Browsing by Author "Güler, Niyazi"
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Other Akut Miyokart İnfarktüsünde Mikroalbüminüri ve İnflamatuar Reaksiyon(1999) Uygan, İsmail; Bilge, Mehmet; Erkoç, Reha; Eryonucu, Beyhan; Güler, NiyaziAMAÇ: Akut miyokart infarktüsü (AMI)'nde mikroalbüminüri (MA)'de artış olduğu bilinmekle beraber mekanizması tam olarak saptanamamıştır. Ayrıca inflamasyon, aterogenezden ve akut koroner olaylardaki trombogenezden sorumlu faktörlerden biri olarak kabul edilmekledir. Bu çalışmada, AMİ'de MA ile inflamasyonun akut faz reaktanlarından olan C-reaktif protein (CRP) ve sedimantasyon düzeyleri ve araştırılmıştır. YÖNTEM: Çalışmaya, koroner yoğun bakım ünitesine AMİ tanısıyla yatırılan yaş ortalaması 60±14 yıl olan 18 erkek olgu alındı. Kalp yetersizliği, diabetes mellitus, hipertansiyon, inflamatuvar hastalığı ve renal bozukluğu olan hastalar çalışma kapsamına alınmadı. Olguların hastaneye yatışının birinci, üçüncü ve yedinci günlerinde 24 saatlik idrarları toplanarak albümin düzeyleri, yine aynı günlerde sedimantasyon hızları ve CRP düzeyleri ölçüldü. BULGULAR: MA, birinci gün en yüksek düzeyde olup (83±46 mg/gün) üçüncü (62±55 mg/gün) ve yedinci (17±16 mg/gün) günlerle kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermekle idi (p<0.01, p<0.001). Sedimantasyon hızı İlk güne (11 ±3 mm/h) göre üçüncü (20±8 mm/h) ve yedinci (21±7 mm/h) günlerde anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01 ve p<0.001). CRP ise yine benzer şekilde ilk güne göre (25±13 mg/dl) üçüncü (37±22 mg/dl) ve yedinci (41±22 mg/dl) günlerde anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05 ve p<0.01). SONUÇ: Sonuç olarak, AMİ'de akut fazda MA'nın belirgin olarak arttıktan sonra normale döndüğü görülmektedir. MA'da görülen artışın, inflamasyonla ilişkili görülmediği ancak çeşitli hemodinamik, iskemik ve nörohormonal faktörlerle ilişkili olabileceği düşünülmüştür.Other Anestezi İndüksiyonu Esnasında Volatil Anestezik Ajanların Miyokardiyal Repolarizasyon Üzerine Etkileri(1999) Bilge, Mehmet; Demirel, Cengiz Bekir; Katı, İsmail; Güler, Niyazi; Eryonucu, Beyhan; Sayarlıoğlu, MehmetVentrikül repolarizasyon süresindeki değişkenliği gösteren QT dispersiyonu farklı klinik durumlarda aritmi ve ani ölüm riskinin saptanmasında kullanılabilir. Volatil anestezik ajan uygulanan, Amerika Anestezi Topluluğu (ASA) sınıflamasına göre klinik durumu 1 veya 2 olan 47 hastada QTc dispersiyonundaki akut değişmeleri değerlendirdik. Anestezi, sevofluran (n=16)., halotan (n=17) veya izofluranla (n=14) end-tidal konsantrasyonun %1'den %6'ya çıkarılıncaya kadar inspire edilen konsantrasyonun artırılmasıyla sağlandı. EKG, kalp hızı ve kan basınçları anestezi indüksiyonundan hemen önce, end-tidal konsantrasyon kararlı duruma ulaştıktan 1 ve 3 dk. sonra, veküronyum uygulanmasından 1 ve 3 dk. sonra ve entübasyondan 1 ve 3 dakika sonra kaydedildi. Çalışmaya aldığımız tüm olgularda istirahatta QTc ve QTc dispersiyonu normal değerlerde idi. Anestezik ajanların hepsi QTc dispersiyonunu indüksiyon öncesi değerlere göre belirgin olarak uzattı. Sevofluran ve izofluran QTc intervalini indüksiyon öncesi değerlere göre uzatırken, halotanın QTc intervali üzerine anlamlı bir etkisi görülmedi. Sonuç olarak, anestezik ajanlar QTc dispersiyonunu artırarak miyokardiyal repolarizasyon anormalliğine sebep olurlar. QTc dispersiyonunun artması anestezi alan ve kardiyovasküler hastalığı olmayan kişilerde görülen aritmilerin etyolojisinde rol alabilir.Article Antikoagülan Almayan Sol Ventrikül Sistolik Fonksiyon Bozukluğu Olan ve Olmayan Kronik Nonvalvüler Atriyal Fibrilasyonlu Hastalarda Sol Atriyal Trombüs Sıklığı(2000) Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Erkoç, Reha; Bilge, MehmetSunulan çalışma, antikoagülan almayan sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvalvüler atriyal fibrilasyon (AF)'lu olgularda transözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile sol atriyum (SA)'da trombüs ve spontan eko kontrast (SEK) sıklığını belirlemek için planlandı. Ayrıca bu çalışmada, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvalvüler AF'da sol atriyal apendiks (SAA) fonksiyonu da değerlendirilmiştir. Grup I normal sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%62±6) 53 olgudan, grup II bozuk sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%40±5) 