Browsing by Author "Kotan, Çetin"
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Article Adhesiv İnce Bağırsak Obstrüksiyonlarının Görülme Sıklığı(2004) Güler, Osman; Söylemez, Ömer; Kisli, Erol; Kotan, Çetin; Başer, Murat; Aydın, MetinAmaç: Abdominal cerrahi sonrası adhezyonlara bağlı gelişen ince barsak obstrüksiyon (İBO) sıklığını incelemektir. Metod: Kasım 1994 - Nisan 2000 arasında kliniğimizde abdominal cerrahi yapılan 2173 hastanın dosyaları retrospektif oiarak incelendi. Bulgular: Abdominal cerrahi yapılan 2173 olgunun 76'sında etyolojik sebep daha önce herhangi bir nedenle geçirmiş oldukları abdominal operasyona ikincil olarak gelişen adhezyonlardı.Buolguların 66'sına bridektomive 10'una ise bridcktonıi ile birlikte ilave cerrahi yapıldı- Rektosigmoid operasyonu yapılan olguların %13.86'ı, kolon operasyonu yapılanların %12.19'u, kolon dışı barsak operasyonu yapılanların %3.94'ü, diğer abdominal bölge operasyonu yapılanların %2.25'i ve apendektomi yapılanların %1.5'i adhezyonlara bağlı gelişen İBO'u nedeni ile ikinci kez öpere edildiler. Sonuç: Kliniğimizde İBO'Jarının en sık sebebi geçirilmiş operasyonlara bağlı gelişen adhezyonlar idi. Poştoperatif adhezyonların en sık sebebi ise geçirilmiş kolorektal operasyonlar idi.Article Akut Karnın Nadir Bir Nedeni Olarak Gezici Dalak Torsiyonu: Olgu Sunumu(2007) Kisli, Erol; Kotan, Çetin; Karaayvaz, Muammer; Kızıltan, Remzi; Lobut, NuriyeDalak diyaframın sol tarafında peritoneal bağlarla oldukça iyi fikse olmuş bir organdır. Henüz bilinmeyen patolojisi ile gezici dalak oldukça nadir görülen bir klinik durumdur. Gezici dalak en sık alt karı n veya pelvise yerleşir. şüphelenilmezse tanı koyabilmek zordur. Sıklıkla dalak alt karında palpe edilebilir. Nadir olgularda splenik vasküler pedikül torsiyona uğradığında semptomatik olabilir ve splenektomi yapılmalıdır. Bu yazıda, akut karna yol açmış gezici dalak torsiyonu nedeniyle splenektomi yaptığımız olgu literatür eşliğinde değerlendirilmiştir.Article Alfa Fetoproteinin, Mide Kanseri ile İlişkisinin İncelenmesi(2017) Yılmaz, Özkan; Çelik, Sebahattin; Almalı, Nejat; Kotan, Çetin; Çokluk, ErdemAmaç: Alfa-fetoprotein (AFP) üreten mide kanserlerinin üretmeyenlere göre daha kötü prognoza sahip olduğu bildirilmektedir. Bu çalışmada, merkezimizdeki AFP üreten mide kanserlerinin sıklığının araştırılması ve üretmeyen tiplerin patoloji sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Mide adenokarsinomu tanısı almış ve ameliyat planı ile genel cerrahi servisine yatırılmış hastalar çalışmaya dâhil edildi. Çalışma 2014-2015 yılları arasında, mide kanseri tanısı almış vakaların verilerinin, prospektif olarak toplanması şeklinde tasarlandı. Hastalardan ameliyat öncesi ve sonrası kan örnekleri alınarak serum AFP düzeyi çalışıldı. Hastane sisteminde kayıtlı patoloji verileri ile AFP düzeylerinin ilişkisi irdelendi. Bulgular: Toplam 63 hasta değerlendirilmeye alındı. AFP yüksekliği 2 hastada saptandı (insidans= %3.17). Serum AFP düzeyi normal sınırlarda olan hastaların, ameliyat öncesi ve sonrası AFP miktarları sırasıyla; 1.520 ng/mL ve 0.590 ng/mL bulundu (p< 0.001). Ameliyat öncesi serum AFP düzeyi ile tümörün evresinin ve nörovasküler invazyon varlığının olup olmaması ilişkisiz bulundu. AFP düzeyi ile metastatik lenf nodu sayısının korelasyonun olmadığı saptandı ( Spearmen's rho= -0.183, p=0.157). Tümörün yerleşim yerine göre AFP düzeyleri arasında anlamalı fark saptandı (p=0.021). Sonuç: Merkezimize başvuran mide kanserleri arasında, AFP üreten tipler çok azdır. AFP düzeyi ile tümörün evresi ilişkisiz gözükmektedir. AFP düzeyi normal sınırlarda olan hastalarda göreceli olarak, distal yerleşimli tümörlerin daha dikkatli değerlendirilmesi