Browsing by Author "Metin, Ahmet"
Now showing 1 - 20 of 25
- Results Per Page
- Sort Options
Other Alkolizm ve Deri Bulguları(1999) Subaşı, Şule; Atkan, Latif; Metin, AhmetAlkol, bağımlılığı insanlar üzerinde sosyal ve psikolojik bakımdan olumsuz etkilere sahip olması yanında çeşitli dermatolojik belirti ve hastalıklara da yol açmaktadır. Alkoliklerde görülen deri bulgu ve hastalığı sıklığının araştırılması amaçlanan bu çalışmada Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezinde yatarak tedavi gören, DSM IV kriterlerine göre alkol bağımlılığı tanısı konmuş 81 hasta ele alındı. Hastaların 78'i (°/o96,3) erkek 3'ü ise (°/o3,7) kadın olgulardan oluşuyordu. Genel yaş ortalaması 41,63 (9,84 olan hastalarda yaşın 20 ile 75 arasında değiştiği görüldü. Görüşmede hastaların 22'si (%27,16) alkol aldığında, 19'u (%23,46) alkolsüz kaldığında ortaya çıkan kızarıklık, kaşıntı, terleme gibi deri belirtileri tarif etti. Sadece 16'sı (19,75) bir deri hastalığına sahip olduğunu bildirirken, muayeneleri sonucu 68'inde (%83,95) bir veya birden fazla dermatolojik bulgu ve hastalığa rastlanıldı. Bunlar arasında glossid, seboreik dermatit, mantar enfeksiyonları, kontakt dermatit, yüzde telenjiyektazi ve eritem gibi tanı ve belirtiler oldukça sık bulunuyordu. Ayrıca hemen hepside sigara bağımlısıydı ve bir çoğunda özellikle yoksunluk döneminde aşırı kullanım sonucu daha çok el, dudak ve dilde ortaya çıkmış olan tütün isi mevcuttu. Alkol bağımlılarında bazı deri lezyon ve hastalıklar sık görülmekte olup çoğu zaman hastalar tarafından ihmal edilmektedir. Bunlar hastaların alışkanlıkları hakkVa bazı ipuçları taşıması yanında tedavi gerektiren önemli sorunlardır.Article Bir Olgu Nedeniyle Favre-racouchot Hastalığı(2003) Akdeniz, Necmettin; Çalka, Ömer; Metin, AhmetFavre-Racouchot hastalığı, daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkan solar elestozla birlikte özellikle malar bölgelerde komedon gelişimiyle karakterize bir tablodur. Yüzünde solar elastoz zemininde çok sayıda açık ve kapalı komedonlan olan 67 yaşındaki erkek olgu nadir rastlanması nedeniyle sunulmuştur.Other Bir Verrüköz ve Zosteriform Lineer Liken Planus Olgusu(2002) Çalka, Ömer; Uğraş, Serdar; Metin, AhmetLiken planus (LP) deri ve mukozaları tutan kaşıntılı ve inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Koyu kırmızı-mor renkli, üzerleri ince kepekli ve köşeli papüllerle karakterize lezyonların lineer dağılım göstermesi oldukça nadirdir ve genellikle çocukluk çağında görülür. Verrüköz (hipertrofik) LP ise papüllerin bir araya gelerek verrüköz plaklar oluşturmasıyla karakterize ayrı bir klinik LP tipidir. 48 yaşında bir erkek olguda sağ alt ekstremitede önce hipertrofik karakterde başlayan sonra lineer dağılım gösteren LP'a rastlandı. Hastada aynı taraf tomber ve abdominal bölge derisinde zosteriform dağılımda yerleşim gösteren lezyonlar vardı. Olgunun mevcut kliniği ile az görülen morfolojik ve dağılım tiplerini bir arada taşıdığı, tedavilere de dirençli olduğu görüldüOther Çocukluk Çağında Görülen Bir Kutanöz Miliyer Sarkoidoz Olgusu(2002) Çalka, Ömer; Uğraş, Serdar; Cesur, Yaşar; Metin, AhmetSarkoidoz nedeni tam bilinmeyen multisistemik, nonkazeöz granülomatöz bir hastalıktır. Çocuklarda ender olup klinik bulgu ve prognozu bakımından yetişkinlere göre bazı farklılıklar sergileyebilir. Artralji nedeniyle pediyatri kliniğine yatırılan ve rutin incelemeleri normal bulunan 3.5 yaşındaki bir erkek hastanın konsültasyonunda deride