Browsing by Author "Erkoç, Reha"
Now showing 1 - 20 of 28
- Results Per Page
- Sort Options
Article Adrenal Yetmezlik Ile Seyreden Bilateral Adrenal Bez Primer Non-Hodgkin Lenfoması(2006) Demir, Cengiz; Arslan, Halil; Dilek, İmdat; Erkoç, Reha; Gökdeniz, ErdemAdrenal glandın primer malign lenfoması oldukça nadirdir. Tanı histopatolojik olarak konulur. En sık şekli diffüz büyük hücreli formudur. Adrenal lenfomalar genellikle tesadüfen saptanırlar. Adrenal yetmezlik primer adrenal lenfomalı hastaların 1/3 ünden fazlasında görülmesine rağmen yetmezlik genellikle subkliniktir ve sadece laboratuvar testleri ile tespit edilir. Burada, primer adrenal yetmezlik ve batın tomografisinde bilateral adrenal kitle tespit edilen ve ultrason eşliğinde kitleden alınan biyopsi ile diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı konulan 52 yaşında bir erkek olgu sunduk.Other Akut Miyokart İnfarktüsünde Mikroalbüminüri ve İnflamatuar Reaksiyon(1999) Uygan, İsmail; Bilge, Mehmet; Erkoç, Reha; Eryonucu, Beyhan; Güler, NiyaziAMAÇ: Akut miyokart infarktüsü (AMI)'nde mikroalbüminüri (MA)'de artış olduğu bilinmekle beraber mekanizması tam olarak saptanamamıştır. Ayrıca inflamasyon, aterogenezden ve akut koroner olaylardaki trombogenezden sorumlu faktörlerden biri olarak kabul edilmekledir. Bu çalışmada, AMİ'de MA ile inflamasyonun akut faz reaktanlarından olan C-reaktif protein (CRP) ve sedimantasyon düzeyleri ve araştırılmıştır. YÖNTEM: Çalışmaya, koroner yoğun bakım ünitesine AMİ tanısıyla yatırılan yaş ortalaması 60±14 yıl olan 18 erkek olgu alındı. Kalp yetersizliği, diabetes mellitus, hipertansiyon, inflamatuvar hastalığı ve renal bozukluğu olan hastalar çalışma kapsamına alınmadı. Olguların hastaneye yatışının birinci, üçüncü ve yedinci günlerinde 24 saatlik idrarları toplanarak albümin düzeyleri, yine aynı günlerde sedimantasyon hızları ve CRP düzeyleri ölçüldü. BULGULAR: MA, birinci gün en yüksek düzeyde olup (83±46 mg/gün) üçüncü (62±55 mg/gün) ve yedinci (17±16 mg/gün) günlerle kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermekle idi (p<0.01, p<0.001). Sedimantasyon hızı İlk güne (11 ±3 mm/h) göre üçüncü (20±8 mm/h) ve yedinci (21±7 mm/h) günlerde anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01 ve p<0.001). CRP ise yine benzer şekilde ilk güne göre (25±13 mg/dl) üçüncü (37±22 mg/dl) ve yedinci (41±22 mg/dl) günlerde anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05 ve p<0.01). SONUÇ: Sonuç olarak, AMİ'de akut fazda MA'nın belirgin olarak arttıktan sonra normale döndüğü görülmektedir. MA'da görülen artışın, inflamasyonla ilişkili görülmediği ancak çeşitli hemodinamik, iskemik ve nörohormonal faktörlerle ilişkili olabileceği düşünülmüştür.Article Antikoagülan Almayan Sol Ventrikül Sistolik Fonksiyon Bozukluğu Olan ve Olmayan Kronik Nonvalvüler Atriyal Fibrilasyonlu Hastalarda Sol Atriyal Trombüs Sıklığı(2000) Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Erkoç, Reha; Bilge, MehmetSunulan çalışma, antikoagülan almayan sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvalvüler atriyal fibrilasyon (AF)'lu olgularda transözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile sol atriyum (SA)'da trombüs ve spontan eko kontrast (SEK) sıklığını belirlemek için planlandı. Ayrıca bu çalışmada, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvalvüler AF'da sol atriyal apendiks (SAA) fonksiyonu da değerlendirilmiştir. Grup I normal sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%62±6) 53 olgudan, grup II bozuk sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%40±5) 47 olgudan oluşmakta idi. TÖE ile SA trombüsü grup I'de 6 (%11), grup II'de 17 (%36) olguda saptandı. Gruplar arasında anlamlı farklılık vardı (p<0.01). Sol atriyal SEK sırasıyla grup I'de 20 (%38), grup II'de 27 (%57) olguda gözlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak farklılık vardı (p<0.05). SAA boşalma hızı, grup I'e göre grup II'de daha düşükdü (23(6 cm/s'ye karşılık 20(4 cm/s; p<0.01). SAA maksimal alanı, grup I ile karşılaştırıldığında grup II'de anlamlı derecede daha büyük idi (7.7±2.5'e karşılık 8.9±2 cm2, p<0.01). Sonuç olarak, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan kronik nonvalvüler AF'lu hastalarda sol atriyal trombüs oluşumunun daha sık, SAA fonksiyonunun daha bozuk olduğu ve böyle olgularda antikoagülan tedavinin öncelikli olarak düşünülmesi gerektiği kanısına vardık.specialization-in-medicine.listelement.badge Assesment of Internal Jugular Vein Thrombosis Due To Central Venous Catheter Placement for Hemodialysis; a Retrospective and Prospective Serial Evaluation With B Mode and Doppler Ultrasonography(2008) Yardım, Hasan; Erkoç, RehaHemodiyaliz için santral venöz kateter kullanımı bu venlerde tromboz ya da stenoza yol açabilir bu durum da vasküler giriş yolu için zorluklara sebep olabilir. Çalışmanın amacı hemodiyaliz hastalarında internal juguler ven(ijv) trombozunu, bu trombozla ilişkili faktörleri, ijv anatomik lokalizasyon varyasyonlarını araştırmaktı.