Browsing by Author "Huyut, Zübeyir"
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Article Bazı Fosfodiesteraz 5 İnhibitörlerinin Ovariektomize Sıçanların Karaciğer Dokusunda Oksidatif Stres, Vegf, Bmp 2 ve 9 Üzerine Etkileri(2023) Alp, Hamit Hakan; Huyut, Zübeyir; Cihan, Murat; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Alyar, Gülşah; Yildirim, Serkan; Akbay, Halil İbrahimAmaç: Osteoporoz önemli bir sağlık sorunudur ve henüz etkili bir tedavisi yoktur. Fosfodiesteraz 5 inhibitörleri osteoporoz tedavisi için umut verici ajanlardır. Bu çalışmada, fosfodiesteraz 5 inhibitörlerinin (vardenafil, tadalafil ve udenafil) ovariektomi ile osteoporoz oluşturulan sıçanların karaciğer dokusunda kemik morfojenik protein-2 ve 9 (BMP-2 ve 9), vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve oksidatif stres belirteçleri (malondialdehit ve CoQ10) üzerindeki etkilerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 50 Albino wistar dişi sıçan her grupta 10 sıçan olacak şekilde rastgele 5 gruba ayrıldı. Gruplar sırasıyla sham-operated, ovariectomise (OVEX), OVEX + Tadalafil, OVEX + udenafil ve OVEX + vardenafil idi. VEGF, BMP-2 ve 9 seviyeleri ELISA kitleri ile ölçülmüştür. MDA ve CoQ10 seviyelerini tespit etmek için yüksek basınçlı sıvı kromatografi yöntemi kullanılmıştır. Bulgular: PDE-5 inhibitörleri uygulanan gruplarda VEGF, BMP-2 ve 9 seviyeleri sham ve OVEX gruplarına göre anlamlı derecede yüksekti. OVEX+vardenafil ve OVEX+udenafil grupları arasında VEGF, BMP-2 ve 9 düzeyleri açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. PDE5 inhibitörü uygulanan gruplarda MDA ve CoQ10 düzeyleri OVEX grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. Histolojik ve immünohistokimyasal sonuçlar incelendiğinde, PDE-5 inhibitörü gruplarında anjiyogenezin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Sonuç olarak, bu inhibitörlerin karaciğer dokusunda VEGF, BMP-2 ve 9 ekspresyonunu indükleyerek kemik mineralizasyonu ve yeniden şekillenmesi üzerinde olumlu etkileri olabileceğini söyleyebiliriz.Article Covıd-19 Hastalarında Antioksidanların ve Oksidatif Hasarın Durumu(2023) Akmeşe, Şükrü; Binici, İrfan; Huyut, Zübeyir; Gunbatar, Hulya; Karahocagil, Mustafa Kasim; Akbay, Halil İbrahim; Gürbüz, EsraAmaç: COVID-19, son zamanlarda bir pandemiye neden olan ve insan sağlığını önemli ölçüde etkileyen bir viral hastalıktır. Bu çalışmada COVID-19'da süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, glutatyon, toplam tiyol, doğal tiyol, disülfid, oksidatif DNA hasarı ve malondialdehit düzeyleri araştırıldı. Araçlar ve Yöntem: Bu çalışmaya revers transkriptaz-polimeraz zincir reaksiyonu ile COVID-19 tanısı konan 35 hasta ve 35 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Enzim bağlantılı immünosorbent testi ile serum glutatyon, glutatyon peroksidaz, süperoksit dismutaz, doğal tiyol, toplam tiyol ve disülfid seviyeleri ve yüksek basınçlı-sıvı kromatografisi ile malondialdehit ve 8-hidroksi-2-deoksiguanozin/10⁶ deoksiguanozin seviyeleri ölçüldü. Bulgular: COVID-19 hasta grubunda serum süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, malondialdehit, 8-hydroxy-2-deoksiguanozin/10⁶, disülfid düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek iken, glutathione, toplam tiyol, doğal tiyol düzeyleri daha düşüktü. Ayrıca 8-hydroxy-2-deoxyguanosine/10⁶ deoxyguanosine ile glutatyon, doğal tiyol ve toplam tiyol arasında negatif, disülfid ile pozitif korelasyon vardı. Sonuç: Bu çalışma, COVID-19 hastalarında serum süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, glutatyon, malondialdehit, 8-hydroxy-2-deoxyguanosine/10⁶ deoxyguanosine ve disülfid düzeylerinin arttığını ve glutatyon, toplam tiyol ve doğal tiyol düzeylerinin azaldığını ortaya koydu. Bu sonuçlar, COVID-19 hastalarında, antioksidan belirteç düzeylerinde azalma ve oksidatif stres belirteçlerinde artış olduğunu ortaya koydu.Article Doksorubisin Kaynaklı Karaciğer Hasarında Oksidatif Stres, Apoptoz ve Değişen Trpm2 Kanalı Aktivasyonunun Rolü; Selenyumun Koruyucu Etkisi(2024) Yıldızhan, Kenan; Huyut, Zübeyir; Altındag, Fıkret; Bayir, Mehmet HafitAmaç: Doksorubisin (DOXR) çeşitli kanser türlerinin tedavisinde sıklıkla tek başına veya kombinasyon