önemlidir.specialization-in-medicine.listelement.badge Clinical Presentations of Patients With Gall Stones(2010) Daştan, Ertuğrul; Kotan, ÇetinAmaç: Bu çalışmadaki amacımız 2009-2010 tarihleri arasında genel cerrahi servisine yatırılan 400 safra taşlı hastanın klinik prezentasyonlarının demografik olarak değerlendirilmesidir.Materyal Metod: 2009-2010 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi servisine yatırılan 17-90 yaş arası, 289'u kadın ve 111'i erkek, 11'i Asemptomatik kolelitiazisli, 157'si Kolelitiazis, 107'si Bilier pankreatit, 53'ü Koledokolitiazis , 72'si A.Koleisititli safra taşlı 400 hastanın verileri prospektif incelenip tanımlayıcı istatistiki analiz yapıldı.Bulgular: Çalışmamız 2009-2010 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi servisine yatırılan safra taşlı 400 hastanın verileri prospektif olarak incelendi. Çalışmada incelenen 400 hastanın 289'u kadın %72,3 ve 111'i erkekti. İstatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte yüzdeler arası fark oldukça çarpıcıydı. Hastaların 17 - 90 yaş arası ve ortalama yaş 53,8'di. 50 yaş altı 154 (%38) hasta, 50 yaş üstü 246 (%62) hasta vardı. İncelemeye alınan 400 hastanın 11'i Asemptomatik kolelitiazisli(%2.75), 157'si Kolelitiazis (%39,2), 107'si Bilier pankreatit (%26.75), 53'ü Koledokolitiazis (%13,2), 72'si A.Koleisitit (%18) idi. Yüzdeler arasında fark bulunmasına rağmen istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. Bilier pankreatitli hastaların yaş ortalaması 51,3 idi. Bu hasta gurubunun 79 kadın (%73,8), 28'i erkek(%26,2) idi. Akut kolesistitli hastaların yaş ortalaması 57,9'du. Bu hasta gurubunun 51'i kadın (%70,8), 21'İ erkek (%29,2) idi.Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda semptomatik safra taşlı hastalar, akut kolesistitli hastalar, keledokolityazisli hastalarla ilgili prospektif olarak irdelenen ve istatistiki analizi yapılan olguların ve elde edilen sonuçların literatürle uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Fakat asemptomatik safra taşlı hastalar ve semptomatik safra taşlarına bağlı bilier pankreatitli hastalardaki sonuçların literatürle uyumlu olmadığı tespit edilmiştir.Anahtar Kelimeler: Asemptomatik Kolelityazis, Kolelityazis, Koledokolityazis, Biliyer Pankreatit, Akut Kolesistit.Other Çocuk, Erişkin ve Yaşlı Populasyonda Akut Apandisitin Klinik Özelliklerinin Karşılaştırılması(2000) Barut, İbrahim; Kotan, Çetin; Sönmez, Reşit; Aras, Abbas; Bilici, Salim; Köseoğlu, BurhanAkut apandisit, özellikle erken çocukluk çağı ve yaşlı populasyonda yüksek perforasyon oranı nedeni ile morbidite ve mortalite nedeni olabilmektedir. Çalışmamızda Genel Cerrahi ve Çocuk Cerrahisi Kliniklerinde ameliyat edilen akut apandisitli olgular, perforasyon, postoperatif komplikasyon, mortalite oranları ve hastanede yatış süreleri açısından karşılaştırıldı. Çalışma periyodunda çocuk cerrahisi kliniğinde ameliyat edilen 84 ve genel cerrahi kliniğinde ameliyat edilen 176 olgu retrospektif olarak incelendi. Onbeş yaş altı grupta perforasyon oranı % 50, 16 yaş üstü grupta ise % 41.5 olarak bulundu. Perforasyon oranı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. Yaş gruplarına göre perforasyon oranları incelendiğinde 0-4 yaş grubunda % 86, 60 yaş üstü grupta ise % 83 perforasyon oranı bulundu. Pediatrik gruptaki olgularda yedi günden uzun süren adinamik ileus, mekanik intestinal obstrüksiyon, intraabdominal apse ve sepsis komplikasyonları erişkin gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Erişkin grupta ise akciğer komplikasyonları anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Pediatrik grupta mortalite oranı (% 2.7) erişkin gruba göre (% 0.77) anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Hastanede yatış süresi 0-4 ve 60 