iktiyoziform kuruluk ve yaygın, kırmızı ve kahve renkli makülopapüler lezyonlar vardı. Deriden alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde küçük nonkazeöz granülomları bulunan hasta literatürde çocuk bir hastada ikinci kez görüldüğü kanısına varılan kutanöz miliyer sarkoidoz olarak değerlendirildi.Article Deri Hastalıklarının Tanısında Histopatolojinin Yeri(2005) Akdeniz, Necmettin; Metin, Ahmet; Çalka, Ömer; Kösem, Mustafa; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfanAmaç: Deri hastalıklarının tanısı, yalnızca klinik gözlemlere değil, histopatolojik bulgulara da bağlıdır. Bu çalışmada klinik ön tanı ile patolojik tanıların uyumunun incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Dermatoloji kliniği tarafından alınarak patoloji laboratuvarına gönderilen 460 deri biyopsisi, geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Biyopsilerin 139 tanesi (%30.2) patolojiden doğrudan tanı almadan ve yorum yapılarak rapor edilmişti. Tanı alan 321 olgunun 159'u (%49.5), dermatoloji kliniğinin birinci, 43'ü (%13.8) ikinci, 14'ü (%4.3) üçüncü ve 63'ü de (%19.6) ilk üç ön tanı dışında kalan ön tanılar ile uyum gösterirken geriye kalan 42 (%13.4) biyopside patolojinin tanıları dermatoloji kliniğinin ön tanıları ile uyumlu değildi. Sonuç: Dermatoloji ile patoloji arasında uygun bir klinikopatolojik korelasyon doğru tanı koyma oranını yükseltecektir.Other Dudak Ve Dilde Yerleşen Lenfanjioma Sirkumskriptum(2002) Metin, Ahmet; Çankaya, Hakan; Kösem, Mustafa; Akdeniz, Necmettin; Çalka, ÖmerLenfanjioma sirkumskriptum, deriyi tutan ve alttaki subkütan yağ dokusuyla kaslara da yayılabilen lenfatik bir malformasyondur. Nadir rastlanan dil ve dudak tutulumu ile seyreden 14 yaşındaki erkek hasta sunulmuştur.Article The Effects of Retinoids on Secondary Wound Healing: Biometrical and Histopathological Study in Rats(Taylor & Francis Ltd, 2013) Bilgili, Serap Gunes; Calka, Omer; Akdeniz, Necmettin; Bayram, Irfan; Metin, AhmetObjective: A wound healing is a complex process, and the role of retinoids in this process is debated and controversial. In this study, the effect of topical tretinoin and oral acitretin on wound healing process was investigated in full-thickness skin lesions on rat model. Method: A circular full-thickness wound was created by 6 mm punch biopsy on the back side of 32 male rats. The rats were seperated into four equal. The first group was assigned as a control group and was observed with no treatment. The second group was administered dexpanthenol once a day over wound area. In the third group, 0.1% tretinoin cream was applied daily. In the fourth group, 2.5 mg/kg/day acitretin was given daily. Additionally, the biopsies were taken from wounds for the histopathologic examination. Results: The complete recovery time was remarkably longer in the tretionin group than the control group and the dexpantenol group (p < 0.05). The average complete recovery time was significantly longer in the acitretin group than the control and dexpanthenol groups whereas it was statistically shorter in the acitrein group than the tretionin group (p < 0.05). Conclusion: Based on our findings, topical tretinoin and oral acitretin can delay secondary wound healing, epithelization and angiogenesis.Other Eritromelanosis Follikularis Fasiyei E Kolli(2001) Subaşı, Şule; Dilek, F. Hüsniye; Metin, AhmetEritromelanosis Follikularis Fasiyei e Kolli (EFFK) sebebi bilinmeyen karakteristik olarak daha çok