47 olgudan oluşmakta idi. TÖE ile SA trombüsü grup I'de 6 (%11), grup II'de 17 (%36) olguda saptandı. Gruplar arasında anlamlı farklılık vardı (p<0.01). Sol atriyal SEK sırasıyla grup I'de 20 (%38), grup II'de 27 (%57) olguda gözlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak farklılık vardı (p<0.05). SAA boşalma hızı, grup I'e göre grup II'de daha düşükdü (23(6 cm/s'ye karşılık 20(4 cm/s; p<0.01). SAA maksimal alanı, grup I ile karşılaştırıldığında grup II'de anlamlı derecede daha büyük idi (7.7±2.5'e karşılık 8.9±2 cm2, p<0.01). Sonuç olarak, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan kronik nonvalvüler AF'lu hastalarda sol atriyal trombüs oluşumunun daha sık, SAA fonksiyonunun daha bozuk olduğu ve böyle olgularda antikoagülan tedavinin öncelikli olarak düşünülmesi gerektiği kanısına vardık.Other Egzersizle Oluşan Qrs Eksen Değişiminin Önemi(1998) Sırmacı, Necati; Bilge, Mehmet; Güler, Niyazi; Eryonucu, Beyhan; Koldas, Zehra LaleBu çalışmada amaç tredmil egzersiz testi (TET)'nde egzersizle oluşan QRS eksen değişiklikleri ve patolojik ST depresyonları ile anjiyografik olarak saptanan koroner arter darlığının lokalizasyonu arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Çalışma kapsamına TET'i pozitif olarak değerlendirilen ve tek damarda kritik lezyonu olan 35 koroner hastası ile TET'i normal olan 10 sağlıklı olgu alındı. Tek damar hastaları lezyon lokalizasy onlarına göre üç gruba ayrıldı (LDA, CX, RCA). Tek damar hastalarında egzersiz ile oluşan ST depresyonları ve QRS eksen değişiklikleri ve sorumlu damarla olan ilişkisi değerlendirildi. Egzersiz ile oluşan ST depresyonlarının görüldüğü derivasyonlar açısından karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Koroner arter hastalarında oluşan eksen değişiklikleri, damar tutulumlarına göre ayrı ayrı kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). Sol eksen sapması ($\\geq$10$\\circ$) sadece sol ön inen arter lezyonu olan hastalarda görüldü ve sağ koroner, sirkumfleks arter ve kontrol grubuyla karşılaştırıldığında anlamlı farklılık saptandı (p<0.05). Egzersizle oluşan sol eksen sapmasının sol ön inen arter lezyonunu göstermede duyarlılığı %45, özgüllüğü %100 olarak bulundu. Koroner arter darlığının lokalizasyonunun saptanmasında egzersizle oluşan ST depresyonunun iyi bir belirleyici olmadığı ancak egzersizin neden olduğu sol eksen sapmasının sol ön arter lezyonu olan hastalarda oldukça özgül bir belirleyici olduğu sonucuna varıldı.Other Esansiyel Hipertansiyonlu Hastalarda Egzersiz ile Kalp Hızı Değişkenliği Parametrelerinde Oluşan Değişiklikler(2000) Güler, Niyazi; Bilge, Mehmet; Eryonucu, BeyhanTürk Kardiyoloji Derneği'nin Onur Üyesi, San Francisco'da yerleşik Gladstone Enstitüleri'nin başkanı ve Gladstone Kardiyovasküler Enstitüsü'nün direktörü olan Prof. Robert W. Mahley, A.B.D.'nin Ulusal Bilimler Akademisi'ne ilkbaharda seçildi. Akademiye seçilme, bir Amerikan bilim adamı için araştırmada seçkin ve sürekli başarılarının tanınmasını ifade ettiği gibi, mazhar olunabilecek en üstün onurlardan sayılır .Bu onura, kalp hastalığı ve kolesterol metabolizması alanlarında uluslararası eksper olarak ün yapmış olan Dr. Mahley, apolipoprotein (apo) E üzerindeki temel çalışmaları nedeniyle nail oldu. Araştırmalarını son 20 yılda apoE'nin yapısını ve işlevini belirlemeğe odaklayan Dr. Mahley, besinde yağ ve kolesterolün yol açtığı ve aterosklerozu hızlandıran kritik plazma lipoprotein değişikliklerini tanımladı ve apoE, apoB ile düşük yoğunluklu lipoprotein reseptörleri arasındaki moleküler etkileşimi tarif etti. Araştırmaları, apoE'nin sinir sistemi üzerindeki rolünü anlamaya da önemli katkıda bulundu. Yüzotuzyedi yıllık Akademi, Federal Amerikan hükumetine bilim ve teknoloji alanlarında resmi bir danışman olarak hizmet görmektedir . Profesör Mahley, bu üstün bilim adamlığının yanısıra, ülkemizde Türk halkının düşük HDL-kolesterol düzeylerine sahip olduğunu ilk defa gösterip Türk Kalp Çalışması olarak bilinen araştırmaları ve de hekimlerimizin dislipidemi ve tedavisi konusunda 11 senedir yürüttüğü eğitim programları nedeniyle, Demeğimizin Onur Üyeliğini 3 yıl önce kazanmıştı. Ülkemizi çok seven Mahley'i üyelerimiz adına içten kutlarız. Kalp Sağlığı ve Kardiyoloji Eğitimine iıişkin Rapor Hazırlığı Son Safhasında TKD Yönetim Kurulu'nun girişimiyle bir yıldır hazırlanmakta