Browsing by Author "Harman, Mustafa"
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Article Alt Dudağa Renal Hücreli Karsinom Metastazı: Olgu Sunumu(2006) Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Harman, Mustafa; Bayram, İrfanBöbreğin en sık görülen tümörü olan renal hücreli karsinom, baş boyuna metastaz yapan infraklaviküler tümörler içinde üçüncü sıklıkta yer alır. Bu tümör, baş boyun bölgesinde en sık olarak tiroide metastaz yaparken alt dudak metastazı oldukça nadirdir.Bu çalışmada alt dudağa metastaz yapan berrak hücreli renal hücreli karsinomlu 72 yaşındaki bir olgu sunulacak, ayırıcı tanı ve tedavi tartışılacaktır. Sonuç olarak renal hücreli karsinom baş boyun bölgesindeki berrak hücre içeren tümörlerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.Article Bozulmuş Servikal Gebelikte Arteryel Embolizasyon ile Tedavi(2003) Etlik, Ömer; Arslan, Ismaıl; Harman, Mustafa; Zeteroğlu, Şahin-Article Çocuk Yaş Grubu Böbrek Parankim Hastalıklarında Ultrasonografi Kılavuzluğunda Yapılan Kesici İğne Biyopsilerinin Tanı Değeri(2001) Arslan, Şükrü; Arslan, Halil; Ünal, Özkan; Harman, MustafaAmaç: Bu çalışmada böbrek parankim hastalığı olan çocuklarda ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan kesici iğne biyopsilerinin sonuçları ve yöntemin etkinliği araştırıldı. Metod: Araştırmaya biyopsi endjkasyonu konulmuş yaşları 3-15 yıl (ört 10.7 ± 1.2 > arasında değişen 23'ü erkek, 14'ü kız toplam 37 çocuk alındı. Sedasyon, uygun saha temizliği ve lokal anesteziden sonra Ultrasonografi kılavuzluğunda sağ böbrek alt pol parankiminden kesici iğne biyopsisi yapıl.dı. İşlem sonrası böbrek ve perirenal alan olası komplikasyonlar bakımından renkli Doppler Ultrasonografi ile incelendi. Elde edilen doku histopatolojik olarak değerlendirildi. Tüm olgularda ortalama iki girişim uygulandı. Biri dışında tüm olgularda histopatolojik tanı için yeterli materyal elde edildi. Bulgular: Hastaların tamamında mikroskopik hematuri, 8 olguda (% 21.62) makroskopik hematuri görüldü. Ciddi komplikasyon hiçbir hastada gözlenmedi. Sonuç: Çocuk yaş grubunda böbrek parankim hastalıklarında yapılan kesici iğne biyopsilerini ucuz, güvenilir, tanı değeri yüksek, ciddi komplikasyon oranı düşük olan ultrasonografi kılavuzluğunda yapılmasını önermekteyiz.Article Detection and Quantification of the Parenchymal Abnormalities in Emphysema Using Pulmo-Ct(Pergamon-elsevier Science Ltd, 2007) Temizoz, Osman; Etlik, Omer; Sakarya, Mehmet Emin; Uzun, Kursat; Arslan, Halil; Harman, Mustafa; Demir, Mustafa KemalWe aimed to determine the degree and extent of parenchymal abnormalities on pulmo-CT in patients with emphysema. The study group consisted of 29 patients (18 male, I I female; mean age 57.9. L 13). The diagnosis was based on clinical symptoms, pulmonary function tests (PFT) values, and chest CT findings. All of the patients CT scans were obtained during suspended deep inspiration from the apices to the costophrenic angles. The mean lung attenuation (MLD) and parenchymal abnormalities related to emphysema were quantitatively calculated with tables, histograms and graphics at the whole lung. The lung density measurements revealed a mean density of -898.48 +/- 51.37 HU in patients with emphysema and -825.1 +/- 25.5 HU in control group. In addition, mean percentage of subthreshold attenuation values was found as 12.03 +/- 15.75 and 1.07 +/- 0.83 in patients with emphysema and control group, respectively. Compared with control group, the patients with emphysema had a significantly lower inspiratory MLD (p < 0.05). Additionally, statistically significant correlations were seen between the MLD and percentage of