adolesan erkeklerde ortaya çıkan ve az rastlanan bir hastalıktır. Hastaların boyun ve yüzünde ortaya çıkan folliküler papüller, sınırları belirgin eritem ve hiperpigmentasyondan oluşan klinik bulgu üçlüsü mevcuttur. Burada polikliniğimize başvuran ve EFFK'nin tüm özelliklerini taşıyan 17 yaşındaki bir erkek olgu ele alındı. %0,05 ve %0,1 oranında uygulanan topikal retinoik asitle bulgularda hafif gerileme gözlendi ancak, tahriş nedeniyle tedavinin kesilmesiyle birlikte lezyonlar tekrar tedavi öncesi görünümünü kazandıArticle Intralesional Bleomycin for Angiolymphoid Hyperplasia(Amer Medical Assoc, 2007) Akdeniz, Necmettin; Koesem, Mustafa; Calka, Oemer; Bilgili, Serap Gunes; Metin, Ahmet; Gelincik, IbrahimOther Karsinoma Erizipelatoides(2002) Özen, Süleyman; Metin, Ahmet; Karaayvaz, Muammer; Çalka, ÖmerKarsinoma erizipelatoides (KE) , internal neoplazilerin deri metastazı ve metastatik hücrelerinin dermal lenfatikleri tıkamasıyla oluşan erizipel benzeri tablodur. En sık meme kanserine bağlı ortaya çıkmakla beraber gastrik malignite gibi diğer kanserlerle de ilişkili olabilir. Burada, sol pektoral bölgede eritemli, endure plaklar şeklinde KE ortaya çıkan ve gastrik adenokarsinoma ile ilişkili olan 55 yaşında bir erkek olgu sunuyoruz. Hasta Türk Dermatoloji literatüründe bildirilen gastrik adenokarsinomla ilişkili ilk olgudur.Other Lupus Miliyaris Disseminatus Fasiyei: Bir Olgu Sunumu(2002) Çalka, Ömer; Kıroğlu, Eda; Uğraş, Serdar; Metin, AhmetLupus miliyaris disseminatus fasiyei (LMDF) sebebi bilinmeyen, her iki cinste ve daha çok genç erişkinlerde görülen yüzün granülomatöz bir hastalığıdır. Klinik olarak yüzde simetrik şekilde ortaya çıkan çok sayıda kırmızı papüllerle karakterizedir. Lezyonların çoğu birkaç yıl içerisinde tedavi edilmeden gerilerse de yüzde kalıcı görünüm bozukluğuna yol açan skar bırakırlar. Hastalık erken dönemde saptanır ve tedavi başlanırsa skar bırakmadan iyileşebilir. Burada hastalığı erken dönemde saptanan ve sistemik tetrasiklin ile skar oluşumu gelişmeden başarılı şekilde tedavi edilen 32 yaşında erkek bir olgu sunulduArticle Profile of Behcet's Disease at Van and Vicinity(Modestum Ltd, 2005) Calka, Omer; Akdeniz, Necmettin; Metin, Ahmet; Sayarlioglu, HayriyeAim: Behcet's disease is a chronic, progressive disease with an unknown etiology and involves many organs and systems. Although the disease can be encountered at different regions on earth, prevalence and clinical findings of the disease may demonstrate differences due to local and geographical specifications. Methods: We report epidemiological and clinical characteristics of 65 patients with Behcet disease during four years in Van and vicinity. Results: The patients, mean age was 32.8 years (16-72 years) and the disease was more common between 21 and 40 years. The sex ratio was 1.4 (38 men - 27 women). Frequencies of the clinical features were as follows: oral aphthae (100%), genital ulcer (84.6%), cutaneous findings (61.1%), ocular (40%) neurological (27.6%), articular (52.3%), vascular (16.9%), gastrointestinal (27.6%), epididymitis (3%) and positive pathergy test (46.1%). Conclusion: We thought that, this first description of data about BD in Van and vicinity might be helpful for researchers.Article Psöriasiste İlk ve Tek Semptom Olarak Ortaya Çıkan Vulvar Kaşıntı: Olgu Sunumu(2003) Metin, Ahmet; Şahin, Güner; Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, MehmetTekrarlayan vulvar kaşıntı şikayeti dışında semptomu olmayan ve sistemik muayenesinde herhangi bir lezyon saptanmayan hastada biyopsi sonucu tespit edilen vulvar psoriasis olgusunun tartışılması amaçlandı. 