Browsing by Author "Dilek, İmdat"
Now showing 1 - 20 of 24
- Results Per Page
- Sort Options
Article Adrenal Yetmezlik Ile Seyreden Bilateral Adrenal Bez Primer Non-Hodgkin Lenfoması(2006) Demir, Cengiz; Arslan, Halil; Dilek, İmdat; Erkoç, Reha; Gökdeniz, ErdemAdrenal glandın primer malign lenfoması oldukça nadirdir. Tanı histopatolojik olarak konulur. En sık şekli diffüz büyük hücreli formudur. Adrenal lenfomalar genellikle tesadüfen saptanırlar. Adrenal yetmezlik primer adrenal lenfomalı hastaların 1/3 ünden fazlasında görülmesine rağmen yetmezlik genellikle subkliniktir ve sadece laboratuvar testleri ile tespit edilir. Burada, primer adrenal yetmezlik ve batın tomografisinde bilateral adrenal kitle tespit edilen ve ultrason eşliğinde kitleden alınan biyopsi ile diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı konulan 52 yaşında bir erkek olgu sunduk.Article Akut Lösemili Hastalarda Notropenik Ateş Ataklarının Değerlendirilmesi(2002) Demir, Cengiz; Dilek, İmdat; Akdeniz, Hayrettin; Buzğan, Turan; Evirgen, Ömer; Irmak, Hasan; Demiröz, A. PekcanAmaç: Bu çalışmada akut lösemili hastalarda nötropenik ateşe neden olan etkenler belirlenerek, uygulanan tedavi protokolleri ve tedavi sonuçları tartışıldı. Yöntem: Bu amaçla Temmuz 1997 - Şubat 2002 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Kliniğinde akut lösemi tanısı ile tedavi edilen 40 hastada (33 AML, 7 ALL) toplam 84 febril nötropenik atak prospektif ve retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Mikrobiyolojik tanı, 7'si bakteriyemili, 6'sı bakteriyemisiz olmak üzere 13 atakta (%15.4) kültür yöntemleri ile konuldu. Kan kültürlerinin 4'ünde gram pozitif, 3'ünda gram negatif bakteriler izole edildi. Gram pozitif bakterilerden en sık etkenin koagülaz-negatif stafilokoklar (4/13), gram negatif bakterilerden ise en sık etkenin Escherichia coli (4/13) olduğu görüldü. Ateş nedeni araştırıldığında; 40 atakta (%47.6) olası infeksiyon odağı klinik bulgulara dayanarak saptanırken, 31 atakta (%36.9) infeksiyon odağı saptanamadı. Başlangıç tedavisi olarak 44 (%52.4) atakta sefepim + amikasin, 25 (%29.8) atakta seftazidim+ amikasin, 15 (%17.8) atakta imipenem + amikasin kullanıldı. 37 atakta (%44) tedaviye vankomisin, llatakta (%13.1) teikoplanin, 11 atakta (%13.1) amfoterisin-B eklendi. Başlangıç tedavisine cevap oranları sırasıyla; %41, %40 ve %33.3 iken, modifiye tedavilere cevap oranları, sırasıyla %75, %72 ve %71.4 olarak gerçekleşti. Sonuç: Akut lösemili hastalarda gelişen nötropenik ateş ataklarında, uygun ampirik tedavi başlanması ve sonrasında yakın klinik takip ile uygun modifikasyonların yapılması, tedaviye cevabı büyük oranda arttırmaktadır.Article Atropa Belladonna ile Zehirlenme: Bir Olgu Sunumu(2006) Mete, Rafet; Dilek, İmdat; Demir, Cengiz; Dülger, Cumhur; Arslan, ŞevketAntikolinerjik zehirlenme zamanında tanınmadığında ölümcül klinik tablo oluşturabilmektedir. Atropa belladonna Linnaeus (L.), antikolinerjik etkiyle zehirlenme yapar. Bu yazıda bu bitkinin alımı sonucu zehirlenme gelişen bir olgu sunulmuştur. Altmış dört yaşında erkek hasta, bulantı, kusma, baş ağrısı, anlamsız konuşma, çarpıntı, vücudunda ve yüzünde kızarma ve idrar yapamama şikayetleriyle acil servisimize getirildi. Fizik muayenesinde hipertansiyon, ateş, taşikardi, midriazis, yüzünde kızarıklık ve ağız mukozasında kuruluk olduğu tespit edildi. Lökositoz dışında laboratuar bulgularında herhangi bir anormallik yoktu. Hastada antikolinerjik semptom ve bulguların varlığı ve hikayesinde de şikayetlerinin bir bitki alımından sonra başlamış olması nedeniyle zehirlenme düşünüldü. Daha sonra getirtilen bitkinin Atropa belladonna L. olduğu anlaşıldı. Fizostigmin olmadığından hastanın tedavisine konservatif olarak yaklaşıldı. Gastrik lavaj uygulandıktan sonra, aktif kömür başlandı. Hasta monitorize edildi