Browsing by Author "Kemik, Özgür"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Article Case Report: Budd–chiari Syndrome and Esophageal Variceal Bleeding Due To Alveolar Echinococcosis(2010) Dülger, Ahmet Cumhur; Avcu, Serhat; Akdenız, Hüseyın; Kemik, Özgür; Küçükoğlu, Mehmet EminKaraciğerin alveoler ekinokoku Echinococcus multilocularis'e bağlı nadir bir sestod hastalığıdır. Bu sestod, larval dönemini etobur hayvanlarda kistler içinde tamamlar. İnsanlar rastlantısal ara konaklar olup vahşi etoburların yumurtaları ile bulaşmış yiyecekler aracılığıyla veya tilkilere dokunmakla hastalığı edinirler. Hastalık malign karaciğer tümörleri gibi seyir gösterir ve çok nadiren de Budd- Chiari sendromu ve özofagus varis kanamasına neden olur. Budd–Chiari sendromu hepatik venlerin tıkanması ve karın ağrısı, hepatomegali ve asitle ortaya çıkan bir hastalıktır. Paraziter kistler hepatik venöz sisteme dıştan bası yolu ile veya tromboza neden olarak bu hastalığa neden olurlar. Bazen de portal hipertansiyon ve özofagus varis kanamasına neden olabilir. Bizler; daha önceden bilinen bir karaciğer hastalığı olmayan 47 yaşındaki bir kadın hastada Alveoler ekinokok hastalığına bağlı gelişen bir Budd–Chiari sendromu ve varis kanaması olgusunu sunuyoruz. Hastalığın seyri önemli laboratuar, serolojik ve radyolojik ölçütlerle gösterilmiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparison Between Conventional and Laparoscopic Appendectomy Surgery About Blood Il 6 Levels(2010) Bartın, Mehmet Kadir; Kemik, ÖzgürAmaç: Bu çalışmamızdaki amacımız Aralık 2009 ve Temmuz 2010 tarihleri arasında akut apandisit tanısıyla laparoskopik ve açık teknikle apendektomi yapılan olguların, yapılan cerrahi müdahaleye karşı oluşan travmatik stres yanıt açısından değerlendirilmesidir.Materyal ve metod: Aralık 2009 ve Temmuz 2010 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Acil Cerrahi Kliniği' ne ardışık olarak başvuran, 16-70 yaş arası, erkek ve kadın, ASA I-II grup hastalardan akut apandisit ön tanısıyla opere edilen 50 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalardan 25'ine laparoskopik 25'ine konvansiyonel yöntemle apendektomi yapıldı. Her iki grup serum IL 6 düzeyleri, cerrahi süreleri ve hastanede kalış süreleri açısından karşılaştırıldı.Bulgular: Her iki grup arasında hasta özellikleri ve demografik veriler açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı. Laparoskopik apendektomi planlanan 2 hastada açık yönteme geçildi. Karşılaştırılan grupların preoperatif bakılan serum IL 6 düzeyleri arasında da istatistiksel olarak fark saptanmadı (grup1: 65.73±6.34 grup2: 65.22±4.76 ve p=0.752). Laparoskopik apendektomi yapılan hasta grubunda postoperatif bakılan serum IL 6 düzeyi 76.11±16.18 ve konvansiyonel yöntemle apendektomi yapılan grupta ise IL 6 düzeyi 105.28±16.14 saptanmış ve aradaki istatistiksel fark anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Laparoskopik apendektomi yapılan grupta cerrahi süresi istatistiksel olarak daha uzun saptanmıştır (p<0.001). Konvansiyonel yöntem ile apendektomi yapılan grupta ise hastanede kalış süresi istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde uzun saptanmıştır (p<0.001).Sonuç: Laparoskopik apendektomi; akut apandisitin tedavisinde açık apendektomiyle karşılaştırıldığında cerrahiye bağlı travmatik stresi daha az indüklemekte ve daha az hastanede kalış süresi ile