terapisi olarak kullanılmaktadır.doza bağlı olarak değişen yan etkiler bilinmesine rağmen, karaciğer sağlığı üzerindeki etkileri tam olarak bilinmemektedir. Bu araştırma, DOXR ile tedavi edilen sıçanlarda geçici reseptör potansiyeli melastatin-2 (TRPM2) kanalının rolünü, TRPM-2 kanal blokörü N-(p-amilsinamoil) antranilik asit (ACA) kullanarak araştırmayı ve selenyum (Se)'un koruycu etkilerini araştırmayı amaçladı. Yöntemler: Sıçanlar altı gruba ayrıldı (n=10): kontrol, DMSO, DOXR, DOXR + Se, DOXR + ACA ve DOXR + ACA + Se. Serum AST, ALT, LDH, trigliserit ve total kolesterol seviyeleri ölçüldü. Ayrıca, karaciğer dokusunda TRPM2 kanalı, 8-OHdG ve kaspaz-3 (Casp-3) ekspresyonları için immünohistokimyasal testler ve ayrıca histopatolojik değerlendirme yapıldı. Bulgular: Serum AST, ALT, LDH, trigliserid ve total kolesterol seviyeleri ve ayrıca karaciğer 8-OHdG, TRPM2 kanalı ve Casp-3 ekspresyonları DOXR grubunda DOXR + Se, DOXR + ACA ve DOXR + ACA + Se gruplarına göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). Ancak, bu parametreler Se ve ACA ile tedavi edilen gruplarda DOXR grubuna kıyasla önemli ölçüde düşmüştü (p <0.05). Sonuç: Sonuçlar, Se veya ACA'nın DOXR ile eşzamanlı uygulanmasının, DOXR kaynaklı hepatotoksisiteyle mücadelede etkili bir terapötik yaklaşım sağlayabileceğini göstermektedir.Article The Evaluation of Retinol, Α-Tocopherol, Cholecalciferol and Reproductive Hormones Levels After Administrated Allium Schoenoprasum L. Ethanol Extract and Acrylamide in the Female Rats(2020) Mis, Leyla; Belhan, Saadet; Ayan, Adnan; Huyut, Zübeyir; York, Ibrahım Hakkı; Yaşar, SemihThis study was carried out to determine the levels of retinol, α-tocopherol, cholecalciferol andreproductive hormones (follicle stimulating hormone - FSH, luteinizing hormone - LH,progesterone, estradiol) in the female rats administrated Allium schoenoprasum L. ethanol extract(ASLEE) and acrylamide. The study was performed on thirty-two Wistar albino female rats (200-220 grams). The rats were divided into 4 groups with an equal number. Serum LH values werehigher in the ASLEE group compared to the other groups. Control group: No treatment wasperformed. Acrylamide group: Acrylamide was administrated by gastric gavage at a dose of 25 mg/ kg daily. ASLEE group: ASLEE was administrated by gastric gavage at a dose of 200 mg / kgdaily. Acrylamide + ASLEE group: Acrylamide was administrated by gastric gavage at a dose of25 mg / kg daily. Then ASLEE was administered by gastric gavage at a dose of 200 mg / kg perday. Serum FSH and LH values were significantly lower in the acrylamide group compared to theother groups. Serum LH values in the acrylamide + ASLEE group were significantly restoredcompared to the acrylamide group. Serum estradiol values were partially lower in the acrylamidegroup compared to other groups, but there was no significant difference between the groups. Serumprogesterone values in the acrylamide group were significantly lower than the control group. Serumprogesterone values were higher in the acrylamide + ASLEE group compared to the acrylamidegroup. As a result, the levels of retinol, α-tocopherol, cholecalciferol and reproductive hormones inASLEE were determined in this study. In addition, when ASLEE was applied with acrylamide, therate of change in the relevant parameters was determined.Article Farklı Stres Uygulamalarının Bazı Üreme Hormonları, Sperm Parametreleri, Lipid Profili, İmmünohistokimyasal ve İmmünofloresan Belirteçler Üzerine Etkileri(2023) Belhan, Saadet; Huyut, Zübeyir; Yildirim, Serkan; Algül, SerminMevcut çalışma, uygulanan 5 stres protokolünün sperm parametrelerini, lipid profilini ve bazı üreme hormonlarını nasıl etkilediğini değerlendirdi. Çalışmanın canlı materyalini 50 sıçan oluşturdu. Gruplardaki sıçan sayısı eşitti ve rastgele dağıtıldılar. Her grup 10 sıçandan oluşuyordu. Kontrol grubuna herhangi bir stres uygulaması yapılmadı. Psikolojik stres grubundaki sıçanlar günde 4 saat aydınlık, 20 saat karanlık döngüsüne tabi tutuldu. Fiziksel stres grubundaki sıçanlar günde 2 saat yem ve sudan mahrum bırakıldı. Psikolojik stres + fiziksel stres grubunda psikolojik ve fiziksel stres protokolü uygulandı. İlk 4 grupta tüm uygulamalar 