Browsing by Author "Gül, Abdulaziz"
Now showing 1 - 12 of 12
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Akyol F. Evaluation of Maternal Kidneys With 'acoustic Radiation Force Impulse Exitation (arfi)' Ultrasound Elastography in Hypertensive Disease of Pregnancy(2021) Akyol, Filiz; Gül, AbdulazizObjective: To determine the diagnostic efficiency of ultrasound elastography in preeclampsia by comparing renal cortical elasticity between pregnant women diagnosed with severe preeclampsia and the control group. Materials and Methods: 80 pregnant women who applied to Van Yüzüncü Yıl University Medical Faculty Gynecology and Obstetrics Clinic in 2020 were included in the study as two separate groups. 40 healthy pregnant women between the ages of 22-38 and without systemic pathology at 28-40 weeks of gestation were determined as control group(Group A) whereas 40 pregnant women who met the criteria for preeclampsia with severe features according to ACOG criteria were determined as the study group (Group B). The tests for Complete Blood Count, AST, ALT, Albumin, Total Protein, LDH, GGT, Total Biluribin, Direct Bilirubin, Urea, Creatine, uric acid TSH, CRP, Na, K, Cl, Ca, Mg, Protein-spot protein in 24-hour urine and creatinine-spot creatinine in 24-hour urine from all pregnant women who meet the study criteria are studied. Each group member participating in the study also underwent OGTT 75-gram screening, indirect ophthalmoscopy technique and peripheral blood smear evaluation as well as routine abdominal ultrasonography evaluation. As an ultrasound elastographic evaluation, 3 different real-time shear wave elastography (SWE) values were measured from both renal cortex at the upper, middle and lower levels, and the average of these 3 values was accepted as the final SWE value. The groups participating in the study were compared in terms of age, body mass index, gestational week, nulliparity, laboratory test results, renal cortex SWE elastography values. Results: The renal cortex mean SWE were found in control and study groups as 2.380 ±0.43 m/sn and 2.935 ±0.55 m/sn respectively. A statistically significant difference was found between the two groups (p<0.005). The SBP, DBP, OAP, protein in 24 hour urine, protein in spot urine, uric acid, LDH, GFR, creatinine in 24 hour urine, creatinine in spot urine were measured in gruop A and Group B, respectively as follows: 110.75±8.28mmHg –175.87±12.75 mmHg, 69.00±7.77 mmHg –110.87±6.39 mmHg, 82.79±7.75 mmHg –131.92 ±10.4 mmHg, 173.20±53.5 mg/day – 2666.60 ±311.98 mg/day, 11.32±4.73 mg/dl –157.00 ±233.30 mg/dl, 3.26±0.63 mg/dl – 6.61 ±1.07mg/dl, 192.6±22.66 U/L–303.7±12.62 U/L, 144.42 ±9.65 ml/dk – 84.42±6.57 ml/dk, 1167.54±105.10 mg/day –837.27±157.66 mg/day, 75.41 ±21.85 mg/dl –42.43±15.9 mg/dl. . A statistically significant difference was found between the groups (p<0.001 –p<0.03) Conclusion: Our study shows that maternal renal cortical stiffness is increased in preeclamptic pregnants with severe symptoms. In this context, our findings shows that ultrasound elastography is a reliable and clinically applicable diagnostic method that can be used in the diagnosis of severe preeclampsia.Other Büyük Plasental Korioanjiyom ( Hemanjiyom ): Bir Vaka Takdimi(1998) Ağargün, Havva Pars; Dilek, Hüsniye; Karakök, Metin; Gül, Abdulaziz; Bulut, EmineAmaç: Kliniğimizde teşhis edilen büyük plasental hemanjiyom olgusunu sunmak, tanı ve komplikasyonlarını vurgulamak. Çalışmanın