Browsing by Author "Tuncer, Oğuz"
Now showing 1 - 20 of 28
- Results Per Page
- Sort Options
Article 0-3 Yaş Çocuklarda İdrar Kültür Yöntemlerinin Karşılaştırılması(2018) Çetin, Mecnun; Kırımi, Ercan; Karaman, Kamuran; Geylan, Hadi; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada şikayetleri ve klinik bulguları ileidrar yolu enfeksiyonu şüphesi uyandıran 229 çocuktaidrar yolu enfeksiyonu tanısını koymada kateter ve torbaile alınan kültür güvenilirliğini karşılaştırıldı.Gereç ve Yöntem: Çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi TıpFakültesi Hastanesi Çocuk kliniğinde yapıldı.Vakalarımızda tam idrar incelenmesi, idrar sedimentininmikroskopik incelenmesi yapıldı. Tüm vakalarda hemtorba hem de kateter ile alınan idrar örnekleri kültüreekildi. Sonuçlar karşılaştırıldı.Bulgular: Torba ile idrar kültürü alınan 229 vakanın 181tanesinde üreme oldu, 48’inde kontaminasyon görüldü.Torba idrarı kültüründe üreme olan 181 vakanın 58’indekateter idrarı kültüründe de üreme oldu, 123’ünde üremeolmadı. Torba kültüründe kontaminasyon saptanan 48vakanın 5’inde kateter kültüründe üreme oldu. Torbakültüründe yalancı pozitiflik %68 olarak saptandı. Kateterkültürüne göre torba kültürünün İYE tanısındakisensitivitesi %32 olarak saptandı. Torba kültüründe kızve erkeklerde yalancı pozitiflik bakımındankarşılaştırıldığında aralarında anlamlı ilişki bulunmadı.Çalışmada torba kültüründe kontaminasyon, erkekleregöre kızlarda anlamlı yüksek bulundu. Tam idrarincelemesinde; nitrit, hematüri, piyüri ve bakteriüripozitifliği ile idrar kültüründe üreme olması arasındaanlamlı bir ilişki tespit ettik.Sonuç: Bu çalışma ile perineal torba idrar kültürününyalancı pozitiflik oranının yüksek olduğu, perineal torbaile idrar kültürü almanın İYE tanısında yeterince güvenilirolmadığı ve bu nedenle idrar yolu enfeksiy onu düşünülendurumlarda tanı için çok daha güvenilir bir yöntem olanmesane kateterizasyonu veya suprapubik aspirasyon ileidrar alınması gerektiği sonucuna varıldı.Article Altı Yıllık Perkütan Böbrek Biyopsi Sonuçlarımızın Analizi(2005) Atas, Bulent; Bayram, İrfan; Çaksen, Hüseyın; Arslan, Şükrü; Turhan, Serpil; Tuncer, OğuzAmaç: Böbrek biyopsisi tanıyı koymak, hastalığın gidişini tayin etmek, prognozu belirlemek ve doğru tedaviyi seçmek için gereklidir. Bununla birlikte perkütan böbrek biyopsisinin (PBB) kendisinin de morbidite ve hatta mortalitesi söz konusu olduğundan, yararı değerlendirilerek endikasyon konmalıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Ünitesinde 1997-2003 yıllan arasında PBB yapılan 46 olgunun bulguları incelenerek sunuldu. Bulgular: PBB endikasyonları içinde en sık (%36.9) pür nef'rotik sendrom saptandı. Olgularımızda en sık (%26) membranoproliferatif glomerulonefrit (MPGN) tip I'e rastlandı. Dört (%8.6) olguya kesin tanı konulamadı. Tanı konulan olguların biyopsilerinde glomerul sayıları 2-46 (18.45 ± 12.53) arasında değişmekteydi ve yeterli materyal oranı %93.4 (43/46) olarak bulundu. Olgularımızın hiçbirinde böbrek kaybı, ağır kanama, hematom, enfeksiyon ve apse gibi ciddi bir komplikasyon görülmedi. Sonuç: Çalışmamızda PBB yapılma endikasyonları arasında en sık nefrotik sendrom, histopatolojik tanılar içerisinde ise ilk sırada MPGN tip I olduğu tespit edildi. Vakaların hiçbirinde PBB işlemi sonrası ciddi komplikasyon gelişmediği saptandı.Article Beckwith-Wiedemann Sendromu Ve Uzamış Hipoglisemi(2010) Kırımi, Ercan; Peker, Erdal; Tuncer, Oğuz; Akbayram, SinanBeckwith-Wiedemann sendromu (BWS), makrosomi, makroglossi, karın duvar defektleri, hemihipertrofi ile karakterize prenatal veya postnatal bir aşırı büyüme sendromudur. Hastalığın komplikasyonları arasında wilms tümörü, rabdomyosarkom, nöroblastom gibi embriyonal kanserlerle ve hipoglisemi sayılmaktadır. BWS’lu bebeklerin yaklaşık %30’unda hipoglisemi rastlanmaktadır. Hipoglisemi nedeni tam olarak bilinmemekte ve hiperinsülinemi suçlanmaktadır. BWS’da hipoglisemi genellikle yaşamın ilk üç gününden sonra iyileşmesine rağmen vakaların %5’inde dirençli hipoglisemi devam etmektedir. Sonuç olarak BWS’lu bebeklerde kan şekeri düzeyleri ilk saatlerden itibaren düzenli