14 gün süreyle yapılmıştır. Depresyon grubundaki sıçanlara her gün farklı bir stres uygulama uygulandı. Anormal sperm oranının stres ve depresyon gruplarında yüksek olduğu ancak en yüksek oranın depresyon grubunda olduğu belirlendi. Ayrıca sperm motilitesi ve yoğunluğu depresyon grubunda en düşüktü. Stres ve depresyon gruplarında serum trigliserit ve HDL düzeyleri ile LH ve FSH düzeyleri anlamlı olarak düşük bulunurken, kolesterol ve LDL değerleri anlamlı olarak yüksekti. Bax ekspresyonu ve 8 OHdG ekspresyonu psikolojik stress + fiziksel stres grubu ve depresyon grubunda şiddetli düzeydeydi. Bulgular toplu olarak değerlendirildiğinde; stresin sperm parametrelerini, lipid profilini, üreme hormonlarını, immünofloresan ve immünohistokimyasal parametreleri olumsuz etkilediği belirlendi.Master Thesis Histopathologic and Biochemical Investigation of the Preventive Effect of Silymarin on High Fat Diet-Induced Obesity Formation in Rats(2019) Keleş, İsmail; Yener, Zabit; Huyut, ZübeyirKeleş İ. Ratlarda Yüksek Yağlı Diyet ile indüklenen Obezite Oluşumu Üzerine Silymarin'in Engelleyici Etkisinin Histopatolojik ve Biyokimyasal Olarak Araştırılması. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Patoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Van, 2019. Bu çalışmada, yüksek yağlı diyetle beslenerek kilo artışı sağlanan ratlarda, Silymarin'in obezite üzerine etkisi histopatolojik ve biyokimyasal olarak araştırıldı. Bu amaçla 32 rat, her bir grupta sekiz rat olacak şekilde; Kontrol (n:8), Obezite (n:8), Obezite+Silymarin (n:8) ve Silymarin (n:8) olmak üzere rastgele 4 gruba ayrıldı. Kontrol grubu, standart rat pelet yemiyle beslendi. Obezite grubu, enerji değeri yüksek yağ diyetli pelet yem ile beslendi. Obezite+Silymarin grubu, enerji değeri yüksek diyetli pelet yem ile beslenmeye ilaveten Silymarin ratlara 3mg/kg/rat dozda günlük olarak orogastrik gavaj ile verildi. Silymarin gurubu ise; standart pelet yem ile beslenmeye ilaveten Silymarin ratlara 3mg/kg/rat dozda günlük olarak orogastrik gavaj ile verildi. Çalışma boyunca sıçanların kilo alımı takip edildi. Deneme sonucunda nekropsi yapılan ratlardan biyokimyasal ve histopatolojik incelemeler için kan ve doku örnekleri alındı. Histopatolojik olarak obezite grubunda; karaciğerde sentrilobuler hepatositlerde farklı büyüklüklerde keskin sınırlı yağ vakuolleri ve bu hepatositlerin kimisinde koagulasyon nekrozu gözlenirken, Obezite+Silymarin grubunda kontrol grubunda olduğu gibi karaciğerin normal histolojik görünümü izlendi. Kan serumu örneklerinde; alanin transaminaz (ALT), aspartik transaminaz (AST), alkalen fosfataz (ALP), laktat dehidrogenaz (LDH), gama glutamil transferaz (GGT), kolesterol, trigliserit, HDL kolesterol, LDL kolesterol ve açlık kan şekeri (AKŞ) aktiviteleri belirlendi. Obezite grubundaki ALP, LDH, trigliserit ve AKŞ aktiviteleri kontrol grubuna göre önemli ölçüde arttığı, obezite+silymarin grubunda ise kontrol grubuna yakın olduğu tespit edildi. Sonuç olarak, enerji değeri yüksek diyetli pelet yem ile beslenmeye ilaveten Silymarin verilen ratlarda karaciğer yağlanmasının büyük oranda önlendiği belirlendi.Article İkili ve Üçlü Prenatal Tarama Testi Medyan Değerleri: Van Ölçekli Retrospektif Bir Çalışma(2018) Alp, Hamit Hakan; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Çokluk, Erdem; Huyut, ZübeyirAmaç: Bu çalışmadaki amacımız, ikili ve üçlü prenatal tarama testlerinde kullanılan biyokimyasalanalitlerin, bölgemize ait yeni medyan değerlerini belirlemek ve bu değerleri tarama testlerindekullanılan paket programdaki medyan değerleri ile karşılaştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Biyokimyalaboratuvarında Ekim 2013 – Ekim 2015 tarihleri arasında ikili ve üçlü prenatal tarama testleri yapılangebelerin geriye dönük beta-human koryonik gonadotropin (β-hCG), gebelik ilişkili plazma protein-A(PAPP-A), alfa fetoprotein (AFP) ve ankonjuge östriol-3 (uE3) sonuçları temin edilerek yürütüldü.Bulgular: İkili tarama testinde yer alan β-hCG ve PAPP-A’nın 11-14. haftalar arasındaki verilerinden yenimedyan değerleri hesaplandı ve Prisca paket programında yer alan medyan değerleri ile karşılaştırıldı.