yapıldığı yer: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana BD Van. Materyal ve Metod: Bu yazıda 23 yaşında primigravid, normal spontan doğumun gerçekleştirildiği, makroskopik ve histopatolojik olarak plasental hemanjiyom tanısı konulan bir vaka sunuldu. Bulgular: Son mens tarihine göre 37 haftalık gebe iken yapılmış olan obstetrik ultrasonografisinde; plasenta korpus posteriorda ve grade I matürasyonda, baş pelvisde, amnios mayii yeterli olarak tesbit edildi. Normal olmayan görünümü nedeniyle plasenta patolojiye gönderildi. Mikroskopik olarak çoğunluğu küçük çapta olmak üzere değişik çapta lümenleri tek sıra endotelle döşeli ve eritrositler içeren çok sayıda damarın oluşturduğu tümöral yapı görüldü. Bu dumurları gevşek bir stroma destekliyordu. Bu bulgularla kapiller hemanjiyom tanısı konuldu. Olgumuzda; Maternal, fetal ve neonatal herhangi bir komplikasyon gözlenmedi. Sonuç: Plasental Korianjiyom (hemanjiyom) tümör görünümünde bir damar hamartom olup nadir görülmektedir. Maternal, fetal veya neonatal komplikasyonlara yol açması ve özellikle preeklampsi ve eklampsi ile birlikte seyredebilmesi plasental hemanjiyomun önemini artırmaktadır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of Anterior Uteroservical Angles of Individuals With a Diagnostic Infertility and Individuals With Primigraviate Diagnosis in Early Pregnancy Week(2021) Kaya, Fırat; Gül, AbdulazizAçıklanamayan infertil ile erken gebelik haftasında (B-hCG˂1000 mIU/ml) olan primigravid olgularda anterioruteroservikal (A-USA) açıların karşılaştırılmasını yapmak. A-USA'nın dar olmasının sperm geçişini engelleyebileceği ve bu nedenle infertiliteye neden olabileceği ileri öngörüsü ile iki grup arasında açı farkının olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Materyal metod Van YüzüncüYılÜniversitesi kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde, Şubat 2021-Ekim2021tarihleri arasında obstetri ve jinekoloji polikliniklerine başvuran, açıklanamayan infertil 75 olgu ile erken gebelik haftasında olan primigravide tanılı 51 olgunun dâhil dildiği toplam 126 olgu üzerinde yapılan prospektif kontrollü bir çalışma planlandı. Bu amaçla olguların hormon değerleri, histerosalpingografi (HSG) raporları,sperm analizleri bakıldıktan sonra açıklanamayan primer infertil grup oluşturuldu. Primigravid olguları humankoryonikgonadotropin (B-hCG) değerleri görüldükten sonra çalışmaya dâhil edildi. Çalışmaya alınan olgularınA-USA'ları mesane boş iken ve transvajinal olarak ultrasonografi ile ölçüldü. Tüm olguların gravida, parite ve abortus sayıları, yaş, boy, kilo, vücut kitle endeksi (VKİ) değerleri,ek hastalık durumları,sigara içme öyküleri,geçirilmiş cerrahi öyküleri kayıt altına alındı. Sigara veya alkol kullanımı olan, ek hastalık veya geçirilmiş jinekolojik cerrahi öyküsü olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Mindray marka ultrasonografi (USG) cihazı ile mesane boş iken jinekolojik pozisyonda ve aynı kişi tarafından olguların anterioruteroservikal açıları ölçülerek kayıt altına alındı.