ve ajitasyonu benzodiazepin ile kontrol altına alındı. Hipertermisi için de periferik soğutma uygulandı. Üriner retansiyonu idrar sondası ile giderildi. Sonuç olarak, ajitasyonu veya konfüzyonu olup zor konuşan ve dilate pupiller ile birlikte ateşi, antikolinerjik zehirlenme bulguları olan hastalarda Atropa belladonna L. ile zehirlenmenin de düşünülmesi ve zamanında müdahalenin hayati önem taşıyacağı bilinmelidir.Article Bruselloz Olgularında Yüksek Ferritin Düzeyleri:3 Olgu Sunumu(2007) Karahocagil, Mustafa Kasım; Akdeniz, Hayrettin; Dilek, İmdat; Efe, ServetBruselloz bir infeksiyon hastalığı olması nedeniyle, C-reaktif protein ve ferritin gibi akut faz reaktanlarını yükseltmektedir. Çalışmamızda; bruselloz tanısı konan ve çok yüksek ferritin değerleri olan 3 olgu sunuldu. Üçü de erkek olan olguların yaşları sırasıyla 17, 40 ve 45 idi. Her üç olgu da semptomatik olup brusella aglütinasyon titreleri 1/1280’in üzerindeydi. Olguların ferritin değerleri sırasıyla 1500 ng/mL, 893 ng/mL ve 816 ng/mL bulundu. Olgulardan ilk ikisi doksisiklin, streptomisin ve rifampisin, diğeri ise doksisiklin, gentamisin ve siprofloksasin ile tedavi edildi. Bruselloz tedavisi sonrası, klinik tablo düzeldi ve ferritin düzeyleri normal sınırlara geriledi. Sonu olarak, bu üç olgu bruselloz hastalarında ferritinin çok yüksek düzeylere çıkabileceğini göstermektedir.Article Demir Eksikliği Anemisinde Hemoglobin, Hematokrit Değerleri, Eritrosit İndeksleri ve Etyolojik Nedenlerin Değerlendirilmesi(2000) Uygan, İsmail; Altun, Süreyya; Aksoy, Halis; Topal, Cevat; Dilek, İmdat; Tuncer, İlyasBu çalışmada, Van ve yöresinde demir eksikliği anemisi tanısı konulan hastalarda eritrosit indeksleri, hemogram sonuçları ve etyolojik nedenler incelendi. Çalışmaya 1996-1998 yılları arasında polikliniğimize başvuran 115'i erkek ve 255'i kadın olmak üzere 370 hasta alındı. Ortalama yaş erkek ve kadınlarda sırasıyla 41.9 ve 32.5 bulundu. Ortalama hemoglobin değeri erkeklerde 8.82 gr/dl ve kadınlarda 8.78 gr/dl, hematokrit erkeklerde %28.7 ve kadınlarda %28.6, MCV erkeklerde 72.0 fl ve kadınlarda 70.84 fl, RDW erkeklerde 17.02 ve kadınlarda 17.12 bulunurken, ortalama ferritin düzeyi erkeklerde 6.45 ng/dl ve kadınlarda ise 4.58 ng/dl olarak bulundu. Etyolojik neden olarak her iki grupta da başta gelen neden kan kaybının artmasıydı. Kan kaybı erkeklerde en fazla gastrointestinal kanaldan, kadınlarda ise genital yoldan olmaktaydı. Beslenme yetersizliği, barsak parazitleri ve pica ise etyolojide daha sonraki nedenleri oluşturmaktaydı. Sonuç olarak, bu yöremizde de demir eksikliği anemisi etyolojik nedenler açısından ve tanı konduğunda hastaların hemogram parametreleri bakımından yurdumuzun diğer bölgelerinden önemli bir farklılık taşımamaktadır.Article The Effects of Iron Deficiency Anemia on the Thyroid Functions(2010) Demir, Cengiz; Gökdeniz, Erdem; Dilek, İmdatAmaç: Bu çalışmanın amacı demir eksikliği anemisinin tiroid fonksiyonları üzerine etkisi ve demir tedavisi sonrası değişiklikleri belirlemektir.Gereç ve yöntem: Bu çalışma, 42 hasta ve 38 sağlıklı birey ile yapıldı. Demir eksikliği anemisi tanısı serum ferritin ve tam kan sayımı yapılarak kondu. Hasta grubunda tedavi öncesi ve iki aylık tedavi sonunda ve kontrol grubunda ise 12 saat açlıktan sonra kan örnekleri alınarak serbest triiyodotironin (ST3), serbest tiroksin (ST4), total triiyodotironin (TT3), total tiroksin (TT4), tiroid stimule edici hormon (TSH) ve kortizol değerleri çalışıldı.Bulgular: Hasta grubunda demir tedavisi öncesi, olguların %35.7’sinde sekonder ve %16.6’sında subklinik hipotiroidi bulundu. Hasta grubunda tedavi öncesi, TSH düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksekti (p=0.001). ST3 düzeyleri hasta ve kontrol grupları arasında farklı değildi (p>0.05). Tedavi öncesi ST4 düzeyleri, kontrol grubuna