β-hCG’nin yeni medyan değerlerinin, programdaki medyan değerlerinden anlamlı olarak düşük olduğutespit edilirken (p<0.05) PAPP-A için herhangi bir fark tespit edilmedi (p>0.05). Aynı işlemler üçlütarama testinde yer alan analitler için de yapıldı ve AFP, β-hCG ve uE3 için yeni hesaplanan medyanverilerinin, programda yer alan medyan verilerinden anlamlı olarak farklı olduğu görüldü (p<0.05).Sonuç: Kromozomal anomaliler ve nöral tüp defekti gibi hastalıkların tanısında kullanılan ve elde edilensonuçlara göre girişimsel işlemlerin yapılmasına sebep olan durumlarda yanılgıya düşmemek içintarama testlerinin doğruluğunun ve performansının artırılması gerekmektedir. Bu amaçla yaptığımızçalışmanın sonuçları ‘‘her bölgenin ve hatta her laboratuvarın kendi medyan değerlerini hesaplamalıdır’’kanısını desteklemektedir.Doctoral Thesis Investigation of Antitumor Efficacy of Urtica Dioica in Experimentally Diethylnitrosamine-Induced Hepatocellular Carcinogenesis Process in Rats(2020) Keleş, Ömer Faruk; Yener, Zabit; Huyut, ZübeyirKanser, kardiyovasküler sistem hastalıklarından sonra en çok ölüme sebep olan bir hastalıktır. Karaciğerin primer malign tümörlerinin çok büyük bir kısmını hepatosellüler karsinom oluşturmaktadır. Dietilnitrozamin (DEN), genetik etkili kimyasal kansorejenlerin büyük bir kısmını teşkil etmektedir. DEN; sigara dumanında, kürlenmiş ve kızartılmış yemeklerde, kozmetik ürünlerde, alkollü içkilerde, işlenmiş et ürünlerinde, tarımda kullanılan kimyasallarda, çeşitli endüstriyel ürünlerde bulunmaktadır. Karaciğerde metabolize edilen DEN; karsinojenik, teratojenik, toksik ve mutajenik etkilere sahiptir. DEN, bilim dünyasında deney hayvanlarında karaciğer tümöründe indükleyici olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Günümüzde alternatif tıpta yaygın bir şekilde kullanılan ısırgan otunun birçok medikal (antikanserojen, antiinflamatuar, antimikrobiyal, antitoksik, antioksidan, hepatoprotektif, antidiyabetik ve hipoglisemik) özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, ratlarda deneysel olarak DEN ile indüklenen hepatosellüler karsinogenezis sürecinde Urtica dioica tohumu ekstraktının (UDTE) antitümör etkinliği araştırılmıştır. Bu amaçla; toplam 40 rat, her biri 8'erli 5 gruba ayrıldı. Kontrol grubu, UDTE grubu; her bir rat günlük olarak orogastrik 1 ml UDTE (0,5 ml eter yağ ekstresi ve 0,5 ml etanol ekstresi), DEN grubu; 200 mg DEN/kg/rat, DEN+UDTE-1 grubu; 200 mg DEN/kg/rat + her bir rat günlük olarak orogastrik 1 ml UDTE (etanol ekstresi), DEN+UDTE-2 grubu; 200 mg DEN/kg/rat DEN+her bir rat günlük olarak orogastrik 1 ml UDTE (eter yağ ekstresi) aldı. 16 haftalık deneme sonunda nekropsileri yapılan ratlardan biyokimyasal ve histopatolojik analizler için örnekler alındı. Biyokimyasal olarak DEN uygulaması; AST, ALT ve LDH aktiviteleri ile TOS ve MDA düzeylerini artırırken, TAS, GSH, CAT, SOD ve GSH-Px düzeylerini ise azaltmıştır. Ancak DEN ile birlikte UDTE kullanımının antioksidan kapasiteyi artırdığı ve oksidatif stresi baskıladığı, karaciğer harabiyetini önlediği gözlenmiştir. Diğer taraftan DEN uygulamasının, tümör belirteçlerinden özellikle CA 15-3, CA 19-9 ve CA 125-II aktivitelerini ve apoptotik faktörlerden özellikle kaspaz-3 seviyelerini önemli ölçüde artırdığı, DEN ile birlikte UDTE kullanımının ise bu artışları azalttığı saptanmıştır. Patolojik olarak DEN grubunda karaciğerde ince granüler bir görünüm; histopatolojik olarak ise hepatositlerde yaygın olarak büyük ve küçük hücre değişimleri ile karakterize displaziler ile dejenerasyon, safra kanalı hiperplazisi, yangısal hücre infiltrasyonları, fibrozis ve kolestazis gözlendi. DEN+UDTE gruplarında bu morfolojik değişikliklerden büyük hücre değişimlerinin, kistik dejenere hepatositlerin ve fibrozisin oluşmadığı, diğerlerinin ise hafif düzeylerde kaldığı gözlendi. İmmunohistokimyasal olarak, DEN grubunda Hep par-1, AFP, kaspaz-3 ve iNOS boyamalarında belirgin reaksiyon gözlenirken DEN ile birlikte UDTE verilen gruplarda bu antikorların ekspresyonlarında anlamlı azalma olduğu saptandı. Bu bulgulara göre; DEN ile indüklenen hepatosellüler karsinogenezis sürecinde UDT ekstraktının güçlü antioksidan kapasitesi sayesinde doku hasarını engelleyerek çok belirgin düzeyde antitümör etkinliğe sahip olduğu sonucuna