İstatistik Analiz Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan, en düşük, en yüksek, frekans ve oran değerleri kullanılmıştır. Değişkenlerin dağılımı KolmogorovSimirnov test ile ölçüldü. Nicel bağımsız verilerin analizinde Mann-WhitneyUtesti kullanıldı.Korelasyon analizinde Spearman korelasyon analizi kullanıldı. Analizlerde SPSS 27.0 programı kullanıldı.Bulgular Çalışmamızda gebe grubundaki olguların yaşları primer infertil olan grup olgularından anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Primer İnfertil ve gebe grubundaki olgularınVKİ değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).Gebe grubunda B-hCG değerinin artışı ileA-USAdeğeri arasında anlamlı korelasyon gözlenmedi (p >0.05). Primer İnfertil ve primigravid grubunda olgularınA-USA değerleri arasında anlamlı bir farkın olmadığı saptandı (p>0.05). Sonuç Çalışmamızın sonucunda; açıklanamayan primer infertilite etyolojisinde rol alabileceği düşünülen anterior uteroservikal açının erken gebelik haftasında olan primigravid olgular ile açıklanamayan primer infertilite olgular arasında anlamlı bir fark göstermediği saptanmış olup, bu konuda daha fazla randomize kontrollü çalışmaların yapılmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of the Efficacy of Recombinant Fsh in Primary Infertile Patients With Different Protocols(2023) Seçen, Addule Serhanoğlu; Gül, AbdulazizBu çalışmada primer infertilite tanısı almış ve intrauterin inseminasyon (IUI) planlanan olgularda rekombinant Folikül Sitümülan Hormon (rFSH)'ın (Gonal-f) 36 saat ara ile kullanımının 24 saat ara ile kullanımına karşı etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Van YYÜ Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğinde primer infertilite tanısıyla IUI yapılan 60 olgunun dâhil edildiği bu çalışmada, olguların 30'una 36 saat arayla rFSH uygulanırken, 30 olguya 24 saat arayla rFSH uygulanmıştır. Bulgular: 24 saat ara ile rFSH uygulananlarla karşılaştırıldığında, 36 saat ara ile rFSH uygulananların yaş ortalaması istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük bulundu (p = 0.013). 24 saat ara ile rFSH uygulananlarla karşılaştırıldığında, 36 saat ara ile rFSH uygulananlarda siklüsün ikinci günü LH düzeyi (p = 0.021), Progesteron düzeyi (p = 0.035) ve tedavi başlangıcı ile IUI arasında geçen süre (p = 0.001) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı. Ayrıca hCG günü 10-14mm folikül sayısı (p = 0.001) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha azdı. İki grup arasında yanıt düzeyi, biyokimyasal ve klinik gebelik saptama sıklıkları bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Yanıt düzeyi değerlendirildiğinde, 24 saat ara ile rFSH uygulananlar arasında aşırı yanıt sıklığı %40.00 iken, 36 saat ara ile rFSH uygulananlar arasında bu sıklık %13.33 idi. 36 saat ara ile rFSH uygulanan olgu grubunda aşırı yanıt sıklığı daha az saptansa da, bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p = 0.064). B-hCG pozitifliği değerlendirildiğinde, 24 saat ara ile rFSH uygulanan grupta %23.33, 36 saat ara ile rFSH uygulanan grupta ise %16.67 B-hCG pozitifliği saptandı. Gruplar arasında B-hCG pozitifliği bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p = 0.519). Sonuç: IUI siklüslerinde 24 saat ara ile ya da 36 saat ara ile rFSH uygulamanın sonuçlara anlamlı etkisinin olmadığı görüldü. Daha az sayıda enjeksiyon ve doz uygulamaları ile hasta konforu arttırılarak işlem maaliyeti azaltılabilir.Article Değişik Tip Tüp Sterilizasyon Operasyonlarının Genel Etkinlik, Morbidite ve Mortalite Açısından Değerlendirilmesi(2003) Belhan, Alev; Gül, Abdulaziz; Kamacı, Mansur; Gürsoy, Rıfat HakkıAmaç : Çeşitli tip tubal sterilizasyon operasyonlarının genel etkinlik, morbidite ve mortalite açısından değerlendirmeleri yapılmak istenilmiştir. Materyalve Metod:I' ncigrup; Mayıs 1979 ile Mayıs 1994 tarihlerinde Çorlu, 600 Yataklı Ankara Mevki, Ağrı, Konya Asker Hastanelerine, ikinci grup ise Aralık 1994 ile Kasım 1997 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniklerine devamlı kontrasepsiyon istemiyle başvuran ve çeşitli sterilizasyon operasyonları uygulanan olgulardan oluşmaktaydı. 