olan Ülkemizde Kalp Sağlığı ve Kardiyoloi Eğitimine İlişkin Durum, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Raporu halen dar anlamdaki redaksiyon kurulunun rötuşları aşamasında bulunmaktadır. Yazarlar kurulu ile Dernek yönetim kurulundan onayın yaz sonunda alınması beklenen Rapor'un Ekim ayına kadar yayınlanıp kamuoyuna ve yetkili kuruluşlara sunulması hedeflenmektedir.Other Hipertansif Olgularda Fiziksel Egzersiz Sonucu Oluşan Kilo Kaybının Kan Basıncı Üzerine Etkisi(2000) Bilge, Mehmet; Eryonucu, Beyhan; Güntekin, Ünal; Demiralp, Levent; Güler, NiyaziEgzersiz ile ilgili çalışmalar hafif, orta ve ciddi hipertansiyonu olanlarda orta yoğunlukta uzun süreli aerobik egzersizin kan basıncı düzeyini azalttığını göstermiştir. Bununla birlikte, kan basıncındaki azalmanın artmış fizik aktiviteye mi, kilo kaybına mı veya her ikisine mi bağlı olduğu kesinlik kazanmamıştır. Bu çalışmada hipertansif kişilerde artmış fizik egzersiz ile oluşan kilo kaybının kan basıncı düzeyine etkisinin araştırılması planlandı. Bunu saptamak için, aşırı kilolu veya obez evre I-III esansiyel hipertansiyonlu 33 hasta 7 hafta boyunca orta yoğunlukta egzersiz programına tabi tutuldu. Haftanın 3 günü 45-60 dk süre ile maksimal kalp hızının (220-yaş) %60-85'ine çıkan yoğunlukta orta dereceli egzersiz programı uygulandı. Yedi haftalık egzersiz programından sonra olgular kilo kaybı olanlar (n=13) ve olmayanlar (n=20) olarak iki gruba ayrıldı. Yedi haftalık egzersiz programı sonrasında sistolik kan basıncında grup I (167±19 mmHg'dan 146±8 mmHg'ya, P<0.001) ve grup II'de (173±14 mmHg'dan 165±21 mmHg'ya, P<0.01) anlamlı olarak azalma gözlendi. Benzer şekilde diyastolik kan basıncında da grup I (116±8 mmHg'dan 93±11 mmHg'ya, P<0.001) ve grup II'de (114±12 mmHg'dan 104±13 mmHg'ya, p<0.01) anlamlı olarak azalma bulundu. Başlangıç değerlerden 7. haftaya kadar olan değişim karşılaştırıldığında sistolik ve diyastolik kan basınçları yönünden gruplar arasında anlamlı fark tespit edildi (p<0.001). Ayrıca, 7 hafta sonrasında, istatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte kan basınçlarının normal sınırlara inmesi grup I' de (5/13 (39%)) grup II' den (5/20 (25%) daha fazla bulundu (p=0.4). Sonuç olarak, orta derecede egzersiz ile oluşan %7-10 kilo kaybı, kan basınçlarının azalmasında egzersizin yaptığı olumlu etkiyi arttırmaktadır.Article Hipertansiyonlu Hastalardaki Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin Brakiyal Arter Doppler Trasesinde Görülen Geç Sistolik Dalga ile İlişkisi(1999) Aslan, Halil; Bilge, Mehmet; Eryonucu, Beyhan; Güler, NiyaziBrakiyal arter Doppler çalışmasında arteryel katılığın artmasına bağlı olarak arteriyel dalga yankılanımlarının daha erken oluşması ile geç sistolik dalga oluşabilmektedir. Bu çalışmada kardiyovasküler risk faktörleri olan hipertansiyon, diyabet, cinsiyet, yaş, hiperlipidemi ve sigara içimiyle geç sistolik dalganın görülmesi arasındaki ilişkiyi araştırmak istedik. Elli altı hipertansiyonlu hastada brakiyal arterin kan akım hızı ve profili B-mod ultrason eşliğinde nabızlı Doopler tekniği ile incelendi. Brakiyal arter dupleks Doopler sonografik çalışmasında hipertansiyonlu olguların 23'ünde (% 38.6) geç sistolik dalga gözlendi. B-mod görüntülerde brakiyal arter boyunca önemli bir darlık yoktu. Hiperlipidemi (P<0.05), sigara içimi (P<0.05), diyabetes mellitus (P<0.05) ve ileri yaş (P<0.05) hipertansif olgularda geç sistolik dalganın görülmesinde bağımsız risk farktörleri olarak bulundu. Sonuç olarak belirli kardiyovasküler risk faktörleri ile oluşan arteryel sistem katılığı bölgesel dalga yankılanımlarını etkileyerek periferik arterlerde Doppler bulgularını değiştirebilmektedir.Article Kliniğimizde Kardiyak Kateterizasyon Uygulanan Hastaların Bir Yıllık Sonuçları(2004) Karaca, Derya; Gümrükcüoğlu, Hasan Ali; Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Tuncer, Mustafa; Aslan, SukruAmaç: Koroner hastalıkların tanı ve tedavisinde kardiyak kateterizasyon işlemi son yıllarda önemli bir yer tutmaktadır. Çalışmamızın amacı kliniğimizde kardiyak kateterizasyon uygulanan hastaların bir yıllık istatistiksel verilerini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Koroner arter hastalık tanısı alan ve şüphelenilen hastalara kateter laboratuarımızda seldinger yöntemi ile sağ femoral arterden kateterizasyon yapıldı. Bulgular: Mart 2003 ile Mart 2004 tarihleri arasında kateter laboratuarımızda yaş ortalaması 56.11 olan 105’i kadın, 240’ı erkek olmak üzere 345 hastaya 434 kardiyak kateterizasyon işlemi yapıldı. Bunlardan 337 hastaya koroner anjiyografi yapıldı. Hastaların %8.2’i normal idi, %4.7 sinde kritik olmayan koroner arter hastalığı %19.9’unda tek damar, %20.1’inde iki damar, %29.1’inde üç damar hastalığı saptandı. Bir yıllık süre içinde 35 balon anjiyoplasti ve 34 adet stent işlemi gerçekleştirildi. 