varılmıştır.Article Polikistik Over Sendromlu Hastalarda İnsülin Direnci ve Eser Elementlerin İlişkisi(2020) Huyut, Zübeyir; Zirek, Ali Kemal; Balahoroğlu, Ragıp; Çokluk, Erdem; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Atmaca, MuratAmaç: Bu çalışma, polikistik over sendromunda (PKOS) hormon düzeyleriyle çinko (Zn), krom (Cr), kobalt (Co) ve mangan (Mn) konsantrasyonlarının ilişkisini incelemek için tasarlanmıştır. Materyal ve Metot: Çalışmaya endokrinoloji polikliniğine başvuran 18-40 yaş arası PKOS teşhisi konulan 40 kadın ve aynı sayıda sağlıklı gönüllü alındı. Serum Zn, Cr, Mn, Foliküler stimüle edici hormon (FSH), Lüteinleştirici Hormon (LH), Dehidroepiandrosteron (DHEA-S), Total Testosteron (TT), Seks hormonu bağlayıcı globulin (SHBG), insülin, glukoz, kolesterol, trigliserit, yüksek yoğunluklu lipoproteinler (HDL) ve düşük yoğunluklu lipoproteinler (LDL) konsantrasyonları analiz edildi. Bulgular: PKOS grubunda insülin, glukoz, trigliserit, DHEA-S düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek iken, FSH ve Mn düzeyleri HOMA-IR grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü (p <0.05). Sonuç: Çalışmamızda serum eser elementleri ile PKOS arasında bir ilişki saptanırken, IR’nin dahil edilmesiyle ilişki düzeyi artmaktadır. Ayrıca, mangan eksikliği varlığında insülin direncinin doğrudan oksidatif strese yol açıp açamayacağını belirlemek için bu elementin takviyesinin etkilerini değerlendiren ek çalışmalara ihtiyaç olacağını da düşünmekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Relationship of Abemaciclib Administration With Nephrotoxicity in Rats: Protective Effect of Curcumin(2021) Uçar, Bünyamin; Huyut, ZübeyirBu çalışmada Abemaciclib uygulamasının nefrotoksisite ile ilişkisi ve doğal bir antioksidan olan Kurkumin'in koruyucu etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın hayvan materyalini 40 adet wistar cinsi dişi sıçan oluşturdu. Sıçanlar sekizer hayvandan oluşan 5 gruba (Sahm, DMSO, ABEMA, KURK, ABEMA+KURK) rastgele ayrıldı. 28 gün boyunca Sahm grubuna boş gavaj, DMSO grubuna 150 μL DMSO, ABEMA grubuna 150 μL DMSO içinde çözünmüş 26 mg/kg/gün Abemaciclib, KURK grubuna 150 μL DMSO içinde çözünmüş 30 mg/kg/gün Kurkumin ve ABEMA+KURK grubuna 150 μL DMSO içinde çözünmüş 26 mg/kg/gün Abemaciclib ve 30 mg/kg/gün Kurkumin gavaj yoluyla verildi. Çalışma sonunda, anestezi altında sıçanların kanları ve böbrek dokuları alındı. Sıçan serumlarında ve böbrek doku homojenatlarında AQP1 ve 7, TNF-α, IL-1β, ICAM-1, IL-10 ve IL-37 düzeyleri ELİSA yöntemiyle tespit edildi. Bunlara ilave olarak serum örneklerinde böbrek fonksiyonlarının göstergesi olan Üre ve Kreatinin testleri spektrofotometrik yöntemle çalışıldı. Ayrıca Böbrek dokularında histopatolojik inceleme yapıldı ve Kaspaz-3, Bax ve Bcl-2 ekspresyon düzeyleri immünohistokimyasal olarak tespit edildi. Sonuçlar incelendiğinde ABEMA grubunda diğer gruplara göre AQP1 ve 7, antiinflamatuar sitokin IL-10 seviyeleri kısmen azalmış iken, pro- inflamatuar sitokinler TNF-α ve IL-1β, oksidatif stres göstergesi MDA ve apoptoz faktörleri Kaspaz-3 ve Bax/Bcl2 oranı ise artmıştı (p≤0.05). Ayrıca böbrek dokusunda glomerüler atrofi, tübüler epitelde nekroz ve inflamatuar hücre infiltrasyonuna bağlı doku hasarı gelişmişti. Ancak ABEMA+KURK grubunda ABEMA grubuna göre AQP1 ve 7 düzeyleri artmış, TNF-α, IL-1β, MDA, Kaspaz-3 düzeyleri ve Bax/Bcl2 oranı ise azalmıştı (p≤0.05). Bunlara ilave olarak ABEMA grubunda oluşan histopatolojik değişiklikler büyük oranda restore edilmişti. Sonuç olarak yatığımız bu çalışma, ratlarda Abemaciclib uygulamasının pro-inlamatuar sitokinlerde artış, artmış oksidatif stres ve apoptozun indüklenmesi yoluyla böbrek fonksiyonlarını ve histolojisini olumsuz etkileyebileceğini buna karşın Kurkumin terapisinin Abemaciclib'in nefrotoksik etkilerine karşı koruyucu olabileceğini göstermektedir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Role of Lrrc17, Catepsin-K, Tracp-5b and Some Bone Building Markers in the Diagnosis of Postmenopozal Osteopenia and Osteoporosis: Relationship With Frax(2024) Bozan, Hakan; Akbay, Halil İbrahim; Huyut, ZübeyirGiriş ve Amaç: Osteoporoz, düşük kemik mineral yoğunluğu ve kemik dokunun mikro-mimari