Browsing by Author "Duz, Ramazan"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Article Association of Epicardial Adipose Tissue Thickness and Inflammation Parameters With Cha2ds2-Vasasc Score in Patients With Nonvalvular Atrial Fibrillation(Dove Medical Press Ltd, 2015) Akdag, Serkan; Simsek, Hakki; Sahin, Musa; Akyol, Aytac; Duz, Ramazan; Babat, NaciBackground: Epicardial adipose tissue (EAT), mean platelet volume (MPV), platelet-to-lymphocyte ratio (PLR), and neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR) have been shown to be helpful in predicting adverse cardiovascular events. However, to date, in the literature, there have been no studies demonstrating the relationship between EAT, MPV, PLR, NLR, and thromboembolism risk in atrial fibrillation (AF). Therefore, we examined the relationship between EAT, MPV, PLR, NLR, and CHA(2)DS(2)-VASc score used for the evaluation of thromboembolism risk in patients with AF. Methods: The study included 96 consecutive patients with AF and 52 age-and sex-matched control subjects. We calculated CHA2DS2-VASc risk score for each patient and measured baseline EAT thickness, MPV, PLR, NLR, left atrial volume index, and left ventricular ejection fraction. Results: The group with high CHA2DS2-VASc score had higher EAT (7.2 +/- 1.5 vs 5.9 +/- 1.2 mm, P<0.001), MPV (9.1 +/- 1.1 vs 8.4 +/- 1.0 fL, P=0.004), PLR (152.3 +/- 28.4 vs 126.7 +/- 25.4, P=0.001), and NLR (4.0 +/- 1.6 vs 3.2 +/- 1.3, P<0.001) compared to group with low-intermediate CHA2DS2-VASc score. Moreover, CHA2DS2-VASc score was found to be positively correlated with EAT (r=0.623, P<0.001), MPV (r=0.350, P=0.004), PLR (r=0.398, P=0.001), and NLR (r=0.518, P<0.001). Conclusion: Our study results demonstrated that EAT thickness, MPV, PLR, and NLR were associated with the thromboembolic risk exhibited by CHA2DS2-VASc score in patients with nonvalvular AF.Article Echocardiographic Evaluation of Myocardial Strain in Bipolar Disorder Across Different Phases: a Comparative Study With Healthy Controls(Lippincott Williams & Wilkins, 2024) Duz, RamazanThis study aims to investigate the relationship between different phases of bipolar disorder (depressive, manic, and euthymic) and myocardial deformation, assessed by echocardiography, compared to healthy controls. It seeks to elucidate whether these phases of bipolar disorder are associated with different myocardial strain patterns, thus contributing to the understanding of cardiovascular implications in bipolar disorder. A cross-sectional design was employed at Dursun Odabas Medical Centre, Psychiatry Clinic of Van Yuzuncu Yl University. The study enrolled 200 participants, divided into 4 groups: 50 in a depressive phase, 50 in a manic phase, 50 in an euthymic phase of bipolar disorder, and 50 healthy volunteers. Participants underwent detailed electrocardiographic and ECG evaluations, focusing on myocardial strain patterns and cardiac function. Statistical analyses, including ANOVA and chi-square tests, were used to compare the groups. Significant differences in global longitudinal strain (GLS) values were observed between the groups. The manic phase group exhibited the highest GLS (21.51), followed by the euthymic (20.75), depressive (20.25), and healthy control groups (19.0). The E/A ratio of the mitral valve also varied, with the manic group displaying the