70 (%20,6) hastaya cerrahi tedavi önerildi. 9 hastaya renal, 9 hastayada periferik anjiografi yapıldı. Majör komplikasyon gelişmedi. 12 hastamızda morbitide ve mortaliteyi etkilemeyen minör komplikasyonlar gelişti. Sonuç: Tüm dünya ve ülkemizde olduğu gibi kliniğimizde de kardiyak kateterizasyon teknikleri koroner arter hastalığının teşhis ve tedavisinde önemli yer teşkil etmektedirArticle Kliniğimizde Kardiyak Kateterizasyon Uygulanan Hastalıkların Üç Yıllık Sonuçlarının İstatistiksel Analizi(2006) Şimşek, Hakkı; Güler, Niyazi; Şahin, Musa; Tuncer, Mustafa; Akyol, Aytaç; Gümrükcüoğlu, Hasan Ali; Eryoncu, BeyhanAmaç: Koroner arter hastalıkların tanı ve tedavisinde kardiyak kateterizasyonu, perkütan koroner arter girişimi (balon ve stent) işlemleri son yıllarda klinik pratikte artan sayıda uygulanmaktadır. Çalışmamızın amacı kliniğimizde kardiyak kateterizasyon uygulanan hastaların üç yıllık sonuçlarının istatistiksel analizini yapmaktır. Gereç ve yöntem: Koroner arter hastalık tanısı konan ve/veya şüphelenilen hastalara kateter laboratuarımızda seldinger yöntemi ile kateterizasyon yapıldı. Bulgular: Nisan 2003 ile Mart 2006 tarihleri arasında kateter laboratuarımızda 437'si kadın, 769'u erkek olmak üzere toplam 1206 hastaya kateterizasyon işlemi yapıldı. 8 hastaya geçici pace-maker işlemi uygulandı. Koroner anjiografi yapılan hastaların 316'sının (%26,2) koroner arterleri normal olarak değerlendirildi. Hastalarımızın 890 tanesinde (%73,8) koroner arter hastalığı mevcuttu. Koroner arter hastalığı tespit edilen olguların % 80,3'unda ise kritik koroner arter hastalığı tespit edildi. Kateter laboratuarının açıldığı üç yıllık süre içinde, 231 hastaya koroner girişim önerildi, 186 hastaya girişim uygulandı. 193 (%16) hastaya koroner cerrahi, 28 (%2,3) hastaya kapak cerrahisi önerildi. 21 hastaya renal, 27 hastaya periferik anjiografi ve 15 hastaya da sağ kalp kateterizasyonu yapıldı. Majör komplikasyon gelişmedi. 32 hastamızda morbitide ve mortaliteyi etkilemeyen minör komplikasyonlar gelişti. Sonuç: Tüm dünya ve ülkemizde olduğu gibi kliniğimizde de kardiyak kateterizasyonu, perkütan koroner arter girişimi işlemleri koroner arter hastalığının teşhis ve tedavisinde önemli yer teşkil etmektedir.Other Koroner Arter Hastalığında Efor Testi ile Lenfosit Alt Gruplarında Oluşan Değişiklikler(2000) Gunes, Ahmet; Bilge, Mehmet; Eryonucu, Beyhan; Öner, Ahmet Faik; Güler, Niyazi; Erkoç, RehaAMAÇ: T lenfositler hücresel bağışıklıktan sorumlu olup, antijen spesifik antikor cevabının oluşmasında esas hücrelerdir. Periferde dolaşan T lenfositlerin %60'ı CD4+ (T-helper), %30'u CD8+ (T-supressor) hücrelerdir. Stres, yorgunluk ve kortikosteroidler bunların aktivitesini olumsuz yönde etkilerken egzersiz ve bazı viral enfeksiyonlar bu hücrelerin aktivitesini artırmaktadır. Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ile oluşturulan iskemi esnasında lenfosit alt gruplarının incelenmesinde CD4 ve CD8 seviyelerinde değişiklik olduğu gösterilmiştir. Bu çalısına, koroner arter hastalığı (KAH) olanlarda, egzersiz ile lenfosit alt gruplarında oluşan değişiklikleri araştırmak amacıyla yapıldı. YÖNTEM: Çalışmaya koroner anjiografilerinde majör koroner arterlerin en az birinde %50 ve üzerinde darlık bulunan ve yaş ortalaması 56±6 yıl olan I4'ü kadın 31 olgu alındı. Kontrol grubunu ise koroner anjiografi endikasyonu olmadığı kanısına varılan, yaş ortalaması 50±9 yıl olan. treadmil testi negatif 5 'i kadın 10 olgu oluşturdu. Lenfosit alt grupları egzersiz öncesi ile hemen sonrasında ve testten 24 saat sonra tespit edildi. BULGULAR: Her iki grupta da lökosit ve lenfosit sayısında egzersiz öncesine göre anlamlı bir yükselme olup 24 saat sonra bu değerlerde bazal değerlere dönüş saptandı. Hasta grubunda, CD4+ T-lenfosit sayısında egzersiz hemen sonrasında istatiksel olarak anlamlı değişiklik olmamakla birlikte 24 