daha erken taburcu olmayı sağlayan güvenilir bir yöntemdir.Article Derin Ven Trombozu Olan ve Olmayan Hastalarda D-dimer ve Tüm Hemostatik Faktörlerin Düzeyleri(2010) Kemik, Ahu Sarbay; Kotan, Çetin; Kemik, Özgür; Tüzün, Sefa; Sumer, Aziz; Purisa, SevimAmaç: Gelişen tanı ve tedavi yöntemlerine rağmen, derin ven trombozu (DVT) hala önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. DVT sık karşılaşılan bir hastalık olup, Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl 250 000’den fazla kişiyi etkilemektedir. DVT tanısında mevcut tanı araçlarının kısıtlılıklarından dolayı plazma D-dimer gibi laboratuar ölçümlerine son dönemlerde ilgi artmıştır. Bu nedenle biz, derin ven trombozlu hastalardaD-dimer düzeylerini ve tüm hemostatik faktörleri incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Derin ven trombozlu 120 hastanın ve derin ven trombozu olmayan 115 hastanın, D-dimer düzeylerini ve Von Willebrand faktör düzeylerini enzim bağlı immunosorbent assay (ELISA) yöntemi ile inceledik. Kolesterol, kreatinin, INR, faktör VIII: C oranı ve aPTT ölçümleri standard metod ile, fibrinojen ölçümü ise Clauss metodu ile ölçüldü. Bulgular: Yaş, vücut kitle indeksi (VKİ), aPTT, INR ve total kolesterol bakımından derin ven trombozlu hastalarla derin ven trombozu olmayan hastalar karşılaştırıldığında, anlamlı farklılık bulunamadı (p > 0,05). Plasma D-dimer düzeyleri, kreatinin, faktör VIII: C ve Von Willebrand faktör düzeylerini derin ven trombozlu hastalarda, derin ven trombozu olmayan hastalara göre anlamlı olarak yüksek bulduk (sırasıyla, p<0,001, p<0,01). Diğer taraftan, fibrinojen düzeylerini, derin ven trombozlu hastalarda düşük bulduk (p< 0,01). Sonuç: Derin ven trombozunun teşhis ve tedavisinde D-dimer düzeylerinin ve hemostatik faktörlerin önemli rol oynadığı kanısındayız.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Preoperative and Postoperative Serum Total Sialic Acid Levels in Colon Cancer Patients(2014) İliklerden, Ümit Haluk; Kemik, ÖzgürAmaç: Bu çalışmamızın amacı; kolon kanserli hastaların preoperatif ve postoperatif (48.saat) serum total sialik asit düzeylerinin karşılaştırılması ile serum total sialik asitin kolon kanserlerinde bir belirteç olup olamayacağını araştırmaktır. Hastalar ve Yöntemler: Kolon kanseri teşhisi konmuş 100 hastanın ve 70 sağlıklı bireyin preoperatif ve postoperatif (48.saat) serum düzeyleri incelendi. Tüm serumlarda total sialik asit düzeyleri Warren yöntemi ile belirlendi. Sonuçlar: Her iki hasta grubunun total sialik asit düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.0001). Aynı şekilde, preoperatif ve postoperatif serumlarda total sialik asit düzeyleri arasında ileri derecede anlamlılık saptandı (p<0.001). Tartışma: Serum total sialik asit düzeylerinin değerlendirilmesi kolon kanserlerinde kritik bir rol oynayabilir. Serum total sialik asit düzeyleri kolon kanserinin erken tanısında invazif olmayan bir yöntem olarak hizmet verebilir.Article Kolorektal Kanserli Hastalarda Doku İnhibitor Metalloproteinaz-3 Düzeylerinin Önemi(2010) Tüzün, Sefa; Purisa, Sevim; Dülger, Ahmet Cumhur; Kemik, Özgür; Hasırcı, İsmail; Beğendik, Hüseyin; Kemik, Ahu SarbayPek çok matriks metalloproteinaz düzeyleri, kolorektal kanserli hastalarda araştırılmış ve aralarında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Ancak matriks metalloproteinazların doku inhibitörleri ile kanser