yapısının bozulması sonucunda kemik gücünde azalma ve kırık riski artışı ile karakterize ilerleyici bir metabolik kemik hastalığıdır. Dünya genelinde yaklaşık 200 milyon kadını etkilediği bilinmektedir. Günümüzde, dual-enerji X-ışını absorbsiyometrisi (DXA) ile kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümü, en yaygın kullanılan ve osteoporoz tanısında altın standart yöntem olarak kabul edilen yöntemdir. Ancak DXA'nın yüksek maliyet, daha uzun tarama süresi, az da olsa radyasyon içermesi, çekim tekniği ve cihaz kalibrasyonundan kaynaklanan hatalar, kolay bulunamaması ve taramayı yapacak uzman personele gerek duyulması gibi birtakım kısıtlamaları bulunmaktadır. Bu durum, osteoporoz tanı, tedavi ve yönetimi için alternatif bir tanı yöntemine ihtiyaç duyulmasını gerekli kılmaktadır. Yakın zamanlarda, hücresel kemik matriksi bileşenleri tanımlanarak, bu belirteçler kemik yapım ve yıkım belirteçleri olarak sınıflandırılmıştır. Kemik döngüsünü etkin bir şekilde gösteren biyobelirteçler, osteoporozun daha erken bir evrede değerlendirilmesinde faydalı bilgiler sunabilmektedir. Çalışmamızda kemik döngüsü belirteçlerinden P1NP, P1CP, Kemik-ALP, Osteokalsin, TRACP-5B, Katepsin-K ve yeni bir kemik döngüsü belirteci olabileceği değerlendirilen LRRC17'nin postmenopozal ostepeni-osteoporozda nasıl değiştiğini ve bu parametrelerin postmenopozal osteopeni-osteoporozu sağlıklı bireylerden ayırmada ve ayrıca osteopeni-osteoporozu birbirinden ayırmada DXA'ya alternatif tanı aracı olarak kullanılıp kullanılamayacağını ve kırık riski hesaplama aracı olan FRAX ile anlamlı bir ilişkisinin olup olmadığını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu araştırmaya etik kurulu onayından sonra Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Ek Hizmet Binasındaki Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniklerine başvuran çalışma kriterlerine uyan 90 gönüllü kadın çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya katılan gönüllüler KMY lomber (L1-4) T skorlarına göre kontrol grubu (20), osteopeni grubu (35) ve osteoporoz grubu (35) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Çalışmaya dahil edilen kişilerden alınan kanlardan santrifüj sonrası elde edilen serum örnekleri, çalışmanın yapılacağı zamana kadar -80 °C'de muhafaza edildi. Bu serum örneklerinden çalışma günü LRRC17, Katepsin-K, TRACP-5B, Osteokalsin, P1NP, P1CP ve Kemik-ALP ELİSA yöntemi ile ölçüldü. Verilerin istatiksel analizinde SPSS (versiyon 26.0, SPSS Inc, Chicago) paket programı kullanıldı ve p ≤ 0.05 istatiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Lomber ve Kalça T skorları osteoporoz ve osteopeni gruplarında kontrol grubuna göre, osteoporoz grubunda ise osteopeni grubuna göre daha düşük bulundu (p<0.001). OYMOKR ve OYKKR değerleri osteoporoz ve osteopeni gruplarında kontrol grubuna göre, osteoporoz grubunda ise osteopeni grubuna göre daha yüksek bulundu (p<0.001). Ayrıca, osteoporoz ve osteopeni gruplarında Osteokalsin ve Kemik-ALP değerleri kontrol grubuna göre, osteoporoz grubunda ise Osteokalsin osteopeni grubuna göre daha yüksek bulundu (p<0.001). TRACP-5B, LRRC17, P1CP ve P1NP değerleri, osteopeni ve osteoporoz gruplarında kontrol grubuna göre daha yüksek iken (p<0.001), osteopeni ve osteoporoz grupları arasında ise anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Osteopeni grubunda Kat-K düzeyleri kontrol grubuna göre daha yüksek iken (p=0.012), osteoporoz ve osteopeni grupları arasında anlamlı fark saptanmadı. Hastalığın (osteopeni ve osteoporoz) teşhisinde biyobelirteçlerin tanısal performansları değerlendirildiğinde TRACP-5B, LRRC17, P1NP, OK, Kemik-ALP, P1CP ve Kat-K biyobelirteçleri sırasıyla 0.98-0.97-0.96-0.95-0.93-0.74 ve 0.71 AUC değerleri ile hastaları sağlıklı gönüllülerden ayırt etmede başarılı parametreler oldu. Osteoporozu osteopeniden ayırmada biyobelirteçlerin tanısal performansları değerlendirildiğinde Kemik-ALP, OK, P1NP, LRRC17, TRACP-5B, P1CP ve Kat-K biyobelirteçlerinin sırasıyla 0.92-0.72-0.66-0.65-0.65-0.60 ve 0.56 AUC değerleri olduğu gözlendi. OYMOKR ile kemik döngüsü belirteçleri arasındaki ilişkisi incelendiğinde; OYMOKR ile TRACP-5B, Osteokalsin ve LRRC17 seviyeleri arasında pozitif yönde