göre, anlamlı düşüktü (p<0.001). ST4 düzeyleri tedavi sonrasında anlamlı şekilde yükseldi (p=0.001). Hasta grubunda demir tedavisi öncesi anlamlı şekilde yüksek olan kortizol düzeyinin tedavi sonrasında anlamlı olarak düştüğü belirlendi (p<0.001).Sonuç: Demir eksikliği anemisinde sekonder ve subklinik hipotroidi geliştiği görüldü. Hormonal değişiklikler demir tedavisi ile normale döndü.specialization-in-medicine.listelement.badge Evoluation of Adult Acute Leukemia Cases in View of Malnutrition(2007) Türedi, Ali; Dilek, İmdatMaliğn hastalıkların önemli bir kısmında malnutrisyon bulunduğu, bunun da tedavi ve prognaza etkilediği bilinmektedir. Bu çalışma çoğunluğu AML olan, Akut lösemili hastaların malnutrisyon oranını ve tedavi ile ilişkisini belirlemek için yapıldı. Çalışmaya 40 AML, 14 ALL olmak üzere toplam 54 Akut lösemi hastası ile 34 sağlıklı kontrol grubu alındı. Malnutrisyonu belirlemek için BKİ, antropometrik yöntemler (TCK, KOÇ) ve biyokimyasal yöntemler (albumin, transferin, total protein, 24 saatlik idrar kreatinin-boy indeksi) kullanıldı. BKİ'ne göre tüm olgularda malnutrisyon oranı %18.5, yeni tanı konan olgularda %18, remisyonda olanlarda %20, remisyonda olmayanlarda %16 ve kontrol grubunda %5.8 idi. Gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı fark yoktu (p=0,47). Tedavi sonrası ise BMİ'ne göre malnutrisyon oranı hastalarda %28.5 olarak bulundu. Triseps cilt kalınlığına göre hastaların %16.6'ında malnutrisyon saptanırken, bu oran kontrol grubunda %2.9 bulundu. Her iki grup arasında istatistiki olarak anlamlı fark vardı (p=0,048). Kol ortası çevresi ölçümüne göre hastalarda malnutrisyon oranı %7.4 iken bu oran kontrol grubunda %2.9 idi. Her iki grup arasında istatistiki olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,37). Albumine göre hastalarda malnutrisyon oranı %27.7, total proteine göre malnutrisyon oranı %40.7 ve transferin düzeyine göre hastalarda malnütrisyon oranı %53.7 saptandı. Albumin, total protein ve transferin düzeyleri hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düşük olduğu görüldü (p<0,05). 24 saatlik idrarda kreatinin-boy indeksine göre hastalarda %35.1 oranında malnutrisyon saptanırken, bu oran kontrol grubunda %50 idi. Her iki grup arasında istatiski olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). Serum demir düzeyi hastaların %12.9'unda düşük bulunurken, SDBK hastaların hepsinde azalmıştı. Transferin saturasyonu vakaların %20.3'unda düşükdü. Serum demir ve transferin saturasyonu düzeyine göre hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). 9 BKİ ile malnutrisyon saptanan hastalarda triseps cilt kalınlığı ve kol ortası çevresi ölçümü ile de anlamlı düzeyde malnutrisyon saptandı (p<0,001). BKİ'ne göre malnutrisyon saptanan hastalarda albumin, total protein, transferin, 24 saatlik idrarda kreatinin-boy indeksi, serum demir, SDBK ve transferin saturasyonuna göre anlamlı oranda malnutrsiyon yoktu (p>0,05). Bu çalışmada çoğunluğu AML olan Akut lösemi olgularında tanı anında önemli bir oranda malnutrisyon tesbit ettik. Malnutrisyonu belirlemede BKİ ile birlikte TCK ve KOÇ ölçümünün kullanılabileceği tesbit edildi. Ancak malnutrisyonu en iyi belirleyici yöntem olarak da TCK ölçümü belirlendi. Bu hasta grubunda malnutrisyonun tedavi ve prognozla ilişkisinin belirlenmesi için daha kapsamlı ve randomize çalışmaların gerekli olduğu sonucuna varıldı.Article Gebelikte Akut Böbrek Yetersizliği(2006) Sayarlioglu, Hayriye; Dilek, İmdat; Esen, Ramazan; Topal, Cevat; Erkoç, Reha; Doğan, EkremGelişmekte olan ülkelerde alınan tüm önlemlere rağmen obstetrik kaynaklı akut böbrek yetersizliği (ABY) halen önemli bir problemdir. Bu çalışmada 2000-2004 yılları arasında ABY tanısı ile izlenen 402 hastadan obstetrik nedenli olan 37 olgu değerlendirildi. Bu hastalarda ABY; %40.5 (n=15) doğum