arasında çok fazla araştırma yapılmamıştır. Biz bu çalışmamızda doku inhibitörü matriks metalloproteinaz-3 (TIMP-3) düzeylerini kolorektal kanserli hastalarda incelemeyi amaçladık. Çalışmamızda 100 kolorektal kanserli hastanın serum düzeyleri enzim bağlı immunosorbent ölçüm yöntemi ile analiz edildi. Kolorektal kanserli hastalarda serum TIMP-3 düzeyleri kontrollerimize göre, yüksek bulduk. Hastalarımızın serum CEA düzeyleri ile TIPM-3 düzeyleri arasında da pozitif korelasyon saptadık. Elde ettiğimiz sonuçlara göre, kolorektal kanserli hastalarda serum TIMP-3 düzeylerinin çok önemli bir prognostik markır olabileceğini düşünmekteyiz. Bizim bulduğumuz bu sonuçların, kanser araştırmalarına ışık tutacağını düşünmekteyizArticle The Levels of Mmp-2 İn Pancreatıc Juıce From Pancreatıc Adenocarcınoma Patients(2010) Kemik, Ahu Sarbay; Kemik, Özgür; Dülger, A.cumhur; Adas, Mine; Purisa, Sevim; Tüzün, Sefa; Beğendik, HüseyinPankreas kanseri için erken teşhis edilebilecek ve yüksek riskli hasta grubunda özel bir biomarkır yoktur. Pankreastan salınan proteinlerin bulunduğu zengin bir kaynak olan panreatik sıvı, pancreas kanserinin biyolojik keşfi için ideal bir kaynaktır. 10 pankreatik adenokarsinomalı hasta ve 10 sağlıklı bireyde pancreas suyu alınarak, MMP-2 düzeyleri enzim bağlı immunosorbent ölçüm yöntemi (ELISA) ile belirlendi. Pankreas salgısı MMP-2 düzeyleri, kontrol grubuna göre, pancreas kanserli hastalarda yüksek bulundu (p<0.001). MMP-2 düzeyleri pancreas kanserinin tanımlanmasında ve taramasında yarar sağlayacak, klinik uygulamaya konabilecek bir markırdır.Article Malign Plevral Efüzyonlar: Tanı ve Tedavi(2017) Kemik, Özgür; Çobanoğlu, Ufuk; Kızıltan, RemizPlevral sıvıda malign hücre görülmesi ile karekterize olan malign plevral efüzyonlar farklı tiplerdeki kanserlerin seyri sırasında görülmektedir. Akciğer kanserli, lenfomalı, meme ve over maligniteli olguların yaklaşık %75'inde hastalığın seyri sırasında MPE gelişir. Mevcudiyeti hastalığın yaygın ya da ilerlemiş olduğunun ve yaşam beklentisinin azaldığının bir göstergesidir. MPE'da hayatta kalım süresi ortalama 3-12 aydır. Bu süre hastada mevcut malignitenin hücre tipine ve evresine göre değişir. MPE gelişen malignite olgularından en uzun yaşam süresi over kanserlerinde tespit edilirken, en kısa akciğer kanserlerinde görülür. Gelişiminde en fazla kabul gören mekanizma, metastatik hastalığın plevrada yol açtığı permeabilite artışı ve bozulmuş drenajdır. Radyolojik değerlendirmenin ardından, sıvının sitolojik incelemesi ve kapalı ya da açık plevra biopsileri uygulanan tanısal girişimlerdir. Tedavi birincil hastalığı tedavi etmek yerine semptomları kontrol altına alıp yaşam kalitesini arttırmaya yöneliktir. İntraplevral sıvı hacmini azaltılması, ilişkili semptomların kontrol altına alınması ve yaşam kalitesini ve sağ kalımı iyileştirmek için efüzyonun etiyolojisinin ortaya konularak, hasta tedavisinin özelleştirilmesi gerekir.Article Serum Levels of Vegf and Egf in Thyroid Gland Tumors(2010) Purisa, Sevim; Kemik, Ahu Sarbay; Dülger, A.cumhur; Hasırcı, İsmail; Kemik, Özgür; Tüzün, Sefa; Adas, MineAmaç: VEGF ve EGF serum düzeyleri troid bezitümörlerinin patogenezinde ve onlarınbüyümesindde rol oynar. Hipotezimiz tiroid tumorhücreleri tarafından üretilen bu sitokininlerperiferal kanda düzeylerini yansıttığınısavunmaktayız.Metod: ELISA kit kullanarak tiroid bezi kanserli20 