ve orta düzeyde (r değeri sırası ile 0.403- 0.471 ve 0.415) anlamlı bir korelasyonun olduğu tespit edildi. OYKRR riski ile kemik döngüsü belirteçleri arasındaki ilişkiler, OYKRR ile Osteokalsin ve LRRC17 seviyeleri arasında pozitif yönde ve orta düzeyde (r değeri sırası ile 0.493 ve 0.424) anlamlı bir korelasyonun olduğunu gösterdi. Ayrıca, çoklu regresyon analizi, Osteokalsin ve Katepsin-K'nın birlikte pozitif yönde OYMOKR'ne etki eden faktörlerden olduğunu gösterdi. Ek olarak regresyon analizi, bir birimlik Osteokalsin artışının OYMOKR değerini yaklaşık %20 ve bir birimlik Katepsin-K artışının ise OYMKOR değerini yaklaşık %37 artırdığını ortaya koydu. P1CP'nın ise yaklaşık bir birimlik artışının OYMOKR değerinde yaklaşık %2'lik azalmaya etki ettiği görüldü. Tartışma ve Sonuç: Çalışmamız özellikle TRACP-5B, LRRC17 ve P1NP belirteçlerinin hastaları (osteopeni-osteoporoz) sağlıklı kontrollerden ayırmada çok iyi performansa sahip olduğunu gösterdi. Ayrıca Kemik-ALP, osteoporozu osteopeniden ayırmada çok iyi bir performans gösterdi. Özellikle sosyoekonomik düzeyi düşük olan ülkelerde ve DXA'ya erişimde sıkıntı olan yerlerde DXA'ya göre daha kullanışlı, daha ucuz, tekrarlanabilirliği daha kolay olması amacıyla, KDB'lerden özellikle TRACP-5B, LRRC-17, P1NP, Osteokalsin ve Kemik-ALP'nin tanıda DXA'ya alternatif olarak kullanılabileceğini öngörmekteyiz. Ancak bu parametrelerin hem tanıda hem de osteopeni ve osteoporozu birbirinden ayırmada DXA'nın yerine kesin olarak kullanılmasını öngörebilmek için, daha geniş hasta popülasyonlarında ve moleküler düzeyde çalışmaların da dahil olacağı detaylı çalışmalara ihtiyaç vardır.Article Sağlık Hizmetleri Sektöründe Risk Algısı: Hastane Laboratuvar Ön Çalışması(2016) Huyut, Zübeyir; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Çokluk, Erdem; Çokluk, SelinAmaç: Sağlık hizmetleri sektörü; birçok riskle karşılaşılabilinen gün boyu kesintisiz sunulması gerekli hizmetler bütünüdür. Hastane laboratuvarları da \"çok tehlikeli\" iş yeri sınıfındadır. Bu çalışmada laboratuvar çalışanlarında risk algısının tespiti amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Tıbbi Biyokimya ve Mikrobiyoloji Laboratuvarlarında çalışan 30 gönüllü yer almıştır. Çalışanların tanımlayıcı özelliklerini belirleyen, risk algısı ile ilgili bilgi ve farkındalıklarını sorgulayan anket uygulanmıştır. Bulgular: Çalışanlar çalışma ortamında olabilecek riskleri sırasıyla; biyolojik (21 kez), fiziksel (18 kez), psikososyal (17 kez), kimyasal (16 kez) ve ergonomik (2 kez) olarak belirtmiştir. Riskler konusunda en sık tekrar edilen cevaplar enfeksiyon (17 kez) ve delici kesici alet yaralanması/enjektör ucu batmasıdır (14 kez). Sonuç: Bu çalışma, laboratuvar çalışanlarının çalışma ortamı tehlike ve risklerine karşı bilgi ve farkındalıklarının olduğunu fakat alınacak önlemler hakkında bilgi sahibi olmadıklarını göstermiştir.Article Streptozotosin Kaynaklı Diyabetik Sıçanlarda Diplotaenia Turcica Kök Ekstraktının Sperm Parametreleri ve Üreme Hormonları Üzerine Etkileri(2020) Belhan, Saadet; Huyut, Zübeyir; Değer, Yeter; Pınar, Süleyman MesutBu çalışma, Streptozotosin (STZ) kaynaklı diyabetik sıçanlarda Diplotaenia turcica kök ekstraktının spermparametreleri ve üreme hormonları üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla yapıldı. Çalışma eşit sayıda 6 gruba ayrılantoplam 42 erkek rat üzerinde yapıldı. Grup 1'e intraperitoneal olarak tek doz serum fizyolojik uygulandı. Grup 2'yeintraperitonal yolla STZ 45 mg/kg uygulandı. Grup 3’e 100 mg/kg Diplotaenia turcica kök ekstraktı 28 gün boyunca gastrikgavajla uygulandı. Grup 4’e 200 mg/kg Diplotaenia turcica kök ekstraktı 28 gün boyunca gastrik gavajla uygulandı. STZ 45mg/kg, Grup 5'e intraperitonal olarak uygulandı. Ek olarak Diplotaenia turcica kök ekstraktı 100 mg/kg, 28 gün boyuncagastrik gavaj yoluyla uygulandı. STZ 45 mg/kg, Grup 6'ya intraperitonal olarak uygulandı. Ek olarak Diplotaenia turcica kökekstraktı 200 mg/kg, 28 gün boyunca gastrik gavaj yoluyla uygulandı. Üreme hormonları ve sperm parametreleri analizedildi. Grup 2'de sperm motilitesi ve yoğunluğu ile üreme hormonu değerlerinin Grup 1'e göre anlamlı derecede düşükolduğu ve anormal sperm oranının Grup 1'e göre anlamlı derecede yüksek olduğu belirlendi. Grup 3 ve 4’ün testosterondüzeyleri, Grup 2, 5 ve 6’ya göre oldukça yüksekti. Diyabetli gruba ilave olarak verilen Diplotaenia turcica kök ekstraktının100 mg/kg’lık dozunun sperm parametrelerinde ve testosteron hormonunda bir iyileştirme oluşturduğu, ancak 200mg/kg’lık dozunun aynı etkiyi oluşturmadığı tespit edildi. Sonuç olarak, Diplotaenia turcica kök ekstraktının 100 mg/kgdozunu, diyabetli hastalarda önerebiliriz.Master Thesis The Susceptibility of Autoxidation of Erythrocytes During Storage of Blood: Effects of Melatonin and Propofol.