izlenmeli ve insülin düzeyleri de kontrol edilmelidir. Hiperinsülinemi varlığında hipoglisemi problemi burada sunulan vakada olduğu gibi uzayabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of the Effectiveness and Safety of the Three Different Natural Surfactan Preparator Poractant Alpha, Kalfaktant and Beraktant in the Respiratory Distres Syndrome Treatment(2020) Altundal, Ünsal; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada yaygın olarak kullanılan hayvan kaynaklı üç farklı doğal sürfaktan preparatı Poraktant Alfa, Kalfaktant ve Beraktant'ın Respiratuvar Distres Sendromu tedavisindeki etkinliğinin ve güvenliğinin karşılaştırılmasını amaçladık. Gereç ve yöntem: Haziran 2019 ile Ocak 2020 arasında, hastanemiz yenidoğan yoğunbakım servisinde yatan; doğum haftası 35. Gebelikhaftası vealtında preterm yenidoğan yaş grubunda RDS tanısı almış ve surfaktan verilmesi gereken; 5. dakika APGAR skoru 3'ün altında, majör konjenital malformasyonu, kromozom anomalisi, konjenital kalp hastalığı, erken neonatal sepsisi, pulmoner hipoplazisi, diafragma hernisi olmayan bebekler çalışma grubuna alındı. RDS tanısı almış 66 hasta poraktant alfa, beraktant ve kalfaktant grubu olarak üç adet 22'li gruplara randomize bir şekilde dağıtılarak ayrıldı. Her üç gruba ilk surfaktan dozu 200 mg/kg, sonraki dozlar 100 mg/kg olarak eşit dozlarda uygulandı. Bulgular: Üç grubun ilk 28 gün belirli zaman noktalarındaki FiO2 ve ilk 48 saat belli zaman noktalarındaki MAP gereksinimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Grupların, nekrotizan enterokolit, prematürite retinopatisi, pnömotoraks, intraventriküler hemoraji, patent ductus arterious, bronkopulmoner displazi ve pulmoner hemoraji insidansları arasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: RDS'de, poraktant alfa, beraktant ve kalfaktant tedavisinin, FiO2 ve MAP gereksinimini azaltmak ve ciddi pulmoner ve pulmoner olmayan komplikasyonların önlenmesi açısından birbirine üstünlüğü yoktur. Anahtar kelimeler: Respiratuar distres sendromu, poraktant alfa, beraktant, kalfaktant, fraksiyone oksijen, ortalama hava yolu basıncıArticle Doğum Eylemi Sırasında Uygulanan Farklı Dozda Oksitosin ve Salin Solüsyonunun Yenidoğan Sarılığına Etkisi(2003) Ceylan, Abdullah; Kırımi, Ercan; Tuncer, Oğuz; Koçer, MustafaAmaç: Bu çalışmada doğum eylemi için düşük ve yüksek dozda oksitosin ile birlikte farklı miktarlardaki salin solüsyonu kullanımının yenidoğan sarılığına etkilerini araştırmak amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ocak 2000-Ağustos 2001 tarihleri arasında doğum eylemi sırasında oksitosin uygulanan 157 ve kontrol grubu olarak seçilen 50 anne ve miadında yenidoğanlarında gerçekleştirildi. Annelerine düşük doz oksitosin (<1500 µU) ve salin solüsyonu (< 250 ml) uygulanan 53 yenidoğan (1. grup), yüksek doz oksitosin (>1500 µU) ve salin solüsyonu (> 250 ml) uygulanan 58 yenidoğan (2. grup) ve annelerine ilaç ve sıvı uygulanmayan 50 yenidoğan (kontrol) çalışmayı tamamlayabildi. Bulgular: Çalışma grubu ve kontrol grubundaki bebeklerin gestasyon yaşı, doğum ağırlığı, cinsiyet dağılımı, Apgar skorları, kordon kanı hemoglobin, hematokrit ve total bilirubin değerleri birbirine benzerdi. Doğum eylemi sırasında yüksek doz oksitosin uygulanan 2. gruptaki bebeklerin 48, 72 ve 96. saatlerdeki total bilirubin değerleri düşük doz oksitosin ve sıvı verilen 1. gruptaki bebeklerden ve kontrol grubundan anlamlı yüksek, hematokrit değerleri ise anlamlı düşük bulundu (p< 0.05). Doğum eylemi sırasında uygulanan oksitosin dozları ile, yenidoğanların doğumdan sonra 48, 72 ve 96. saatlerdeki total bilirubin değerleri arasında pozitif doğrusal ve anlamlı bir korelasyon bulundu (sırasıyla r= 0.3 p=0.01, r=0.57 p=0.01, r=0.61 p=0.01). Sonuç: Çalışmanın sonucuna göre doğum eyleminde düşük doz oksitosin ve salin solüsyonu kullanımı ile neonatal sarılık riskinin azaltılabileceği bulunmuştur. Bununla birlikte, yüksek doz oksitosin ve sıvı uygulandığında ise yenidoğan bebekler yüksek hiperbilirubinemi riski açısından yakın izleme alınmalıdır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Doğumsal