hastanın ve sağlıklı bireylerimizin periferalkanında bu sitokininleri ölçtük.Bulgular: Biz 10 tiroid adenomalı ve 10 tiroidpapillar karsinomlu hastaların serum VEGF veEGF düzeylerini sağlıklı bireylerimize göre,istatiksel olarak yüksek bulduk. Ancak, tiroidadenomlu ve tiroid papillar karsinomlu hastalararasında ise bu sitokininlerin konsantrasyonlarıarasında bir fark göremedik. Sonuç: Tirodi bezi tumor hücreleri tarafından busitokininlerin üretimindeki değişikliğin peripheralkan düzeylerini yansıttığını düşünmekteyiz. Aynızamanda VEGF ve EGF serum düzeyeleriarasındaki farklılık, tiroid tumor hücreleritarafından üretimini yüksek olması şeklindeaçıklanabilir ve foliküle ve endoteliyal hücreproliferasyonunu güçlü etkisini vurgulamaktadır.Article Şilotoraks'ın Değerlendirilmesi: Etiyoloji, Klinik Bulgular, Tanı ve Tedavi Yöntemleri(2017) Çobanoğlu, Ufuk; Ekin, Selami; Kemik, ÖzgürLenfatik sıvının intraplevral boşlukta birikmesi şilotoraks olarak adlandırılır ve torasik duktusun ve bunun lenfatik dallarının zedelenmesi sonucu meydana gelir. Hangi etiyolojiye bağlı olursa olsun, asıl neden torasik duktusun bütünlüğündeki bozulma veya kanalın tıkanmasıdır. Şilotoraks olgularında en çok gözlenen şikâyet, intraplevral boşluğa lenfatik sıvı birikimi ile oluşan nefes darlığıdır. Olgular tedavi edilmezlerse, lenfatik sıvı kaybına bağlı öncelikli olarak nutrisyonel yetmezlik, sıvı elektrolit dengesizliği ve daha ileri dönemde bağışıklık yetmezliği tablosu oluşur. Şilotoraksın tanısında torasentezle elde edilen plevral sıvının analizi önemlidir. Görünümün süt renginde olması, kimyasal analizinde 110 mg/dl den yüksek trigliserit düzeyi, 1'den küçük kolesterol/trigliserit oranı tanı için önemli kriterlerdir. Çok farklı nedenlere bağlı gelişebilen şilotoraksın ciddi mortalite oranlarına sahip olması onun tanı konulur konulmaz hızlıca tedavi edilmesini gerekli kılar. Tedavide öncelikle şilöz vasıflı plevral efüzyon drene edilerek solunum rahatlatılır. Ardından orta zincirli trigliserid içeren diyet, total parenteral nütrisyon, somatostatin veya octreotid uygulaması gibi konservatif yöntemler denenir. Bunların başarılı olmadığı durumlarda duktusun cerrahi ligasyonu, plöroperitoneal şant ve plörodez gibi tedavi yaklaşımları gündeme gelir. Şilotoraksın gecikmiş tedavi sonucu morbidite ve mortalitesi yüksek olup, ciddi olarak ele alınması gereken bir patoloji olduğu unutulmamalıdır.Article Tek İnsizyondan Laparoskopik Kolesistektomi (TİLK). Üniversitemizdeki İlk Olgu(2010) İliklerden, Ümit Haluk; Kemik, Özgür; Kisli, Erol; Ölmez, Aydemir; Barbaros, Umut; Hasırcı, İsmail; Sumer, AzizLaparoskopik cerrahi bir çok karın içi organ ameliyatlarında standart tedavi haline dönüşmektedir. Son dönmelerde insizyon morbiditesini azaltmak ve daha iyi kozmetik sonuç elde etmek amacı ile port sayıları azaltılmaktadır. Tek insizyondan laparoskopik cerrahi yeni bir uygulamadır. Biz burada üniversitemizde tek insizyondan laparoskopik kolesistektomi uygulanan hastayı sunmak istedik. 