29 yaşında, G 2, P 2, Y 2 olan kadın hasta 4 yıldır devam eden vulvada kaşıntı şikayeti nedeniyle kadın doğum polikliniğine başvurdu. Anamnezinde aralıklarla 6 kez özellikle antifungal olmak üzere krem ve övül kullanmış olduğu ve şikayetlerinde hafifleme sonrasında yeniden artan yakınmaları olduğu öğrenildi. Pelvik muayenesinde vulva ve labia majörler üzerinde kaşıntıya bağlı olduğu düşünülen çok hafif eritem dışında patoloji tespit edilmedi. Anamnezde ifade edilen kaşıntı bölgesinden alınan biyopsi sonucu psoriasis ile uyumlu olarak saptandı. Kaşıntı vulva ile ilgili hastalıkların en sık semptomu olarak karşımıza çıkmakta ve kadın-doğum polikliniğine başvuran hastaların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu semptoma yönelik değerlendirmede infeksiyöz ajanlar ve distrofiler ön plana çıkmaktadır. Dermatozlar ise daha az akla gelmektedir. Özellikle tedaviye rağmen tekrarlayan yakınmaları olan olgularda psöriasisin atipik olarak ilk vulvada ortaya çıkabileceği akılda tutulmalı ve biyopsi kesin tanı için kaçınılmaz olmalıdır.Other Ramsay-Hunt Sendromu(2001) Metin, Ahmet; Çakaya, Hakan; Yıldız, Fatma; Çalka, ÖmerRamsay-Hunt sendromlu 8 yaşında bir kız olgu sunulmuştur. Hastada önce ağrılar, 2-3 gün sonra kulak içinde grup yapan veziküller ve bundan 3-4 gün sonra da fasyal paralizi gelişmiştir, işitme kaybı, vertigo, tinnitus ve tatsal duyu kaybı görülmemiştirArticle Recurrent Candidal Intertrigo: Challenges and Solutions(Dove Medical Press Ltd, 2018) Metin, Ahmet; Dilek, Nursel; Bilgili, Serap GunesIntertrigo is a common inflammatory dermatosis of opposing skin surfaces that can be caused by a variety of infectious agents, most notably candida, under the effect of mechanical and environmental factors. Symptoms such as pain and itching significantly decrease quality of life, leading to high morbidity. A multitude of predisposing factors, particularly obesity, diabetes mellitus, and immunosuppressive conditions facilitate both the occurrence and recurrence of the disease. The diagnosis of candidal intertrigo is usually based on clinical appearance. However, a range of laboratory studies from simple tests to advanced methods can be carried out to confirm the diagnosis. Such tests are especially useful in treatment-resistant or recurrent cases for establishing a differential diagnosis. The first and key step of management is identification and correction of predisposing factors. Patients should be encouraged to lose weight, followed up properly after endocrinologic treatment and intestinal colonization or peri-orificial infections should be medically managed, especially in recurrent and resistant cases. Medical treatment of candidal intertrigo usually requires topical administration of nystatin and azole group antifungals. In this context, it is also possible to use magistral remedies safely and effectively. In case of predisposing immunosuppressive conditions or generalized infections, novel systemic agents with higher potency may be required.Article The Relationship Between Fc Epsilon Receptor-1a a and Β ( Fcer1a and Fcer1b) ) Gene Polymorphisms in Patients With Chronic Urticaria Using Omalizumab(Termedia Publishing House Ltd, 2024) Savas, Hulya; Ozkol, Hatice Uce; Gorgisen, Gokhan; Ozkol, Halil; Ates, Can; Metin, Ahmet; Ozdemir, Ilknur