saat sonrasında anlamlı artış gözlendi (P<0.05). CD8 T lenfosit düzeyleri kontrol grubunda istatiksel olarak anlamlı düzeyde yükselmezken KAH olanlarda egzersiz hemen sonrasında öncesine göre anlamlı artış (%31±10 'a %39±11. P<0.01) saptandı. SONUÇ: Sonuç olarak, KAH olanlarda fizik egzersiz ile CD8+ T lenfosit alt grubunda artış olmuştur. Bu KAH' lı hastalarda immün fonksiyondaki değişikliğe ve iskemik sendromların immün sistem aracılığıyla oluşan inflamatuar yapısına bağlanabilir. Lenfosit alt grup analizinin egzersiz testindeki yerinin belirlenmesi için daha ileri çalışmalara gereksinim vardır.Other Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Akut Atağın Tedavisinin Qtc Dispersiyonuna Etkisi(1998) Ceylan, Erkan; Bilge, Mehmet; Uzun, Kürşat; Güler, Niyazi; Eryonucu, BeyhanÖZET AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) akut atağıyla gelen hastalarda kardiyak aritmiler çok sık görülmektedir. Yüzeyel EKG'de derivasyonlar arası en uzun fark olan QTc dispersiyonu ise ventrikül aritmi riskini değerlendirmede önerilmektedir. Bu çalışmada KOAH'lı hastalarda akut atağın ve tedavisinin QTc dispersiyonu üzerine olan etkileri incelendi. YÖNTEM: KOAH akut atakla gelen 27 hastada tedavi öncesi ve sonrası alınan QTc dispersiyon değerleri 25 sağlıklı bireyle karşılaştırıldı. BULGULAR: KOAH akut atakla gelen 27 hasta kontrol grubuyla karşılaştırıldığında QTc dispersiyonu anlamlı olarak daha yüksekti (68±11 ms vs 31±9 ms; P<0.001). Üstelik 48-72 saat tedavi sonrası KOAH'lı hastaların QTc dispersiyonunda anlamlı bir azalma görüldü. SONUÇ: QTc dispersiyonun artması olarak yansıyan repolarizasyon anormalitesi KOAH akut atak geçirenlerde ortaya çıkmıştır. QTc dispersiyonun artması KOAH akut atak geçiren hastalarda görülen aritmilerin açıklanmasında önemli olabilir.Article Metoprolol ve Diltiazemin Mitral Darlıklı Olgularda P Dalga Dispersiyonuna Etkisi(2003) Eryonucu, Beyhan; Gunes, Ahmet; Güler, Niyazi; Demirbag, Recep; Sinci, AyhanAtriyum büyümesi ve kalp debisinin azalmasına bağlı artmış sempatik aktivite sonucu mitral darlığında P dispersiyonu (P dis) artmaktadır. P diş artması ile atriyal jibrilasyon gelişimi arasında yakın bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada ise mitral darlıklı olgularda P dis maksimum P dalga süresi (P max) ve minimum P dalga süresi (P min) üzerine metoprolol ve diltiazemin etkisi araştırıldı. Metoıl: Mitral darlıklı 84 olgu metoprolol grubu 44 hasta (36 sı kadın, yaş ortalaması 38+12 yıl) ve diltiazem grubu 40 lias ta (35 kadın, yaş ortalaması 40±9 yıl) olarak iki gruba randomize edildi. Tedavi öncesi ve sonrası transtorasik ekokardiyorafik inceleme ile sol atriyum boyutu, sol ventrikül çapları, mitral kapağa ait zirve ve ortalama gradiyentler mitral kapak alanı ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonları hesaplandı. Elektrokardiyografilerde tedavi öncesi ve sonrasında P dalga süreleri büyüteç yardımıyla ölçüldü. Bulgular: Her iki grubun başlangıç ekokardiyografik değerleri ile P max. P min ve P dis değerleri arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). Bir aylık metoprolol tedavisi ile P max. Pmin ve P dis ile transmitral ortalama gradiyentte (TMOG) belirgin azalma gözlendi (p<0.01). Diltiazem grubunda ise P max. P dis ve TMOG değerlerinde anlamlı azalma görülürken P min değerinde anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). İki grup karşılaştırıldığında ise metoprolol grubunda P max ve P dis ile TMOG de anlamlı derecede azalma saptandı (pOther Perindopril ve Amlodipinin Esansiyel Hipertansiyonlu Hastaların Brakiyal Arter Nabız Dalga Hızlarına Etkisi(1999) Eryonucu, Beyhan; İpeksoy, Ümit; Bilge, Mehmet; Güler, NiyaziHipertansiyonda periferik arterlerde DDS yöntemi ile kaydedilen nabız dalga hızlarında değişikliklerin olduğu bilinmektedir. Bu çalışma esansiyel hipertansiyonda perindopril ve amlodipin tedavisinin brakiyal arterden kaydedilen nabız dalga hızlarına olan etkisini araştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmaya tedavi görmeyen 32 hipertansiyonlu hasta ile kontrol grubunu oluşturan yaş ve cinsiyet uyumlu 11 olgu alındı. Brakiyal arterin kan akım hızı ve profili B-mod ultrason eşliğinde nabızlı Doppler sonografi tekniği ile incelendi. Hipertansif hastalar iki gruba ayrılarak on beş gün süren amlodipin 5 mg veya perindopril 4 mg tedavisinden sonra