Hipotiroidi Olgularında Trioid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi Evaluation Of Trioid Functions İn Neonatal Congenital Hypothyroidism Cases(2021) Kartal, Muhammed Kaan; Tuncer, OğuzBu çalışmada Van ilinde üniversite hastanesinde konjenital hipotiroidi tanısı alan olguların klinik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı'nda Ocak 2015- Nisan 2021 tarihleri arasında konjenital hipotiroidi tanısı ile izlenen 0-30 günlük 87 yeni doğanın dosyasının retrospektif olarak incelenmesi ile gerçekleştirilmiş, kesitsel tipte bir çalışmadır Bulgular: Olguların %66,7'si kız, ortalama hipotiroidi tanı yaşı 11,7 ± 6,4 gündü. Birinci gün ortalama TSH değeri 35,2 ± 31,7 mIU/L, fT4 ortalaması 0,7 ± 0,3 ng/dL, 15. gün TSH değeri 32,7 ± 30,7 mIU/L, fT4 ortalaması 0,9 ± 0,4 mg/dL idi. Olguların %18,4'ünün tiroid USG sonucu yokken, tiroid USG sonucu %41,4 hipoplazik, %2,3 agenezi, %37,9 normaldi. Doğum ağırlığı 1500 gr'ın altında olanların ve doğum haftası 32'nin altında olanların 1 ve 5. dk APGAR skoru istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşükken, kendisinin (sürfaktan, ampisilin, gentamisin) ve annesinin ilaç kullanma sıklığı ve annesinde hastalık bulunma sıklığı daha fazlaydı (p<0,05). Doğum ağırlığı 1500 gr altında olanlar arasında prematürite ve RDS sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlayken (p<0,001), indirekt hiperbilirübinemi sıklığı, 1. gün fT4 düzeyi ve total bilirübin düzeyi daha azdı (p<0,05). Doğum haftası 32'nin altında olan olgular arasında RDS sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlayken, indirekt hiperbilirübinemi, down sendromu, yenidoğan geçici takipnesi sıklığı, 1.gün TSH, 1.gün fT4 ve direkt bilüribin düzeyi anlamlı düzeyde daha azdı (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda bir üniversite hastanesinde konjenital hipotiroidi tanısı ile takip edilen olguların klinik özellikleri özetlenmiş olup, gelecek çalışmalara öncülük edebilirliği açısından değerlidir.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Patients With Hypoxic and Ischemic Encephalophaty Retrospectively(2012) Bayat, Mehmet; Tuncer, OğuzPerinatal asfiksi, tanı ve tedavi yöntemlerindeki tüm gelişmelere rağmen gelişmiş ülkelerde bile yenidoğan mortalite ve morbiditesinin en başta gelen sebeplerindendir. Bu çalışmada perinatal asfiksi nedeniyle yenidoğan ünitesinde yatırılmış hastalarımızın antenatal, natal ve postnatal risk faktörlerini incelemek, Sarnat&Sarnat HİE evrelemesine göre sınıflandırılmasını, konvülziyonun ve mortalite oranlarının belirlenmesini, demografik veriler ve diğer parametreler arasında ilişki olup olmadığını saptamayı ve yıllar içerisinde olguların birçok parametre açısından değişim olup olmadığını göstermeyi amaçladık.Çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Yenidoğan Servisine Ocak 2009-Aralık 2010 tarihleri arasındaki iki yıllık süre içerisinde perinatal asfiksi tanısı ile yatırılan 125 yenidoğan retrospektif olarak değerlendirildi. Bu süre içinde perinatal asfiksi sıklığı %8.8 olarak bulundu. Perinatal asfiksi tanısı alan 125 olgunun 83'ü (%66.4) erkek ve 42'si (%33.6) kız bebeklerden oluşmaktaydı. Sarnat&Sarnat evrelemesine göre olgularımızın 54'ü (% 43.2) evre I, 43'ü ( % 34.4) evre II ve 28'i (% 22.4) Evre III olarak değerlendirildi. Perinatal asfiksili olguların 26'sı (%20.8) yenidoğan döneminde eksitus oldu. Tüm olgular arasında 43 (%34.4) olgu konvulziyon geçirirken, konvülziyon geçiren hastalar evrelere göre karşılaştırıldığında; evre I olgularda konvülziyon gözlenmedi, evre II olguların 36'sı (%83.7), evre III olguların 7'si (%25) konvülziyon geçirmişti. Evre II ve III'te konvülziyon oranı daha yüksekti. Bu durum istatistiksel olarak anlamlıydı. (p <0.05). Tüm olgularda Apgar skor ortalaması evre I'de 1. dk 3.6±0.9 ve 5. dk 6.1±1.1, evre II'de 1. dk. 3.7±1.1 ve 5. dk. 6.1±1.1 evre III'de ise 1.dk. 3.3±1.1 ve 5.dk 5.5±1.4 olarak tespit edildi.Son yıllarda artan perinatal bakım, personel eğitiminin artırılması ve özellikle neonatal resusitasyonun ve yenidoğan ünitelerinin teknik özelliklerin iyileştirilmesine bağlı olarak perinatal