yaş üstü gruplarında diğer alt gruplara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu.Article Definitive Chemoradiotherapy Versus Upfront Surgery in Locoregional Esophageal Squamous Cell Cancer(2024) Kalkan, Nurhan Önal; Mert, Aslihan Guven; Çakıroğlu, Umut; Aldemir, Mehmet Naci; Kotan, ÇetinAim: Previous studies have indicated that definitive chemoradiotherapy and upfront surgery have comparable survival rates, and definitive chemoradiotherapy is a more applicable treatment option in resectable locally advanced esophageal squamous cell cancer (ESCC). We compared definitive chemoradiotherapy to upfront surgery for survival in locally advanced ESCC patients who denied the standard treatment approach, receiving definitive chemoradiotherapy or upfront surgery. Materials and Methods: One hundred eighty eight locoregional ESCC patients with thoracic and distal involvement who had upfront surgery were compared with those who received chemoradiotherapy but declined surgery, although their tumor was resectable at presentation. Patients who underwent upfront surgery with negative surgical margins were included. The upfront surgery group received no adjuvant treatment (chemotherapy or radiotherapy). The definitive chemoradiotherapy group received standard therapy with 50.4 Gray/28 fractions/6 weeks concomitantly with weekly Paclitaxel 50 mg/m2 and Carboplatin AUC 2 combination regimen. Results: A total of 102 patients (54.3%) underwent surgery up front, whereas 86 patients (45.7%) had definitive chemoradiotherapy. The median follow-up of the study was 31 months. Definitive chemoradiotherapy had a median disease-free survival (DFS) of 39 months compared to 16 months for upfront surgery (p:0.005). Median overall survival (OS) was 29 months in upfront surgery and 47 months in definitive chemoradiotherapy (p=0.01). Although the multivariate Cox regression analysis found no difference in DFS between upfront surgery and definitive chemoradiotherapy groups, OS was greater with the latter (HR, 0.69; 95% CI, 0.47 to 1.00; p=0.05). Conclusion: In this non-randomized retrospective analysis, definitive chemoradiotherapy improved overall survival compared to upfront surgery in locally advanced ESCC patients.Article Derin Ven Trombozu Olan ve Olmayan Hastalarda D-dimer ve Tüm Hemostatik Faktörlerin Düzeyleri(2010) Kemik, Ahu Sarbay; Kotan, Çetin; Kemik, Özgür; Tüzün, Sefa; Sumer, Aziz; Purisa, SevimAmaç: Gelişen tanı ve tedavi yöntemlerine rağmen, derin ven trombozu (DVT) hala önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. DVT sık karşılaşılan bir hastalık olup, Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl 250 000’den fazla kişiyi etkilemektedir. DVT tanısında mevcut tanı araçlarının kısıtlılıklarından dolayı plazma D-dimer gibi laboratuar ölçümlerine son dönemlerde ilgi artmıştır. Bu nedenle biz, derin ven trombozlu hastalardaD-dimer düzeylerini ve tüm hemostatik faktörleri incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Derin ven trombozlu 120 hastanın ve derin ven trombozu olmayan 115 hastanın, D-dimer düzeylerini ve Von Willebrand faktör düzeylerini enzim bağlı immunosorbent assay (ELISA) yöntemi ile inceledik. Kolesterol, kreatinin, INR, faktör VIII: C oranı ve aPTT ölçümleri standard metod ile, fibrinojen ölçümü ise Clauss metodu ile ölçüldü. Bulgular: Yaş, vücut kitle indeksi (VKİ), aPTT, INR ve total kolesterol bakımından derin ven trombozlu hastalarla derin ven trombozu olmayan hastalar karşılaştırıldığında, anlamlı farklılık bulunamadı (p > 0,05). Plasma D-dimer düzeyleri, kreatinin, faktör VIII: C ve Von Willebrand faktör düzeylerini derin ven trombozlu hastalarda, derin ven trombozu olmayan hastalara göre anlamlı olarak yüksek bulduk (sırasıyla, p<0,001, p<0,01). Diğer taraftan, fibrinojen düzeylerini, derin ven trombozlu hastalarda düşük bulduk (p< 0,01). Sonuç: Derin ven trombozunun teşhis ve tedavisinde D-dimer düzeylerinin ve hemostatik faktörlerin önemli rol oynadığı kanısındayız.specialization-in-medicine.listelement.badge Farklı Endikasyonlara Göre Kolesistektomi Yapılan Olgularda Sistik Arterlerin Histopatolojik Olarak İncelenmesi(2007) Tekeş, Yusuf; Kotan, ÇetinSafra taşı hastalıkları; akut ve kronik kolesistit, bilier pankreatit ve koledok taşına bağlı oluşan mekanik ikter, vd; gastrointestinal sistemi etkileyen en yaygın patolojilerdirler. Akut kolesistit safra kesesinin akut inflamasyonudur, nedeni Hartman poşuna veya sistik kanala oturmuş taştır. Bunun dışında kollajen hastalıkların vasküler yapıyı etkilediği durumlar, ciddi hipertansif, aterosklerotik vasküler hastalıklar ve sistik arterde tromboz diğer nedenlerdir. Safra kesesinin arteryel perfüzyonunu sağlayan sistik arter terminal bir arter olduğu için, bu arterde oluşabilecek patolojik değişikliklerin safra kesesi beslenmesini bozarak, başta kolesistit olmak üzere safra kesesi ile ilgili klinik tablolara yol açabileceği teorik düşüncesi ile bu çalışma planlandı. Bu amaçla akut kolesistit ve farklı endikasyonlarla kolesistektomi yaptığımız 100 hastanın sistik arter örnekleri/segmentleri histopatolojik olarak incelendi. Farklı safra taşı hastalıkları nedeni ile kolesistektomi yapılan olguların sistik arterlerindeki histopatolojik değişikliklerin anlamlılığı, ayrıca bu histopatolojik değişiklikler ile yaş, cinsiyet, diabetes mellitus, sigara ve hipertansiyon gibi çeşitli risk faktörlerinin ilişkisi araştırıldı Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi kliniğinde 2004?2006 yılları arasında kolelitiazis, akut ve kronik taşlı kolesistit, mekanik ikter ve bilier pankreatit nedeniyle opere ettiğimiz 100 hastanın sistik arterinden örnek alındı. Bu örnekler Yüzüncü Yıl Üniversitesi Patoloji Laboratuvarında incelendi. 100 vakadan 16'sında sistik arterde patolojik bulgulara rastlandı. Bu hastalara ait bir takım değişkenlerin dağılımı tanımlayıcı istatistikler ile ortaya konarken, aynı şekilde bu hastalara ait tanılar, cinsiyet, hipertansiyon, sigara öyküleri ve diabetes mellitus hastalığına ait insidans (odds ratio) lojistik regresyon analizi ile yapılmıştır. Sonuç olarak, risk faktörlerinden cinsiyet, hipertansiyon, sigara öyküleri ve diabetes mellitus'un ve kolesistektomi endikasyonlarından kolelitizis, akut ve kronik taşlı kolesistit, mekanik ikter'in sistik arterde histopatolojik değişikliklerin görülmesi ile aralarında anlamlı ilişki olmadığı bulundu (p>0.05). Kolesistektomi endikasyonlarından bilier pankreatit tablosu ile hastaların sistik arterlerinde histopatolojik değişikliklerin varlığı arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.01).Article Kronik Lenfositik Lösemide Patolojik Dalak Rüptürü: Bir Olgu(2004) Demir, Cengiz; Kotan, Çetin; Kösem, Mustafa; Dilek, İmdat71 yaşında hasta genel durum bozukluğu, karın ve sol omuz ağrısı ile başvurdu. Hemodinamik olarak stabil olan hastada periton irritasyon bulguları yoktu. Hemogramında lökositleri 53.1 x109 /L (%67 lenfosit, fenotipik olarak CD5, CD19 ve CD20 pozitif B hücre karakteri), hemoglobin (Hb) 10.2 g/dl ve trombositleri 220x109/L idi. Batın USG’de dalakta subkapsüler hematom bulundu. Kronik lenfositik lösemi (KLL) tanısı kondu. İzlem sırasında hastanın ani fenalaşması sonrası yapılan USG’de intra abdominal hemoraji ve dalak rüptürü saptandı. Acil splenektomi yapılan hastanın dalak ağırlığı 1900 g bulundu. Histopatolojik olarak lenfositik infiltrasyon gösteren dalakta patolojik rüptürle uyumlu bulgular görüldü. Sonuç olarak literatürde çok nadir