highest ratio (1.21). Other echocardiographic parameters such as left atria size and Ejection Fraction also differed significantly between the groups. The study concluded that the phases of bipolar disorder are associated with distinct myocardial strain patterns, as evidenced by the variation in GLS values. The findings underscore the importance of cardiac monitoring in bipolar disorder, suggesting potential cardiac risks, particularly during the manic phase. This study advocates integrated care approaches, combining psychiatric and cardiac evaluations for patients with bipolar disorder.Article Koroner Bakım Ünitesindeki Hastalarda Mortalite ile Löko-glisemik İndeks Arasındaki İlişki (MORCOR-TURK Lgı)(2024) Sahın, Mursel; Karakayalı, Muammer; Kılıç, Oğuz; Kelesoglu, Saban; Yılmaz, İshak; Duz, Ramazan; Ersoy, İbrahimGiriş ve Amaç: Koroner bakım ünitesi (KBÜ) hastalarında prognozu kötü olan yüksek riskli hastaların belirlenmesi, hekimlere optimal bakımın sağlanmasında ve önleyici stratejilerin uygulanmasında yardımcı olabilir. Kan şekeri düzeyinin lökosit sayısıyla çarpılmasıyla hesaplanan löko-glisemik indeks (LGI), miyokard enfarktüsü hastalarının risk sınıflandırmasında popülerlik kazanmıştır. Bu bağlamda bu çalışma YBÜ hastalarında başvuruda değerlendirilen LGI ile hastane içi mortalite arasındaki ilişkiyi araştırmak amacıyla yapılmıştır. Yöntemler: Bu çok merkezli, kesitsel ve gözlemsel bir çalışmadır. (MORCOR-TURK LGI: Türkiye'de Koroner Bakımda Mortalite Öngörücüleri, ClinicalTrials.gov numarası NCT05296694). Bu çalışmanın evrenini YBÜ'ye kabul edilen ardışık 2917 hasta oluşturmuştur. KYBÜ'ne hemen kabul sırasında kan örnekleri serum ayırıcı tüplere toplandı. LGI her iki değerin (lökosit ve glukoz) çarpılıp bine bölünmesiyle hesaplandı. LGI birimleri mg/dl.mm³ cinsinden ifade edildi. Örneklem LGI kesme değeri olan 1,23'e göre iki gruba ayrıldı. Mortalitenin anlamlı belirleyicilerini bulmak için lojistik regresyon analizi kullanıldı. LGI'nin kesme değerini bulmak için ROC eğrisi hesaplandı. Tüm analizlerde p değerinin 0,05'in altında olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Tek değişkenli lojistik regresyon analizi, yaş, kalp yetmezliği (KY), LGI, koroner arter hastalığı, hipertansiyon, diyabet ve atriyal fibrilasyonun klinik ve istatistiksel olarak KYBÜ’de mortalite için anlamlı belirleyiciler olduğunu ortaya çıkardı. Çok değişkenli lojistik regresyon analizi kullanılarak bu değişkenlerin daha ileri analizi, yaş (Olasılık Oranı [OR]: 1,040, %95 güven aralığı [CI]: 1,017-1,063; p=0,001), KY (OR: 2,426, %95 GA: 1,419-4,149; p:0,001) ve LGI (OR: 1,349, %95 CI: 1,176-1,549; p<0,001), CCU'da hastane içi mortalite gelişiminin bağımsız belirleyicileriydi. LGI skoru optimal kesme değeri, %95,56 duyarlılık ve %49,19 özgüllük ile CCU'da öngörülen mortalite için >3,72'dir ([AUC]: 0,659 [%95 GA: 0,641–0,676, p<0,001]). Sonuç: Basit ve ucuz bir indeks olan LGI, YBÜ hastalarında hastane içi mortalite ile ilişkiliydi. LGI'si yüksek olan bu hastalar için başvuru sırasında agresif tedavi stratejileri benimsenmelidir. LGI ve CCU hastalarının mortalitesinin gelecekteki kardiyovasküler olaylar açısından prognostik önemini açıklığa kavuşturmak için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.Article Non-valvüler Atriyal Fibrilasyon Hastalığı Olan Bireylerde Cha2ds2-vasc –skorunun Ekokardiyografik