sonu kanamaya, %24.2 (n=9) eklampsi ve HELLP sendromuna, % 13.5 (n-5) sepsise, %13.5 (n=5) yeni tanı kronik böbrek yetersizliğine bağlandı. Birinde kronik hipertansiyon zemininde gelişen preeklanıpsi mevcuttu. İki vakada ise ABY düzelmeyince biyopsi yapılarak akut kortikal nekroz tanısı kondu. Olgulardan biri ise sepsise bağlı solunum yetersizliği nedeniyle kaybedildi. Kortikal nekrozu olan 2 vaka kronik hemodiyaliz programına alındı. Gebelik öncesinde saptanmamış, doğum sonu böbrek yetersizliği olarak kliniğimize başvurup tetkik edildikten sonra bilateral atrofık böbrek tespit edilip, kronik böbrek yetmezliği olduğu anlaşılan 5 vaka saptandı. Hastaların 17 sinde diyaliz ihtiyacı gelişti. Diğer hastaların tamamı tanıdan itibaren en geç 6 ay içinde tamamen iyileşti. Obstetrik kaynaklı ABY'de mortalite ve morbidije halen oldukça yüksektir. Obstetrik Kaynaklı ABY'yi önlemek için önlemler enerjik olarak uygulanmalıdır.Article Hemodiyaliz Hastalarında Antikardiyolipin Igg ve Antikardiyolipin Igm'nin Anti Hcv Pozitifliği ile İlişkisi(2005) Erkoç, Reha; Dilek, İmdat; Alıcı, Özlem; Doğan, Ekrem; Algün, Ekrem; Topal, Cevat; Alıcı, SüleymanKronik böbrek yetersizliği olan hastalarda antikardiyolipin antikor (AKA) pozitifliği daha sık olarak bulunmaktadır. Hepatit C hastalarında da AKA pozitifliği sık olarak bulunmaktadır. Bu çalışmada hemodiyaliz hastalarında AKA ( Ig G ve Ig M) düzeylerinin anti-HCV pozitifliği ile ilişkisi olup olmadığını araştırıldı. Çalışmaya alınan 30 hemodiyaliz hastasının (17 erkek, 13 kadın) yaş ortalaması 43.4±12.4 yıl ve ortalama hemodiyalize giriş süreleri 17.4 ± 8.1 aydı. Anti HCV antikorları 18 hastada pozitif 12 hastada ise negatif bulundu. Anti-HCV Makro ELİSA tekniği ile ve antikardiyolipin düzeyleri immünometrik enzim yöntemiyle çalışıldı. Sonuçlar ortalama ± SD hesaplandı. AKA pozitif ve negatif gruplar student's t test ve Ki kare testi ile karşılaştırıldı. Anti-HCV pozitif olan 18 hastanın ortalama AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.9 ± 2.6 GPL U/mL ve 5.9 ± 6.5 MPL U/mL bulunurken anti-HCV negatif olan 12 hastanın işe AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.4 ±2.8 GPL U/mL ve 9,4 ±6.4 MPL/mL olarak bulundu (P > 0.05). Her iki grupta AKA pozitifliği bakımından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç olarak anti-HCV AKA pozitifliği oranlarını etkilemediği kanaatine varıldı.Article Hodgkin Hastalarında Beta-2 Mikroglobülinin Diğer Prognostik Belirleyicilerle Karşılaştırılması(2005) Demir, Cengiz; Dilek, İmdat; Üstün, YusufAmaç: Hodgkin hastalarında (HH) Beta-2 mikroglobülinin (P2p) .diğer prognostik belirleyiler olan laktatdehidrogenaz (LDH), serum albümini, eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ile karşılaştırılması. Yöntem: Çalışmaya 34 HH (20E, 14K) ve kontrol grubu 19 (10E, 9K) sağlıklı birey alındı. Hasta grubunda tedavi öncesi ve sonrası iki kez ve kontrol grubunda bir kez LDH, ESR, serum albiimini ve (J2fi ölçümü yapıldı. Ölçülen bu parametreler aralarında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun yaş ortalamaları sırasıyla 35.0 ± 14.7 ve 36.6 ± 10.0 idi. Hastalarımızın 15'i (%44.2) erken evrede (Evre I-II), 19'u (%55.8) ileri evredeydi (Evre III-IV). Hastalarımızın tedavi öncesi ölçülen LDH seviyesi (U/L) (500.6 ± 235.3) tedavi sonrası (262.0 ± 92.7 ) ve kontrol grubuna (299.3 ± 93.2 ) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001, p=0.001). Olgularımızın tedavi öncesindeki p2u değeri (mg/L) (9.3 ± 9.9 ) tedavi sonrası (2.2 ± 1.5 ) ve kontrol grubuna (1.3 ± 0.2 ) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001, p=0.001). Tedavi öncesi serum albümin değeri (g/dl) (3.3 ± 0.7), tedavi sonrası (3.9 ± 0.3 ) ve kontrol grubuna (4.2 ± 0.3 ) göre istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (sırasıyla, p<0.001, p<0.001). Tedavi