Önceden santral venöz kateter takılan son dönem böbrek yetmezlikli 100 hasta(52'si erkek, yaş ortalamaları 47.0 + 17.2) ijv açıklığı ve bazı klinik özellikler açısından değerlendirildi. Prospektif gruptaki hastalar (n=36, 20'si erkek, yaş ortalamaları 52.33± 19.9) kateter takılma esnasında ve hemen sonrasında değerlendirildiler. Tromboz oranı retrospektif hastalarda % 20'idi (% 25 tam,% 75 parsiyel). Prospektif grupta kateter takılırken tüm hastalarda internal juguler ven açıktı, kateter takıldıktan 10 gün sonra tromboz oranı %25, kateter çıkartılırken ve çıkarıldıktan 15 gün sonra oranlar %58.3'idi. Retrospektif grupta total kateter kalış süresi 125.2 gün iken, trombozu olmayan hastalarda 63.3 gün idi (p=0.016). Bir kateter takılan hastalarda tromboz oranı %14, iki kateter takılanlarda % 15, üç ya da daha fazla kateter takılanlarda %47'idi(p<0.05). Retrospektif gruptaki trombozlu hastaların % 75`i kadındı(p<0.05). Prospektif grupta trombozlu hastaların % 44.4'ü kadındı(p>0.05). İvj'in ana karotik artere göre anatomik lokalizasyonu % 79 hastada lateral, % 8 hastada anterior, % 13 hastada medialdi.Sonuçta, akut ijv trombozunun çok yüksek oranları kateter takılırken ve takıldıktan sonraki dönemde gözlemlendi (58.3%), önceden kateter takılan hastalarda da relatif olarak daha düşük ama klinik olarak önemli oranda tromboz saptandı (% 20). Takılan kateter sayısı, daha uzun kateter kalış süresi, kadın cinsiyet internal juguler ven trombozu ile ilişkili görünmektedir. Vakaların % 21'inde ijv lokalizasyonu ana karotik arterin lateralinde değildi. İjv kalıcı trombozlarında etkili faktörler ve bu trombozlardan koruyucu stratejiler için geniş prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.Article Bir Hemodiyaliz Hastasında Fistül Veninde Kısmi Tromboza Bağlı Pulmoner Tromboemboli(2010) Erkoç, Reha; Öztürk, Ümit; Beğenik, Hüseyin; Kara, Sonat Pınar; Akoğlu, Ayşe Balım; Soyoral, Yasemin UsulHemodiyaliz hastalarında normal popülasyona görepulmoner emboli insidansı daha düşüktür. Bupulmoner emboli tanısı alan bir hemodiyaliz olgusunumudur. son bir yıldır hemodiyaliz ile takipliolmak üzere 3 yıllık son dönem böbrek yetmezliğiolan 18 yaşında erkek hasta kliniğimize göğüs ağrısıve dispne nedeniyle başvurdu. Bu şikayetleri fistülvenindeki kısmi bir trombüsün tedavisinden sonragelişmişti. Fizik muayene ve labaratuardeğerlendirmesinde pulmoner emboli düşünüldü.Çekilen multislice BT’de; her iki pulmoner arterdeemboli saptandı. Hemodiyaliz hastalarında fistülleilgili probleme eşlik eden dispne ve göğüs ağrısıdurumlarında; her ne kadar normal popülasyonagöre düşük ihtimalli olsa da klinik aciliyeti olanpulmoner tromboemboli akılda tutulmalı ve bunayönelik değerlendirme yapılmalıdır.specialization-in-medicine.listelement.badge Correlation of Urinary Electrolytes Between Spot and 24-Hour Urine Samples(2008) Kara, Sonat Pınar; Erkoç, Reha24 saatlik sodyum, potasyum ve kalsiyum atılımının tespiti sırası ile hipertansif hastaların tuz tüketiminin belirlenmesinde, diyetle potasyum alımı ve hiperkalsiürinin araştırılmasında önemlidir, ama idrar toplama pratikte zor ve toplama hatalarından dolayı güvenilir değildir. Bu çalışmada spot idrarda bahsedilen elektrolitlerin kreatinine oranlanmasının 24 saatlik miktarları tahmin edilip edilmeyeceğini araştırmayı planladıkÇalışmaya 28 hipertansiyon hastası alındı, bunlardan 7 tanesi değişik nedenlerle çalışma dışı bırakıldı (yaşları 44-69 arası, 10'u erkek, 18'i kadın). Kontrol grubuna normotansif 24 hasta (yaşları 40-58) alındı ve 3 tanesi idrar toplama hatalarından dolayı çalışma dışı bırakıldı. Hastaların ardışık üç 8 saatlik porsiyon idrarında, sodyum, potasyum, kalsiyum ile 8'er saatlik üç porsiyon idrar toplamanın ardından sabah aç iken alınan spot idrarda sodyum/kreatinin, potasyum/kreatinin, kalsiyum/kreatinin ve serumda da sodyum, potasyum, kreatinin, glukoz, tiroid fonksiyon testleri çalışıldı. Sekizer saatlik biriktirilmiş idrarlar ve spot idrar ile 24 saatlik idrardaki Na miktarının korelasyon analizinde, spot idrar, birinci ve üçüncü 8 saatlik porsiyon idrar sodyum/kreatinin oranı ile 24 saatlik idrarda ölçülen sodyum miktarı arasında anlamlı bir korelasyon mevcuttu. Kontrol grubu ve hipertansiyon grubu birlikte değerlendirildiğinde, 24 saatlik sodyum miktarı ile spot idrar sodyum/kreatinin oranı ile birinci, ikinci ve üçüncü 8 saatlik biriktirilmiş idrardaki sodyum atılımı arasındaki korelasyon analizi sırasıyla; r =0.713 (p<0.01), r=0.854 (p<0.01), r=0.602 (p<0.01), r=0.741 (p<0.01)'dirBütün idrar örneklerinin değerlendirilmesinde spot idrar sodyum/kreatinin'den, 24 saatlik sodyum atılımını hesaplamak için 24SNa Atılımı(mmol)=103,42+56,39xNa/Kr(mmol/L-mg/dl) formülünü bulduk (R2 = 0.51Kontrol grubunun korelasyon analizinde spot idrar potasyum/kreatinin ile üçüncü 8 saatlik biriktirilmiş porsiyon idrar arasında korelasyon katsayısı düşük ama anlamlı bulundu. Hipertansiyon hastalarında üç 8 saatlik biriktirilmiş porsiyon idrar ile spot idrar potasyum/kreatinin arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Bütün