Parametrelerle İlişkisi: Tek Deneyim Merkezi(2023) Duz, Ramazan; Akyol, Aytaç; Babat, NaciAmaç: Atriyal fibrilasyon (AF) nın tromboembolik olaylarından korunmak için Oral-antikoagülan (OAK) başlama endikasyonu CHA2DS2VASc puanlama sisteminde iki ve üzeri olan bireylerde OAK kullanımı tavsiye edilmektedir. Non-valvüler AF hastalarının tedavisinde oral antikoagülan kullanım endikasyonu belirlenmesinde CHA2DS2-VASc skorunun kullanılması ile beraber ekokardiyografik (Epikardiyal yağ dokusu(EYD) karotis intima media kalınlığının (KİMK) (aortik propagasyon velositesi) AVP) parametreler non-valvüler AF'nin tedavisi için önemli bir hedef organı olabilir. Yöntemler: Non-valvüler atriyal fibrilasyon tanısı alan ve 18-90 yaş aralığında başvuran 100 hasta üzerinden gerçekleştirilmiştir. Kontrol grubu için çalışmaya dahil edilen 50 hasta ile birlikte çalışmada toplam 150 birey gözlemlenmiştir. Hastalara ait AVP, EYD, KİMK değerleri ekokardiografi laboratuvarımızdaki VividE9 Ekoakardiyografi cihazı (Advenced Technology Laboratories) kullanılarak 3.0 ve 10-MHz’lik problar ile gerçekleştirildi. Bulgular: Bizim çalışmamamızın verileri sonucunda Epikardiyal yağ dokusu ve karotis intima media kalınlığı CHA2DS2-VASc skoruyla ilişkisi istatiksel olarak anlamlı bulundu ,Aortik Propagasyon Velositesi ile anlamlı bulunmadı. Çalışmamızda hasta sayımızın azlığı,çok fazla kişisel ve/veya işlemsel farklılık saptanmasınında payı olabileceğinden dolayı bu konuda daha fazla hasta sayısını içeren prospektif çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Sonuç. Non-valvüler AF hastalarının tedavisinde oral antikoagülan kullanım endikasyonu belirlenmesinde CHA2DS2-VASc skorunun kullanılması ile beraber ekokardiyografik (AVP, EYD, KİMK) parametreler non-valvüler AF'nin tedavisi için önemli bir hedef organı olabilir.Article Radiofrequency Catheter Ablation Reduces the Severity of Anxiety in Patients With Atrioventricular Nodal Reentry Tachycardia, Regardless of Age, Sex, Tachycardia Type, and Laboratory Findings(2024) Duz, Ramazan; Ceylan, Yemlihan; Babat, Naci; Çıbuk, SalıhAssess pre and postinterventional anxiety levels in radiofrequency catheter ablation recipients (RFCA) for atrioventricular nodal reentry tachycardia (AVNRT) and investigate whether changes are associated with demographic and clinical characteristics and AVNRT subtypes. This was a single-centre prospective study conducted from September 2019 to March 2020. A total of 51 patients who were to undergo RFCA due to newly diagnosed symptomatic AVNRT were included. Electrophysiological studies were performed on all patients, the AVNRT subtype was determined, and the RFCA procedure was applied. The severity of anxiety before RFCA and 3 months after the procedure was determined by the state-trait anxiety inventory. The mean age was 50.1±17.3 years and 70.6% (n=36) were women. The median STAI-State score after ablation (37 [33–42]) was significantly lower than before (63 [52–72]) (p<0.001). Similarly, median STAI-Trait scores after ablation (45 [39–49]) were found to be significantly lower than before the procedure (59 [46–69]) (p<0.001). There were no significant relationships between the decrease in STAI-State or STAI-Trait scores and analyzed parameters such as age, sex, AVNRT type and other laboratory values. Administration of RFCA in AVNRT can improve AVNRT-induced anxiety and could eliminate the potential need for antiarrhythmic or anxiolytic therapy. Therefore, RFCA may also positively impact quality of life, and reduce unnecessary treatments, and healthcare costs associated with AVNRT.