asfiksi görülme oranında düşüş sağlanmışsa da ileri evrelerde mortalite hala yüksek seyretmektedir. Perinatal asfiksi tedavisinin asfiksi oluşumunu önlemek olduğu gözönüne alınarak, riskli gebeliklerin tanınması, doğumların uygun şartlarda yapılması ve uygun resüsitasyon girişimlerinin uygulanmasının yaygınlaştırılması ve bebeklere doğum sonrası yeterli tedavi verilmesinin sağlanmasında gerekli önlemlerin alınması asfiksiye bağlı mortalite ve morbiditeyi azaltmaya katkıda bulunacaktır.Anahtar kelimeler: Perinatal asfiksi, insidans, mortalitespecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluati̇on of the Role of Acute Phase Reactants(crp,pct,ptx3) İn the Early Di̇agnosi̇s of Neonatal Sepsi̇s(2021) Koç, Mevlüt; Tuncer, OğuzGiriş ve Amaç: Pentraxin-3 uzun Pentraxin ailesinin bir prototipidir PTX3, IL-1 ve TNF-α'ya yanıt olarak makrofajlar, nötrofiller, endotel hücreleri, dendritik hücreler, fibroblastlar ve diğer hücre tipleri tarafından inflamasyon alanlarında lokal olarak hızla üretilen bir akut faz proteindir. İnflamasyonun erken fazında etkili olduğu bilinmektedir. Pentraxin-3 hızlı bir akut faz proteini olduğundan ve karaciğerden kısıtlı şekilde üretilen CRP'den farklı olduğundan geleneksel biyomarkerlardan daha üstün olduğu düşünülmektedir. Bu nedenlerden yola çıkarak çalışmamızda yenidoğanlarda CRP, PCT ve PTX3 düzeylerinin yenidoğan sepsisinin erken tanısındaki doğruluk ve duyarlılık ölçümü ile klinik açıdan kullanışlı olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmamız Şubat–Temmuz 2020 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde sepsis ön tanısı ile takip edilen, düzeltilmiş yaşı 0-28 gün olan hastalar üzerinde yapıldı. Sepsis tanısı alan 42 bebek ve kontrol grubu olarak da 42 bebek çalışmaya dahil edildi. Hasta ailelerinden bilgilendirilmiş onam formu alındı. Çalışma için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlaç Dışı Klinik Uygulamalar Etik Kurul'undan etik izni alındı. Bulgular: Çalışmamıza 42'si sepsis tanılı (28'i erkek ve 14'ü kız) ve 42'si kontrol grubu (25'i erkek ve 17'si kız) olmak üzere toplam 84 bebek alındı. Gruplar arasında cinsiyet dağılımı ve doğum şekli açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Hasta grubunda 16 (% 38.1) hastanın prematür olduğu, 12 (% 28.6) hastanın RDS, 5 (% 12) hastanın pnömoni tanılı olduğu, 2 (% 4.9) hastanın konjenital kalp hastalığı, Trizomi 18, meningomyelosel tanısı olduğu saptandı. CRP (bazal) düzeyleri ile PCT (bazal) değerleri arasında orta düzeyde pozitif yönlü ilişki olduğu saptandı (r=0.615, p<0.001). PTX3 (bazal) için kesme değeri >30,65 ng/mL alındığında sepsis tanısını öngörmede sensitivitesi % 81 ve spesifitesi % 59,5 saptanmakla birlikte tahmin başarısı % 67,2 olarak saptandı [GA: % 95, OO: 0.503 (0.724±0.056), (p<0.001)]. CRP (bazal) için kesme değeri >5,5 mg/dL alındığında sepsis tanısını öngörmede sensitivitesi % 64,3 ve spesifitesi % 97,6 saptanmakla birlikte tahmin başarısı % 84,3 olarak saptandı [GA: % 95, OO: 0,503 (0.779±0.054), (p<0.001)]. Sepsis tanılı bebeklerden 25 (% 59.5)'inde kan kültüründe üreme oldu. Kan kültüründe en sık A. baumanii (% 45), K. pneumoniae (% 21), S.epidermidis (% 12) üremesi saptandı. Kültürde üreme olan bebekler arasında bebek yaşı, gebelik süresi, EMA skorları ve inflamatuvar belirteçler arasında anlamlı farklılık saptanmaz iken WBC düzeyi kültürde üreme saptanmayan hastalarda daha yüksek saptandı (15.897±9.794*109/mm3'e karşın 8.907±5.546*109/mm3). Sonuç: Yenidoğanlarda sepsis tanısını koymak için EMA Skoru, PCT ve CRP kullanımına ek olarak mutlaka kültürde etken izole etmek gereklidir. PTX3 ölçümü PCT, I/T ve CRP ölçümüne ek bir fayda sağlamıyor gözükmekte olup bebeklerin diğer klinik özelliklerinin bu düzeyleri dinamik şekilde etkilediği düşünülmüştür. Bu konuda daha fazla yenidoğan sepsis hastasını içeren ve ardışık PTX3 ölçümlerini içeren çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.Article Fekaloid Umblikal Drenajı Olan Patent Omfalomezenterik Kanal Tanılı Bir Yenidoğan(2023) Aycan, Nur; Yürektürk, Eyyüp; Ateş, Ali; Ayengin, Kemal; Toplar, Emel Nadya; Karaman, Serap; Tuncer, OğuzYenidoğan