Browsing by Author "Doğan, Ekrem"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Article Astım ve Koah'lı Hastalar için İnhaler Seçiminde İnspiratuar Akım Hızının Önemi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Kara, Mehmet; Sezgi, Cengizhan; Doğan, Ekrem; İşlek, AytenAmaç: Bu çalışmada farklı şiddetlerdeki Astım ve KOAH lı hastaların solunum fonksiyon testi ve in-check cihazi ile inspratuar akım hızlarını ölçmek ve farklı kuru toz inhaler kullanımında oluşan akım hızlarını karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya farklı şiddetlerdeki 74 KOAH lı ve 41 Astımlı hasta alındı. Hastalara eş zamanlı SFT ile farklı kuru toz inhalerlerin iç dirençlerine ve oluşturdukları akım kısıtlamalarına göre dizayn edilmiş İn-check cihazı uygulandı. Bulgular: İn-check cihazında ölçülen Peak inspratuar akım hızlarının SFT de ölçülen ile uyumlu olduğu görüldü. Astım ve KOAH da FVC, ve PIF daki kısıtlamaların, hastalığın şiddeti ile korele olduğu gözlendi. Sonuç: Surraler astım ve KOAH in özellikle ağır ve orta şiddetlerinde diğer kuru toz inhalerlerden anlamlı olarak daha yüksek akım hızlarına izin verdiği yani daha düşük iç dirence sahip olduğu görüldü.Article Gebelikte Akut Böbrek Yetersizliği(2006) Sayarlioglu, Hayriye; Dilek, İmdat; Esen, Ramazan; Topal, Cevat; Erkoç, Reha; Doğan, EkremGelişmekte olan ülkelerde alınan tüm önlemlere rağmen obstetrik kaynaklı akut böbrek yetersizliği (ABY) halen önemli bir problemdir. Bu çalışmada 2000-2004 yılları arasında ABY tanısı ile izlenen 402 hastadan obstetrik nedenli olan 37 olgu değerlendirildi. Bu hastalarda ABY; %40.5 (n=15) doğum sonu kanamaya, %24.2 (n=9) eklampsi ve HELLP sendromuna, % 13.5 (n-5) sepsise, %13.5 (n=5) yeni tanı kronik böbrek yetersizliğine bağlandı. Birinde kronik hipertansiyon zemininde gelişen preeklanıpsi mevcuttu. İki vakada ise ABY düzelmeyince biyopsi yapılarak akut kortikal nekroz tanısı kondu. Olgulardan biri ise sepsise bağlı solunum yetersizliği nedeniyle kaybedildi. Kortikal nekrozu olan 2 vaka kronik hemodiyaliz programına alındı. Gebelik öncesinde saptanmamış, doğum sonu böbrek yetersizliği olarak kliniğimize başvurup tetkik edildikten sonra bilateral atrofık böbrek tespit edilip, kronik böbrek yetmezliği olduğu anlaşılan 5 vaka saptandı. Hastaların 17 sinde diyaliz ihtiyacı gelişti. Diğer hastaların tamamı tanıdan itibaren en geç 6 ay içinde tamamen iyileşti. Obstetrik kaynaklı ABY'de mortalite ve morbidije halen oldukça yüksektir. Obstetrik Kaynaklı ABY'yi önlemek için önlemler enerjik olarak uygulanmalıdır.Article Hemodiyaliz Amaçlı Açılan A-v Fistüllerde Proksimal Distal Başarı Oranı Karşılaştırılması(2006) Kotan, M. Çetin; Çiftçi, Ali; Başer, Murat; Sayarlioglu, Hayriye; Doğan, Ekrem; Erkoç, RehaAmaç: Hemodiyaliz hastalarında yaşam beklentisi ve hayat kalitesi uygun bir damar yolu seçimi ile yeterli diyalize bağlıdır. Damar yolu yetersizliği hemodiyaliz hastalarında önemli bir problemdir. Bu konuda gelişen komplikasyonlar önemli morbidite nedenidir. Çalışmamızda kronik böbrek yetmezlikli hastalarda açılan arteriovenöz (A-V) fistüllerin, yerlerini de göz önüne alarak, erken ve geç dönemde açık kalma oranlarını ve cerrahi sonuçları değerlendirmeyi amaçladık. Method: Çalışmada, ocak 1997- aralık 2004 yılları arasında 114 kronik böbrek yetmezliği vakasına damar yolu amaçlı açılan arteriovenöz fistüller değerlendirildi. Operasyon için hastanın dominant olmayan kolu seçildi. Hastaların 63'ü erkek (% 55.3), 51'i kadındı (%44.7). Ortalama yaş 45.5±14.4 yıl idi. Bulgular: Açılan fistüllerin 39(%.29.5)'u radiosefalik, 86(%65.2)'sı brakiosefalik, 7(%5.3)'si brakiobazilik A-V fistüllerdi.Tüm vakalarda erken başarısızlık 18(%13.63) olguda, geç dönemde başarısızlık