1'nci gruptaki 137 olgunun; yaş ortalaması 32.7 ± 4.7 SD (26-39), doğurganlık ortalaması 4.3 ±2.6 SD (2-7), yaşayan ortalama çocuk sayısı 3.1 ±0.8 SD (1-5), çiftlerin ortalama evlilik süresi ise 15.4 ±6.6 SD (9-22) yıldı. II'nci gruptaki 164 olgunun; yaş ortalaması 34.7 ±9.3 SD (23-43), doğurganlık ortalaması 7.6 ±3.4 SD (1-14), yaşayan ortalama çocuk sayısı 7.8 ±2.9 SD (1-13), çiftlerin ortalama evlilik süresi 23.4 ±8.5 SD (11-35) yıldı, inci gruptaki tubal sterilizasyon operasyonları; genel anestezi altında toplam 137 olguya uygulandı. Abdominal yoldan Pomeroy tekniği; tubal sterilizasyon operasyonlarında iki farklı insizyonla; 82 olguda mini laparotomi, 22 olguda ise Pfannestiel kesi ile yapılan sezaryanlarda uygulandı. Bilateral fimbriektomiyapilan, 21 olguda; kolpotomikinsizyon kullanıldı. Laparoskopik girişimlerde; laprakatörle silastik ring'le tubal ligasyon işlemi 12 olguya uygulandı.IInci gruptaki tubal sterilizasyon operasyonlarında; 143 olguda genel anestezi 20 olguda spinal anestezi ve l olguda ise epidural anestezi verildi. Abdominal yoldan Pomeroy tekniği; tubal sterilizasyon operasyonlarısi ile yapılan sezaryan operasyonlarına ek olarak uygulandı. Minilaparotomik insizyon yapılan 6 olguda ise bilateral fimbriektomi yapıldı. Laparoskopik girişim ile; 59 olguya da genel anestezi altında, bilateral fallopian tüplerin istmik bölümüne bipolar elektrokoterizasyon ve laparoskopi makasıyla kesi yapılarak, tubal sterilizasyon gerçekleştirildi. Bulgular: Tubal sterilizasyon operasyonlarından sonra; II inci çalışma grubunda % 2.9, I inçi çalışma grubunda ise % 6.7 oranında morbidite gelişmesine karşın, hiçbir olguda mortalite görülmedi. Sonuç: Her iki çalışma grubunda en az 6 en çok 12 aylık izlem peryodunda,tubal sterilizasyon operasyonlarının yetersizliğine ilişkin, çeşitli tanı yöntemleri kullanılarak hiçbir olguda intrauterin veya ekstrauterin gebelik saptanmadı.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Effect of the Estrogen and Guaifenesinon Cervical Mucus and Pregnancy Outcomes Inpatients Undergoing Ovulation Inducation Withclomiphene Citrate(2024) Karababa, Gamze; Gül, AbdulazizKlomifen sitrat (CC) ile ovulasyon indüksiyonu yapılan anovulatuar veya açıklanamayan infertil hastalarda; ekspektoran bir ilaç olan guaifenesinin sistemik (oral) yolla veya estrojenin lokal (vajinal) yolla kullanımının servikal faktör ve gebelik sonuçları üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Randomize kontrollü tipte olan bu araştırmaya, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde 1 Ocak 2022 – 30 Haziran 2022 tarihleri arasında primer veya sekonder infertilite tanısı konup CC ile ovulasyon indüksiyonu yapılan olgular dâhil edilmiştir. Hastalar randomize olarak her birinde 30 olgu olmak üzere şu şekilde gruplara ayrılmıştır: (i) Klomen 50 mg tablet + Vagifem 25mcg vaginal tablet (C+V), (ii) Klomen 50 mg tablet + Bricanyl ekspektoran şurup (C+B), (iii) Klomen 50 mg tablet + Vagifem vaginal tablet+ Bricanyl şurup (C+B+V) Bulgular: Olguların yaş ortalaması 27.53 ± 4.22 olarak saptandı. C+B grubu ile karşılaştırıldığında C+B+V grubunda menstrüel siklüsün ikinci gününde ölçülen E2 düzeyi