subthreshold values (r = 0.44, p < 0.05). In contrast, there was poor correlation between PFT measurements and the subthreshold values. In conclusion, pulmo-CT is a quick, simple method for quantitative confirmation of the presence of parenchymal abnormalities of lung as mosaic attenuation and should be used in combination with other radiological methods and PFT as it gives additional information to routine examinations in patients with emphysema. (c) 2007 Elsevier Ltd. All rights reserved.Article Effect of Ursodeoxycholic Acid Alone and Ursodeoxycholic Acid Plus Domperidone on Radiolucent Gallstones and Gallbladder Contractility in Humans(Hindawi Ltd, 2012) Tuncer, Ilyas; Harman, Mustafa; Colak, Yasar; Arslan, Ismail; Turkdogan, M. KursadBackground/Aims. The aim of this study was to compare the effects of ursodeoxycholic acid (UDCA) alone and UDCA plus domperidone on dissolution of solitary or multiple gallstones. Methods. Fifty-three patients with cholesterol gallstones were randomized into three treatment groups: group I (n = 22) was given UDCA (15 mg/kg/day) alone and group II (n = 18) was treated with domperidone (30 mg/day) in addition to UDCA. The control group (n = 13) was followed without a medical treatment. Gallbladder volumes and ejection fractions were measured sonographically in all patients before and after treatment. Results. After 12 months of treatment, stone dissolution was found in 9 (40.9%) of the patients in group I and 7 (38.8%) of the patients in group II. The difference was statistically significant compared to controls in both treatment groups (P < 0.05) but the two groups did not show a difference between each other (P > 0.05). All the patients that achieved dissolution had multiple gallstones except for one patient with a solitary stone in group I. Neither monotherapy of UDCA nor the combination with domperidone affected the ejection fraction of gallbladder. Conclusions. Combination with domperidone did not potentiate the efficacy of UDCA. It has been observed that both UDCA alone and UDCA plus domperidone treatment did not affect ejection fraction of gallbladder.Article Evaluation of Pain After Uterine Artery Embolization(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Kamacı, Mansur; Harman, Mustafa; Şengül, Muzaffer; Zeteroğlu, ŞahinObjective: In this study our aim was to determine the severity of post procedure pain associated with uterine artery embolization (UAE). Study Design: Twenty-one women with symptomatic uterine fibroid were recruited for the study. The procedure was performed in the angiography unit under conscious sedation. All patients received prophylactic intravenous antibiotics and analgesic, ibuprofen 600 mg. At the completion of the procedure, all patients were given ibuprofen 600 mg orally every six hours. The patients were discharged with oral ibuprofen (600 mg 4 times daily). The main outcome measure was severity of pain. The instrument for evaluation of pain was visual analog scale. The measurements were taken at every hour. Results: Twenty-one procedures were performed. The mean age was 43.04±4.21 years (range 34-52) and median parity was 4 (0-6). The mean post procedure pain scores after 1, 2 and 3 hours were 3.33±2.00, 4.57±1.74, 4.95±1.71 respectively. After the completion of embolization, it was found that pain appeared to peak in the initial 3-4 post-embolization hours, reached a plateau and then declined by 9 hours. Conclusion: There is an increased need for post procedural pain control for UAE patients, especially in the first 6 hours after the procedure.Article Fetüsü Sezaryenle Doğurtulan Maternal Ölüme Neden Olan Serebral