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Relationship Between Thrombus Burden and Cardiac Scores in Patients Presenting With Acute Coronary Syndrome(2023) Ak, Ceyda; Duz, RamazanAkut Koroner Sendrom (AKS); aterosklerozun klinik bir tablosu olarak tanımlanan, koroner arterin beslediği miyokard bölgesinde oluşan iskeminin neden olduğu klinik durumdur. AKS, kararsız (unstabil) angina pektoris (USAP), ST yükselmesi olan miyokard enfarktüsü (STEMI) ve ST yükselmesi olmayan miyokard enfarktüsü'nden (NSTEMI) oluşur. Tüm bu tablolar miyokard iskemisinin değişik klinik durumlarıdır. Koroner arter hastalığı (KAH) dünyada ve ülkemizde en sık ölüm sebebidir. Avrupa'da 75 yaş altı ölümlerin kadınlarda % 45'i, erkeklerde % 38'inden kardiyovasküler hastalıklar sorumludur. İskemik kalp hastalığı, ülkeler arasında büyük farklılıklar olmasına rağmen, şu anda yaklaşık yıllık 1,8 milyon ölümden ve Avrupa' daki tüm ölümlerin % 20' sinden sorumludur. Bu hastaların çoğunu AKS hastaları oluşturmaktadır. AKS mortalitesi çok yüksek olup artmaya devam etmektedir. Böyle önemli bir hastalıkta klinik olarak doğru tanı, uygun tedavi seçimi ve prognoz tayini son derece önemlidir. Koroner arter trombüs yükü, koroner arterlerdeki aterosklerotik plaklarda meydana gelen yırtılma veya erozyon sonucu oluşan trombüslerin, arter lümenini tıkayarak kan akışını engelleme durumunu ifade eder. Bu süreç, kalp kasının yeterli oksijen ve besin maddesi almasını engelleyerek akut miyokard infarktüsü riskini artırır. Aterosklerotik plak rüptürü sonucu koroner arter tıkanması ve buna bağlı trombüs oluşumu, Akut Koroner Sendrom'un (AKS) temel nedenlerinden biridir. AKS'li hastalarda artan trombüs yükü, işlem sonrası koroner perfüzyonun bozulmasına ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun baskılanmasına neden olan distal embolizasyon ve no- reflow fenomeni ile ilişkilidir. Literatürdeki bazı farklı sonuçlara rağmen, çoğu çalışma intrakoroner trombüsün ST segment yükselmesi olan miyokard infarktüsü (STEMI) hastalarında kötü bir prognozla ilişkili olduğunu göstermektedir. Trombüs yükünün artmasının (damar çapının 2 katından fazla) büyük advers kardiyak olayların (MACE) güçlü bir öngörücüsü olduğu bulunmuştur IV Biz, kliniğimize AKS ile başvuran hastalarda trombüs yükü ile kardiyak skorlar arasındaki ilişkiyi inceleyerek tedavi sürecine etkisini belirlemek ve aynı zamanda koroner arterlerdeki lezyonları tespit ederek hastalığın yaygınlığını ve mortalite açısından ciddiyetini tespit etmedeki yerini değerlendirmeyi amaçlıyoruz. Metod: Çalışmamızı kliniğimize AKS ile başvuran PCI yapılan 150 hastada trombüs yükü ile olan ilişkisini incelemek için Precise-DAPT, SYNTAX2, CHA2DS2-VASc, TIMI, GRACE ve HEART skorunu hesapladık. Precise-DAPT skoru <25 olanlar düşük kanama riskli, >25 olanlar yüksek kanama riskli olarak değerlendirildi. SYNTAX2 Skoru 0-22 olanlar düşük riskli, 23-32 orta riskli, >33 olanlar yüksek riskli olarak değerlendirildi. CHA2DS2-VASc Skoru 0 olanlar trombüs yükü açısından düşük riskli, 1 orta riskli, >2 olanlar ise yüksek riskli olarak değerlendirildi. TIMI Skoru 0-1 arası mortalite açısından düşük riskli iken 6-7 arası mortalite açısından yüksek riskli olarak değerlendirildi. GRACE Skoru <108 olanlar hastane içi mortalite açısından düşük riskli, >140 olanlar ise yüksek riskli olarak değerlendirildi. HEART Skoru 0-3 puan arası mortalite açısından düşük riskli, >6 puan olanlar ise mortalite açısından yüksek riskli olarak değerlendirildi. Yüksek riskli hastalarla koroner anjiyografi sırasındaki yüksek trombüs yükü ile olan uyumu araştırıldı. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) sürüm 26 (IBM Corp., Armonk, NY, USA) programı kullanıldı. Sürekli her bir değişkenden elde edilen puanların normal dağılıp dağılmadığı betimsel, grafiksel ve istatistiksel yöntemlerle incelendi. İstatistiksel yöntem ile sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normalliğini test etmek amacıyla Kolmogorov-Smirnov testinden yararlanıldı. V Kategorik değişkenler frekans(n, %) olarak, sürekli değişkenler median ve IQR(%25-%75) olarak sunuldu. Sürekli değişkenlerde iki grup arasındaki karşılaştırmalar Mann-Whitney U testi ile yapıldı. İkiden fazla grup karşılaştırmaları ise Kruskal Wallis-H testi ile yapıldı. İkiden fazla grup karşılaştırılmasında farklılığın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek için Dunn's multiple comparison testi kullanıldı. Gruplar arasındaki nitel karşılaştırmalarda Pearson Ki-Kare testi kullanıldı. İki sürekli değişken arasındaki ilişki düzeyine Spearman korelasyon testi ile bakıldı. Bağımlı değişkenler ile ilişkili bağımsız değişkenlerin belirlenmesinde çok değişkenli Genelleştirilmiş doğrusal ve lojistik regresyon modelleri uygulandı. Sonuçlar; %95 güven aralığında anlamlılık ise p<0,05 altında değerlendirildi. Bulgular: Araştırmada median yaşı 64(IQR:55-73) yıl, %70,7'si erkek, %29,3'ü kadın, median BKİ düzeyi 28,9(IQR:27,1-30,2) olan toplam 150 akut koroner sendrom tanısı alan hasta dahil edildi. Hastaların bazı laboratuvar sonuçları incelendiğinde, median LVEF düzeyi %55, kreatinin, 0,94 mg/dl, troponin 0,23 pg/ml, hemoglobin 15,1 g/dl, HbA1C 5,9 mmol/mol, AST 27 U/L, ALT 22 U/L, Na 139 mmol/L, K 4,3 mmol/L, glukoz 130 mg/dl, nabız 86, WBC 8, SKB 135, DKB 80 ve Cr CI 87 olarak hesaplandı. Hastaların PCI sonrası median trombüs düzeyi 26,2(IQR:18,9-36,1) olarak hesaplanırken; PCI sonrası trombüs yükü median %5 olarak değerlendirildi. Hastaların mortalite risk skorları olan TIMI, GRACE ve HEART median düzeyleri sırasıyla 3(IQR:2-5), 120(IQR:103-143) ve 7(IQR:7-8) olarak hesaplandı. Hastaların TIMI sınıflamasına göre %23,1'i, GRACE sınıflamasına göre %27,2'si ve HEART sınıflamasına göre %81'i yüksek risk grubunda olduğu saptandı. Koroner arter hastalığı varlığı ve ciddiyetini değerlendirmek için SYNTAX2 skorlaması kullanıldı. Hastaların median SYNTAX2 skoru 23,3(IQR:17,9-30,3) olarak hesaplanırken; SYNTAX2 skor sınıflamasına göre hastaların %36,1'i orta, %19'u ise yüksek risk grubunda olduğu belirlendi. Ayrıca CHA2DS2-VASC skor sınıflamasına göre hastaların koroner arter hastalığı risk düzeyinin 100 (%68) hastada yüksek olduğu belirlendi. VI Koroner anjiografi sonrası medikal tedavi kanama riskini öngörmede PRECİSE – DAPT skorlamasından yararlanıldı. Hastaların median PRECİSE DAPT skoru 10(IQR:4-18) olarak hesaplanırken; PRECİSE –DAPT skor sınıflamasına göre hastaların %14,3'ünün yüksek kanama risk grubunda olduğu belirlendi. Hastaların trombüs yükü ile yaş (r=0,753; p<0,001), kreatinin (r=0,337; p<0,001), troponin (r=0,169; p=0,042), HbA1C (r=0,267; p=0,001), potasyum (r=0,209; p=0,011) ve glukoz (r=0,332; p<0,001) parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki varlığı olduğu saptandı. Hastaların trombüs yükü ile LVEF (%) (r=-0,502; p<0,001), hemoglobin (r=- 0,374; p<0,001), Na (r=-0,175; p=0,034) ve Cr CI (r=-0,795; p<0,001) parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ve negatif yönlü bir ilişki varlığı olduğu saptandı. Demografik özelliklere göre hasta trombüs yükü düzeyi incelendiğinde Erkek hastalara kıyasla kadınların (Z=-6,585; p<0,001); 65 yaş altı hasta grubuna göre 65 yaş ve üzeri hastaların (Z=-8,304; p<0,001) trombüs yükünün istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu saptandı. Kardiyak skorlar ile trombüs yükü arasındaki ilişki düzeyi incelendi. Hastaların trombüs yükü ile PRECİSE –DABT (r=0,848; p<0,001), SYNTAX 2 (r=0,723; p<0,001), CHA2DS2-VASC (r=0,683; p<0,001), TIMI (r=0,646; p<0,001), GRACE (r=0,782; p<0,001) ve HEART (r=0,483; p<0,001) kardiyak risk skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki varlığı olduğu saptandı. Bu bulgudan hastaların kardiyak risk skorları arttıkça trombüs yükünün de arttığı belirlendi. PRECİSE–DABT skor sınıflamasına göre risk skoru 25 ve üzeri olan hastaların trombüs yükünün istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu saptandı (Z=-6,308; p<0,001). VII SYNTAX 2 skoru risk sınıflamasına göre hastaların trombüs yükünde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir farklılık olduğu saptandı (K-WX2=66,387; p<0,001). Yapılan alt grup analizlerinde bu farkın tüm risk grupları arasında anlamlı olduğu belirlendi. Bu bulgudan SYNTAX 2 skor sınıflaması aralığı arttıkça hastaların trombüs yükünün arttığı görüldü. CHA2DS2-VASc skoru risk sınıflamasına göre hastaların trombüs yükünde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir farklılık olduğu saptandı (K-WX2=38,227; p<0,001). Yapılan alt grup analizlerinde bu farkın risk skoru 2 ve üzeri olan hasta grubundan kaynaklandığı belirlendi. Bu bulgudan CHA2DS2-VASC risk skoru 2 ve üzeri olan hastaların trombüs yükünün daha fazla olduğu belirlendi. TIMI skoru risk sınıflamasına göre hastaların trombüs yükünde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir farklılık olduğu saptandı (K-WX2=44,788; p<0,001). Yapılan alt grup analizlerinde bu farkın tüm risk grupları arasında anlamlı olduğu belirlendi. Bu bulgudan TIMI skor sınıflaması aralığı arttıkça hastaların trombüs yükünün arttığı görüldü. HEART skor sınıflamasına göre risk skoru 7-10 arasında olan hastaların trombüs yükünün istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu saptandı (Z=-2,731; p=0,006). Sonuç: AKS tanısı ile kliniğimize başvuran hastalarda yüksek trombüs yükü ile yüksek kardiyak skorlar arasında aanlamlı ve etkili sonuçlar elde ettik. Bu sayede;basit ve hızlı bir şekilde hesaplanabilen kardiyak skorlar ile trombüs yükünü, mortaliteyi ve kanama risklerini öngörerek; en etkin, hızlı ve güvenilir tedavi şeklinin belirlenmesinde bize önemli faydalar sağlayacaktır.Article Relationship Between Uric Acid To Hdl Ratio and Extent and Severity of Coronary Artery Disease(Termedia Publishing House Ltd, 2024) Yaman, Mehmet; Kilinc, Ali Y.; Ozturk, Fatih; Coskun, Mehmet; Duz, Ramazan; Gunes, YilmazIntroduction: Coronary artery disease (CAD) is common