anlamlı düzeyde daha fazla (p:0.035), C+V ve C+B+V gruplarında ise hCG gününde ölçülen endometriyal kalınlık anlamlı düzeyde daha az olarak saptandı. p<0,001). Gruplar arasında Spinn Barkeit test sonucu, servikal skor ve klinik gebelik başarı oranları bakımından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Her üç grupta, gebelik elde edilen olgularla, gebe kalmayan olgular karşılaştırıldığında, gebelerin ortalama yaşı ve korunmasız cinsel ilişki süresi, istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha az olduğu; hCG günü E2, Spinn Barkeit test ve servikal skor sonuçlarının ise istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu görüldü (p<0.05). Servikal mukus kalitesinin yüksek olduğu olgularda gebelik başarı oranının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptandı (%39,6 vs %8,1, p = 0.001). Sonuç: Servikal mukus kalitesinin yüksek oluşu, her ne kadar gebelik sonucunu olumlu olarak etkiliyor olsa da, estrojen ya da sistemik mukolitik ilaçların kullanımının bu olumlu duruma etkisinin sınırlı düzeyde olduğu görülmektedir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Investigation of the Effect of Micronutrient Supplementation on Fertility in İnfertile Patients(2024) Barut, Nafiha Özer; Ateş, Çağrı; Gül, AbdulazizAmaç: Bu çalışmanın amacı, infertil hasta grubunda mikrobesin desteğinin fertilite üzerine olan etkisinin araştırılmasıdır. Mikrobesinlerin, özellikle antioksidan özellikteki vitamin ve minerallerin üreme sağlığı üzerindeki olası olumlu etkilerini incelemek ve bu desteğin gebe kalma oranlarını nasıl etkilediğini ortaya koymak hedeflenmiştir. Yöntem: Bu çalışma, 2023-2024 yılları arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı İnfertilite Polikliniği'ne başvuran primer ve sekonder infertilite tanısı konmuş 60 hasta üzerinde randomize kontrollü olarak gerçekleştirilmiştir. Hastalar iki gruba ayrılmıştır; birinci grupta mikrobesin desteği uygulanmış, ikinci grupta ise herhangi bir ek tedavi verilmemiştir. Her iki grup 3 ay boyunca takip edilmiştir ve gebe kalma oranları karşılaştırılmıştır. Katılımcıların yaş, beden kütle indeksi (BKİ), FSH, LH, AMH, progesteron ve prolaktin gibi demografik ve laboratuvar parametreleri de değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 60 hastanın yaş ortalaması 26.8±4.7 yıl, kilo ortalaması 63.3±7.2 kg, boy ortalaması ise 159.5±14.3 cm olarak bulunmuştur. Vücut kitle indeksi (VKİ) ortalaması 24.4±2.8 olup, infertilite süresi ortalaması 2.5±1.24 yıl olarak hesaplanmıştır. Katılımcıların parite ortalaması 0.21±0.5, abort sayısı ise 0.07±0.25 olarak bulunmuştur. Mikrobesin desteği alan grupta; VKİ ortalaması 25.2±2.2 olarak tespit edilirken, kontrol grubunda bu değer 23.6±3.2 idi. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.028). Kilo ortalaması mikrobesin grubunda 65.5±6.18 kg, kontrol grubunda ise 61.1±7.5 kg olarak hesaplanmış ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0.016). LH seviyeleri mikrobesin alan grupta 5.1±3.64 mIU/ml, kontrol grubunda ise 6.2±2.85 mIU/ml olarak ölçülmüş ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.034). AMH seviyeleri mikrobesin grubunda 4.15±1.76, kontrol grubunda ise 5.22±3.4 olarak bulunmuş, ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0.311). Sonuç: Bu çalışma, mikrobesin desteğinin infertilite tedavisinde gebe kalma oranları üzerinde doğrudan bir etki yaratmadığını, ancak üreme sağlığını destekleyici bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Özellikle LH seviyeleri üzerindeki etkisi, mikrobesinlerin hormonal dengeyi düzenlemede potansiyel bir katkı sağlayabileceğini düşündürmektedir. Daha uzun süreli ve geniş katılımlı çalışmalarla bu bulguların desteklenmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Antioksidanlar, Fertilite, Gebelik oranı, İnfertilite, Mikrobesin desteğispecialization-in-medicine.listelement.badge Investigation of the Relationship Between the Serum Tetrahydrobiopterin and Folic Acid Levels With Each Other and With Preeclampsia in the Second and Third Trimesters(2024) Aranlı, Mücahit Ahmet; Gül, AbdulazizAmaç: Bu çalışma, ikinci ve üçüncü trimesterdeki gebelerde serum tetrahidrobiopterin (BH4) ve folik asit düzeylerinin preeklampsi gelişimi ile ilişkisini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma, BH4 ve folik asit seviyelerinin preeklampsi riskini öngörmede potansiyel biyobelirteçler olabileceği hipotezine dayanmaktadır. Yöntem: Bu randomize kontrollü çalışma, Van YYÜ Dursun Odabaşı Tıp Merkezi'nde Haziran 2022 ile Şubat 2024 tarihleri arasında preeklampsi (PE) tanısı alan ve almayan toplam 160 gebe üzerinde gerçekleştirildi. Katılımcılar, PE ve kontrol grubu olarak ikiye ayrıldıktan sonra, folik asit kullanımı durumlarına göre alt gruplara bölündü. Bu şekilde, toplamda dört grup oluştu: PE olmayıp folik asit kullanmayan, PE olmayıp folik asit kullanan, PE olup folik asit kullanmayan ve PE olup folik asit kullanan gruplar. Katılımcıların demografik özellikleri (yaş, gestasyonel yaş, gravida, VKİ) ve çeşitli laboratuvar parametreleri (kan basıncı, hemoglobin, PLT, karaciğer enzimleri, kreatinin, homosistein, albumin, total protein, idrarda protein, BH4, biopterin, NO, folat, vitamin B12) kaydedildi ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: PE grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek kan basıncı, düşük albumin ve total protein seviyeleri ve yüksek idrarda protein miktarı olduğunu gösterdi. Ayrıca, PE grubunda BH4 seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. Folik asit kullanımı açısından bakıldığında ise, kullanmayan grupta kullanan gruba göre anlamlı derecede düşük folat ve hemoglobin seviyeleri gözlendi. Sonuç: Bu çalışma, preeklampsi gelişimi ile serum BH4 ve folik asit düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermiştir. Preeklamptik gebelerde BH4 seviyelerinin düşük olduğu ve folik asit kullanımının folat ve hemoglobin seviyelerini olumlu yönde etkilediği bulunmuştur. Bu bulgular, BH4 ve folik asitin preeklampsi patogenezinde rol oynayabileceğini ve preeklampsi riskini değerlendirmede potansiyel biyobelirteçler olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, tetrahidrobiyopterin, folik asitArticle Koyunlarda Over Korteks Doku Parçalarının Heterotopik Olarak Testisin Duktus Deferensi ve Korteksine Heterogreftlenmesi(2004) Can, Şaban; Düz, Erkan; Bayram, İrfan; Gül, Abdulaziz; Kahramanoğlu, İhsanAmaç: İmmün sistemden korunan duktus deferens ve immün sistemden korunmayan testis korteksine over foliküllerinin heterotopik olarak transplantasyonu sonrası folikül yaşamını ve gelişimini inceleyerek karşılaştırmak ve genç yaşta malignensisi olup, kemoterapi ve radyoterapi ile over fonksiyonunu kaybetme riski taşıyan kadınların over foliküllerinin eşin duktus deferensinde saklanabilme olasılığını araştırmayı amaçladık. Çalışmanın Yapıldığı Yer: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Araştırma Laboratuarı. Materyal ve Metod: Çalışmada; bir yaşında beş erkek ve bir dişi koyun kullanıldı. Dişi koyuna laparatomi ile bilateral ooferektomi yapıldı. Over korteksi 1x2 mm boyutunda çok sayıda doku kesitlerine bölündü. Tüm erkek koyunların sol duktus deferens lümenine over doku kesiti yerleştirildi. Aynı zamanda over korteksinden alınan doku örneği testis korteksinin içerisine implante edildi. 