YorgunIntroduction: Chronic urticaria requires well-defined treatment strategies in order to achieve a maximum treatment response and maintain the quality of life. Since 2014, omalizumab has been used in chronic urticaria. However, many studies showed that some patients are resistant to omalizumab. Aim: To determine the effects of single nucleotide changes in the FCER1A and FCER1B genes, which are thought to be related to resistance mechanisms, in our population of patients who have not responded to omalizumab treatment. Material and methods: We included 100 patients with chronic urticaria who were treated with omalizumab and 50 healthy individuals. Frequently observed gene polymorphisms, FCER1A (rs2251746) and FCER1B (rs569108), were examined in peripheral blood samples. The regions of rs2251746 and rs569108 gene polymorphisms were amplified using fluorescently labelled probes through real-time polymerase chain reaction (PCR). The analysis was performed bioinformatically via the SNP genotype profiling program. Results: There was no statistically significant relationship between FCER1A (rs2251746) and FCER1B (rs569108) gene polymorphisms in patients and their clinical, demographic characteristics, and the resistance to treatment (p > 0.05). In our study, the mean patient age was found to be higher in the CT group (44.71 +/- 12.5 years) compared to the TT group (37.34 +/- 11.5 years) only in the rs2251746 polymorphism (p < 0.05). Conclusions: In our study, there was no significant relationship between FCER1A and FCER1B gene polymorphisms and resistance to omalizumab therapy. Further, multicentre, large-scale studies are needed to support our results.Other Rothmund-thomson Sendromlu Bir Olguda Üst Özofagus Darlığı(2001) Metin, Ahmet; Uygan, İsmail; Uğraş, Serdar; Tuncer, İlyasRothmund-Thomson Sendromu (RTS), gelişim bozuklukları ile birlikte olabilen ve seyrek görülen otozomal resesif geçişli kalıtsal bir sendromdur. Etyolojisinde DNA tamir bo-zukluğu olduğu öne sürülen hastalıkta intestinal anomalilere çok nadir rastlanmaktadır. Özofagus stenozuna bağlı yutma güçlüğü nedeniyle başvuran ve dilatasyon sonrası yakınmaları tamamen düzelen RTS olgusu literatür bilgileri ışığında tartışıldıOther Ürtikerya Pigmentoza: Bir Olgu Sunumu(1998) Ozkaya, Emin; Metin, Ahmet; Odabaş, Dursun; Uğraş, Serdar; Cesur, Yaşar; Güzeloğlu, MevlütÜrtikeıya Pigmentoza (ÜP) diğer ismiyle diffüz kutanöz mastositosiz, doku mast hücrelerinin çoğalmasıyla karakterize etiyolojisi kesin bilinmeyen bir hastalıktır.,Mastositosiz, deriye lokalize olabileceği gibi diğer organ tutulumları da görülebilir. ÜP, mastositozisin deri tutulumu gösteren şeklidir. Yedi aylık erkek çocuk tüm vücudunda değişik çapta popüler, yer yer veziküler ve aşırı kaşıntılı lezyonlarla polikliniğimize başvurdu. Diğer sistemik organ tulumu olmayan hastaya, cilt hiopsisinin histopatolojik incelemesi sonucu ÜP tanısı kondu. Uygulanan hidroksizin ve siproheptadin tedavisiyle lezyonlarda belirgin bir iyileşme gözlendi.Other Van ve Çevresinde 1994-1998 Yılları Arasında Uyuzun Durumu(1999) Yılmaz, Hasan; Arıca, Mustafa; Metin, AhmetÖzet: Uyuz hastalığı, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun olarak varlığını sürdürmekte, genel durumu bilinmemekle beraber yöreler arasında farklı prevalansa sahip çeşitli epidemiyolojik çalışmalar bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu doğuda, Van ili ve çevresinde rastlanan uyuz hastalığının