idrar örneklerinin korelasyon analizinde spot idrar potasyum/kreatinin ile K3 ve 24 saatlik potasyum atılımı arasında istatistik olarak anlamlı bulunmuştur, fakat korelasyon katsayısı düşük saptanmıştırBütün idrar örneklerinin pearson korelasyon analizinde, spot idrar kalsiyum/kreatinin ile Ca1, Ca3 ve 24 saatlik kalsiyum atılımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı. Bütün idrar örneklerinin değerlendirilmesinde, spot idrar kalsiyum/kreatinin'den, 24 saatlik kalsiyum(24HCa) atılımını hesaplamak için 24HCa Atılımı(mg)=82.84+1112.17xCa/Kr(mg/dl-mg/dl) şeklinde bir doğrusal regresyon eşitliği (R2 = 0.27) ve Ca3 ile 24 saatlik kalsiyum atılımını hesaplamak için 24HCa Atılımı(mg)=32.01+2.5xCa3 (mg) şeklinde bir doğrusal regresyon eşitliğini bulduk (R2 = 0.78Sonuç olarak bizim bu çalışmamız; sabah alınan spot idrar örneğinde sodyum/kreatinin ile kalsiyum/kreatinin oranının bir gün önceki sodyum ve kalsiyum atılımını tahmin etmede tarama testi olarak kullanılabileceğini, fakat altın standart olan 24 saat idrar toplamanın yerine geçemeyeceğini gösterdi. Gece 24-08 saatleri arası idrar toplamanın sodyum, potasyum ve kalsiyumun günlük atılımını tahmin etmemize olanak verdiğini, spot idrar değerlerine göre daha yüksek r ye sahip olduğundan ve pratikliği de nedeniyle daha sağlıklı bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.specialization-in-medicine.listelement.badge Effects of Lowering Dialysate Sodium in Hipertansive Hemodialaysis Patients.(2006) Esen, Ramazan; Erkoç, RehaAz sayıda olgu içeren sınırlı sayıda çalısmada hemodiyaliz hastalarında diyalizat sodyumunun azaltılmasının kan basıncını azaltabildiği gösterilmistir.Biz de plazma sodyum (Na)'na göre iki değisik diyalizat sodyumu kullanılan uygulanabilir bir yaklasımın hemodiyaliz hastalarında etkilerini arastırmayı planladık. Kronik olarak hemodiyalize giren 24 hasta tek kör, prospektif, crossover çalısmaya alındı.Diyaliz öncesi plazma sodyum düzeyi 137mEq/L'nin üzerinde olan hastalara diyalizat sodyum konsantrasyonu 137mEq/L, diyaliz öncesi plazma sodyum konsantrasyonu 137mEq/L' ye esit ve altında olan hastalara ise diyalizat sodyum konsantrasyonu 135mEq/L olacak sekilde sekiz hafta diyaliz uygulandı. Ardından hastalar dört hafta boyunca standart 140 mEq/L diyalizat sodyumu ile diyalize alındılar.Hastalar standart diyalizat Na'lu hemodiyaliz olurlarken , düsük diyalizat ve tekrar standart Na uygulanırken son üç diyaliz seansında değerlendirildiler. Hastalar düsük diyalizat sodyumu ile tedavi ve tekrar standart sodyum ile tedaviye geçildiğinde kan basınçları bazal düzeye göre anlamlı olarak azaldı (181.42 ± 24.20/103.18 ± 12.44,148.50 ± 15.68/93.10 ± 10.25,155.24 ± 16.68/93.78 ± 7.19 mmHg; P<0.001). ?nterdialitik kilo alım (?DKA)'ları düsük diyalizat sodyumla tedavi sonrası azaldı (2597.58 ± 673.30, 1756.79 ± 632.77 gr.; P<0.001). Ancak standart sodyum tedavisi sonrası ?DKA arttı ve baslangıçtaki değerle arasında anlamlı farklılık yoktu (2597.58 ± 673.30, 2602.79 ± 807.50; P>0.1). Hastalara düsük diyalizat sodyumu ile tedavi verildiğinde diyaliz öncesi Na konsantrasyonları azaldı (136.88 ± 1.48, 132.96 ± 2.07 mEq/L; P<0.001). Hastalar tekrar standart diyalizat sodyumu ile tedavi edildiklerinde baslangıç değerine göre diyaliz öncesi sodyum konsantrasyonlarında artıs oldu (136.88 ± 1.48, 140.13 ± 2.86 mEq/L; P<0.001). Düsük diyalizat sodyumu ile tedavi sonrası hastaların susama hislerinde azalma oldu. 6 Hastalar yeniden standart sodyumla tedavi olduklarında susama hisleri arttı ve baslangıçla arasında anlamlı farklılık yoktu. Hastalarda diyaliz esnasında gözlenen hipotansif atak sıklığında tüm çalısma süresince anlamlı bir değisiklik olmadı. Hemodiyaliz hastalarında diyaliz öncesi Na konsantrasyonuna göre diyalizat sodyumunun azaltılması, hastalarda ?DKA'yı, susama hissini ve kan basıncını azaltır. Hastalar tekrar standart Na'lu diyalizat ile tedavi olduklarında bu olumlu etki, diyaliz öncesi serum Na düzeyindeki artısa rağmen devam eder.Article Fsgs Ile Presente Olan Mide Karsinomu Olgusu(2010) Dülger, Cumhur; Özen, Süleyman; Soyoral, Yasemin Usul; Erkoç, Reha; Bulut, GülayAmaç: Tümörlere membranöz glomerulonefritler eşlik edebilmekle beraber daha nadir olarak fokal segmental glomerülosklerozun da eşlik ettiği bildirilmektedir. Böbrek bulgularının kanser tanısından önce ortaya çıkması da nadir görülen bir durumdur. Olgu Sunumu: 70 yaşında kadın hasta, ayağında şişlik nedeni ile 10 ay kadar önce nefroloji kliniğine başvurdu. Nefrotik sendrom nedeniyle yapılan biyopside yetersiz materyal geldi ve hasta biyopsi tekrarını kabul etmeyerek takipten çıktı. Yapılan malignite taramasında bir özellik bulunmadı. Şikayetlerinin artması üzerine tekrar kliniğe başvuran hastada, kreatinin değerinin 1.7’ ye yükseldiği saptandı. Tekrarlanan böbrek biyopsisinde global sklerotik glomerüllerin yanı sıra normal glomerüller ve segmental skleroz gösteren 3 glomerül dikkati çekti. Bu glomerüllerde ayrıca, visseral epitelyumda fokal hiperplazi, bowman