olarak bildirilmesine karşın karın ağrısı ve genel durum bozukluğu olan KLL olgularında patolojik dalak rüptürü de ayırıcı tanıda dikkate alınmalıdır.Other Mide Kanseri Cerrahisinde Splenektominin Gerekliliği ve Sağ Kalım Süresine Etkisi(2001) Kotan, Çetin; Özgören, Ersin; Sönmez, ReşitAmaç: Mide kanserinin cerrahi tedavisinde, mide rezeksiyonu ile birlikte yapılan splenektominin olguların sağ kalım süresine etkisinin araştırılması. Durum Değerlendirmesi: Mide kanseri cerrahisinde, rezeksiyonun genişliği, genişletilmiş lenf nodu disseksiyonu, splenektomi ve bu işlemlerin yaşam süresine katkısı literatürde tartışma konusudur. Yöntem: 1994-1997 yılları arasında kliniğimizde mide kanseri tanısı ile mide rezeksiyonu yapılmış olan 51 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Karşılaştırılan parametrelerin istatistiksel analizi ki-kare ve t-testleri ile yapıldı. İstatistiki anlamlılık düzeyi P<0.05 olarak belirlendi. Çıkarımlar: Yirmi olguya splenektomi yapılmış, 31 olguya splenektomi yapılmamıştır. Gruplar tümör lokalizasyonu ve histolojik evreleri açısından benzer özellikler taşımaktadır. İki grup arasında; ameliyat sonrası mortalite ve sağ kalım süreleri yönünden anlamlı farklılık görülmemektedir. Sonuç: Mide kanseri nedeni ile mide rezeksiyonu yapılan olgularımızda, splenektomi eklenen grupta, splenektominin sağ kalım süresi üzerine anlamlı bir etkisinin olmadığı görüldü.Other Non-rekürren Laringeal Sinir: Olgu Sunumu(2001) Arslantürk, Hasan; Kotan, Çetin; Aras, AbbasÖzet: Tiroidektominin en önemli komplikasyonlarından biri rekürren laringeal sinir (İnferior laringeal sinir) yaralanmasıdır. Rekürren sinirin anatomik seyri varyasyonlar göstermektedir. Nadiren inferior laringeal sinir non-rekurren olabilir. Sinirin anatomik seyrindeki farklılıklar nedeni ile, yaralanma olasılığını azaltmak için sinirin görülüp korunması önerilmektedir. Bu olgu sunumunda, benign tiroid patolojisi nedeni ile tiroidektomi yaptığımız bir olguda sinir eksplorasyonu esnasında saptadığımız, inferior laringeal sinirin non-reküren anomalisi sunulmuştur.Other Özofagus Kanserinin Cerrahi Tedavisinde Deneyimimiz: 57 Olgunun Analizi(2001) Sönmez, Reşit; Kisli, Erol; Kotan, Çetin; Aras, Abbas; Arslantürk, Hasan; Aslan, Murat; Söylemez, ÖmerAmaç: Özofagus kanseri Van bölgesinde sık görülen gastrointestinal malignitelerden biridir. Bu çalışmada YYÜ Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında ameliyat ettiğimiz özofagus kanserli olgular irdelendi. Metod: 1994- 2000 yılları arasında kliniğimizde 57 özofagus kanseri olgusu ameliyat edildi. Bulgular: Tümör 3 olguda servikal, 21olguda intratorasik ve 33 olguda ise distal özofagusa lokalize idi. Rezektabilite oranı % 91 olarak bulundu ve 52 olguya değişik cerrahi teknikler ile özofajektomi yapıldı. İntratorasik tümörlerde en sık uygulanan ameliyat tekniği % 43 oranı ile, laparotomi, sağ torakotomi ve servikal özofagogastrostomi, distal tümörlerde ise en sık uygulanan ameliyat tekniği % 36 oranı ile, laparotomi, sağ torakotomi, proksimal gastrektomi, distal özofajektomi ve intratorasik özofagogastrostomi olmuştur. Anastomoz 21 (%40.3) olguda sirküler stapler ile yapılmış, 31 olguda ise elle yapılmıştır. Stapler kullanılan olgularda anastomoz kaçağı oluşmamış, ancak elle anastomoz yapılan 4 olguda (% 7.7) anastomoz kaçağı oluşmuştur. Ameliyat sonrası toplam komplikasyon oranı % 56, hastane mortalitesi ise % 10.5 olarak bulunmuştur. Sonuç: Özofagus kanserinin cerrahi tedavisinde farklı cerrahi teknikler, tümör lokalizasyonu ve cerrahın tercihine bağlı olarak tercih edilebilir.Other Paratiroid Bezlerinin Sayı ve Lokalizasyon Anomalileri(2001) Arslantürk, Hasan; Kotan, Çetin; Algün, Ekrem; Bayram, İrfan; Özen, Süleyman; Harman, Mustafa; Şekeroğlu, Mehmet