özelliklerini içeren benzer çalışmaya rastlanmamış; bu eksikliği gidermek ve bundan sonra uyuzun bölgedeki seyrinin takibine olanak sağlamak amacıyla bu çalışma planlanmıştır. Bu amaçla Eylül 1994 ile Mayıs 1998 tarihleri arasında Van ve çevre illerden gelerek hastanemize başvuran 27060 hastanın kayıtlı verileri ele alındı. Şüpheli olgularda deri kazıntılarının direkt mikroskobik bakıyla incelenerek tanılarının parazitoloji laboratuvarınca desteklenmiş olduğu toplam 1292 uyuz hastası çalışma kapsamına alındı. Genel poliklinik sayısı içerisinde uyuz hastalarının toplam sayının % 4,77'sini oluşturduğu görüldü. Ortalama yaşın 24,06 olarak hesaplandığı olguların 792'si (% 61.3) erkek, 500'ü (°/o 38.7) ise kadın hastalardan meydana geliyordu. Hastaların çoğunluğunu (% 37,54) pediyatrikyaş grubu oluştururken, 45 yaşından sonra hastalığın daha az görüldüğü dikkat çekti. Toplam 137 hastanın (% 10,6) sekonder bakteriyel enfeksiyona sahip olduğu ayrıca, hava sıcaklığının düştüğü aylarda hasta başvurularının arttığı gözlendi. Çalışmada birtakım olumsuz sosyoekonomik faktörlerin etkisi altında uyuzun yörede yaygın olduğu ve farklı birtakım özellikler sergilediği, ileride belirli aralıklarla yapılacak takip çalışmaları sonucunda bunların daha net olarak ortaya konacağı kanaatine varıldı.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Van ve Çevresinde Görülen Tinea Kapitis Kliniğinde Etken Florası(1998) Gökşin, Şule; Metin, AhmetTinea kapitis hastalığı genelde çocuk yaş grubunda görülen ve dünyanın her yerinde rastlanabilen bir dermatofitozdur. Van ve çevresini içeren yörede önceki çalışmalarda da ortaya konduğu şekilde oldukça sık görülmekte ve klinik olarak dikkati çekecek ölçüde bazı farklılıklar sergilemektedir. Bu farklılıkların daha net olarak açıklanması ve tinea kapitisten sorumlu etken dermatofit florasının ortaya konması amacıyla yapılan bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğine başvuran hastalar ele alındı. Yaş ortalaması 6.52±3.20 olan 28'i erkek 12'si kız toplam 40 hasta üzerinde yürütülen çalışmada erkeklerin hem daha fazla sayıda olduğu hem de muayeneye daha erken dönemde getirildikleri görüldü. Hastalarda daha önce de bildirildiği şekilde tinea kapitis profunda kliniğinin diğer klinik tiplerden sık görüldüğü saptandı. Alınan örneklerin mikolojik incelemesi sonucu %75'inin pozitif direkt mikroskopik bulgular taşıdığı aynı oranda ve tamamen aynı hastaları içermeyecek şekilde hastalıktan sorumlu dermatofitin ortaya konduğu görüldü. Hem direkt mikroskopik bulguların hem de besi yerindeki izolasyon oranlarının tinea kapitis profunda kliniğinde daha düşük olması dikkati çekti ve bunun lezyonlardaki eksudada bulunan dermatofit inhibitör faktöre bağlı olabileceği görüşüne varıldı. Buna göre çalışmada ele alınan hastalardaki tinea kapitis florası sıklık sırasına göre %43.33 T. verrucosum, %30 T. violaceum, %23.33 T.rubrum, %3.34 T. mentagrophytes'ten oluşuyordu. Tinea kapitis profunda kliniğinin çoğunlukla T. verrucosumla meydana geldiği ve bu klinikteki hastaların daha çok kırsal alandan başvuran hastalar olduğu görüldü. Bu bulgular Türkiye ve dünyanın farklı yerlerinden bildirilen çalışmalarda ulaşılan sonuçlarla karşılaştırıldığında sonuçlarımızın epidemiyolojik olarak benzer bazı özellikler sergilediği görülürken floranın oldukça değişik olduğu ortaya kondu. Bu duruma sebep olarak da yöredeki halkın sosyoekonomik yapısının ve yaşam tarzının etkili olabileceği kanaatine varıldı.