kapsülü ve fokal sineşiler görüldü. Bu bulgulardan başka, genellikle tek tek duran bazıları küçük topluluklar yapan, büyük çekirdekli, belirgin nükleol içeren seyrek atipik hücreler görülmesi üzerine immunohistokimyasal çalışma yapıldı. Bu hücreler, CD38 ve LCA ile negatif, sitokeratin ile kuvvetli pozitif boyanma gösterdi. Böbrek biyopsisi fokal segmental glomerüloskleroz olarak değerlendirilen hastaya aynı zamanda malign epitelyal tümör metastazı tanısı kondu. Hastanın, eş zamanlı ortaya çıkan asit sıvısı incelemesinde, malign epitelyal tümör hücreleri bulundu. Batın ultrasonografisinde mide duvarında kalınlaşma bulunması üzerine yapılan mide endoskopisinde kitle tesbit edildi. Alınan mide biyopsi örneğinde diffüz adenokarsinom tanısı kondu. Sonuç: Olgu, nefrotik sendrom bulguları ile gelmesi ve fokal segmental glomerülosklerozun nadir olarakmalignitelere eşlik etmesi nedeniyle sunulmaya değer bulundu.Article Gebelikte Akut Böbrek Yetersizliği(2006) Sayarlioglu, Hayriye; Dilek, İmdat; Esen, Ramazan; Topal, Cevat; Erkoç, Reha; Doğan, EkremGelişmekte olan ülkelerde alınan tüm önlemlere rağmen obstetrik kaynaklı akut böbrek yetersizliği (ABY) halen önemli bir problemdir. Bu çalışmada 2000-2004 yılları arasında ABY tanısı ile izlenen 402 hastadan obstetrik nedenli olan 37 olgu değerlendirildi. Bu hastalarda ABY; %40.5 (n=15) doğum sonu kanamaya, %24.2 (n=9) eklampsi ve HELLP sendromuna, % 13.5 (n-5) sepsise, %13.5 (n=5) yeni tanı kronik böbrek yetersizliğine bağlandı. Birinde kronik hipertansiyon zemininde gelişen preeklanıpsi mevcuttu. İki vakada ise ABY düzelmeyince biyopsi yapılarak akut kortikal nekroz tanısı kondu. Olgulardan biri ise sepsise bağlı solunum yetersizliği nedeniyle kaybedildi. Kortikal nekrozu olan 2 vaka kronik hemodiyaliz programına alındı. Gebelik öncesinde saptanmamış, doğum sonu böbrek yetersizliği olarak kliniğimize başvurup tetkik edildikten sonra bilateral atrofık böbrek tespit edilip, kronik böbrek yetmezliği olduğu anlaşılan 5 vaka saptandı. Hastaların 17 sinde diyaliz ihtiyacı gelişti. Diğer hastaların tamamı tanıdan itibaren en geç 6 ay içinde tamamen iyileşti. Obstetrik kaynaklı ABY'de mortalite ve morbidije halen oldukça yüksektir. Obstetrik Kaynaklı ABY'yi önlemek için önlemler enerjik olarak uygulanmalıdır.Other Hastanemizde Son Bir Yıl İçinde Açılan Hemodiyaliz Amaçlı Arteriovenöz Fistüllerin Retrospektif Analizi(2000) Köseoğlu, Burhan; Sönmez, Bingür; Ekim, Hasan; Özkökeli, Mehmet; Erkoç, RehaNisan 1998 ile Nisan 1999 tarihleri arasında kronik böbrek yetmezliği olan 52 hastaya hemodiyaliz amaçlı 70 arteriovenöz fistül açılmıştır. Bu arteriovenöz fistüllerin 38'i snuff-box, 19'u Brescia-Cimino (B.C), 12'si brakiosefalik nativ ve bir olguda da brakioaksiller sentetik greft idi. Postoperatif dönemde toplam 27 komplikasyon görüldü. Tromboz en sık karşılaşılan komplikasyon olarak 23 olguda görüldü. Üçüncü ve altıncı ayda snuff-box fistülde açık kalma oranları sırası ile 22/30 (%73.3) ve 12/17(%70.6), B.C fistülde 11/14 (%78.6) ve 6/9 (%66.7) ve brakiosefalik fistülde 5/6 (83.3) ve 3/4 (%75) olarak saptandı. İlerde tekrar nativ fistül gerçekleştirilebilmesine olanak sağlaması açısından ilk tercih olarak snuff-box fistül açılmasının daha uygun olduğu, koldaki tüm nativ fistül lokalizasyonları tüketildikten sonra sentetik greft kullanılması gerektiği düşünüldü.Article Hemodiyaliz Amaçlı Açılan A-v Fistüllerde Proksimal Distal Başarı Oranı Karşılaştırılması(2006) Kotan, M. Çetin; Çiftçi, Ali; Başer, Murat; Sayarlioglu, Hayriye; Doğan, Ekrem; Erkoç, RehaAmaç: Hemodiyaliz hastalarında yaşam beklentisi ve hayat kalitesi uygun bir damar yolu seçimi ile yeterli diyalize bağlıdır. Damar yolu yetersizliği hemodiyaliz hastalarında önemli bir problemdir. Bu konuda gelişen komplikasyonlar önemli morbidite nedenidir. Çalışmamızda kronik böbrek yetmezlikli hastalarda açılan arteriovenöz (A-V) fistüllerin, yerlerini de göz önüne alarak, erken ve geç dönemde açık kalma oranlarını ve cerrahi sonuçları değerlendirmeyi amaçladık. Method: Çalışmada, ocak 1997- aralık 2004 yılları arasında 114 kronik böbrek yetmezliği vakasına damar yolu amaçlı açılan arteriovenöz fistüller değerlendirildi. Operasyon için hastanın dominant olmayan kolu seçildi. Hastaların 63'ü erkek (% 55.3), 51'i kadındı (%44.7). Ortalama yaş 45.5±14.4 yıl idi. Bulgular: Açılan fistüllerin 39(%.29.5)'u radiosefalik, 86(%65.2)'sı brakiosefalik, 7(%5.3)'si brakiobazilik A-V fistüllerdi.Tüm vakalarda erken başarısızlık 18(%13.63) olguda, geç dönemde başarısızlık ise 8(%6.06) olguda gözlendi. Erken başarısızlık distaldeki fistüllerde (%23.07) proksimaldeki fistüllerden (%9.67) istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Geç dönemde ise proksimal ve distal başarısızlık oranları arasında istatistiksel fark yoktu (p>0.05). Açılan fistüllerin 31(%23.48)'inde komplikasyon gelişti. Sonuç: Ekstremite distaline açılan arterio venöz fistüllerde proksimale açılanlara oranla başarı oranları daha düşüktür. Brakial bölgeyi sonraki