RamazanPrimer hiperparatiroidi (P-HPT), bir veya daha fazla sayıda bezin aşırı parathormon salgılaması ile oluşan, hiperkâlsemi ile karakterize bir tablodur. Soliter paratiroid adenonıu ve diffuz hiperplazi, daha nadiren multipl adehom, ve karsinonı, P-HPT nedeni olan patolojilerdir. P-HPT tedavisi cerrahidir, semptomların bir çoğu yeterli bir cerrahi tedavi sonrası düzelir. Paratiroid bezlerinin sayı ve lokalizasyon anomalileri, cerrahi tedavinin başarısını etkileyen, persistant ve reküren primer hiperparatiroidiye neden olan en önemli faktörlerdir. Gerçek intratiroidal lokalizasyonlu (paratiroid bezinin çevresel olarak tiroid parenkimi ile sarılmış olması) paratiroid bezi oldukça nadir görülen bir durumdur. Beş veya daha fazla paratiroid bezinin bulunması, özellikle multipl endokrin neoplazi sendronilarında, daha sık görülebilmektedir. Bu çalışmada fakültemiz Genel Cerrahi Anabilim Dalında 19 P-HPT olgusunda uyguladığımız 20 boyun eksplorasyonunda rastlanılan persistan primer hiperparatiroidiye yol açan gerçek intratiroidal lokalizasyonlu l paratiroid hiperplazisi olgusu ve 4 ten fazla paratiroid bezi saptadığımız 2 olgu sunulmuştur.Article Primer Hiperparatiroidi Cerrahisi Geçiren Hastalarda Preoperatif ve Peroperatif Parametrelerin Karşılaştırılması, Preoperatif Parametrelerin Postoperatif Seyri Üzerine Etkisi(2023) Hasırcı, Ismaıl; Kotan, ÇetinAmaç Çalışmamızda, primer hiperparatiroidi (p-HPT) nedeni ile opere edilen hastalarda görüntüleme yöntemlerinin başarısı ve preoperatif bulguların postoperatif sonuçlara etkisi araştırıldı. Gereç ve Yöntem Bu çalışmada Ocak 2008 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi kliniği tarafından p-HPT nedeni ile opere edilen 50 ardışık olgunun verileri prospektif olarak incelendi. Çalışma süresi boyunca hastaların demografik verileri, klinik bulguları, ameliyat öncesi ve sonrası laboratuvar sonuçları, ameliyat öncesi dönemde lokalizasyon amacıyla yapılan ultrasonografi (USG), sintigrafi ve bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları, ameliyat ve patoloji raporları incelendi ve kaydedildi. Elde edilen veriler istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular Kas iskelet sistemi ağrılarının en sık (%80) hastaneye başvuru nedeni olduğu görüldü. Opere edilen hastalarda ameliyat sonrası serum parathormon (PTH) ve kalsiyum seviyelerinin ameliyat öncesi döneme göre anlamlı oranda düştüğü tespit edildi (pArticle Red Blood Cell Distribution Width as a Possible Predictor of Diagnosis and Survival in Gastric Cancer(2020) Sakin, Ayşegül; Kotan, Çetin; Alay, Murat; Sahin, Suleyman; Sakin, Abdullah; Aytekin, Aydın; Esen, RamazanObjectives: To compare the preoperative Red Cell Distribution Width (RDW) value in curatively-operated gastric cancer(GC) patients without receiving neoadjuvant chemotherapy (NACT) vs. control group, with the aim of investigating itspreoperative prognostic effect.Methods: Receiver Operator Characteristics (ROC) curve of RDW value was plotted for DFS. The area under curve (AUC)of the RDW was 0.714 with 73.5% sensitivity and >5.5 with 71.1% specificity. Patients were divided into 2 groups as RDW≤15.5 and RDW >15.5.Results: The study included 330 GC patients (37.7% female and 62.3% male) and 330 healthy controls (63.9% maleand 36.1% female). ROC curves were used to confirm the predictive role of preoperative RDW value in predicting thepresence of GC. For GC, the AUC of RDW was 0.665 with 61.3% sensitivity and 14.1 with 64% specificity. There was apositive correlation between disease stage and RDW in GC patients (Rho=0.338, p<0.001). Five-year DFS was 81.1% inthe low-RDW group and 61.9% in the high-RDW group (p=0.001). Similarly, Corresponding 5-year