döneminde umblikal anomaliler oldukça sık görülmektedir. Göbek patolojili olgularda embriolojik gelişim basamaklarını ve anatomiyi bilmek doğru tanı ve tedavi için esastır. Bu anomalilerin nadir bir tipi patent omfalomezenterik kanal olup hayatın ilk gününde tanı koyulabilir. Yenidoğanın geçici taşipnesi nedeniyle ünitemize yatırılan miadında bir erkek bebeğin umbilikustan sarı-yeşil renkli, köpüklü fekaloid drenajı olduğu görüldü. Göbek kordonunda vişne renkli mukoza ile uyumlu doku görüntüsü mevcuttu. Tetkikleri sonucu patent omfalomezenterik kanal tanısı koyularak opere edildi. Umblikus anomalileri arasında nadir olarak görülen patent omfalomezenterik kanal anomalisi olgusunu bildirmek istedik.Article Glanzmann Thrombasthenia Mimicking Early Neonatal Sepsis(2015) Demir, Nihat; Peker, Erdal; Kaba, Sultan; Tuncer, Oğuz; Garipardıç, MesutGlanzmann trombastenisi pıhtı oluşumunun ilk basamağındaki anormalikten kaynaklanan otozomal resesif geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Ekimotik mukokütenöz leziyonlarla ve kana diateziyle ilişkili olgularda, eğer trombosit sayısı normal, kanama zamanı uzun ise Glanzamann trombastenisi ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Burada ikiz eşi olarak doğan, diğer ikizi intauterin exitus olan ve yaygın intravasküler koagulopati ve sepsis tablosuyla gelen ardından GT tanısı konan bir olgu sunuldu.Article Growth and Iron Status of Infants at 5th and 10th Months Who Were Fed Exclusively Breast Milk or Iron Fortified Formula During the First Six Months of Life(2004) Ceylan, Abdullah; Kırımi, Ercan; Tuncer, Oğuz; Atas, BulentAmaç: Bu çalışmada yaşamın ilk 6 ayında yalnızca anne sütü veya demirle zenginleştirilmiş mama ile beslenen süt çocuklarında büyüme ve demir durumu araştırıldı.Gereç ve Yöntemler: Yalnızca anne sütü ile beslenen 29 miadında bebek (1. grup) ile demirle zenginleştirilmiş mama ile beslenen 17 miadında bebek (2. grup) çalışmaya dahil edildiler. Tüm bebekler aylık olarak takip edildi ve ağırlık, boy, baş çevresi değerleri kaydedildi. Yaşamın ilk 6 ayında 1. gruptaki 29 bebek yalnızca anne sütü ile ve 2. gruptaki 17 bebek yalnızca 5 mg/L demir içeren mama ile beslendiler ve 6 aydan sonra tüm bebekler benzer ek besinler ile beslendiler. Yaşamın 5. ve 10. aylarında eritrosit, hemoglobin, hematokrit, ortalama eritrosit volümü, ortalama eritrosit hemoglobini, ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu, serum demir, total demir bağlama kapasitesi, transferrin satürasyonu ve serum ferritin değerleri analiz edildi.Bulgular: İki grup karşılaştırıldığında yalnızca iki parametrede anlamlı fark bulundu. 2. gruptaki bebeklerin 3. aydaki ağırlıkları anlamlı düşük, 1. gruptaki bebeklerin ise 10. aydaki serum ferritin değerleri anlamlı düşük bulundu (p< 0.05). Yaşamın 5. ayında demir eksikliği anemisi 1. ve 2. grupta sırasıyla %13.7 ve %17.6 oranında saptanıp fark bulunmasa da, 10. ayda aynı değerler sırasıyla %48.2 ve %17.6 olarak bulundu ve fark anlamlıydı (p< 0.05).Sonuç: Yaşamın ilk 6 ayında yeterli tartı alımı ve demir durumunu sağlamada anne sütü ve demirle zenginleştirilmiş mamanın hemen hemen eşit olduğu bulundu. Fakat bunun yanında yalnızca anne sütü ile beslemenin 10. ayda daha fazla demir eksikliği anemisine yol açtığı bulundu. Bu yüzden yaşamın 6. ayından sonra yalnızca anne sütü alan süt çocuklarına profilaktik ilave demir verilmesi gerektiğini önermekteyiz.Article Hakkari 23 Nisan İlköğretim Okulu Öğrencilerinde Bağırsak Parazitlerinin Yaygınlığı(2005) Göz, Yaşar; Aydın, Abdulalim; Tuncer, OğuzBu çalışma Hakkari 23 Nisan İlköğretim okulunun 6-14 yaş grubundaki öğrencileri üzerinde gerçekleştirildi. Çalışmada 60'ı erkek, 54'ü kız olmak üzere toplam 114 öğrencinin dışkıları bağırsak parazitleri yönünden incelendi. Bu amaçla öğrencilere üzerlerine isimleri yazılan kapaklı dışkı kapları dağıtıldı. Toplanan dışkı örnekleri aynı gün içinde Y.Y.