öncesi ESR değeri (mm/sa) (51.6 ±19.7), tedavi sonrası (24.2 ± 11.8) ve kontrol grubuna (6.3 ± 3.6) göre anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla, p<0.001,p<0r001). Sonuç: Bu hasta grubunda az çalışılmış olan p2u'in en az serum LDH, serum albümini ve ESR kadar tümör yükünü belirlemede etkin olduğu sonucuna varıldı.Article Karboplatine Bağlı Organ Toksisitelerinde Pentoksifilin, C Vitamini ve E Vitamininin Etkisi(2003) Özbek, Hanefi; Durmuş, Ahmet; Bayram, İrfan; Erdoğan, Ender; Kösem, Mustafa; Dilek, İmdatBu çalışmada antineoplastik bir ajan olan karboplatinin sıçanlarda çeşitli organ ve dokular üzerindeki toksisitesi üzerine pentoksifilin (PTX), C ve E vitamininin koruyucu etkileri karşılaştırmalı olarak araştırıldı. Otuz adet sıçan, beş çalışma grubuna (n=6) ayrıldı: Grup I; 0.2 mL serum fizyolojik, grup II; 25 mg/kg karboplatin, Grup III; 25 mg/kg karboplatin + 150 mg/kg pentoksifilin, Grup IV; 25 mg/kg karboplatin + 50 mg/kg C vitamini ve Grup V; 25 mg/kg karboplatin + 50 mg/kg E vitamini intraperitoneal (ip) yolla beş gün süreyle alacak şekilde düzenlendi. Çalışmanın sonunda sıçan serumlarında ALT, ALP, direkt ve indirekt bilirubin seviyelerine bakıldı. Dokular standart histopatolojik yöntemlerle incelendi. Çalışma sonunda histopatolojik yönden karboplatin grubuna ait herhangi bir patolojik bulguya rastlanmazken, serum ALP ve ALT değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yükseldiği gözlendi. PTX, C ve E vitamini gruplarında ise yine histopatolojik yönden herhangi bir patolojik bulgu gözlenmezken, serum ALP, ALT ve indirekt bilirubin değerlerinin kontrol grubundan farksız, karboplatin grubundan ise istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. Karboplatinle birlikte C vitamini, E vitamini veya PTX verilmesinin karaciğer hasarına karşı koruyucu etkili olabileceği sonucuna varıldı.Article Kronik İmmün Trombositopenik Purpuralı Çocuklarda İntravenöz Anti-d Tedavisinin Etkinliği(2006) Bay, Ali; Dilek, İmdat; Doğan, Murat; Öner, Ahmet F.; Acikgoz, MehmetBu çalışmada steroid ve intravenöz immunoglobuline dirençli 11 kronik immun trombositopenik purpuralı (ITP) olguda Anti D ile tedavi sonuçları değerlendirildi. Olguların hepsi Rh + kan grubundandı ve hiç birisine splenektomi yapılmamıştı. Anti D 30 µg/kg/gün dozunda 0, 1, 7, 14, 21, 28. günlerde 1 saat içinde İV yavaş infüzyonla verildi. Olguların 3 tanesi (%27) tam cevap, 3 tanesi (%27) parsiyel cevap, 3 tanesi (%27) minor cevap verirken, 2 tanesi (%18) cevapsızdı. Cevap veren olguların sadece 1 tanesinde trombosit sayısı 1 yıldan daha fazla yüksek kaldı. Diğer olguların trombosit sayısı 1-3 ay içinde tedavi öncesi değerlerine düştü. Önemli bir yan etki saptanmadı. Dirençli kronik ITP li çocuklarda anti D tedavisinin de bir seçenek olarak dikkate alınması gerektiği sonucuna varıldı.Article Kronik Lenfositik Lösemide Patolojik Dalak Rüptürü: Bir Olgu(2004) Demir, Cengiz; Kotan, Çetin; Kösem, Mustafa; Dilek, İmdat71 yaşında hasta genel durum bozukluğu, karın ve sol omuz ağrısı ile başvurdu. Hemodinamik olarak stabil olan hastada periton irritasyon bulguları yoktu. Hemogramında lökositleri 53.1 x109 /L (%67 lenfosit, fenotipik olarak CD5, CD19 ve CD20 pozitif B hücre karakteri), hemoglobin (Hb) 10.2 g/dl ve trombositleri 220x109/L idi. Batın USG’de dalakta subkapsüler hematom bulundu. Kronik lenfositik lösemi (KLL) tanısı kondu. İzlem sırasında hastanın ani fenalaşması sonrası yapılan USG’de intra abdominal hemoraji ve dalak rüptürü saptandı. Acil splenektomi yapılan hastanın dalak ağırlığı 1900 g bulundu. Histopatolojik olarak lenfositik infiltrasyon gösteren dalakta patolojik rüptürle uyumlu bulgular görüldü. Sonuç olarak literatürde çok nadir olarak bildirilmesine karşın karın ağrısı ve genel durum bozukluğu olan KLL olgularında patolojik