5 ay sonra sol testisten alınan dokular histopatolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: Beş erkek koyun testisinin duktus deferenslerinin incelenmesinde; normal over dokusu izlenmedi. Fibrozis ve kalsifikasyonlar görüldü. Testis korteksine implante edilen over dokularının incelemesinde; bir koyunun testis korteksi implantasyon bölgesinde kalsifikasyon alanları ve primer folikül kalıntıları görüldü. Diğer dört koyunun testis korteks implantasyon bölgesinde over dokusu izlenmedi, kalsifikasyon alanları, hiyalinizasyon, fibrozis ve multipl histiositler izlendi. Sonuçlar:Duktus deferense implante edilen over dokularının rejeksiyona uğraması, immün sisteme kapalı olan duktus deferensin cerrahi işlemle immüniteye açık hale gelmesinden kaynaklanabileceği gibi, duktus deferensteki yüksek androjenik aktivite de atrezi de rol oynamış olabilir. Daha sofistike çalışmalar ile; duktus deferensi immunite etmeden ve leydig hücrelerinde hormonal süpresyonla androjenik aktiviteyi azaltarak, duktus deferenslere yapılacak over korteksinin heterotopik transplantasyonunun başarılı olabileceğini düşünmekteyiz.Other Polikistik Over Sendromlu Olgularda Ovarian Morfoloji ile Hormonal Değerler(2000) Şahin, Güler; Harman, Mustafa; Gül, Abdulaziz; Zeteroğlu, ŞahinAmaç: Polikistik over sendromlu olgularda klinik, endokrinolojik, ultrasonografik bulgular ile Ferriman Gallway skorlarının herhangi bir jinekolojik yakınması olmayan kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlandı. Materyel ve Metod: Kasım 97 - Eylül 98 tarihleri arasında Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvuran klinik ve/veya endokrinolojik olarak Polikistik Over Sendromu ön tanısı konulan ve ultrasonografide polikistik over saptanan 112 hasta çalışma grubu olarak, herhangi bir obstetrik veya jinekolojik yakınması olmayan 91 hasta kontrol grubu olarak seçildi. Tüm hastalardan erken folliküler dönemde Follikül stimulan hormon, Luteinizan hormon, estradiol, Prolaktin, Dehidro-epiandrosteron sülfat, Testesteron ve seks hormon binding globulin çalışıldı. Hastalara erken folliküler dönemde ultrasonografi yapılarak over hacmi, alanı, çevresi ve kist sayıları değerlendirildi. Tüm inceleme ve ölçümler aynı uygulayıcı tarafından Toshiba SSA 270A Ultrasonografi cihazı ile gerçekleştirildi. Bulgular: Polikistik over sendromlu grupta Follikül stimulan hormon, Luteinizan hormon, Luteinizan hormon/Folikül stimülan hormon oranı, estradiol, prolaktin, testesteron ve dehidroepiandrosteron sülfat kontrol grubuna göre daha yüksek olarak saptanırken Seks hormon binding globulin daha düşük bulundu. Ferriman Gallway skor ortalamasının Polikistik over sendromu grubunda 17.13±0.86, kontrol grubunda 2.98±0.19 olduğu görüldü. Sonuç: Polikistik over Sendromu tanısı klinik ve endokrinolojik karekteristiklerinin heterojen olması nedeniyle üzerinde çok tartışılan bir konudur. Tanı kriterleri üzerinde bir konsensus olmamasına rağmen klinik ile beraber büyümüş overlerde polikistik görünüm, lüteinizan hormon/follikül stimulan hormon oranının artması halen