakcioglu, Mehmet; Uzun, Kürşat; Gencer, Mehmet; Özbay, BülentBu çalışmada 75 plörezili olgunun plevra sıvısı ve serumunda reaktif oksijen metabolitleri (ROM) ile kontrol grubu olarak seçilen sağlıklı 21 kişinin serum ROM düzeyleri araştırılarak malign-nonmalign plevra sıvılarında tanısal değeri araştırıldı. Olgularımızın 25'inde plörezinin malignite kaynaklı olduğu 50'sinde ise malignite dışı hastalıklara bağlı olduğu saptandı. Ortalama serum ROM düzeyi maligniteli grupta 423±180IU/L olup malignite dışı olgularda 531±240 IU/L ve kontrol grubunda 247±89IU/L idi. Buna göre her iki hastalık grubunda ROM değerleri kontrol grubundan anlamlı yüksek olmasına rağmen kendi aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Çalışmamızda elde edilen ortalama plevra sıvısı ROM düzeyi ise maligniteli olgularda 358±127, malignite dışı olgularda 497±234 olup aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Bu bulgular plörezili hastalarda serum ROM düzeylerinin kontrollere göre oldukça artmış olduğunu ve bunun tedavide dikkate alınması gerektiğini, ancak plevra sıvısı ROM düzeylerinin malignite ve malignite dışı sebebli plörezinin ayırıcı tanısında faydalı olamıyacağını göstermektedir.Article Nonalkolik Yağlı Karaciğerde Ursodeoksikolik Asit ve Pentoksifilinin Biyokimyasal Parametreler Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması(2003) Dülger, Haluk; Uygan, İsmail; Türkdoğan, Kürşad; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Tuncer, İlyasAmaç: Nonalkolik yağlı karaciğer (Nonalcoholic fatty liver=NAFL); alkolik hepatite benzeyen karaciğer biyopsi bulguları ve yüksek karaciğer enzim düzeyleri ile karakterize farklı bir klinik durumdur. NAFL'ın günümüzde kabul edilmiş kesin tedavisi yoktur. Çalışmanın amacı NAFL'ın tedavisinde ursodeoksikolik asit (UDCA) ve pentoksifılin (PTX)Mn etkinliğini araştırmaktır. Materyal ve metod: Çalışmaya NAFL'lı 20 hasta alındı. Hastalar 2 gruba ayrıldı. Birinci gruba PTX (1200 mg/gün, oral), ikinci gruba UDCA (10-15 mg/kg/gün, oral) 6 ay süreyle verildi. Tedavi öncesi ve sonrası serum aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), gamma-glutamil transpeptidaz (GGT), alkalen fosfataz (AF), kolesterol ve trigliserit düzeyleri değerlen-dirildi. Bulgular: NAFL'da, 6 aylık PTX ve UDCA tedavisi ile orta-lama AST, ALT, GGT düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (p<0,05). Trigliserit düzeylerinde sadece PTX grubunda anlamlı azalma gözlenirken (p<0,05), her iki grupda AF ve kolesterol düzeylerinde değişiklik saptanmadı (p>0,05). Sonuç: NAFL'da UDCA ve PTX'nin etkinlikleri benzerdi. Özellikle PTX\" in yararı randomize, kontrollü ve uzun sü-reli çalışmalarla araştırılmalıdır.Article Özofagus ve Mide Kanserli Hastalarda Serum Gastrin ve İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü (Igf-1) Düzeyleri(2007) Alıcı, Süleyman; Şekercioğlu, M.ramazan; Özcan, Serpil; Dülger, Haluk; İzmirli, Mustafa; Özen, SüleymanGastrin ve insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) memelilerde hücre proliferasyonunda önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada özofagus ve mide kanserli hastalarda serum gastrin ve IGF-1 düzeylerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Mide kanserli 40 özofagus kanserli 28 olmak üzere toplam 68 hasta ve 30 sağlıklı bireyde serum gastrin, IGF-1, karsinoembriyonik antijen (CEA), CA 19-9, CA 125 ve büyüme hormonu düzeyleri tayin edilmiştir. Her iki kanser (mide ve özofagus) grubunda da, bu parametrelerin tümünün kontrol grubuna göre arttığı ve serum gastrin, CEA, CA 