dönemlerde kullanılmak üzere korumak için distal uygulamalar ilk seçenek olarak tercih edilmelidir.Article Hemodiyaliz Hastalarında Antikardiyolipin Igg ve Antikardiyolipin Igm'nin Anti Hcv Pozitifliği ile İlişkisi(2005) Erkoç, Reha; Dilek, İmdat; Alıcı, Özlem; Doğan, Ekrem; Algün, Ekrem; Topal, Cevat; Alıcı, SüleymanKronik böbrek yetersizliği olan hastalarda antikardiyolipin antikor (AKA) pozitifliği daha sık olarak bulunmaktadır. Hepatit C hastalarında da AKA pozitifliği sık olarak bulunmaktadır. Bu çalışmada hemodiyaliz hastalarında AKA ( Ig G ve Ig M) düzeylerinin anti-HCV pozitifliği ile ilişkisi olup olmadığını araştırıldı. Çalışmaya alınan 30 hemodiyaliz hastasının (17 erkek, 13 kadın) yaş ortalaması 43.4±12.4 yıl ve ortalama hemodiyalize giriş süreleri 17.4 ± 8.1 aydı. Anti HCV antikorları 18 hastada pozitif 12 hastada ise negatif bulundu. Anti-HCV Makro ELİSA tekniği ile ve antikardiyolipin düzeyleri immünometrik enzim yöntemiyle çalışıldı. Sonuçlar ortalama ± SD hesaplandı. AKA pozitif ve negatif gruplar student's t test ve Ki kare testi ile karşılaştırıldı. Anti-HCV pozitif olan 18 hastanın ortalama AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.9 ± 2.6 GPL U/mL ve 5.9 ± 6.5 MPL U/mL bulunurken anti-HCV negatif olan 12 hastanın işe AKA Ig G ve IgM düzeyleri sırasıyla 4.4 ±2.8 GPL U/mL ve 9,4 ±6.4 MPL/mL olarak bulundu (P > 0.05). Her iki grupta AKA pozitifliği bakımından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç olarak anti-HCV AKA pozitifliği oranlarını etkilemediği kanaatine varıldı.Other Hemodiyaliz Hastalarında Serum Leptin Düzeyinin Beslenme Durumu, Vücut Kitle İndeksi ve Vücut Yağ Oranıyla İlişkisi(2000) Tarakcioglu, Mehmet; Dülger, Haluk; Algün, Ekrem; Uygan, İsmail; Aksoy, Halis; Topal, Cevat; Erkoç, RehaLeptin yakın zamanda tanımlanmış, vücut ağırlığı, iştah ve ısı üretimi ile ilgili bir hormondur, adipositler tarafından üretilir, vücut yağ kitlesi ile korelasyon gösterir ve katabolizmasında böbreğin rolü vardır. Hemodiyaliz hastalarında leptin düzeyinin nasıl etkilendiğini ve beslenme durumunu etkileyip etkilemediğini araştırmak amacıyla kesitsel bir çalışma planladık. Çalışmaya 46 hemodiyaliz hastası (28 erkek, 18 kadın, ortalama yaş 42.5 +/- 15.9) ve 25 sağlıklı gönüllü (15 erkek, 10 kadın, ortalama yaş: 32.8 +/- 12.5) alındı. Hastalarda ve kontrol grubunda boy ve kilo ölçümü, \"Holtain skinfold caliper\" ile dört bölgeden cilt altı yağ dokusu kalınlığı ölçümü, yapıldı ve \"radioimmunoassay\" ile serum leptin düzeyleri (Linco Research, St Louis, Mo, USA) saptandı. Hemodiyaliz hastalarında diyaliz öncesi serum albumin, kolesterol ve BUN değerlerine bakıldı. Vücut kitle indeksi (VKİ) hemodiyaliz grubunda (21.7 +/- 4.0 kg/$m^2$) kontrol grubuna göre (24.1 +/- 4.4, p:0.027) anlamlı olarak düşüktü, yağ oranı (YO) (sırası ile % 21.0 +/- 6.49'ye karşı 21.7 +/- 9.8, p>0.05), yağ kitle indeksi (YKİ) (% 4.71 +/- 2.13'e karşı 5.52 +/- 3.11, p>0.05), leptin düzeyi (2.38 +/- 2.00 ng/ml'ye karşı 3.49 +/- 2.42, p>0.05) ve leptin/yağ kitle indeksi (L/YKİ) (0.51 +/- 0.41 ng/ml'ye karşı 0.62 +/- 0.34, p>0.05) açısından gruplar arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Hemodiyaliz ve kontrol gruplarının her ikisinde de leptin düzeyi ile VKİ, YO, YKİ ve L/YKİ değerleri arasında pozitif anlamlı korelasyon saptandı. Ancak hemodiyaliz grubunda leptin ile serum BUN, kolesterol ve albumin değerleri arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Sonuç olarak serum leptin düzeyi hemodiyalize giren son dönem böbrek yetersizlikli hastalarda ve sağlıklı bireylerde farklılık göstermemekte, vücut kitle indeksi ve yağ oranı ile pozitif ve anlamlı korelasyon göstermektedir. Leptinin hemodiyaliz hastalarında BUN, kolesterol ve albumin değerleri ile belirlenen beslenme durumu ile korelasyonu yoktur. Leptinin üremik anoreksi ve beslenme yetersizliğindeki rolünün açıklığa kavuşturulması ve bunun da ötesinde üremik bir toksin olarak kabul edilip edilemeyeceğinin anlaşılabilmesi için ileri çalışmalara gereksinim olduğu açıktır.Article Hipertansiyonu Olan Hemodiyaliz Hastalarında Diyalizat Sodyumunun Düşürülmesinin Etkileri(2010) Erkoç, Reha; Esen, RamazanAmaç: Hemodiyaliz hastalarında diyalizat sodyumunun azaltılmasının kan basıncını azaltabildiği sınırlı sayıda çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmada pratik bir şekilde düşük diyalizat Na’u kullanımının etkilerini araştırdık. Gereç ve Yöntem: Hemodiyalize giren 24 hasta tek kör ve çapraz geçişli düzenlemede prospektif olarak çalışmaya alındı. Diyaliz öncesi plazma Na konsantrasyonu >137mEq/L olan hastalara diyalizat Na konsantrasyonu 137mEq/L, diyaliz öncesi plazma Na konsantrasyonu ≤137mEq/L olan hastalara ise diyalizat Na konsantrasyonu 135mEq/L olacak şekilde sekiz hafta diyaliz uygulandı. Ardından hastalar dört hafta boyunca standart (140 mEq/L) diyalizat sodyumu ile diyalize alındılar. Hastalar başlangıçta, düşük Na diyalizat ile hemodiyaliz uygulanıyorken ve tekrar standart Na ile diyaliz uygulanırken son üç diyaliz