65 yaşında asemptomatik safra taşı bulunan olguya Temmuz 2010 tarihinde tek insizyondan laparoskopik kolesistektomi ameliyatı uygulandı. Hasta ameliyat sonrası 1. gün sorunsuz olarak taburcu edildi. Sonuç olarak; minimal invaziv cerrahi deneyimine sahip ellerde tek insizyondan laparoskopik cerrahi uygulanabilir bir tekniktir.specialization-in-medicine.listelement.badge The Importance of Level Ykl-40 in Gastric Cancer Patients(2011) İtik, Veyis; Kemik, ÖzgürGiriş: YKL-40 malign tümör hücrelerinin büyüme faktörüdür. Pek çok kanser tiplerinde artmış YKL-40 düzeyleri angiogenezis ile ve zayıf prognozis ile ilişkilidir. Ancak, YKL-40'ın ekspresiyonu mide kanserinde açıklanamamıştır.Materyal ve Metod: Bu çalışmada serum YKL-40 düzeylerini enzim bağlıimmunosorbent ölçüm yöntemi (ELISA) ile 100 mide kanserli hastada ve 75 sağlıklı bireyde ölçtük.Bulgular: Hastalarımızın serum YKL-40 düzeylerini, 140 ± 78 µ/l olarak bulduk. Sağlıklı bireylerimizin serum YKL-40 düzeylerini 25 ± 9 µ/l olarak bulduk (p<0.0001).Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre, artmış serum YKL-40 düzeyleri agresif tümör hücreleri ile ilişkilidir. YKL-40 düzeyleri, mide kanserinin önlenmesi için bağımsız bir moleküler markır olarak kullanılabilinir.specialization-in-medicine.listelement.badge The Importance of Tumor-Associated Trypsin Inhibitor Levels in Pathological Stage of Gastric Cancer(2012) Almalı, Necat; Kemik, ÖzgürAmaç : TATI tümör hücrelerinde tripsinojen ile ifade edilir. Mide kanserinin tespiti için serum TATİ seviyesini değerlendirdik.Gereç ve yöntem : Mide kanseri ve sağlıklı kontrol hastalarının tedavi öncesi serum TATI düzeyleri spesifik ELİZA yöntemi ile analiz edildi.Bulgular : Mide kanserli ve sağlıklı kontrol grubu hastalarının serum TATİ seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farlılıklar (p<0.0001) saptandı.Sonuç : Çalışmamız TATI nin üst gastrointestinal sistem karsinomlarında potansiyel olarak yüksek riskli hastaları tanımlamak amacıyla kullanılabileceğini düşündürmektedir.Bununla birlikte , mide kanserinde TATI nin klinik önemini aydınlatmak için geniş serum örnekleri ve tümör evreleme bilgilerinin olduğu daha ileri çalışmalar gerekmektedir.Anahtar Kelimeler : Tümör ilişkili tripsin inhibitör , Mide kanserispecialization-in-medicine.listelement.badge The Relationship Between Clinicopathologic Variables and Serum Cea and Colon Specific Antigen-2 in Patients With Colon Cancer(2011) Çallı, İskan; Kemik, ÖzgürKOLON KANSERLİ HASTALARDA SERUM KARSİNO EMBRİYONİK ANTİJEN ve KOLON KANSER SPESİFİK ANTİJEN-2 İLE KLİNİKOPATOLOJİK DEĞİŞKENLER ARASINDAKİ İLİŞKİKolon kanser spesifik antijen-2 (CCSA-2); kolon hücre malignitelerinde yeni tanımlanan bir belirteçtir. Kolon kanser spesifik antijen-2'nin kolon kanserindeki fonksiyonu bilinmemekle birlikte gelecekte önemli bir yer tutacağı düşünülmektedir. Biyolojik ve klinikopatolojik önemini ortaya koymak amacıyla kolon kanseri tanısı almış 107 hastada ELISA (enzyme-linked immunosorbent assay) yöntemi kullanılarak serum CEA ve CCSA-2 düzeyleri çalışıldı. Serum CEA ve kolon kanser spesifik antijen-2 seviyeleri; kötü differansiyasyon gösteren tümörlerde invazyon derinliği T3 ve T4 olan, lenf nodu metastazı yapan, venöz invazyonu bulunan ve TNM evrelemesinde evre 3 ve evre 4 olan hastalarda; kontrol gurubunu oluşturan bireyler ve iyi differansiyasyon gösteren tümörlerin yeraldığı invazyon derinliğinin T1 ve T2 olduğu, lenf nodu metaztazının olmadığı ve TNM evrelemelerinde evre 1 ve evre 2 olan hasta grubuna göre, istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001, p<0.0001). Kolon kanser spesifik antijen-2 seviyeleri; CEA gibi kolon kanser hücrelerinin gelişmesi ve kanser metaztazı varlığı için potansiyel bir gösterge olarak kullanılabilmektedir.