yeniden değerlendirildiler. Hipertansiyonlu olguların zirve sistolik akım hızı (71±18 cm/sn) kontrol grubuna (45±16 cm/sn) göre daha yüksek bulundu (P<0.001). Antihipertansif tedavi sonrasında her iki hasta grubunun kan basınçlarında anlamlı azalma gözlendi (P<0.001). Perindopril ile tedavi sonrasında zirve sistolik akım hızında anlamlı azalma (73±19ms'den 58±14ms'ye, P<0.05), sistolik akım süresinde ise anlamlı uzama (269±18ms'den 291±17ms'ye, P<0.05) saptandı. Yine amlodipin ile tedavi sonrasında pik sistolik akım hızında anlamlı azalma (68±15ms'den 55±13ms'ye, P<0.05), sistolik akım süresinde ise anlamlı uzama (266±17ms'den 288±18ms'ye, P<0.01) saptandı. Sonuç olarak; hipertansiyonlu olguların brakiyal arter Doppler traselerinde pik sistolik akım hızı daha yüksek iken sistolik akım süresinde değişiklik gözlenmedi. Hem amlodipin hemde perindopril tedavisi ile pik sistolik hızda bir azalma ve sistolik akım süresinde ise uzama saptandı. Antihipertansif tedavi ile oluşan akım hızlarındaki değişikliklerin tam mekanizmasının aydınlatılabilmesi için daha ileri çalışmalar gerekmektedir.Other Sağ Atriyum ve Sağ Ventrikül İnfarktının Değerlendirilmesinde Transözofajiyal Ekokardiyografinin Yeri(1998) Narin, Ahmet; Güler, Niyazi; Aksoy, Mehmet Suat; Tezel, Tuna; Bilge, MehmetÖZET Çalışmamızda sağ ventrikül infarktı (SAVI) ve sıklığı belli olmayan sağ atriyum infarktı (SAİ) tanısında transözofajiyal ekokardiyografınin (TÖE) değerim araştırdık Çalışmaya, akut inferiyor miyokard infarktüsü tanısıyla koroner yoğun bakım ünitesine yatırılan ve V4R 'de >1 mm ST segment yükselmesine göre sağ ventrikül (SA V) y ayılımı düşünülen olgular alındı. 1 1 olgunun tümü erkek ve yaş ortalaması 52. 8±7 idi. Olguların tümüne sağ kalp kateterizasyonu uygulandı. Ölen biri dışındakilere koroner anjiyografı yapıldı. H emo dinamik parametreler normale döndükten sonra (ortalama 8 gün) aynı günde transtorasik ekokardiyografi (TTE) ve TÖE uygulandı. SA V; anteriyor, posteriyor ve lateral duvar olarak üçe bölündü, bunların akinezi veya hipokinezisi SA Vİ olarak değerlendirildi. Sekonder bulgu olarak SA V genişlemesi, triküspit yetersizliği (TY) ve mural trombus alındı. SAİ; sağ atriyum (SA) duvar akinezisi ve kavite genişlemesiyle tanındı. Heınodinamide ortalama SA basıncı 9.9 ± 2.9 mmHg, pulmoner kopiller uç basıncı 10.2 ± 2.2 mmHg, sistolik kan basıncı 91.3 ± 12 mmHg ölçüldü. Anjiyografı yapılanların tümünde sağ koroner arter lezyonu görüldü. Sinüs nodu arteri veya sirkumjleks arterinin atriyal dalı yalnız birinde görüntülenemedi. TTE incelemesinde olguların 5 'inde (%45) SA V duvar hareket bozukluğu ve SA V genişlemesi, 4'ünde (%34) TY, birinde (%9) SA genişlemesi görüldü. TÖE' de ise tüm olgularda (%100) SAV duvar hareket bozukluğu, 5 'inde (%45) SAV genişlemesi, 6' da (%54) TY, birinde (%9) SAV 'de apikal trombus, birinde (%9) SA genişlemesi ve duvar akinezisi saptandı. SA Vİ'nı tanımada TÖE, TTE'ye göre daha duyarlı bulundu (p<0.05). TÖE 'nin sol ventriküler infarktüsün SAV ve veya SA! a y ay ılımını belirlemek için önemli bir teknik olduğu sonucuna vardık.Other Sigara İçiminin Kalp Hızı Değişkenliğine Akut Etkisi(1999) Bilge, Mehmet; Uzun, Kürşat; Güler, Niyazi; Eryonucu, BeyhanAMAÇ: Kalp hızı değişkenliğinin güç spektrum analiz yöntemi ile gösterilmesi, kalbin otonom sinir sistemi aktivitesinin değerlendirilmesinde sık olarak kullanılan noninvaziv bir tekniktir. Çalışmamızın amacı sigara içiminin kalbin otonom aktivitesine olan akut etkisinin kalp hızı değişkenliği parametrelerinden düşük frekanslı (LF) ve yüksek frekanslı (HF) dağılım bantları kullanılarak gösterilmesidir. YÖNTEM: Çalışmaya 10 sağlıklı erkek olguya ait 16 sigara içme dönemi alınmış ve bulgular güç spektrum analiz yöntemi ile değerlendirmiştir. BULGULAR: Kalp hızı sigara içimini takiben artmış onüçüncü dakikadan sonra sigara öncesi döneme dönmüştür ve bu artış en fazla %11 olmuştur. Sigara içiminden sonraki ilk 5 dakika içindeki bulgular sigara öncesi 5 dakikalık dönemle karşılaştırıldığında; kalp hızı. LF, LF/HF oranı ve LF/HF değişim oranında anlamlı artma (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.05, p<0.01), HF de ise azalma (p>0.05) saptanmıştır. Sigara içimini takiben ilk 5 dakikalık dönem, sonraki 6-10 ve 11-15 dakikalık dönemlerle karşılaştırıldığında; LF anlamlı olarak yüksek (p<0.05 ve p<0.0l, sırasıyla), HF