(2007) Huyut, Zübeyir; Şekeroğlu, RamazanDepo kanlarında zamana bağlı olarak birtakım değisiklikler olduğu ve kan transfüzyonundan sonra eritrositlerin yasam sürelerinin kısaldığı bilinmektedir. Bu çalısmada kan torbalarına alınan kanlardaki eritrositlerde zamana bağlı olarak lipid peroksidasyonu ve antioksidan kapasitedeki değisiklikler, ayrıca melatonin ve propofol'ün bu parametrelere etkilerinin arastırılması amaçlandı. Bu amaçla sağlıklı 10 donörden CPD'li torbalara kan alındı ve her kan üç farklı pediatrik torbaya esit olarak bölündü. Birinci grup kanlar, kontrol grubu olarak incelendi. ?kinci grup kanlara 500 pq/ml melatonin, üçüncü grup kanlara 50 ?g/ml propofol ilave edildi. Kanlar çalısma süresi boyunca +4 0C' de bekletildi. 0, 7, 14, 21 ve 28. günlerde kan torbalarından alınan numunelerde eritrosit MDA, glutatyon, SOD, katalaz ve GSH-Px ölçümleri gerçeklestirildi. Ayrıca eritrositlerin in vitro oksidasyona duyarlılıkları test edildi. Kontrol grubunda zamana bağlı olarak eritrosit MDA seviyesi ve in vitro oksidasyona duyarlılık artarken, eritrosit glutatyon, GSH-Px, SOD seviyeleri azaldı (p<0.05). Melatonin eklenen grupta ise kontrollere göre eritrosit MDA artısı daha azalmısken, glutatyon, GSH-Px ve SOD seviyeleri korunmustu. Ayrıca in vitro oksidasyona karsı duyarlılık azalmıstı. Propofol eklenen grupta ise eritrosit glutatyon ve GSH-Px seviyeleri korunurken, katalaz aktivitesi zamana bağlı olarak azaldı (p<0.05). Sonuç olarak bu çalısma, depo kanlarına melatonin ilave edilmesinin eritrosit lipid peroksidasyonunu önleyebileceğini, eritrositlerin in vitro oksidasyona dayanıklılığını artırabileceğini ve eritrosit antioksidan kapasitesini koruyabileceğini göstermistir. Anahtar sözcükler: Antioksidan, depo kan, in vitro oksidasyon, lipid peroksidasyonu, melatonin, propofol.Article Van Yöresinde D Vitamini Düzeyleri ile Mevsimsel İlişkinin Değerlendirilmesi(2019) Alp, Hamit Hakan; Üçler, Rıfkı; Balaharoğlu, Ragıp; Huyut, Zübeyir; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Çokluk, ErdemAmaç: D vitamini, bazı gıdalarda bulunan ve güneş ışığına maruz kalan öncülerinden sentezlenebilen yağda çözünen bir vitamindir. Serum 25-hidroksi vitamin D (25-OH Vit D) konsantrasyonunun Vitamin D seviyesinin en iyi göstergesi olduğu bilinmektedir. D vitamininin ana kaynağı güneş ışığına maruz kalan ciltten sentez edilmesidir. Çalışmada Van'da hastanemize başvuran hastaların D vitamini düzeylerini geriye yönelik taradık. 25-OH vit D düzeylerinin yaş, cinsiyet ve mevsimsel farklılıkları arasındaki ilişkiyi araştırdık. Gereç ve Yöntem: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezine başvuran 01.01.2013 - 01.01.2014 tarihleri arasında 25-OH vit D düzeyleri tespit edilen ve kriterleri sağlayan sonuçlar dahil edildi. Bulgular: Erkeklerin yaş ortalaması (n = 306) 46.65 ± 16.62, kadınlarda (n = 1613) 43.58 ± 15.03 olarak bulundu. Erkeklerde ortalama 25-OH vit D 18.95 ± 7.93 ng / mL ve kadınlarda 14.79 ± 9.42 ng / ml olarak bulundu. Erkeklerin 25-OH D vitamini düzeyleri kadınlardan anlamlı derecede yüksek bulundu (p <0.05). Mevsime göre 25-OH D vitamini seviyeleri analiz edildiğinde, yaz mevsimi için 25-OH Vitamin D ortalaması kış mevsimine ya da Sonbahar-İlkbahar aylarına göre anlamlı olarak yüksekti (p = 0,006). Sonuç: Her ne kadar Van, konumu itibariyle en çok güneş alan şehirler arasında olsa da, tüm mevsimler ve yaş gruplarına göre vitamin D düzeylerinin düşük olduğunu düşünüyoruz. Bu bulgulara göre, Van ilindeki ve çevresindeki vitamin D eksikliğinin düzelmesi için hem beslenme desteğinin hem de D vitamini desteğinin önemli olduğu sonucuna vardık.