125 ve büyüme hormonu düzeyleri için bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç olarak, özofagus ve mide kanserli hastalarda serum gastrin seviyesinin arttığı ve gastrin seviyesindeki bu artışın özofagus ve mideden kaynaklanan tümörlerin gelişiminde önemli bir rol oynayabileceği sonucuna varılmıştır.Article Preeklampsi ve Eklampsilerde Plasental Lipid Peroksidasyon Hasarı ve Klinikle İlişkisi(2004) Dülger, Haluk; Üstün, Yusuf; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Üstün, Engin Yaprak; Güvercinci, MehmetAmaç: Çalışmanın amacı, preeklamptik (hafif, şiddetli, süperimpoze), eklamptik ve normal gebelerden postpartum alınan plasental doku örneklerinde lipid peroksidasyonun göstergesi olan malondialdehid (MDA) seviyesini ve maternal-fetal sonuçlarla korelasyonunu incelemektir. Materyal ve Metot: Prospektif olarak planlanan bu çalışma preeklampsi ve eklampsi tanısı ile yatırılarak izlenen ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusunu kapsamaktadır. Hasta grubunu; 15 hafif preeklampsi, 23 süperimpoze preeklampsi, 23 ağır preeklampsi, 22 eklampsili olgu oluşturmaktadır. Çalışmada olguların plasental MDA değerleri ve maternal ve fetal klinik bulgularla korelasyonu değerlendirildi. istatistiksel işlemler; SPSS for windows 11 paket programı kullanılarak gerçekleştirildi. Sonuçlar: Gruplar MDA açısından değerlendirildiğinde, en yüksek plasental MDA düzeyi 28.79 µmol/gram (10.7-230.8) proteinile eklampsi grubundaydı. MDA ile umbilikal kord pH (r=-0.322, p=0.001) ve bebek doğum ağırlığı (r=-0.471, p=0.001) arasında istatistiksel olarak negatif yönde bir korelasyon olduğu saptandı. MDA ile annenin hastanede kalış süresi değerlendirildiğinde (r=0.524, p=0.001) pozitif yönde korelasyon bulundu. Tartışma: Çalışmamızda hastalık şiddeti arttıkça plasental MDA düzeylerinde artış olmuştur. Plasental MDA düzeylerinin fetal ve maternal klinik bulgularla korelasyonu bulunmaktadır.Master Thesis The Effects of Deksmedetomidine and Propofol on the Oxidane and Antioxidant System.(2008) Kelemençe, Hediye; Dülger, HalukAnestezi sırasında ve sedasyon amacıyla kullanılan birçok intravenöz ilacın serbest radikallerle etkileşimi bilinmektedir. Bu ilaçlardan ikisi propofol ve deksmedetomidindir. Bu çalışmada, deksmedetomidine ve propofol'un oksidan ve antioksidan sistem üzerine olan erken ve geç etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya dahil edilen bireyler iki gruba ayrıldı. Sedasyon amacıyla, birinci gruba (19 hasta) propofol, ikinci gruba (13 hasta) deksmedetomidin verildi. İlaç infüzyonundan önce, infüzyon kesildikten 2 saat sonra ve infüzyon kesildikten 2 gün sonra kan basınçları, nabız sayıları kaydedildi ve kan örnekleri alındı. Alınan kanlarda serum ALT, AST, kreatinin, BUN, MDA, katalaz ve GSH-Px düzeyleri çalışıldı. Propofol grubu ve deksmedetomidin grupları, kan basınçları, nabız sayıları, serum AST, ALT, BUN ve kreatinin değerleri açısındam karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. Propofol grubunda ilaç infüzyonun sonlanmasından sonra MDA değerlerinin gerek erken gerekse geç dönemde anlamlı derecede düştüğü (p<0.05), GSH-Px düzeylerinin ise arttığı (p<0.01) tespit edildi. Deksmedetomidin grubunda ise serum MDA, katalaz ve GSH-Px değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmedi (p>0.05). Sonuç olarak, propofolün oksidatif hasarın önlenmesinde etkili olduğu ve bunun sonucunda serum MDA seviyelerini azalttığı, GSH-Px düzeylerini artırdığı, deksmedetomidinin de buna benzer şekilde antioksidan etkiye meyilli olduğu, ancak