anlamlı olarak düşük (p<0.05 her iki dönem için), LF/HF oranı ve LF/HF değişim oranı anlamlı olarak yüksek (p<0.05 her iki dönem için) saptanmıştır. SONUÇ: Kalp hızı değişkenliğinin güç spektrum analiz yöntemi ile araştırılması ile sigara içimini takiben akut ve geçici olarak kalbin sempatik aktivitesinde artış vagal kontrolünde ise azalma olduğu gösterilmiştir.Article Sildenafil Sitratın İzole Sıçan Aortası Üzerine Etkileri: Karşılaştırmalı İn Vitro Çalışma(2001) Aydın, Sabahattin; Özbek, Hanefi; Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Bilge, Mehmet EminAmaç: Bir cGMP spesifik fosfodiesteraz tip 5 inhibitörü olan sidenafil sitrat, günümüzde erektil fonksiyon bozukluğunun oral tedavisinde kullanılmaktadır. Çalışmamızın amacı sildenafilin vasküler doku üzerindeki etkilerini araştırmak ve sodyum nitroprussid ve asetil kolin gibi bilinen vazodilatatör maddelerin etkisi ile karşılaştırmaktır. Yöntem: Sıçan torasik aortası halka şeklinde kesilerek 37 şC'ye ayarlanmış Krebs solüsyonu içindeki askıya asıldı. Bir poligrafa bağlı güç başlıklı transduserler yardımıyla izometrik cevaplar kaydedildi. Artan konsantrasyonlarda asetil kolin, sodyum nitroprussid ve sildenafil uygulanarak tedrici relaksasyonlar elde edildi. Bulgular: Sıçan aorta striplerinde ajanların hepsi ile doz bağımlı relaksasyonlar oluştu. Fenilefrinin oluşturduğu kontraksiyon üzerine sildenafil sitrat, asetil kolin ve sodyum nitroprusside ait gevşeme cevapları sıralandığında sodyum nitroprussid>sildanfil>asetil kolin şeklinde idi. Sonuç: Regülatör mekanizmalar olmadığında sildenafil sitratın in vitro belirgin vazodilatatör etkisi vardır.Other Sol Ventrikül Sistolik Fonksiyon Bozukluğu Olan Sinüs Ritmindeki Hastalarda Sol Ventrikül Doluş Örneğinin Sol Atriyal Apendiks Fonksiyonuyla ve Sol Atriyal Trombüs Oluşumu ile İlişkisi(2000) Güler, Niyazi; Eryonucu, Beyhan; Bilge, MehmetTransözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile 3 farklı tipde sol ventrikül (SV) Doppler doluş örneği gösteren SV sistolik fonksiyon bozukluğu olan hastalarda, SV doluş örneğinin sol atriyal apendiks (SAA) fonksiyonuyla beraber sol atriyal (SA) spontan eko kontrast (SEK) ve trombüsle ilişkisini araştırdık. Sinüs ritimli, SV sistolik fonksiyon bozukluğu olan 44 hasta çalışmaya alındı ve SV doluş örneğine göre 3 alt gruba ayrıldı: Grup I; gecikmiş relaksasyon (mitral E dalga hızı/A dalga hızı<1, n=16), grup II; psödonormal doluş (1< E/A<2, n=12) ve grup III; restriktif doluş örneği (E/A>2, n=16) gösterenler. Kontrol grubu olarak yapısal kalp hastalığı olmayan 11 olgu alındı. Hasta gruplarının kontrol grubuna göre daha düşük SV ejeksiyon fraksiyonu vardı ve en düşük grup III'de idi (kontrollere göre her bir karşılaştırma için p<0.001). SAA boşalma hızları, kontrol ve grup I'de farklılık göstermedi (72±4 cm/sn, 61±20 cm/sn). Kontrollere göre grup II ve III'de düşüktü (sırasıyla 44±14 cm/sn, 35±14 cm/sn; p<0.01, p<0.001), ancak grup II ve III arasında farklılık yoktu. SAA maksimal alanı, kontrol grubuna göre (4±0.7 cm2) grup II (5.4±1 cm2) ve III'de (6.3±1.5 cm2) daha büyüktü (p<0.05, p<0.001). Kontroller ile grup I ve grup II ile III arasında anlamlı farklılık yoktu. TÖE ile SA trombüs sırasıyla grup I'de iki, grup II'de üç ve grup III'de beş hastada saptandı. Kontrol ve hasta grupları arasında anlamlı farklılık yoktu. TÖE ile SA SEK sırasıyla grup I'de beş, grup II'de sekiz ve grup III'de 13 hastada saptandı. Kontrol ve hasta grupları arasında belirgin farklılık vardı (p<0.001). Sonuç olarak, restriktif ve psödonormal doluş örneği gösteren SV sistolik fonksiyon bozukluğu olanlarda SAA fonksiyonu azalmış bulundu. SV doluş örneğine göre alt gruplar arasında SA trombüs dağılımında farklılık olmamasına rağmen SA SEK dağılımı farklı bulundu. Sonuçlarımız, SA basınç artışların SAA fonksiyonunu azaltabileceği düşüncesini desteklemektedir.Other Sol Ventrikül Sistolik Fonksiyonunun Göreceli Olarak Korunduğu Kronik Nonvalvüler Atriyal Fibrilasyonlu Hastalarda Dobutaminin Sol Atriyal Apendiks Boşalma Hızına Etkisi(2000) Uygan, İsmail; Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Bilge, MehmetAMAÇ: Sunulan çalışmanın amacı, transözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile sol ventrikül sistolik fonksiyonunun göreceli olarak korunduğu kronik nonvalvüler atriyal fıbrilasyon (AF) 'lu olgularda dobutaminin sol atriyal apendiks (SAA) boşalma hızı üzerine etkisini incelemek idi. YÖNTEM: Çalışma grubu kronik nonvalvüler AF'lu 21 olgudan (yaş ortalaması 51±7 yıl [yaş aralığı 37-62 yıl], 11 erkek. 