dalak rüptürü de ayırıcı tanıda dikkate alınmalıdır.Article Primary Non-Hodgkin Lymphoma of the Breast: Mr Findings(2003) Dilek, İmdat; Topçu, Nazan; Sakarya, M. Emin; Özen, Süleyman; Odabaş, Hülya; Alıcı, SüleymanMemenin primer non-Hodgkin lenfoması (NHL) nadir görülen bir hastalıktır. Meme lenfomasının radyolojik bulguları nonspesifiktir. Tanı histolojik bulgularla konulur. Bu yazıda memenin primer NHL bulunan bir olgunun manyetik rezonans görüntüleme bulgularını sunuyoruz.Article Reanimasyon Ünitemizdeki Erişkin Zehirlenme Olgularının İncelenmesi(2004) Dilek, İmdat; Tekin, Murat; Silay, Emin; Tomak, Yakup; Katı, İsmailZehirlenmeler, sık karşılaşılan ve ölümcül olabilen önemli bir sağlık sorunudur. Akut zehirlenmeler, potansiyel olarak ciddi sonuçlara yol açabilmekte ve olguların %3-5'i yoğun bakım ünitesinde izlenmeye gereksinim duyarlar. Bu çalışmada, 4 yıl içinde Reanimasyon Ünitesine zehirlenme tanısı ile kabul edilen olgular, retrospektif olarak incelenmiştir. Toplam 73 zehirlenme olgusunun 4O'ı kadın, 33'ü ise erkekti. Kadınların yaş ortalaması 26, erkek olguların yaş ortalaması ise 28 olarak saptanmıştır. Olgularının 3'ü (%4.1) karbonmonoksit, 3'ü (%4.1) besin ve/veya mantar, 6'sı (%8.2) metil alkol, 24'ü (%32.9) organofosfat zehirlenmesi, 34'ü (%46.6) ilaçlara, ve 3'ü (%4.1) de bilinmeyen maddelere bağlı zehirlenme idi. Karbonmonoksit ve tek çeşit ilaç nedeni ile zehirlenenlerden ölen olmazken, metil alkol ile zehirlenenlerden 3'ü (%50), besin ve/veya mantar ile 2'si (%66.6), organofosfat ile 4'ü (%16.6), kombine ilaç ile l'i (%16.6) ve bilinmeyen maddeler ile de 2'si (%66.6) eks olmuştur. Sonuç olarak, akut zehirlenme ile Reanimasyon ünitesine kabul edilen olguların çoğunluğunu genç kadınların oluşturduğu, ve ilaç ile zehirlenme de en yaygın zehirlenme türü idi. Besin ve/veya mantar, bilinmeyen maddeler ve metil alkol alan olgularda, mortalitenin daha yüksek oranda görüldüğü tesbit edildi.Article Streptokok Enfeksiyonu ile İlişkili Okb ve Tik Bozukluğu Olan Dört Olguda Plazmaferez Tedavisine Yanıt(2007) Gulec, Mustafa; Sözen, Mehmet; Özbebit, Özgür; Beşiroğlu, Lütfullah; Ağargün, Mehmet Yücel; Dilek, İmdatStreptokok enfeksiyonun yol açtığı çocukluk çağı oto-immün nöropsikiyatrik bozukluklar (PANDAS) tanımı, A grubu-beta hemolitik streptokok enfeksiyonu sonrası oto-immün tepkinin bir sonucu olarak, çocukluk çağında ortaya çıkan obsesif-kompulsif belirtiler ve tikleri bulunan hastaları tanımlamaktadır. Bu hastalarda enfeksiyon tarafından başlatılan oto-immün sürecin bazal gangliyonları etkilediği ve nöropsikiyatrik belirtilere neden olduğu öne sürülmektedir. Şiddetli nöropsikiyatrik belirtileri olan olgularda, PANDAS'ın patogenezinden sorumlu oto-immün süreci kesintiye uğratan, plazmaferez ve immunglobulin tedavisi gibi uygulamaların kullanılması önerilmektedir. Bu yazıda streptokok enfeksiyonu ile ilişkili OKB ve tik bozukluğu olan dört erişkin olguda plazmaferez tedavisinin etkisi tartışılmıştır.Other Subfulminan Karaciğer Yetmezliği ile Seyreden Fatal Hemofagositik Sendrom: Olgu Sunumu ve Literatürün Gözden Geçirilmesi(2001) Uygan, İsmail; Türkdoğan, Kürşat; Tuncer, İlyas; Mercan, Ridvan; Dilek, İmdat; Uğraş, SerdarOtuz altı yaşında erkek hasta son iki aydan beri devam eden ateş, halsizlik, kilo kaybı ve giderek artan sarılık nedeni ile kliniğimize yatırıldı. Fizik muayenede subfebril ateş, ikter, hepatosplenomegali, yaygın asit tesbit edildi. Laboratuar incelemelerinde; pansitopeni, hipoproteinemi ile birlikte transaminazlar, serum bilirubini, alkalen fosfataz, glutamik transpeptidaz, laktik dehidrogenaz, kolesterol, trigliserid, protrombin zamanı, C-reaktif protein ve ferritin değerleri yüksek saptandı. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsi incelemesinde çok sayıda eritrofagositoz gösteren makrofajlar, karaciğer biyopsisinde yaygın nekroz alanları görüldü. Histopatolojik bulgular ile hemofagositik sendrom tanısı konulan olgunun etiolojisi belirlenemedi. İmmunosupresiv ve pulse steroid tedavisi uygulanan hasta, tedaviye rağmen klinik tablosu hızla kötüleşerek yatışının 38.gününde exitus oldu. Hemofagositik sendrom fatal seyirli bir klinik durumdur. Etiolojisinde infeksiyöz bir proses saptanamamış ise, mutlaka altta yatan bir malign hastalıktan şüphe edilmelidir. Tedavisi tartışmalı olup, genellikle nedene yöneliktir.specialization-in-medicine.listelement.badge The Incidence of Microvascular Complications in Newly Diagnosed Type 2 Diabetes Mellitus Patients.(2008) Atmaca, Murat; Dilek, İmdatTip 2 diabetes mellitus, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki defektler nedeniyle ortaya çıkan, yaygın ve komplikasyonlar ile seyreden ciddi kronik bir hastalıktır.Bu çalışmada; Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Dahiliye polikliniğine tanı ve tedavi için başvuran, yeni tanı konulan 50 tip 2 diabetes mellitus hastasında, tanı anında mikrovasküler komplikasyonlar olan retinopati, nefropati ve nöropatinin varlığını araştırmayı amaçladık. Diabetik retinopati belirlenmesi; göz hastalıkları uzmanı tarafından biyomikroskopla fundus muayenesi ile diabetik nöropatinin belirlenmesi; nöroloji uzmanı tarafından elektromiyografi (EMG) ile diabetik nefropatinin belirlenmesi ise 24 saatlik idrarda mikroalbümin, glomerüler filtrasyon hızı (GFR) ve serum kreatinin düzeyine bakılarak yapıldı. İstatistiki yöntem olarak, yüzdelik sayılar ve Pearson korelasyon analizi kullanıldı. Sonuçların yorumlanmasında ise P< 0.05 olması durumu istatistiksel farklılık olarak kabul edildi.Yeni tanı almış 50 tip 2 diabetes mellitus hastasının 28'i (%56) erkek, 22'si (%44) kadın ve yaş ortalaması 52 (28-77) idi. Açlık kan şekerleri ortalamaları 181 mg/dl (102-366) ve tokluk kan şekeri ortalamaları 332 mg/dl (188-581) ve ortalama HbA1c değerleri %9 (5,3-15,8) idi. Hastaların kan basıncı ortalamaları sistolik 134 mmHg (90-210), diastolik 82 mmHg (60-110) idi. Hastaların kreatinin ortalamaları 0,76 mg/dl (0,5-1,3) ve GFR ortalamaları 108 ml/dk (36-211) idi. Hastaların 10'unda (%20) 30-300 mg/gün arasında mikroalbüminüri ve 23'ünde (%46) anormal EMG bulgusu vardı. Olguların 1'inde (%2) diabetik retinopati saptandı. Retinopati saptanan 1 olguda karpal tünel sendromu şeklinde nöropati mevcuttu. Bu olguda mikroalbüminüri mevcut değildi. EMG'ye göre nöropatisi olan hastalardan 3'ünde (%6) duyusal tip, 1'inde (%2) motor tip, 6'sında (%12) miks tip nöropati, 13'ünde (%26) karpal tünel sendromu saptandı. EMG'de patoloji saptanan hastaların yaş ortalaması ve arteriyel kan basıncı ortalaması EMG'de patolojisi olmayan hastalardan anlamlı olarak yüksek bulundu. Mikroalbüminürisi olan hastaların açlık kan şekeri ve HbA1c ortalamaları mikroalbüminürisi olmayan hastalara göre anlamlı olarak yüksek saptandı.Sonuç olarak yeni tanı almış tip 2 diabetes mellitus olgularında önemli ölçüde (%58) mikrovasküler komplikasyonlardan en az biri tespit edildi. Bu komplikasyonlardan özellikle nefropati ve nöropatinin, progresyonlarının önlenebilmesi ve erken tedavisi için tanı anında taranmasının gerekli ve faydalı olacağı kanaatine varıldı.Anahtar Kelimeler; Yeni tanı Diabetes mellitus, retinopati, nefropati, nöropatispecialization-in-medicine.listelement.badge The Role of Activated Protein C Resistance and Natural Anticoagulant System in the Etyopathogenesis of Preeclampsia.(2006) Demir, Cengiz; Dilek, İmdat; Ayyıldız, Orhan; Aydoğdu, İsmetUzm. Dr. Cengiz Demir4. ÖZET:Preeklampsi etyopatogenezinde doğal antikoagülan sistem ve aktive protein Crezistansının rolüBu çalışmada preeklamptik hastalarda ve kontrol grubu olarak da sağlıklı gebe ve gebeolmayan kadınlarda, protein C (PC), serbest protein S (sPS), antitrombin III (AT III) veaktive protein C rezistansı (APC-R) çalışıldı.