bunun daha çok denek içeren çalışmalarla desteklenmesi gerektiği kanaatine varıldı.Anahtar sözcükler: Oksidatif hasar, antioksidan etki, propofol, deksmedetomidinArticle Tip 1 Diabetli Hastalarda Antitiroid Antikor Düzeyleri(2003) Dülger, Haluk; Yalçınkaya, A. Sadık; Balaharoğlu, Ragıp; Noyan, Tevfik; Şekeroğlu, M. Ramazan; Algün, Ekrem; Ayakta, HayatiBu çalışma, tip 1 diabetik hastalarda antitiroid antikorlardan anti-tiroglobulin antikor (anti-TG ab) ve anti-peroksidaz antikor (anti-TPO ab) düzeylerini araştırmak amacıyla yapıldı. Bu amaçla, Tip 1 diabetli glisemik kontrol altındaki 20 hasta (12'si kadın, 8'i erkek) çalışma grubu olarak alındı. Bu hastalarla karşılaştırma yapmak amacıyla Tip 2 diabetli 20 hasta (14'ü kadın, 6'sı erkek) ile 20 sağlıklı birey (15'i kadın, 5 'i erkek) kontrol grubu olarak alındı. Her üç grupta da serum glukoz, T3, T4, TSH, FT3, FT4, anti-Tg ab, anti-TPO ab ölçümleri yapıldı. Kontrol ve hasta gruplarına ait bulgular istatistiksel olarak karşılaştırıldığında her üç grup arasında serum T3, T4 ve FT4'te istatistiksel açıdan önemli bir fark tespit edilemedi. Tip 1 diabet grubunun anti-Tg ab ve anti-TPO ab seviyeleri, kontrol grubuna ve tip 2 diyabet grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken(p<0.05); tip 2 diabet grubunun anti-Tg ab ve anti-TPO ab seviyeleri kontrol grubuna göre yüksek bulunmuş fakat istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır. Yine tip 1 diabet grubunun TSH seviyeleri, kontrol grubu ve tip 2 diabet grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken (p<0.05); tip 1 diabet FT3 seviyeleri kontrol grubu ve tip 2 diabete göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur(p<0.05). Tip 1 diabetik grupta anti-Tg ab sıklığı % 25, anti-TPO ab sıklığı ise % 45 olarak bulunmuştur. Bulgularımızdan, Tip I diabetik hastalarda tiroid otoantikor prevalansının ve hipotiroidi riskinin arttığı görülmüştür. Tip 1 diyabetik hastalarda yüksek serum anti-Tg ab ve anti-TPO ab'na sahip hastaların tiroid fonksiyonlarının yakından takip edilmesinin uygun olacağı kanısındayız.Article Tüberküloz Plörezilerde Plevra Sıvısı Reaktif Oksijen Metabolitlerinin Tanısal Değeri(2003) Ceylan, Erkan; Dülger, Haluk; Uzun, KürşatTüberküloz plörezide tanı, plevra sıvısında aside dirençli basil (ARB) aranması, kültür ve plevra biyopsisi yöntemleriyle konulmaktadır. Plevra hastalıklarında serbest radikallerin rolü tam olarak bilinmemektedir. Serbest radikaller normal metabolizmanın yan ürünü olarak oluşabildiği gibi infeksiyon, inflamasyon, karsinogenezis, ilaç ve diğer zararlı kimyasal maddelerin etkisiyle de oluşabilmektedir. Bu çalışmada tüberküloz plörezili olgularda reaktif oksijen metabolitlerinin (ROM) ayırıcı tanıdaki yeri araştırıldı. Serum ROM düzeyleri değerlendirildiğinde, tüberküloz plörezilerde elde edilen değerler malign plörezi, parapnömonik plörezi ve sağlıklı bireylerin oluşturduğu kontrol grubunun serum ROM değerlerinden yüksek olup, bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı düzeydeydi (p<0.0001, p<0.05, p<0.0001). Plevra sıvısı ROM düzeyleri değerlendirildiğinde, tüberküloz plevra sıvısı ROM değerleri ile malign, parapnömonik plörezili gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.0001, p<0.0001). Sonuç olarak, tüberküloz plörezili olguların plevra sıvılarında oksidatif stresin varlığını gösteren serbest oksijen radikallerinin, diğer plörezi nedenlerine göre daha fazla arttığı gözlenmiştir. Buna göre tüberküloz plörezi ayırıcı tanısında ROM'un tanısal değeri olabileceği sonucuna vardık.