İnfarkt Olgusu(2004) Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Yiğit, Altınok Filiz; Harman, Mustafa; Şahin, Güler21 yaşında, G.2, P.O, A. 1, Y.O ve 35 haftalık gebe olarak şiddetli baş ağrısı ve anlamsız konuşma yakınması ve intrakranial kitle ön tanısı ile Beyin Cerrahi kliniğine yatırılan Bilgisayarlı Beyin Tomografisi (BBT)'nde sol parietalde 3x2cm.lik akut infarkt alanının, ertesi gün yapılan Magnetik Rezonans Görüntüleme (MRG)'sinde ise sol parietotemporooksipital lopta infarkt sabitlendiğinden medikal tedavi için Nöroloji kliniğine taburcu edildiği ve obstetrik muayene ve ultrasongrafısinde 35 haftalık ınakad prezentasyonlu canlı gebeliği saptanan olgunun, izlemi sırasında pulmoner arrest olması üzerine mekanik ventilasyon için Yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Obstetrik rekonsültasyon sonrası sezaryen yapılarak makadi prezentasyonlu 1640 gram ağırlıklı I -5.dakika Apgar skoru 7-9 olan canlı erkek çocuk duğurtuldu. Postoperatuvar 2. gün kardiyak arrest gelişen olgu resusitasyon girişimlerine rağmen exitus önlenemedi. MRI, serebral infarkt tanısında ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi olmalı ayrıca anjiyografı yardımıyla trombolitik tedavi seçeneğinin de bundan sonraki akut serebral infarktlı olguların medikal tedavisinde yer alması düşünülmektedir.Article Kemik İçi İnfüzyonuna Bağlı Tibia Osteomiyeliti: Olgu Sunumu(2004) Tosun, Nihat; Ceylan, Abdullah; Irmak, Hasan; Doğan, Ali Alp; Harman, Mustafa; Akpinar, FuatAcil durumlarda, özellikle 0-2 yaş grubundaki çocuklara sıvı, ilaç ve kan ürünleri kemik içi infüzyonla hızlı bir şekilde verilebilir. Sepsis tanısıyla çocuk hastalıkları servisinde yatmakta olan beş aylık bir bebekte sağ tibia proksimalinden uygulanan kemik içi infüzyonundan 10 gün sonra aynı bölgede şişlik ve kızarıklık görüldü. Fizik muayenede sağ kruris proksimal anteromedialde fistül ağzı ve seröz renkte bir akıntı gözlendi. Röntgen gra-filerinde tibiada periost reaksiyonu ve proksimal metafizer bölgede osteolitik alanlar görülmesi üzerine hastaya akut osteomiyelit tanısı kondu; drenaj ve medullar yıkama uygulandı ve paranteral antibiyotik tedavisine başlandı. Ameliyat sırasında alınan materyalin kültüründe Candida albicans üremesi üzerine hastaya dört hafta süreyle flukonazol (8 mg/kg) tedavisi uygulandı. Hastanın 12. aydaki kontrolünde klinik ve radyografik olarak tam iyileşme görüldü.Article Malign Bilier Obstrüksiyonlarda Preoperatif Perkütan Bilier Drenajın Prognoza Etkisi(2005) Başer, Murat; Arslan, Halil; Temizöz, Osman; Harman, Mustafa; Doğan, Ekrem; Etlik, ÖmerAmaç: Malign bilier obstrüksiyonlarda preoperatif prekütan bilier drenajın perioperatif mortalite ve morbitide üzerine olan etkilerini sunmak. Gereç ve yöntem: Malign bilier obstrüksiyonu olan (MBO), yaşları 45 ile 72 arasında değişen (ort.57.66) 32 hastaya (22 E, 10 K) ultrasonografi ve x-ray floroskopi rehberliğinde preoperatif PBD uygulandı. 14 olguya external, 18 olguya intexternal drenaj kateteri yerleştirildi. Hastaların PBD öncesi ve sonrasındaki bilirübin düzeyleri takip edildi. Genel durumunda düzelme olanlar ve bilirübin düzeyi 10 mg/dl'nin altına düşen olgular operasyona alındılar. Bulgular: Malign bilier obstrüksiyon nedeni pankreas başı karsinomu (n=13), kolangiokarsinoma (n=4), klatskin tümörü (n=7), metastatik kitle (n=2), safra kesesi tümörü (n=2) ve peri-ampüllerkarsinoma (n=4) idi. PBD öncesinde bilürubin düzeyleri ortalama 17.8 4 mg/dl üzerinde iken drenaj sonrasında ortalama 8.1 3 mg/dl düzeyine kadar düştü. PBD sonrası operasyona alı¬nan hastalardan 4'ü perioperatif 4 günlük periyotta ex oldular. Hastaların ölüm nedenleri multiorgan