Çalışmaya; 70 preeklamptik hasta (25 hafif, 45 ağır) ve kontrol grubu olarak da 70sağlıklı gebe ve 70 gebe olmayan kadın alındı.AT III değerleri preeklamptik, sağlıklı gebe ve gebe olmayan kadın gruplarındasırasıyla 77.38±18.78, 89.12±24.13 ve 93.85±12.15 idi. AT III aktivite düzeyi preeklamptikhastalarda diğer iki gruba göre anlamlı düşüktü (p<0.001). Ancak sağlıklı gebe ve gebeolmayan kadın grupları arasında anlamlı bir fark tespit edilmedi (p=0.141).sPS düzeyi preeklamptik, sağlıklı gebe ve gebe olmayan gruplarda sırasıyla38.98±1.28, 49.54±13.81 ve 74.94±16.40 olarak bulundu. Preeklamptik ve sağlıklı gebegruplarındaki değerler, gebe olmayan gruptan daha düşüktü (p<0.001). Preeklamptikhastalardaki değer de sağlıklı gebelerden daha düşüktü (p<0.001).PC düzeyi preeklamptik, sağlıklı gebe ve gebe olmayan kadın gruplarında sırasıyla74.40±19.98, 90.12±10.74, 96.45±15.62 olarak bulundu. Preeklamptiklerdeki değer diğer ikigruba (p<0.001), sağlıklı gebelerdeki değer de gebe olmayanlara göre düşüktü (p<0.001).Preeklamptik, sağlıklı gebe ve gebe olmayan gruplarda ortalama APC-R değerlerisırasıyla 138.77±31.26, 176.41±46.61 ve 186.19±31.63 bulundu. Preeklamptik hastalardakiAPC-R değerleri sağlıklı gebe ve gebe olmayan gruplara göre düşüktü (p<0.001).APC-R pozitiflik oranları preeklamptik, sağlıklı gebe ve gebe olmayan gruplardasırasıyla (% 17.14), (% 8.57) ve (%4.28) olarak bulundu. Preeklamptik gruptaki pozitiflikkontrol gruplarına göre yüksekti (p<0.001).Sonuç olarak çalışmamızda preeklamptik hastalarda PC, sPS, AT III seviyelerindekidüşüklük ve artmış APC-R pozitifliği preeklampsideki protrombotik durumun oluşmasındarol oynayabilir.specialization-in-medicine.listelement.badge Van İli Çevresinde Beta Talasemi Taşıyıcı Sıklığı(2006) Gerçik, Fecri; Dilek, İmdat2. ÖZETTalasemi sendromlarından biri olan β-talasemi otozomal resesif geçişgösteren kalıtsal bir hastalıktır. β-talasemi major'u eradike etmenin tek yolu,taşıyıcıların belirlenmesi, genetik danışma, özellikle risk altındaki bireylerinbilinçlendirilmesi ve prenatal tanının gerçekleştirilmesidir. β-talasemi majorluhastaların topluma getireceği sosyal ve ekonomik yük de göz önüne alındığında, β-talasemi taşıyıcı tarama çalışmalarının önemi daha iyi anlaşılabilir.Bu çalışma, Van ili çevresindeki β-talasemi taşıyıcılığı prevalansını tespitetmek amacıyla yapıldı. Bu çalışmaya, Van il merkezinde (750 kişi) ve Van'a bağlıdört ilçede (Başkale 150 kişi; Özalp 150 kişi; Gürpınar 100 kişi; Gevaş 100 kişi)yaşayan toplam 1250 sağlıklı kişi alındı. Çalışmaya alınan 1250 bireyin 614'ü kadın(%49.12); 636'sı erkek (%50.88) idi. Genel popülasyonda kadınların yaş ortalaması40.18 (dağılım aralığı; 18-82 yaş); erkeklerin yaş ortalaması 40.80 (dağılım aralığı;18-80 yaş) olarak saptandı.Tarama için alınan kan örneklerinde, tam kan sayımı yapıldı ve kırmızı hücreindekslerine bakıldı. OEH 80 fl ve altında olan örneklerde ferritin değerlerinebakıldı, ferritin değerleri normal olan örneklerde sellüloz asetat kağıt elektroforezi ilehemoglobin elektroforezi yapıldı. HbA2 değeri â ¥ %3.5 olan örnekler β-talasemitaşıyıcısı olarak kabul edildi.Toplam 1250 bireyin HbA2 seviyesi % 3.5 ve üzerinde olan (β-talasemitaşıyıcı) birey sayısı 26 olup, bunlar, bütün bireylerin %2.08'ini oluşturuyordu. Birbaşka deyişle, yüksek HbA2 tipi β-talasemi taşıyıcılık prevalansı %2.08 olarakbulundu. β-talasemi taşıyıcısı olduğu saptanan 26 kişinin 16'sı kadın (%1.28); 10'uerkek (%0.80) idi.5Türkiye, β-talasemi taşıyıcılığı oranı bakımından bölgeler arasında farklılıklargöstermektedir. Bu nedenle tarama çalışmalarının yaygınlaştırılması, sağlıkpersonelinin eğitimi ve bilhassa β-talasemi taşıyıcılığının yüksek olduğu bölgelerdetoplumun bilinçlendirilmesi gerekmektedir.6