seansında değerlendirildiler. Bulgular: Hastalara düşük diyalizat Na’u ile hemodiyaliz yapıldığında kan basınçları bazal düzeye göre anlamlı olarak azaldı. Normal sodyuma dönüldüğünde kan basıncı bir miktar artmasına karşı hala bazal değere göre düşüktü.Sistolik kan basıncı sırası ile 181.4 ± 24.2 mmHg, 148.5 ± 15.7 mmHg (p <0.001) ve sonra 155.2 ± 16.7 idi. (bazale göre p<0.001), Diastolik kan basıncı 103.2 ± 12.4 mmHg’den 93.1 ± 10.3 mmHg’ye düştü(p <0.001) ve 93.8. ± 7.2 oldu (bazale göre p<0.001). İnterdialitik kilo alım (İDKA)’ları düşük diyalizat sodyumuyla tedavi ile 2597.6 ± 673.3 gramdan 1756.8 ± 632.8 grama düştü(p<0.001) ve 2602.8 ±807.5 oldu. Hastalara düşük diyalizat Na’u ile tedavi verildiğinde diyaliz öncesi Na konsantrasyonları 136.9 ± 1.48 mEq/L’den, 133.0 ± 2.07 mEq/L’ye azaldı(p<0.001) ve sonra 140.1 ± 2.9 oldu (bazale göre p<0.001). Düşük diyalizat sodyumu ile tedavi sonrası hastaların susama hislerinde azalma oldu. Hastalara yeniden standart sodyumlu diyaliz tedavisi uygulandığında susama hisleri tedavi öncesi aşamayla aynı olacak şekilde arttı. Hastalarda diyaliz esnasında gözlenen hipotansif atak sıklığında tüm çalışma süresince anlamlı bir değişiklik olmadı. Sonuç: Hemodiyaliz hastalarında diyaliz öncesi Na konsantrasyonuna göre diyalizat sodyumunun azaltılması, hastalarda kan basıncını, İDKA’nı ve susama hissini azaltmıştır. Hastalar tekrar standart Na’lu diyalizat ile tedavi olduklarında kan basıncındaki düşme, prediyaliz Na değeri yükselmesine ve IDKA eski haline dönmesine rağmen hala devam etmekteydi.specialization-in-medicine.listelement.badge Investigation of the Insidence, Course and Associated Factors of Steroid – Induced Hypercalciuria(2007) Düzen, Ömer; Erkoç, RehaBu çalışmada kortikosteroidlerin, kalsiyum metabolizması üzerine olan etkilerinin gösterilmesi ve 24 saatlik kalsiyum atılımı ile spot idrarda kalsiyum/kreatinin oranı arasındaki ilişkinin saptanması için; kortikosteroid kullanımına bağlı olarak gelişen hiperkalsiürinin derecesi, tedavi sırasındaki ve tedavi kesildikten sonraki sıklığı, seyri, buna eşlik eden kemik metabolizması ile ilgili deoksipiridinolin, parathormon, osteokalsin, alkalen fosfataz gibi faktörlerin durumu ve ayrıca 24 saatlik kalsiyum atılımı ile idrar toplamanın bitiminde bakılan spot idrardaki kalsiyum/kreatinin oranı arasındaki bağıntı araştırıldı. Çalışmaya 16 yaşından büyük, günlük en az 10 mg metil prednizolon ya da eşdeğeri dozda kortikosteroid alan 22' si bayan 10'u erkek olmak üzere toplam 32 hasta katıldı. Çalışma süresi içinde 4 hastanın hayatını kaybetmesi, 3 hastanın takip dışı kalması ve 3 hastanın ömür boyu kortikosteroid tedavisi alacak olması nedeniyle 10 hastanın kortikosteroid tedavisi bittikten sonraki kontrolü yapılamadı. Hastaların 24 saatlik idrarda kalsiyum ve sodyum, spot idrar kalsiyum/kreatinin oranı, idrarda deoksipiridinolin ve serum fosfor, kalsiyum, alkalen fosfataz, albumin, kreatinin, osteokalsin ve parathormon seviyeleri tedavi öncesi, tedavi başlangıcından 1 hafta sonra , 1-2 ay sonra ve tedavi bittikten sonra ölçüldü. Hastaların 24 saatlik kalsiyum atlımı ortalamaları tedavi öncesi 98,7 ± 88,1 mg iken 1. hafta 182,2±158,6 mg , 1-2. ay 196,9±167,8 mg ve tedavi sonrası 118,9±90,2 mg oldu. Kalsiyum atlımı tedavi öncesine göre 1. haftada ve 1-2. ayda 2 seçenekli t testi uygulandığında istatistiksel olarak anlamlı derecede artmıştı (her ikisi için de p<0,001). Bütün gruplarda yaş ve VKİ ile kalsiüri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Deoksipiridinolin ortalamaları tedavi öncesi 80,8±64,0 nM iken, 1. hafta 81,5±64,1 nM, 1-2. ay 139,9±109,2l nM ve tedavi sonrası 111,2±79,7 nM oldu. Deoksipiridinolin tedavi öncesine göre 1-2. ayda istatistiksel olarak anlamlı derecede artmıştı (p<0,05).Albumin ortalamaları tedavi öncesi 3,4±0,88 g/dl iken, 1. hafta 3,6±0,8 g/dl,1-2. ay 3,9±0,5 g/dl ve tedavi sonrası 3,9±0,6 g/dl oldu. Tedavi öncesi ile 1-2. ay ve tedavi öncesi ile tedavi sonrası arasında ki fark istatistiki olarak anlamlıydı (p<0,05 ).Kalsiyum ortalamaları tedavi öncesi 8,6±1,15 mg/dl iken, 1. hafta 8,8±0,9 mg/dl 1-2. ay 9,2±0,7 mg/dl ve tedavi sonrası 9,5±0,6 mg/dl oldu. Kalsiyum düzeyleri için tedavi öncesi ile 1-2. ay ve tedavi öncesi ile tedavi sonrası arasındaki fark istatistiki olarak anlamlıydı (p<0,05 ).Parathormon, osteokalsin, fosfor, kreatinin, alkalen fosfataz değerleri için istatistiki olarak anlamlı bir fark tesbit edilmedi.Ayrıca hastaların 24 saatlik kalsiyum atılımı ile eş zamanlı olarak bakılan kalsiyum/kreatinin oranları arasında yapılan korelasyon analizinde: Steroid almadıkları dönemde (r=0.68,p<0.01), steroid aldıkları dönemde (r=0.57,p<0.01) ve toplam olarak (r=0.62,p<0.01) anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç olarak bizim bu çalışmamız; kortikosteroid kullanan hastalarda hiperkalsiürinin 1. haftadan tedavi sonlandırılıncaya kadar devam ettiğini, tedavi sonlandırıldıktan sonra hemen düzeldiğini ve hiperkalsiüriye 1-2. aydan itibaren idrar deoksipiridinolin atılımının eşlik ettiğini gösterdi.Other Koroner Arter Hastalığında Efor Testi ile Lenfosit Alt Gruplarında Oluşan Değişiklikler(2000) Gunes, Ahmet; Bilge, Mehmet; Eryonucu, Beyhan; Öner, Ahmet Faik; Güler, Niyazi; Erkoç, RehaAMAÇ: T lenfositler hücresel bağışıklıktan sorumlu olup, antijen spesifik antikor cevabının oluşmasında esas hücrelerdir. Periferde dolaşan T lenfositlerin %60'ı CD4+ (T-helper), %30'u CD8+ (T-supressor) hücrelerdir. Stres, yorgunluk ve kortikosteroidler bunların aktivitesini olumsuz yönde etkilerken egzersiz ve bazı viral enfeksiyonlar bu hücrelerin aktivitesini artırmaktadır. Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ile oluşturulan iskemi esnasında lenfosit alt gruplarının incelenmesinde CD4 ve CD8 seviyelerinde değişiklik olduğu gösterilmiştir. Bu çalısına, koroner arter hastalığı (KAH) olanlarda, egzersiz ile lenfosit alt gruplarında oluşan değişiklikleri araştırmak amacıyla yapıldı. YÖNTEM: Çalışmaya koroner anjiografilerinde majör koroner arterlerin en az birinde %50 ve üzerinde darlık bulunan ve yaş ortalaması 56±6 yıl olan I4'ü kadın 31 olgu alındı. Kontrol grubunu ise koroner anjiografi endikasyonu olmadığı kanısına varılan, yaş ortalaması 50±9 yıl olan. treadmil testi negatif 5 'i kadın 10 olgu oluşturdu. Lenfosit alt grupları egzersiz öncesi ile hemen sonrasında ve testten 24 saat sonra tespit edildi. BULGULAR: Her iki grupta da lökosit ve lenfosit sayısında egzersiz öncesine göre anlamlı bir yükselme olup 24 saat sonra bu değerlerde bazal değerlere dönüş saptandı. Hasta grubunda, CD4+ T-lenfosit sayısında egzersiz hemen sonrasında istatiksel olarak anlamlı değişiklik olmamakla birlikte 24 saat sonrasında anlamlı artış gözlendi (P<0.05). CD8 T lenfosit düzeyleri kontrol grubunda istatiksel olarak anlamlı düzeyde yükselmezken KAH olanlarda egzersiz hemen sonrasında öncesine göre anlamlı artış (%31±10 'a %39±11. P<0.01) saptandı. SONUÇ: Sonuç olarak, KAH olanlarda fizik egzersiz ile CD8+ T lenfosit alt grubunda artış olmuştur. Bu KAH' lı hastalarda immün fonksiyondaki değişikliğe ve iskemik sendromların immün sistem aracılığıyla oluşan inflamatuar yapısına bağlanabilir. Lenfosit alt grup analizinin egzersiz testindeki yerinin belirlenmesi için daha ileri çalışmalara gereksinim vardır.Article Kronik Böbrek Yetmezliği ve Dissekan Aort Anevrizması(2017) Kazancıoğlu, Rümeyza; İnan, Bekir; Buyukaydin, Banu; Erkoç, Reha; Alay, Murat; Tunç, Muhammed; Uğur, AycanAort diseksiyonu, hızlı tanı ve uygun tedavinin hayat kurtarıcı olduğu, mortalitesi yüksek acil bir klinik tablodur. Nedenler arasında hipertansiyonun önemli yeri vardır. Burada 56 yaşında bir kadın olgu sunuldu. Bilinen hipertansiyonu olan ve böbrek yetmezliği kliniği ile başvuran bu olguda ancak radyolojik görüntüleme ile şüpheye düşülen ve tanısı doğrulanan aort diseksiyonu izlendi. Hastaya endovasküler aortik repair işlemi uygulandı. Uygun medikal tedavi altında izlenen hasta olası cerrahi kanama komplikasyonu nedeniyle kaybedildi.Aort diseksiyonu tanı ve tedavinin hızlı yapılması gereken klinik bir tablodur. Böbrek yetmezliği bu hastalarda klinik seyri zorlaştırmakta ve prognozu kötü yönde etkilemektedir. Bu olgu ile uygun cerrahi müdahaleye rağmen mortalitenin yüksekliğini hatırlatmak ve eşlik eden böbrek yetmezliği gibi kronik hastalıkların, hasta takip ve sürvisindeki olumsuz etkilerini vurgalamak istedikspecialization-in-medicine.listelement.badge Kronik Böbrek Yetmezliğinde Çölyak Hastalığı Prevalansı ve Çölyak Hastalığı Saptanan Olgularda Çölyak Hastalığının Beslenme Parametreleri, Anemi ve Sekonder Hiperparatiroidi Üzerine Etkisi(2004) Şahin, İdris; Erkoç, RehaÖZET: Çölyak sprue veya ÇH'ı, buğday, arpa, çavdarda gibi tahıllarda bulunan gluten proteinin alımını takiben ince barsak mukozasındaki inflamatuvar hasar sonucu gelişen malabsorbsiyonla karakterize bir tablodur. ÇH'ı geniş klinik semptomatolöjiye sahiptir. Başta gastrointestinal sistem olmak üzere diğer tüm sistemleri etkileyebilmektedir. Anemi (demir, folik asit, B12 vitamini), malabsorbsiyon, osteomalasi, osteoporoz, sekonder hiperparatiroidiye, tekrarlayan düşükler, büyüme gelişme geriliği, infertilite, gibi birçok klinik tabloya neden olabilmektedir. KBY, geri dönüşümsüz nefron kaybı sonucu tüm organ ve sistemleri etkileyen bir sendromdur. KBY' de de gastrointestinal sistem etkilenebilmektedir. Ayrıca sekonder hiperparatiroidi, malnutrisyon, anemi (eritropoetin, demir, folik asit, B12 vitamin eksikliklerine bağlı) görülebilmektedir. Öte yandan KBY' ye neden olan bazı glomerulopatilerde ve tip 1 diyabette artmış oranda ÇH'ı bklikteliğinin bildirilmesi, ÇH'ı ve KBY'de benzer semptomların görülmesi üzerine KBY hastalarında ÇH'ı sıklığını araştırmayı amaçladık. Ayrıca ÇH'ı saptanan olgularda ÇH'ımn sekonder hiperparatiroidi, anemi, beslenme parametreleri (dbümin, kolesterol, vb..) üzerine etkilerini incelemeyi araştırmayı amaçladık. Bu çalışma Yüzüncü Yıl üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Nefroloji Kliniğinde gerçekleştirildi. Çalışmaya Van ve çevre