yetmezliği, sepsis, sklerozan kolanjit ve genel durum bozukluğu idi. Diğer hastalar da ise PBD'ye ait önemli bir komplikasyon izlenmeyip, hastalar operasyonu iyi tolere ettiler. PBD sonrası cerrahi uygulanan hastalarımızda mortalite oranı %12.5 idi. Sonuç: Preoperatif PBD, bozulmuş olan hepatik fonksiyonların düzelterek hastanın genel durumunun düzelmesine imkan vermekte böylece hastanın elektif şartlarda öpere edilerek cerrahi tedaviye bağlı morbidite ve mortalite oranlarında azalmalar olmaktadır. Malign bilier obstrüksiyonlarda preoperatif perkütan bilier drenaj, prognoza olumlu etkisi olan ve rutin olarak uygulanması gereken bir yöntemdir.Article Morphometric Study of the Human Metatarsals and Phalanges(Wiley-liss, 2007) Dogan, Ali; Uslu, Mustafa; Aydinlioglu, Atif; Harman, Mustafa; Akpinar, FuatMathematical relation between metatarsals and between phalanges in terms of their lengths and widths in themselves is considered to be significant with respect to its functional and aesthetic roles. The objective of this study is to conduct measurements for determining lengths and widths of metatarsals and phalanges on the foot radiographs and to determine possible mathematical correlations between metatarsals themselves and between phalanges themselves in terms of their lengths and widths. Anteroposterior right and left foot radiographs were taken from 100 volunteers (50 men and 50 women). Lengths and widths of the metatarsals and phalanges were measured in millimeter on radiographs. The mean, minimum and maximum values, and standard deviations of each bone's length and width were studied and data were put into formulation. The results were evaluated by Regression statistical test, and the relation between metatarsals and between phalanges in terms of their lengths and widths was studied. As a result of the measurements, we found fixed proportions between metatarsals in themselves and between phalanges in themselves in terms of their lengths and widths. Knowing these morphometric relations may be useful for performing any surgical procedures designed to manage any defects or imperfections of the foot, chief among them is shortness.Article Moyamoya Hastalığında Arka Serebral Arter Tutulumu(2004) Sakarya, M. Emin; Ünal, Özkan; Etlik, Ömer; Harman, Mustafa-Article Paratiroid Adenomu Tanısında Çok Dedektörlü Bt: Kontrast Tutulum Paterninin Tanıya Katkısı(2004) Sakarya, Mehmet Emin; Harman, Mustafa; Etlik, Ömer; Algün, Ekrem; Ayakta, HayatiAMAÇ Paratiroid adenomlarının arteryel ve venöz fazda kontrast tutulum paterni çok dedektörlü bilgisayarlı tomografi ile değerlendirildi ve yöntemin lezyonu karakterize etmedeki duyarlılığı araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM Paratiroid adenomlu oniki hastaya ait kontrastlı çok dedektörlü bilgisayarlı tomogafi bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların tümünde adenomlar cerrahi yolla çıkarılarak tanı histopatolojik olarak doğrulandı. Bilgisayarlı tomografi incelemede mandibula angulusundan, üst mediastende arkus aorta düzeyine kadar mesafe taranarak 1.5 mm’lik kesitler elde edildi. Aynı işlem hastaya 50 ml kontrast madde bolus tarzında verildikten sonra 20. (arteryel faz) ve 70. saniyede (venöz faz) tekrar edildi. Bu üç inceleme sonunda elde edilen görüntülerden paratiroid adenomuna ait kitle lezyonun arteryel ve venöz fazdaki boyanma paternleri aksiyel ve rekonstrükte koronal imajlarda değerlendirildi.BULGULAR Oniki paratiroid adenomundan 10’unda (%83.3) arteryel fazda santral veya parasantral küçük nodüler bir alan dışında tiroid bezine yakın yoğunlukta minimal heterojen boyanma, venöz fazda ise santraldaki alan da dahil tüm