ise 8(%6.06) olguda gözlendi. Erken başarısızlık distaldeki fistüllerde (%23.07) proksimaldeki fistüllerden (%9.67) istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Geç dönemde ise proksimal ve distal başarısızlık oranları arasında istatistiksel fark yoktu (p>0.05). Açılan fistüllerin 31(%23.48)'inde komplikasyon gelişti. Sonuç: Ekstremite distaline açılan arterio venöz fistüllerde proksimale açılanlara oranla başarı oranları daha düşüktür. Brakial bölgeyi sonraki dönemlerde kullanılmak üzere korumak için distal uygulamalar ilk seçenek olarak tercih edilmelidir.Article Hemodiyaliz Hastalarında Antikardiyolipin Igg ve Antikardiyolipin Igm'nin Anti Hcv Pozitifliği ile İlişkisi(2005) Erkoç, Reha; Dilek, İmdat; Alıcı, Özlem; Doğan, Ekrem; Algün, Ekrem; Topal, Cevat; Alıcı, SüleymanKronik böbrek yetersizliği olan hastalarda antikardiyolipin antikor (AKA) pozitifliği daha sık olarak bulunmaktadır. Hepatit C hastalarında da AKA pozitifliği sık olarak bulunmaktadır. Bu çalışmada hemodiyaliz hastalarında AKA ( Ig G ve Ig M) düzeylerinin anti-HCV pozitifliği ile ilişkisi olup olmadığını araştırıldı. Çalışmaya alınan 30 hemodiyaliz hastasının (17 erkek, 13 kadın) yaş ortalaması 43.4±12.4 yıl ve ortalama hemodiyalize giriş süreleri 17.4 ± 8.1 aydı. Anti HCV antikorları 18 hastada pozitif 12 hastada ise negatif bulundu. Anti-HCV Makro ELİSA tekniği ile ve antikardiyolipin düzeyleri immünometrik enzim yöntemiyle çalışıldı. Sonuçlar ortalama ± SD hesaplandı. AKA pozitif ve negatif gruplar student's t test ve Ki kare testi ile karşılaştırıldı. Anti-HCV pozitif olan 18 hastanın ortalama AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.9 ± 2.6 GPL U/mL ve 5.9 ± 6.5 MPL U/mL bulunurken anti-HCV negatif olan 12 hastanın işe AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.4 ±2.8 GPL U/mL ve 9,4 ±6.4 MPL/mL olarak bulundu (P > 0.05). Her iki grupta AKA pozitifliği bakımından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç olarak anti-HCV AKA pozitifliği oranlarını etkilemediği kanaatine varıldı.Article İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Siklofosfamid, Etoposid ve Sisplatin Kombine Kemoterapisi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; İşlek, Ayten; Alıcı, Süleyman; Bayram, İrfan; Doğan, Ekrem; Sezgi, CengizhanAmaç: Sitotoksik kemoterapi, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ileri evre tedavisinde artan bir öneme sahiptir. İleri evre hastalıkta kemoterapinin sağkalım süresinin etkisini araştıran pek çok çalışma yayınlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Biz çalışmamızda CEP (Siklofosfamid, Etoposid, Sisplatin) tedavisi alan ve çeşitli nedenler ile kemoterapi almayan KHDAK hastalarının sağkalım sürelerini karşılaştırmayı amaçladık. CEP tedavisinde oluşan toksisiteyi değerlendirdik. CEP tedavisi, evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 37 hastaya (3 bayan, 34 erkek) verildi. Kemoterapi almayan evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 13 hasta (l bayan, 12 erkek) kontrol grubunu oluşturdu. CEP grubunda hastalara 21 gün arayla siklofosfamid l g/m2, cisplatin 50mg/m2 ve etoposid 80mg/m2 kombine kemoterapisi uygulandı. Bulgular: Tam yanıt hiçbir olguda alınamadı, kısmi yanıt sekiz olguda (% 21.6), stabil yanıt 13 olguda (%35.1) ve progresyon 16 olguda (%43.2) saptandı. CEP tedavisinde medyan sağkalım süresi 5.7±4.2 ay ve medyan yanıt süresi 2.97±3.1 ay saptandı. CEP tedavisine bağlı bulantı-kusma 17 hastada (% 45.9), anemi 10 hastada (% 27) ve nötropeni l hastada (% 2.7) gelişti. Kemoterapi almayan kontrol grubunda ise medyan sağkalım süresi 4.5±3.2 ay olarak saptandı. Her iki grubun medyan sağkalım süreleri karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p>0.05). Her iki grupta bir yıllık sağkalım oranı sırasıyla n:37 (%8.9) ve n:13 (%7.6) idi. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda elde edilen verilere göre yanıt oranlarının yapılan çalışmalardan farklı olmadığı, fakat sağkalım süresi ile bir yıllık sağkalım oranlarının çok düşük olduğu ve yan etki profilinin ise tolere edilebilir düzeyde bulunduğu gözlendi.Article İmmatür Kistik Teratom: Olgu Sunumu(2005) Bay, Ali; Temizöz, Osman; Etlik, Ömer; Doğan, Ekrem; İzmirli, MustafaBu vaka sunumunun amacı immatür teromun MDBT bulgularını matür kistik teratomun radyolojik bulguları ile karşılaştırmaktır. Patolojik olarak tanı konmuş immatür kistik teratomlu olgunun MDCT bulgularında tümörün boyutu, yağ miktarı ve natürü, solid komponent varlığı, asit ve implant varlığı araştırıldı. MDBT kesitlerinde lezyon içlerinde yağ, kalsifikasyon, punktat kalsifikasyonlar, solid komponentler ve kistler izlendi. İmmatür teratomun MDBT bulgularında solid komponentin daha fazla, yağın ve kalsifikasyonun ise daha az olduğu izlenirken matür teratomlarda kistik alanın, kalsifikasyon ve yağ miktarının fazla olduğu olduğu izlenmiştir.Article Malign Bilier Obstrüksiyonlarda Preoperatif Perkütan Bilier Drenajın Prognoza Etkisi(2005) Başer, Murat; Arslan, Halil; Temizöz, Osman; Harman, Mustafa; Doğan, Ekrem; Etlik, ÖmerAmaç: Malign bilier obstrüksiyonlarda preoperatif prekütan bilier drenajın perioperatif mortalite ve morbitide üzerine olan etkilerini sunmak. Gereç ve yöntem: Malign bilier obstrüksiyonu olan (MBO), yaşları 45 ile 72 arasında değişen (ort.57.66) 32 hastaya (22 E, 10 K) ultrasonografi ve x-ray floroskopi rehberliğinde preoperatif PBD uygulandı. 14 olguya external, 18 olguya intexternal drenaj kateteri yerleştirildi. Hastaların PBD öncesi ve sonrasındaki bilirübin düzeyleri takip edildi. Genel durumunda düzelme olanlar ve bilirübin düzeyi 10 mg/dl'nin altına düşen olgular operasyona alındılar. Bulgular: Malign bilier obstrüksiyon nedeni pankreas başı karsinomu (n=13), kolangiokarsinoma (n=4), klatskin tümörü (n=7), metastatik kitle (n=2), safra kesesi tümörü (n=2) ve peri-ampüllerkarsinoma (n=4) idi. PBD öncesinde bilürubin düzeyleri ortalama 17.8 4 mg/dl üzerinde iken drenaj sonrasında ortalama 8.1 3 mg/dl düzeyine kadar düştü. PBD sonrası operasyona alı¬nan hastalardan 4'ü perioperatif 4 günlük periyotta ex oldular. Hastaların ölüm nedenleri multiorgan yetmezliği, sepsis, sklerozan kolanjit ve genel durum bozukluğu idi. Diğer hastalar da ise PBD'ye ait önemli bir komplikasyon izlenmeyip, hastalar operasyonu iyi tolere ettiler. PBD sonrası cerrahi uygulanan hastalarımızda mortalite oranı %12.5 idi. Sonuç: Preoperatif PBD, bozulmuş olan hepatik fonksiyonların düzelterek hastanın genel durumunun düzelmesine imkan vermekte böylece hastanın elektif şartlarda öpere edilerek cerrahi tedaviye bağlı morbidite ve mortalite oranlarında azalmalar olmaktadır. Malign bilier obstrüksiyonlarda preoperatif perkütan bilier drenaj, prognoza olumlu etkisi olan ve rutin olarak uygulanması gereken bir yöntemdir.Article Rakımın İdrarda Protein Atılımı Üzerine Etkisi(2005) Bayraktaroğlu, Taner; Doğan, Ekrem; Koçak, Gülay; Koçak, Erdem; Külah, Eyüp; Erkoç, Reha; Sayarlioglu, HayriyeAmaç: İdrar protein miktarı 24 saatlik idrar toplanarak ölçülür ve günlük 150 mg'a kadar olan değerler normal kabul edilir. Normal populasyonda deniz seviyesinden yükseğe çıkıldıkça proteinürinin normal seviyelerinin değişip değişmediği bilinmemektedir. Çalışmamızda 1727 m rakımda yaşayan sigara içmeyen sağlıklı insanlardaki proteinüri seviyelerini deniz seviyesindeki sağlıklı populasyonla karşılaştırdık. Yöntem: Denizden 1727 m yüksek bir yerleşim yeri olan Van ile deniz seviyesindeki Zonguldak'ta yaşayan sağlıklı ve sigara içmeyen, Van'dan 35 (21 kadın, 14 erkek/yaş aralığı: 16-74, yaş ort.: 36,7±15 yıl) Zonguldak'tan-28 (15 kadın,13 erkek, yaş aralığı:22-62, yaş ort.:. 