overall survival (OS)rates were 74.4% and 57.7 (p=0.001). In multivariate analysis, male gender, stage III disease, high CEA, and RDW ≥15.5were the factors associated with worse DFS, whereas adjuvant therapy (p=0.036) prolonged DFS significantly.Conclusion: In our study, preoperative RDW was found to be both predictive and prognostic for GC.Other Tiroid Nodüllerinin Tanı ve Tedavisinde İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi ve Frozen-section'ın Yeri(2000) Algün, Ekrem; Barut, İbrahim; Söylemez, Ömer; Kotan, Çetin; Bayram, İrfan; Sönmez, ReşitBu çalışmada tiroid nodüllerinin malinite açısından değerlendirilmesinde preoperatif ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ve intraoperatif frozen section'in (FS) etkinlikleri araştırıldı. Retrospektif olarak Eylül 1994-Eylül 1999 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda tiroid nodülü nedeniyle opere edilen 196 hastanın dosya bilgileri incelenerek İİAB, FS ve son histopatolojik tanıları değerlendirildi. Malin ve şüpheli olgular pozitif malinite, benin ve foliküler lezyonlar negatif malinite kabul edilerek hesaplanan İİAB'nin sensitivitesi % 83, spesifisitesi % 93 ve doğruluk oram % 92 olarak bulunurken; FS'nin sensitivitesi % 81, spesifisitesi % 97 ve doğruluk oram % 94 olarak bulundu. Şüpheli lezyonlar çalışma dışı bırakıldığında İİAB'nin sensitivitesi % 75, spesifisitesi % 100 ve doğruluk oranı % 98; FS'nin sensitivitesi % 80, spesifisitesi % 100 ve doğruluk oranı % 97 olarak bulundu. İİAB tekniğine uygun olarak yapılıp ve deneyimli bir patolog tarafından değerlendirildiğinde, tiroid nodüllerinin malinite açışından değerlendirilmesinde etkin bir tanı yöntemidir. İİAB sonucu şüpheli ve negatif olan fakat klinik olarak malinite şüphesi olan vakalarda intraoperatif FS doğru tanı olasılığını artırır.Article Van Gölü Havzasında Gastrointestinal Kanserlerin Dağılımı: 1002 Olgunun Analizi(2003) Türkdoğan, M. Kürşad; Topçu, Nazan; Kösem, Mustafa; Tuncer, İlyas; Uğraş, Serdar; Kotan, ÇetinAmaç: Van Gölü havzasında gastrointestinal kanserlerin lokalizasyon, yaş ve cinsiyet dağılımını belirlemek ve bu dağılımını yöresel özellik gösterip göstermediğini saptamaktır. Materyal: 1995-2001 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniği'nde tetkik edilip, histopatolojik olarak gatrointestinal kanser teşhisi konulmuş 1002 olgu (432 kadın, 670 erkek; ortalama yaş: 55) değerlendirildi. Bulgular: Olguların 466 (%47)'sında mide, 334 (%33)'ünde özefagus, 102 (%10,2)'sinde kolon, 39 (%3,8)'unda karaciğer metastazı, 20 (%2)'sinde primer karaciğer, 14 (%l,3)'ünde pankreas, 12 (%l,2)'sinde ince barsak, 11 (%1,l)'inde peritonitis karsinomatosa, 4 (%0,4)'ünde safra kesesi kanseri tespit edildi. Erkek/kadın oranı; , özefagus kanserinde 0.75, mide kanserinde l .98, kolon kanserinde l .0, karaciğer metastazında l .4, primer karaciğer kanserinde 19.0, pankreas kanserinde 2.5, ince barsak kanserinde 0.7, peritonitis karsinomatozada 4.5 olarak belirlendi. Kolorektal kanserler ve peritonitis karsinomatoza 4. dekad da; özefagus, mide, pankreas ve ince barsak kanserleri 5. dekad da; primer karaciğer ve safra kesesi kanserleri 6. dekad da daha yaygın görüldü. Sonuçlar: Yöremizde mide kanseri, gastrointestinal maligniteler içinde en sık görülen kanserdir. Özefagus ve mide kanseri, tüm gastrointestinal malignitelerin yaklaşık %80'nini oluşturmaktadır. Yöremizde kolorektal kanserler üst gastrointestinal kanserlere oranla daha nadir görülmektedir. Kadınlarda; özefagus ve safra kesesi, erkeklerde; mide, pankreas, primer karaciğer kanserleri daha yaygın görülmektedir. Patoloji kliniğimizin yörede tek olması nedeniyle, elde edilen sonuçlar bölgenin gerçek prevalansını yansıtmaktadır.Article Van ve Çevresinde