lezyonun homojen boyandığı görüldü. Boyutları 4 ve 5 mm olan iki lezyonun ise hemen arteryel fazda tiroid bezi ile eş zamanlı olarak santral bölge dahil tamamen homojen olarak boyandığı görüldü.SONUÇ Paratiroid adenomlarının tanısında çok dedektörlü bilgisayarlı tomogafi cihazı ile yapılacak kontrastlı dinamik inceleme lezyonu karakterize etmede tanıya yardımcı bir modalite olarak kullanılabilir.Other Paratiroid Bezlerinin Sayı ve Lokalizasyon Anomalileri(2001) Arslantürk, Hasan; Kotan, Çetin; Algün, Ekrem; Bayram, İrfan; Özen, Süleyman; Harman, Mustafa; Şekeroğlu, Mehmet RamazanPrimer hiperparatiroidi (P-HPT), bir veya daha fazla sayıda bezin aşırı parathormon salgılaması ile oluşan, hiperkâlsemi ile karakterize bir tablodur. Soliter paratiroid adenonıu ve diffuz hiperplazi, daha nadiren multipl adehom, ve karsinonı, P-HPT nedeni olan patolojilerdir. P-HPT tedavisi cerrahidir, semptomların bir çoğu yeterli bir cerrahi tedavi sonrası düzelir. Paratiroid bezlerinin sayı ve lokalizasyon anomalileri, cerrahi tedavinin başarısını etkileyen, persistant ve reküren primer hiperparatiroidiye neden olan en önemli faktörlerdir. Gerçek intratiroidal lokalizasyonlu (paratiroid bezinin çevresel olarak tiroid parenkimi ile sarılmış olması) paratiroid bezi oldukça nadir görülen bir durumdur. Beş veya daha fazla paratiroid bezinin bulunması, özellikle multipl endokrin neoplazi sendronilarında, daha sık görülebilmektedir. Bu çalışmada fakültemiz Genel Cerrahi Anabilim Dalında 19 P-HPT olgusunda uyguladığımız 20 boyun eksplorasyonunda rastlanılan persistan primer hiperparatiroidiye yol açan gerçek intratiroidal lokalizasyonlu l paratiroid hiperplazisi olgusu ve 4 ten fazla paratiroid bezi saptadığımız 2 olgu sunulmuştur.Other Polikistik Over Sendromlu Olgularda Ovarian Morfoloji ile Hormonal Değerler(2000) Şahin, Güler; Harman, Mustafa; Gül, Abdulaziz; Zeteroğlu, ŞahinAmaç: Polikistik over sendromlu olgularda klinik, endokrinolojik, ultrasonografik bulgular ile Ferriman Gallway skorlarının herhangi bir jinekolojik yakınması olmayan kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlandı. Materyel ve Metod: Kasım 97 - Eylül 98 tarihleri arasında Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvuran klinik ve/veya endokrinolojik olarak Polikistik Over Sendromu ön tanısı konulan ve ultrasonografide polikistik over saptanan 112 hasta çalışma grubu olarak, herhangi bir obstetrik veya jinekolojik yakınması olmayan 91 hasta kontrol grubu olarak seçildi. Tüm hastalardan erken folliküler dönemde Follikül stimulan hormon, Luteinizan hormon, estradiol, Prolaktin, Dehidro-epiandrosteron sülfat, Testesteron ve seks hormon binding globulin çalışıldı. Hastalara erken folliküler dönemde ultrasonografi yapılarak over hacmi, alanı, çevresi ve kist sayıları değerlendirildi. Tüm inceleme ve ölçümler aynı uygulayıcı tarafından Toshiba SSA 270A Ultrasonografi cihazı ile gerçekleştirildi. Bulgular: Polikistik over sendromlu grupta Follikül stimulan hormon, Luteinizan hormon, Luteinizan hormon/Folikül stimülan hormon oranı, estradiol, prolaktin, testesteron ve dehidroepiandrosteron sülfat kontrol grubuna göre daha yüksek olarak saptanırken Seks hormon binding globulin daha düşük bulundu. Ferriman Gallway skor ortalamasının Polikistik over sendromu grubunda 17.13±0.86, kontrol grubunda 2.98±0.19 olduğu görüldü. Sonuç: Polikistik over Sendromu tanısı klinik ve endokrinolojik karekteristiklerinin heterojen olması nedeniyle üzerinde çok tartışılan bir konudur. Tanı kriterleri üzerinde bir konsensus olmamasına rağmen klinik ile beraber büyümüş overlerde polikistik görünüm, lüteinizan hormon/follikül stimulan hormon oranının