illerde HD'e giren, SAPD tedavisi gören ve prediyaliz evrede izlenen KBYTi hastalar dahil edildi. Ayrıca 81 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. KBY tanısı anmanez, fizik muayene ve laboratuvar testleri ile konuldu. Serum kreatinin değeri 2.0 mg/dl'nin altında olan olgular çalışma dışı bırakıldı. ÇH tanısı EMA antikor pozitifliği ile konuldu. EMA pozitif saptana olgulara üst gastrointestinal sistem endoskopisi ve endoskopik biyopsisi yapıldı. İnce barsak biyopsisinde alman materyal hematoksilen-eozin ile boyandı. Çalışmamıza 116'sı kadın 135'i erkek toplam 251 KBY olgusu ve 31'ikadın; 50'si erkek toplam 81 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. KBY'li olgularımızın 122'si HD'e girmekte; 56 olgu SAPD tedavisi görmekte iken geri kalan 73 olgu ise prediyaliz dönemde takip edilmekteydi. Hiçbir sağlıklı kontrol olgusunda EMA pozitifliğine rastlanmazken; KBY'li olgularımızın altısında EMA pozitif saptandı. KBY'de ÇH'ı prevalansı %2.39 olarak bulundu. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı idi (pO.0001). EMA pozitif saptanan 'olguların tümü kadındı. Cinsiyetlerine göre değerlendirildiğinde EMA pozitifliği kadınlarda erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede artmıştı (p=0.007). KBY'li olgularımızın yaş ortalaması 46.4 ± 16.1, kontrol grubunun 45.4 + 14.4, ve EMA pozitif saptanan olguların ise 41.0±1 1.9 yıl idi. Her üç grubun yaş ortalamaları arasında anlamlı fark saptanmadı. EMA pozitifliği tespit edilen KBY'li olguların tümünde endoskopik muayene ve ince barsak biyopsi sonuçlan ÇH'ı ile uyumlu geldi. EMA pozitif saptanan olguların tümünde belirgin 47gastrointestinal sistem yakınmaları mevcuttu. ÇH'ı saptanan ve saptanmayan olguların albumin, kolesterol, karaciğer fonksiyon testleri, PTH, Ca, P, hemoglobin düzeyleri arasında farklılık vardı ancak istatistiksel olarak fark anlamlı değildi. Sonuç olarak; KBY'si olan hastalarda ÇH'ı sıklığı sağlıklı populasyona göre anlamlı derecede artmıştır. ÇH'ı kadınlarda daha belirgin görülmektedir. Bu nedenle KBY tanısı konulan, özellikle beslenme bozukluğu ve sekonder hiperparatiroidi uyumlu bulguları olan hastalarda tarama testi olarak EMA bakılmalıdır. Ayrıca, ÇH'ı saptanan KBY'li olgularda ÇH'mda görülebilen diğer komplikasyonlann eşlik edebileceği için daha ayrıntılı olarak değerlendirilmeleri gereklidir. 48Article Kronik Böbrek Yetmezlikli Olgularda Tiroid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi(2003) Şahin, İdris; Mercan, Ridvan; Erkoç, Reha; Doğan, Koca; Eminov, Lokman; Üstün, Yusuf; Atış, EmrullahAmaç: Kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı konulan olgulardaki tiroid fonksiyon testleri ve tiroid otoantikor seropozitifliğini sağlıklı kontrollerle karşılaştırmak. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği ve Nefroloji Kliniğine Ağustos 2001- Haziran 2002 tarihleri arasında başvuran KBY’li 216 olgu ile 87 sağlıklı kontrol dahil edildi.Bulgular: Olgularımızın 92’si kadın, 124’ü erkekti ve yaş ortalaması 48.4 ± 16.9 idi. Kontrol grubunun ise 37’si kadın, 50’si erkek ve yaş ortalaması 46.9±17.2 idi. KBY’li olguların 81’i hemodiyaliz (HD), 17’si periton diyalizi (PD), 118’i ise prediyaliz dönemdeydi. KBY’li olgularımızda %3.3 hipertiroidizm,%10.2 hipotiroidizm saptanırken bu oranlar kontrol grubunda sırasıyla %1.2, 3.5 olarak bulundu. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularda anti-tiroglobulin (anti-TG) antikor sıklığı %12.4 iken anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) antikor sıklığı %14.3 idi. Bu oranlar sağlıklı kontrollerde her iki antikor için %1.2 olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). KBY’li olgularımızda tiroid stimulan hormon (TSH), total T4 (TT4), serbest T4 (ST4) düzeyleri ile sağlıklı kontrollerdeki düzeyler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamışken; total T3 (TT3) ve serbest T3 (ST3) düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark mevcuttu (p<0.031, p<0.043).Sonuç: KBY olgularında tiroid fonksiyon testlerinde önemli değişiklikler olmaktadır. KBY’li olgularda hipotiroidizm, hipertiroidizm ve tiroid oto-antikor pozitifliği belirgin olarak artmaktadır.Other Kronik Böbrek Yetmezlikli Üç Hastada Amikasine Bağlı Gelişen Ani İşitme Kaybı(2000) Çankaya, Hakan; Kiris, Muzaffer; Erkoç, RehaKronik böbrek yetmezliği nedeniyle 1, 1.5 ve 2 yıldır hemodiyaliz tedavisi görmekteyken, ortaya çıkan ciddi enfeksiyonlara karşı amikasin kullanılan üç kadın hastada (yaşları sırasıyla 46, 35 ve 33) ani işitme kaybı gelişti. Bu ilaç mümkün olduğunca kısa sürede kesilerek, 15 gün süreyle ani işitme kayıplarında kullandığımız rheomakrodeks, heparin, papaverin, pentoksifilin, steroid ve tuzsuz diyetten oluşan standart kombine tedavi uygulandı. Günlük saf ses odyometri ile takip edilen hastalarda tedavi bitiminde ve ortalama 6.5 aylık takiplerinde herhangi bir düzelme gözlenmedi. Hemodiyaliz tedavisi gören hastalarda ani işitme kaybından korunmak için ilaç seçimleri ototoksisiteye dikkat edilerek yapılmalıdır.