geçerli kriterler olarak gözükmektedir.Article Siklik Masatlji Prevalansı ve Metilksantin İçeren Bazı Gıdaların Mastalji Üzerindeki Etkileri(2008) Kahramanoğlu, İhsan; Gül, Abdulaziz; Sucaklı, Mustafa HakiAMAÇ: Siklik mastalji prevalansını ve metilksantin içeren bazı gıdaların sklik mastalji sıklığı ve şiddeti üzerine olan etkilerini incelemek. Çalışmanın Yapıldığı Yer: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ve Van 1 nolu, 4 nolu Sağlık Ocakları. Materyal ve Metot: 15-44 yaş arası 1795 kadında siklik mastalji şikayeti olup olmadığı sorgulandı. Mastaljinin şiddeti; hafif, orta ve ağır olarak derecelendirildi. Mastaljinin şiddeti; çay, kahve, kola ve çikolata tüketim sıklığı açısından da sorgulandı.BULGULAR: 1795 kadının 797’sinde(%44.4) mastalji şikayeti olduğu 998’inde(%55.6) olmadığı saptandı. Mastaljisi olan 797 kadının 539’unda(%67.63) hafif, 157’sinde (%19.70) orta, 101’inde(%12.67) şiddetli mastalji olduğu belirlendi. Mastaljinin, kadınların 324’ünde(%40.65) menstrüel dönemde, 192’sinde(%24.09) proliferatif fazda, 281’inde (%35.36) ise luteal fazda,olduğu belirlendi. Siklik mastalji ile metilksantin içeren gıda tüketimi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. SONUÇ: Bölgemizdeki siklik mastalji prevalansının (%44.4) literatür ile uyumlu olduğu saptandı. Çay içen kadınlarda mastajinin istatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber çay içmeyen kadınlara göre daha fazla olduğu tespit edildi (p=0.06). Kahve, kola ve çikolata kullanma alışkanlığı ile mastalji arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Bu bulguların da literatürdeki çelişkili sonuçlar arasında yer aldığı gözlendi.Article Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Yapılan Tubal Sterilizasyon Olgularının Değerlendirilmesi(2000) Şahin, Güler; Gül, Abdulaziz; Şimşek, YalçınBu çalışmanın amacı Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde yapılan tubal sterilizasyon vakalarını tartışmaktır. Aralık 1994- Aralık 1998 tarihleri arasında yapılan tubal sterilizasyon olguların retrospektif olarak yaş, gebelik, doğum, abortus ve yaşayan çocuk sayıları; sterilizasyon işlemi için kullanılan insizyonlar, sterilizasyon tipi, operasyon tekniği ve komplikasyonları ele alındı. Tubal sterilizasyon sayısı; toplam doğum, sezaryen, ameliyat, yatan ve poliklinik hasta sayıları ile karşılaştırıldı. Toplam 276 tubal sterilizasyon yapılmış olup olguların ortalama yaşı, gebelik sayısı, doğum sayısı ve yaşayan çocuk sayısı sırasıyla 34.8, 7.4, 6.1 ve 5.4 olarak saptandı. Sterilizasyonların %41.3'ünün laparoskopik, %58.7'sinin ise laparotomik olarak yapılmış olduğu görüldü. Tubal sterilizasyonlar en çok gebelik dışı zamanda yapılmış olup bunu sezaryen esnasında ve postpartum yapılanlar takip etmekteydi. Sterilizasyon işlemi genelde Pomeroy veya koter + insizyon tekniğiyle yapılmıştır. Tubal sterilizasyonun, vaginal doğum yapan, sezaryen yapılan, ameliyat olan, yatan ve poliklinik hastalarına oranı sırasıyla; %4, %32, %33, %9 ve %1 olarak saptandı. Tubal sterilizasyon, laparoskopik veya minilaparotomi ile yapılabilen etkili ve kalıcı bir kontraseptif yöntemdir. Endike olan hastalarda alternatif bir kontrasepsiyon metodu olarak özellikle kırsal kesimde teşvik edilmelidir. Tubal sterilizasyon konusunda henüz arzuladığımız oranı yakalayamadığımız düşüncesindeyiz. Bu yöntemin yöremize özgü bazı sosyokültürel ve ekonomik sebeplerden dolayı daha yaygın uygulanması gerektiğine inanıyoruz.