artması halen geçerli kriterler olarak gözükmektedir.Other Portal Hipertansiyonda Portal ve Hepatik Venlerin Doppler Ultrasonografi Bulguları(2000) Harman, Mustafa; Ünal, Özkan; Tuncer, İlyas; Er, Remzi; Etlik, ÖmerPortal hipertansiyonlu hastalardaki portal ve hepatik ven Doppler US bulguları sağlıklı kişilerle karşılaştırılmıştır. Çalışmaya 45 siroz hastası ve 45 sağlıklı birey alınmıştır. Sağlıklı kişilerde ortalama portal ven çapı 9.5 mm, portal ven akım hızı 19.3 cm/ sn ve hepatik ven dalga formu bir hasta hariç trifazikti. Hasta grubunda portal ven çapı 14.1 mm, portal ven akım hızı 13.8 cm /sn idi. Hasta grubunda % 58 oranında patolojik hepatik ven akım trasesi izlendi. Portal ven akım hızının 15 cm /sn'nin altına, ven çapının 13 mm'nin üzerine çıkması, hepatik venin patolojik dalga formu göstermesi, portal hipertansiyon tanısında göz önünde bulundurulması gereken parametrelerdir.Article Tanatoforik Displazi; Olgu Sunumu(2004) Şahin, H. Güler; Şengül, Muzaffer; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Şahin; Harman, MustafaTanatoforik displazi antenatal takipte tanınabilen iskelet displazileri içinde en yaygın olanıdır. Letal bir kondroplazi olup, 10000 doğumda 0.2- 0.5 oranında görülmektedir. Klinik bulguları homozigot akondroplazi ile benzerlik gösterir. Boy kısa (ortalama 40 cm), alın geniş, burun kökü basık ve yüz küçüktür. Ekstremiteler kısa ve yassıdır, göreceli olarak intervertebral disk aralığı genişlemiş ve spinal kaudal genişlemesi yoktur. Bu hastalar doğumdan kısa bir süre sonra göğüs kafesinin dar ve akciğerlerin hipoplazik olması nedeniyle ölmektedirler. Bu makalede, prenatal ultrasonografik incelemede kısa ekstremiteler tespit edilen, doğum sonrası da klinik ve radyolojik olarak tanatoforik displazi tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.Article Trakeobronşial Obstrüksiyonlarda Multidedektör Bt Sanal Bronkoskopi(2004) Sezgi, Cengizhan; Yuca, Köksal; Temizöz, Osman; Sakarya, M. Emin; Harman, Mustafa; Uzun, Kürşat; İşlek, AytenAmaç: Trakeobronşial stenozu bulunan hastalarda multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) ile yapılan sanal bronkoskopinin fiberoptik bronkoskopi ile karşılaştırılması ve tanı değerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Nisan 2003 ile Nisan 2004 tarihleri arasında trakeobronşial stenozu bulunan 29 hastaya multidedektör BT ile sanal bronkoskopi ve fiberoptik bronkoskopi incelemeleri yapıldı. BT incelemesi 4x1 kolimasyon kullanılarak multidedektör BT cihazı ile yapıldı. Sanal bronkoskopi bulguları fiberoptik bronkoskopi bulguları ile karşılaştırıldı. Bulgular: Obtrüksiyon yapan 36 lezyohun 33'ü sanal bronkoskopi ile belirlendi. Trakeobronşial stenozun belirlenmesinde sanal bronkoskopi bulgularının duyarlılığı yüksek bulundu (sensitivitesi %92, spesi-fisitesi %96). Sonuç: Multidedektör BT sanal bronkoskopi trakeobronşial stenozların değerlendirilmesini sağlayan noninvaziv güvenilir bir yöntemdir. Bununla birlikte, çevre yapıların değerlendirilmesi ve optimal oryantasyonun sağlanması için aksial ve multiplanar rekonstrükte BT görüntüleriyle birlikte değerlendirilmelidir.Article Uterin Leyomyom Embolizasyonu: Power Doppler Us'nin Rolü(2003) Zeteroğlu, Şahin; Şengül, Muzaffer; Etlik, Ömer; Arslan, Halil; Harman, MustafaAMAÇ Uterin leyomyomların vaskülarizasyonunu iki taraflı uterin arter embolizasyonu (UAE) öncesi ve sonrası power Doppler ultrasonografi (PDUS) ile değerlendirerek yöntemin etkinliği ve tedaviye katkısını araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM Semptomatik uterin leyomyomu bulunan 20 hastaya uterin arter embolizasyonu uygulandı. Hastalarda embolizasyon öncesi ve