worldwide and is a significant cause of morbidity and mortality. CAD is a chronic and inflammatory disease mainly caused by atherosclerosis. SYNTAX and Gensini scoring systems are used to evaluate CAD extent and severity. Uric acid to high-density lipoprotein (HDL) ratio (UHR) increases in inflammatory conditions. Aim: To investigate the relationship between UHR and the extent and severity of CAD and its correlation with SYNTAX and Gensini scoring systems. Material and methods: 894 patients who underwent angiography were included in the study. 612 participants with critical coronary stenosis were designated as the patient group, and 282 participants without stenosis were designated as the control group. Characteristic features and laboratory parameters of the groups were compared. The relationship between the SYNTAX and Gensini scores of the patient group and UHR was analyzed. Results: Baseline characteristics and laboratory parameters were similar in both groups, except for uric acid and UHR levels. Both uric acid levels (7.58 +/- 2.55 mg/dl vs. 5.71 +/- 1.46 mg/dl, p < 0.01) and UHR (0.2016 +/- 0.094 vs. 0.1461 +/- 0.05, p < 0.01) were significantly higher in the patient group. UHR levels were found to be correlated significantly with both scoring systems. In the ROC curve analysis the UHR cut-off value of 0.1567 was able to predict CAD moderately (AUC = 0.669 (0.634-0.704), sensitivity 61.1%, specificity 38.7%). Conclusions: UHR is an easy-to-use parameter that can be used before invasive evaluation to predict the presence, severity, and extent of CAD.Article Severity of Mitral Valve Stenosis ― Possible Relationships With Blood Oxidant Markers and Antioxidants ―(Japanese Circulation Soc, 2024) Duz, Ramazan; Cibuk, SalihBackground: This study examined whether the severity of mitral valve stenosis (MVS) is associated with oxidative stress (OS) markers in the blood, and other hematological and clinicodemographic parameters. Methods and Results: This prospective study was conducted between March and May 2022. Seventy-five patients with newly diagnosed MVS (25 mild, 25 moderate, 25 severe) were included. Mild, moderate, and severe MVS was defined as MV area >2, 1.5-2, and <1.5 cm(2), respectively. Various OS markers and laboratory parameters were determined in venous blood samples. For predictive analyses, 2 different analyses were performed to detect patients with severe MVS and those with moderate or severe (moderate/severe) MVS. Age (P=0.388) and sex (P=0.372) distribution were similar in the 3 groups. Multiple logistic regression analysis revealed that a high white blood cell (WBC) count (P=0.023) and high malondialdehyde (P=0.010), superoxide dismutase (SOD; P=0.008), and advanced oxidation protein products (AOPP; P=0.007) levels were independently associated with severe MVS. A low platelet count (P=0.030) and high malondialdehyde (P=0.018), SOD (P=0.008), and AOPP (P=0.001) levels were independently associated with having moderate/severe MVS. The best discriminatory factors for severe MVS were SOD (cut-off >315.5 ng/mL) and glutathione (cut-off >4.7 mu mol/L). Conclusions: MVS severity seems to be affected by oxidant markers (malondialdehyde and AOPP), antioxidant enzymes (SOD), and inflammation-related cells (WBC and platelets). Future studies are needed to examine these relationships in larger populations.