Ü. Tıp Fakültesi Parazitoloji Laboratuarında Nativ, Lugol ve Flotasyon yöntemleri kullanılarak incelendi. İnceleme sonucunda toplam 114 öğrencinin 66'sında (%57,8) bir ve birden fazla bağırsak paraziti saptandı. Saptanan parazitler arasında Giardia intestinalis (%28,9), Blastocystis hominis (%23,6), Entamoeba coli (%12,2) ve Ascaris lumbricoides (%6,14) ile ilk dört sırada yer almışlardır.Article Hipotermik Yenidoğanlarda Kanamaya Eğilim(2003) Atas, Bulent; Kahveci, Hasan; Öner, Ahmet Faik; Kırımi, Ercan; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada hipotermi ile başvuran yenidoğanların hematolojik parametreleri kontrol grubuyla karşılaştırılarak hipoterminin kanamaya eğilim meydana getirip getirmediği araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışma Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Haziran 2000 ile Şubat 2002 tarihleri arasında yapıldı. Hipotermi saptanan ve yaşamın ilk saatlerindeki 49 yenidoğan çalışma grubu olarak alındı. Hastaların üniteye geliş ağırlığı, gestasyon yaşı, cinsiyeti, hastanede kalış süresi ve sonucu kaydedildi. Gelişte ve 0,1,2,3,4,6,8,10,12. saatlerdeki cilt ısısı ölçüldü. Yatıştan ortalama 3 saat sonra tam kan sayımı, pıhtılaşma testleri (protrombin zamanı ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı) ve doğal koagülasyon inhibitörleri (protein C, protein S ve antitrombin III) ölçüldü. Bulgular: Her iki grubun da gestasyonel yaş (35.3±3.9 hafta ve 34.2±3.7 hafta), ağırlığı (2170±809 gr ve 1896±801 gr) ve cinsiyet dağılımları (erkek %63.3 ve %75) birbirine benzerdi (p>0.05). Protrombin zamanı ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı hipotermik grupta anlamlı olarak daha uzundu (sırasıyla, 26.9±10.4 sn ve 15.9±1.1 sn; 62.7±23.3 sn ve 39.2±6.8 sn) (p<0.05). Protein C, protein S ve antitrombin III değerleri hipotermi grubunda anlamlı olarak düşüktü. Hipotermik bebeklerin lökosit, D-dimer, alanin aminotransferaz ve aspartat aminotransferaz değerleri daha yüksek bulundu (p<0.05). Hipotermik yenidoğanlarda mortalite daha fazlaydı (p<0.05). Sonuç: Yenidoğan döneminde hipoterminin hematolojik parametrelerde dengesizliğe yolaçarak morbidite ve mortaliteyi arttırdığı sonucuna varıldı. Hipotermik bebeklerin hematolojik parametrelerinin yakından izlemi ve düzeltilmesi ile morbidite ve mortalitenin azalabileceğini düşünmekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Histopathological and Biochemical Effects of Prophylactic Vitamin a and Isotretinoin on Rats That Are Given Lung Defect Using Hyperoxia-Reoxygenation(2018) Yıldırım, Naile Kaya; Tuncer, OğuzBronkopulmoner displazi (BPD) prematüre bebeklerde önemli morbidite ve mortalite nedeni olan kronik akciğer hastalığıdır. BPD patogenezinde inflamasyon ve oksidatif hasar önemli rol oynamaktadır. Günümüzde etkinliği kanıtlanmış bir tedavi modeli bulunmamaktadır. Çalışmamızda hiperoksi –reoksijenizasyon ile akciğer hasarı oluşturulan ratlarda proflaktik Vitamin A ve İzotretinoin'in histopatolojik ve biyokimyasal etkileri araştırıldı. Postnatal üçüncü günde başlayıp 13. güne kadar devam eden deneyde yenidoğan rat yavruları randomize olarak 4 gruba ayrıldı: Grup 1 (Oda havası+Kontrol, n=12), Grup 2 (Serum Fizyolojik+ Hiperoksi, n=12), Grup 3 (Vitamin A+ Hiperoksi, n=12) ve Grup 4 (İzotretinoin +Hiperoksi, n=12). Grup 1 ve 2'ye intraperitoneal serum fizyolojik, Grup 3'e haftada 3 gün intraperitoneal olarak insulin enjektörü ile Vitamin A 5000 IU/gün verildi, Grup 4'e hergün gastrik lavajla soya yağı içine konmuş İzotretinoin 1 mcg/gr verildi. Vitamin A ve İzotretinoin akciğer dokusu üzerine olan histopatolojik etkileri; alveol yüzey alanı, fibrozis ve düz kas aktin (SMA) skoru olarak, karaciğer dokusu üzerine olan histopatolojik etkileri; karaciğerde yağlanma, karaciğerde hidropik dejenerasyon. karaciğerde apopitotik hücre, karaciğerde fibrozis olarak, biyokimyasal parametreler üzerine olan etkisi olarak IL-1β, IL-6, IL-10, IL-8, TNF-α düzeyleri değerlendirildi. Çalışma sonunda, Vitamin A+Hiperoksi grubu ile İzotretinoin +Hiperoksi grubu arasında akciğerde fibrozis açısından istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Kontrol grubunda alveol yüzey alanın belirgin olarak normal saptandı (p<0,001). SF+ Hiperoksi grubunda alveol yüzey alanında diğer gruplara kıyasla daha belirgin azalma saptandı (p<0,001). İzotretinoin +Hiperoksi grubunda akciğer yüzey alanın Vitamin A+Hiperoksi grubuna göre istatistiksel açıdan anlamlı oranda artmış olduğu tespit edildi (p<0,001). Vitamin A+Hiperoksi grubu ile İzotretinoin + Hiperoksi grubu arasında akciğer fibrozisi açısından istatistik açıdan anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Vitamin A+Hiperoksi ve İzotretinoin + Hiperoksi gruplarında SF+ Hiperoksi grubuna göre akciğerde SMA ile boyanan hücre sayısı bakımından istatistiksel olarak anlamlı oranda azalmış saptandı (p<0.01). Vitamin A ile İzotretinoin proinflamatuar sitokinlere etkisi bulunmazken; bir anti-inlamatuvar olan IL-10 düzeyi Vitamin A+Hiperoksi grubu ile İzotretinoin +Hiperoksi grubunda SF+ Hiperoksi grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksek bulundu (p<0,001). Vitamin A ve İzotretinoin'in karaciğer dokusuna histopatolojik açıdan herhangi bir yan etkiye yol açmadığı görüldü. Sonuç olarak, Vitamin A ve İzotretinoin tedavisinin ratlarda gerçekleştirdiğimiz hiperoksik akciğer hasarı modelinde plasebo tedaviye göre üstün olduğu, Vitamin A ve RA kullanımı sonrası karaciğer dokularında herhangi bir patolojik bulgu gözlenmediği, İzotretinoin bir anti-inflematuvar olan IL-10 düzeyini artırdığı, bu verilerle Isotretionin kullanımının güvenli olabileceği gözlendi. Anahtar Kelimeler: Bronkopulmoner displazi, İzotretinoin, Vitamin AArticle Minor Kafa Travması Sonrası Gelişen Stroklu Bir Olgu Sunumu(2009) Tuncer, Oğuz; Atas, Bulent; Doğan, Murat; Yılmaz, Cahide; Çaksen, Hüseyın; Erdoğan, ErdalStrok, vasküler kökenli bir bozukluk sonucu ortaya çıkan ani veya akut başlangıçlı farklı nörolojik bulguların eşlik ettiği bir tablodur. Çocukluk çağında oklusiv damar hastalıklarının çok çeşitli sebepleri vardır. Bunlar arasında mitokondriyal hastalıklar, vaskülitler, kollajen doku hastalıkları, metabolik hastalıklar, migren, siyanotik konjenital kalp hastalıkları, enfeksiyonlar, dehidratasyon, nefrotik sendrom, malignensiler, hemoglobinopatiler, Moyamoya hastalığı ve travma sayılabilir. Bu çalışmada, daha öncesinde sağlıklı olup minor kafa travmasını (top çarpması) takiben strok gelişen 15 yaşında bir erkek olgu strokun etyolojisinde minor kafa travmasının önemini vurgulamak amacıyla sunuldu.Article Patojen Bakterilerin Üremesi Üzerine Protozoonların Etkileri(2003) Kurtoğlu, M. Güzel; Gülmez, Selma; Berktaş, Mustafa; Tuncer, Oğuz; Göz, Yaşar; Ceylan, EbubekirAmaç: Bu çalışma, barsak protozoonları ve barsak patojeni bakterilerin birbirleri üzerine olabilecek muhtemel etkilerinin ve birlikte bulunma oranlarının araştırılması amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmanın birinci grubunu, dışkı incelemesinde protozoon saptanan 50 hasta oluşturmuştur. İkinci grupta ise protozoon saptanmayan 50 hastaya ait dışkı örneği incelemeye alınmıştır. Bulgular: Yapılan inceleme sonucunda protozoon saptanan birinci gruptaki 50 hastanın 3'ünde (%6) Salmonella typhi, l'inde (%2) Shigella dysenteriae olmak üzere toplam 4 dışkı örneğinde (%8) patojen bakteri saptanırken, protozoon saptanmayan ikinci gruptaki 50 dışkı örneğinden hiçbir patojen izole edilememiştir. Sonuç: Protozoon saptanan dışkı örneklerinde patojen bakteri üreme olasılığı bulunduğu saptanmış olup, her iki incelemenin birlikte planlanmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır.Article Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi(2008) Hamza, Bozkurt; Körkoca, Hanefi; Berktaş, Mustafa; Tuncer, Oğuz; Çıftcı, Ihsan Hakkı; Kurtoğlu, Muhammet GüzelAmaç: Enterobacteriaceae familyasında yer alan Gram negatif bir bakteri olan Kluyvera sp. çocuklarda üriner sistem infeksiyonları, enterit, yumuşak doku infeksiyonları ve sepsis gibi birçok infeksiyona sebep olabilmektedir. Kluyvera türlerinin immunsupresif hastalarda olduğu kadar immunkompetanlar için de fırsatçı bir patojen olduğu bilinmektedir. Kluyvera infeksiyonları ile ilgili bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutacağı düşünülerek Kluyvera hakkında yapılan literatür çalışmaları da gözden geçirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kluyvera izolat verileri