42,1±12,1 yıl) gönüllü katılımcı çalışmaya alindi, Her iki grup arasında yaş, cins,hemoglobin ve ürik asit düzeylerinde istatistiksel açıdan fark yoktu. Van'da ölçülen idrar protein ortalama 60±29,8 (10-13Q jn'g/dl), Zonguldak'ta 64,7±29,8 (10-130,5 mg/dl) idi (p=0,53), Sonuç: Çalışmamızdaki vaka grubunda proteinüri açısından her iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı.Article Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi Uygulanan Hastalarda Diyalize Başlama Şeklinin Hepatit Sıklığına Etkisi(2003) Erkoç, Reha; Aydın, Demir Nuran; Birge, Can Pervin; Öğütlü, Mesudiye; Sayarlioglu, Hayriye; Doğan, Ekrem; Kaya, EsmerAmaç: Sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) uygulanan hastalarda diyalize başlama şeklinin hepatit sıklığına etkisinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Merkezimizde kronik böbrek yetmezliği nedeniyle SAPD uygulanan toplam 45 hastada (26 erkek, 19 kadın, yaş ortalaması 45.1Ü8.1) HBsAg, Anti-HBs ve Anti-HCV serolojilerine bakıldı. SAPD uygulanan hastalarda, başlangıç tedavisinin hemodiyaliz (24 hasta) veya SAPD (21 hasta) olmasına göre iki hasta grubu oluşturuldu. Başlangıçta hemodiyaliz uygulanan hastalarda ortalama diyaliz yaşam süresi 21 ay, direkt periton diyalizi uygulanan hastalarda ise ortalama diyaliz süresi 14 aydı. Serolojik sonuçlar hastaların diyalize başlama şekli ile karşılaştırıldı. Bulgular: Tedaviye SAPD ile başlanan 21 hastanın birinde HBsAg pozitifti. Sekiz hastada Anti-HBs pozitifliliği saptanırken, bu hasta grubunda hiç Anti-HCV pozitifliliği saptanmadı. Hemodiyalizle başlayan grupta ise HBsAg pozitif 5 hasta (P=0.19), Anti-HBs pozitif 6 hasta (P=0.344) ve Anti-HCV pozitif 9 hasta vardı (P=0.002). Sonuç: Kronik böbrek yetersizliği gelişen hastalarda renal replasman tedavisine doğrudan periton diyalizi ile başlanması hepatit C riskini azaltmaktadır.Article Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı'na Başvuran Kanser Hastalarının Epidemiyolojik Değerlendirilmesi(2006) Doğan, Ekrem; İzmirli, Mustafa; Alıcı, SüleymanAMAÇ Bu çalışmada Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı kayıtları incelenerek Van Gölü havzasındaki kanser sıklığını, hasta ve tümör özelliklerini ortaya çıkarmak amaçlandı.GEREÇ VE YÖNTEM Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalına 1 Ocak 2001-31 Aralık 2004 tarihleri arasında başvuran 1584 kanser tanısı almış hasta (861 erkek (%54.4); 723 kadın (%45.6) [erkek/kadın oranı 1.19]; ort. yaş 53; dağılım 14-90 yaş) retrospektif olarak incelendi. Hastalık en sık (%23.8) 51-60 yaş grubunda görülürken, tüm olguların %70.5'i 41-70 yaş grubunda idi. Hastaların %43.6'sı lokalbölgesel, %56.4'ü metastatik hastalıklı idi.BULGULAR Tüm hastalara bakıldığında en sık beş kanser türü (mide kanseri %26.5, özofagus kanseri %15.8, meme kanseri %9.5, kolorektal kanser %7.6 ve akciğer kanseri %6.4 oranında) saptandı. Cinsiyete göre değerlendirildiğinde en sık görülen beş kanser tipi; kadınlarda meme %19.8, mide %19.6, özofagus %19.2, kolorektal %7.3, over %5.5, erkeklerde ise mide %32, özofagus %13, akciğer %9.3, kolorektal %7.9 ve lenfoma %5.4 oranlarında idi. Sistemlere göre değerlendirildiğinde en sık görülen beş kanser lokalizasyonu; %56.6 gastrointestinal sistem, %9.5 meme, %6.4 akciğer, %5 lenfoma ve %4.8 oranlarında ürolojik kökenli idi.SONUÇ Van Gölü bölgesinde erkeklerde ve kadınlarda üst gastrointestinal sistem tümörleri daha sık görülmektedir. Bununla ilgili olarak etyopatolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.