10 kadın) oluşmuş idi. TÖE probunun yutturulmasından sonra temel kalp hızı ve ekokardiyografik görüntüler video teybe kaydedildi, daha sonra intravenöz yoldan 2.5 µgr/kg/dk hızında dobutamin infüzyona başlandı. Üçer dakika ara ile dobutamin dozu 5, 7.5 ve 10 µgr/kg/dk olacak şekilde artırıldı. İnfüzyon süresince transözofajiyal Doppler ve 2-D görüntü kayıtlan yapıldı. BULGULAR: Maksimal dobutamin infüzyonu sırasında SAA boşalma hızı anlamlı (p<0.001) olarak arttı (19± 3 cm/sn'den 27-x 2 cm/sn 'ye). İnfüzyon öncesi ile karşılaştırıldığında maksimal dobutamin infüzyonu sırasında sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu arttı (%56±3 'den %59±4 'e: p<0.001). Dobutamin ile kalp hızında anlamlı artışlar oldu (77± 5 dk'dan 94± 6 dk'ya; p<0.001). Dobutamin infüzyonu öncesinde sol atriyal spontan eko kontrast (SEK) 12 olguda saptandı. Dobutamin infüzyonu ile sadece 2 olguda apendiks içerisinde SEK şiddetinde azalma saptandı. SONUÇ: Sonuç olarak, sol ventrikül sistolik fonksiyonunun göreceli olarak korunduğu kronik nonvalvüler AF'lu olgularda ß adrenerjik reseptör agonisti olan dobutaminin SAA boşalma hızını artırdığı kanısına vardık.Article Spontaneus Coronary Artery Disection Resulted From Heavy Stres and Severe(2010) Şimşek, Hakkı; Eryonucu, Beyhan; Güler, Niyazi; Tuncer, Mustafa; Gümrükcüoğlu, Hasan AliSpontan koroner arter diseksiyonu (SKAD) aterosklerotik koroner arter hastalığı bulunan hastalar arasında nadir olarak görülür. Bu vakaların % 80 i koroner arter hastalığı için ilave riske sahip değildir ve oral kontraseptiv kullanan kadınlarda ve peripartum dönemde, müşahade edilir. Bu vaka akut miyokard iskemisini düşündüren semptomları bulunan ve bir erkek (koroner arter hastalığı klasik riski olmaksızın, ağır stres ve sigara içicisi olan) hastada spontan koroner arter diseksiyonu tanısı almış ilk vakalardan biri olarak kabul edildi.Article Tedavi Almamış Esansiyel Hipertansiyonlu Hastalarda Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonu ile Gt Dispersiyonu Arasındaki İlişki(2009) Eryonucu, Beyhan; Şimşek, Hakkı; Güler, Niyazi; Tuncer, Mustafa; Gümrükcüoğlu, Hasan AliHipertansiyona bağlı sol ventrikül ipertrofisinde (SVH) tehlikeli ventriküler aritmi ıklığının arttığı bilinmektedir. SVH ile noninvaziv ritmi göstergelerinden biri olan Qt dispersiyonu QtD) arasında yakın ilişki olduğu birçok çalışmaa gösterilmiştir. Hipertansiyona sekonder gelişen ol ventrikül diyastolik disfonksiyonu (SVDD) ile tD arasındaki ilişki tam olarak bilinmemektedir. u çalışmada, yeni tanı almış SVH olmayan esaniyel hipertansiyonlu hastalarda SVDD ile QtD rasında ilişki olup olmadığı araştırıldı.Çalışmaya hastanemiz kardiyoloji polikliniğine eşitli yakınmalarla başvuran ve yeni esansiyel ipertansiyon tanısı konulan, daha önce tedavi lmamış 50 hipertansiyon hastası alındı. Hastaarın tümüne istirahatta 12 derivasyonlu yüzeyel lektrokardiyografileri çekilerek QTc maximum, tc minimum ve Qtc disperiyonu değerleri hesapandı. Hastalara transtorasik ekokardiyografi apılarak konvansiyonel diastolik disfonksiyonu arametreleri (E ve A dalgası, E/A oranı, Dt, IVRT) lçüldü. Hastalar SVDD olan 22 hasta (yaş ortalaması 54.26±11.24 yıl, 9 kadın, 13 erkek) ve olmayan 8 (yaş ortalaması 47.59±9.85 yıl, 18 kadın, 10 rkek) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Diastolik disfonksiyon olan grupta olmayan gruba göre E dalgası (0.59±0.09 m/sn karşı 0.80±0.15 m/sn p< 0.0001) ve E/A oranı (0.73±0.13 karşı 0.78±0.16, p< 0.0001) daha küçük, IVRT (124.09±7.34 m/sn karşı 94.09±12.59 m/sn, p< 0.0001) ve Dt (288.63±29.96 m/sn karşı 94.09 12.59 m/sn, p < 0.0001) daha uzun olarak saptandı. Qtc max (430.00±34.64 msn karşı, 440.90±23.68 msn, p> 0.05) Qtc min (377.27±31.65 msn karşı 383.63±18.90 msn, p> 0.05) ve Qtc dispersiyonunda (58.18±15.79 msn karşı 58.18±15.92 msn, p> 0.05) her iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı.Sol ventrikül diastolik disfonksiyonu olan ve olmayan hastalar arasında diyastolik fonksiyon parametreleri açısından anlamlı fark saptanırken, Qtc maximum, Qtc minimum ve Qtc dispersiyonu yönünden gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edildi.