embolizasyon sonrası 6. ayda, MRG ve gri skala US yanında power Doppler US ile leyomyomların ve uterusun vaskülarizasyonunu değerlendirerek bulguları anjiyografi ile karşılaştırdık. Vaskülarizasyon düşük (5 olguda), orta (7 olguda) ve ileri derecede (8 olguda) olmak üzere üç grupta toplandı. Power Doppler US bulguları ile tedavi sonuçları arasındaki ilişki tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve posthoc Tukey testi ile istatistiki olarak araştırıldı. Embolizasyon öncesi power Doppler US'de leyomyomların periferde daha fazla santralde daha az olmak üzere kalsifikasyon ve dejenerasyon alanları dışında, farklı derecelerde boyandığı görüldü. 6. ay sonunda leyomyom hacmindeki azalma işlem öncesi power Doppler US'de düşük derece vaskülarizasyon görülen olgularda %37, orta derece vasküler leomyomlarda %44, ileri derece vasküler leyomyomlarda ise %59 olarak tespit edildi. Uterin arter embolizasyonu öncesi power Doppler US'de vaskülarizasyonu yüksek olan leyomyomların hacmindeki gerilemenin daha belirgin olduğu görüldü (p<0.05). SONUÇ Son yıllarda dünyada yaygınlaşmaya başlayan bir tedavi yöntemi olan uterin leyomyomların embolizasyonunda işlem öncesi ve sonrası power Doppler US, lezyonların vaskülarizasyonu hakkında değerli bilgiler verir. Embolizasyon uygulanacak hasta grubunun seçilmesinde uterus ve leyomyom vaskülarizasyonunu göstererek yardımcı olabilir. Yine embolizasyon sonrası erken ve geç dönemde işlemin etkinliğini göstermede kullanılabilecek non-invaziv, ucuz bir yöntemdir.Article Uterine Artery Catheterisation and Selective Leiomyoma Embolization: Patient Acceptance and Clinical Outcome(Galenos Yayincilik, 2007) Zeteroglu, Sahin; Caliskan, Eray; Harman, Mustafa; Sengul, Muzaffer; Coskun, Ebru; Tiras, Bulent; Kamaci, MansurObjective: To evaluate the patient acceptance and clinical outcome after selective uterine leiomyoma embolization. Materials and Methods: Twenty-four women with symptomatic uterine fibroid were recruited for this study. Selective uterine leiomyoma embolization proceeded until complete vascular occlusion was achieved. The main outcome measure was the decrease in the leiomyoma volume and factors that predict it. Pearson correlation analysis and linear regression analysis were performed to identify possible correlates and predictors of decrease in leiomyoma volume. Patient satisfaction was assessed by asking the subjects to indicate their degree of satisfaction on a five-point scale. Results: The mean age of the patients was 41.5 +/- 4.9 (Range: 28-52). The mean leiomyoma volume before the procedure was 157 +/- 214 cm(3) which was calculated to be 44 +/- 66 cm3 with a 76 +/- 17% (Range: 30-99%) decrease in the mean leiomyoma volume at the end of one year. Correlation analysis revealed that only preoperative estradiol level was positively correlated with the extent of decrease in the leiomyoma volume (r=0.54, p=0.005). This was also proved in the regression analysis (beta=0.25, p=0.01). During the follow-up 17 (70.8%) patients had complete remission of the symptoms, 5 (20.8%) had partial remission and 2 (8.3%) had no clinically significant change. Twenty patients (83.3%) were completely satisfied, 2 were satisfied and 2 were dissatisfied with the leiomyoma embolization procedure. Discussion: There is a positive correlation between the preoperative estradiol level and the extent of the decrease in the leiomyoma volume after the embolization procedure. As leiomyoma is a hormone dependent tumor, the shrinkage of the leiomyoma seems also dependent on the estradiol levels before the precedure besides the incurred ischemic necrosis secondary to arterial embolization.