Saptanan Mide Kanserlerinin Lokalizasyonu ve Histopatolojik Özellikleri: 466 Olgunun Analizi(2003) Türkdoğan, M. Kürşad; Kotan, Çetin; Uğraş, Serdar; Tuncer, İlyas; Topçu, Nazan; Uygan, İsmailGeçen 30 yıl içinde, gelişmiş ülkelerde midenin distal yerleşimli adenokanserlerinin azaldığı, proksimal adenokanserlerinin arttığı bildirilmektedir. Distal adenokanserlerin sıklığındaki azalmanın, Helicobacter pylori eradikasyonu ile paralellik gösterdiği iddia edilmektedir. Bu çalışmada 1995-2001 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı'nda endoskopik ve histolojik olarak mide kanseri tanısı almış 459 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 304'ü (%66) erkek, 155'i (%34) kadın idi. Yaş ortalaması 56.7±12.4 (17-91 yaş arası) olup, erkek/ kadın oranı 1.9 olarak tespit edildi. Olguların %74'ü 40-70 yaş arasında olup, en küçük görülme yaşı erkeklerde 25, kadınlarda 17 olarak bulundu. Lokalizasyon olarak; olguların 163'ü (%35.5) mide orta kısım, 159'ü (%34.6) 1/3 mide distal, 132'si (%28.7) 1/3 mide proksimal, 5'i (%1) diffüz tutulum gösteriyordu. Histopatolojik özellikleri; 451'i (%98) adenokanser, 7'si (%1.5) epidermoid, biri küçük hücreli kanser idi. Sonuç olarak; son yıllarda proksimal gastrik kanserlerin sıklığında belirgin artış gözlenmesine rağ-men, serimizde korpus lokalizasyonu en yaygın tutulum yeri olarak belirlendi. Olguların ortalama %43'ünde doku düzeyinde (antrum %53, korpus %45, kardia %28) Helicobacter pylori pozitif bulundu.Article Van Yöresi Uniloküler ve Multiloküler Hidatidozun Klinikopatolojik Özellikleri(2003) Tuncer, İlyas; Kotan, Çetin; Bayram, İrfan; Özen, Süleyman; İbiloğlu, İbrahim; Uğraş, Serdar; Kösem, MustafaAmaç: Echinococcus granulosus ya da nadiren Echinococcus alveolaris'in larva formunun neden olduğu hidatidoz dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de önemli sağlık sorunlarından biridir. Bu çalışmanın amacı hidatidoz'un Van ve çevresindeki son yıllardaki durumunu ortaya koymak ve yapılacak diğer araştırmalara ön bilgi sunmaktır. Gereç ve yöntem: Van ve çevresinde 1995-2002 yılları arasında hidatidoz tanısı alan olguların patoloji bölümünün kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Yaşları 6-72 arasında değişen ve ortalama yaş 31.3 olan 72 (%35)'si erkek, 133 (%65)'ü kadın olan 205 olgu saptanmıştır. 103 (%50) olguda kistler karaciğerdeydi. 102 olguda karaciğer tutulumu görülmedi. Bunların 59 (%30)'unda kistler sadece akciğerde, 20 (%9.7)'si batın içi veya duvarında, 7 (%3.5)'si dalakta, 6 (%3)'sı böbrekte görüldü. Sonuç: Bu çalışma hidatidoz'un bölgemizde çok sık olduğunu ortaya ortaya koydu. Hastalığın kontrolü için acil olarak koruyucu önlemlerin alınması gerekmektedir.Other Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Ameliyat Edilen Mide Kanserli Hastalarda Proksimal Mide Kanseri Sıklığı(2000) Sönmez, Reşit; Çıkman, Öztekin; Barut, İbrahim; Özgören, Ersin; Kotan, Çetin; Aras, AbbasSon yıllarda mide kanseri insidensindeki düşme eğilimine rağmen, proksimal lokalizasyonlu mide kanserlerinde artış olduğu bildirilmektedir. Distal özofagus adenokarsinomu ile birlikte, mide kanserinden ayrı bir klinik durum olarak kabul edilen proksimal mide kanserlerinin daha kötü prognoza sahip olduğu bildirilmektedir. Gastrointestinal kanserler, özellikle mide ve özofagus kanserleri Van bölgesinde sık görülen, önemli bir mortalite nedenidir. Bu retrospektif çalışmanın amacı Ekim 1994- Temmuz 1999 tarihleri arasında Van Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde ameliyat edilen 113 mide kanserli olguda proksimal lokalizasyonlu mide kanseri sıklığını araştırmaktır. Mide kanseri tanısı ile ameliyat ettiğimiz, incelenen, 113 olguda proksimal mide kanseri sıklığı % 38.9 olarak bulundu.