klinik mikrobiyoloji kayıtlarının retrospektif analizi ile elde edilmiştir. Bulgular: Retrospektif incelemede üç izolatın birinin idrar, ikisinin umblikal apse örneklerinden soyutlandığı saptandı. Çalışmada, klinik öneme sahip Kluyvera izolatları nın antibiyotik duyarlılıkları, (birinci ve ikinci kuşak sefolosporinler ve ampisiline karşı dirençli olmaları ile amikasin, siproşoksasin, gentamisin ve trimetroprim+sulfametoksazol’e duyarlılıkları) literatürde rapor edilen paternlerle benzerlik gösterdi. Sonuç: Hem bizim verilerimiz hem de literatür bilgilerinin bir sonucu olarak Kluyvera gibi nadir ve fırsatçı organizmalar çocuklarda önemli infeksiyon etkeni olabileceği sonucuna varılmıştır.Article Purpura Ayırıcı Tanısında Akut İnfantil Hemorajik Ödem(2007) Epçaçan, Serdar; Çaksen, Hüseyın; Okur, Mesut; Tuncer, Oğuz; Murat, DoğanAkut İnfantil hemorajik ödem (AİHÖ) ateş, ödem ve purpurik deri döküntüleri ile karakterize derinin lökositoklastik vaskülitidir. Hastalık gürültülü ve kısa süreli bir başlangıç dönemi ile benign ve birkaç haftada spontan iyileşen bir karaktere sahiptir. Bu makalede AİHÖ nin tipik klinik bulgularının pnömoni ile birlikte görüldüğü ve dış merkezde meningokoksemi ön tanısı alan bir hastayı ele aldık. Amacımız, özellikle meningokoksemi, Henoch-Schönlein purpurası ve diğer döküntülü hastalıklarla ayırıcı tanıda bu nadir görülen hastalık hakkında klinik bulgu ve seyir ile ilgili bilgilere bir hatırlatma yapmaktır.Article Respiratory Syncytial Virus Dominance in Pneumonia Cases After Removal of Pandemic Restrictions(2023) Aycan, Nur; Yürektürk, Eyyüp; Ateş, Ali; Toplar, Emel Nadya; Karaman, Serap; Tuncer, OğuzAim: Respiratory syncytial virus is one of the most important causes of lower respiratory tract infections, with high mortality and morbidity in infants and children. It can cause airway inflammation, mucosal edema, and small airway collapse. Materials and Methods: We evaluated the clinical and demographic characteristics of newborns aged 0-30 days who were hospitalized in Yüzüncü Yıl University Neonatal Intensive Care Unit due to lower respiratory tract infections and whose respiratory syncytial virus test was positive between 15/December/2022 and 15/February/2023. Results: Between the specified dates, 29 patients diagnosed with lower respiratory tract infections were admitted to our neonatal unit. Of the oral/nasopharyngeal swab samples sent from all of these patients, one was positive for SARS-CoV-2, one for adenovirus, one for influenza A/B, and 18 (62%) respiratory syncytial virus. The weeks of the birth of the patients who were found to be positive for respiratory syncytial virus A/B were 36.72±1.48. The number of days they spent in the hospital was 6.72±1.6, 2(11.1%) patients required intubation, and 7(38.8%) patients required noninvasive respiratory support. One patient presented with convulsions at home, and cough and fever symptoms appeared on the second day of hospitalization. All patients recovered with oxygen support, hydration, and supportive treatment and were discharged. Conclusion: The most common cause in neonates was found to be a respiratory syncytial virus. Early diagnosis and treatment are important in patients with suspected lower tract viral infections. Unnecessary antibiotic use and the spread of the disease should be prevented by increasing access to viral tests.Article Respiratuvar Distres Sendromlu Preterm Bebeklerde Sürfaktan Uygulanmasında Lısa ve Insure Yöntemlerinin Karşılaştırılması(2021) Başaranoğlu, Murat; Demir, Nihat; Deger, İbrahim; Tuncer, Oğuz; Aydın, NeşetAmaç: Bu çalıs ma, respiratuvar distres sendromu tanısıyla sürfaktan tedavisi uygulanan prematüre bebeklerde, invaziv (entübasyon tüpü) ve daha az invaziv (ince kateter) yöntemlerle sürfaktan uygulanmasının kars ılas tırılması amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Yenidog an Yog un Bakım ünitesinde yatan; dog um haftası 32. gebelik haftası ve/veya altında olan ve sürfaktan tedavisi verilmesi gereken bebekler çalıs maya alındı. Respiratuvar distres sendromu için sürfaktan replasmanı gereken 60 olgu çalışmaya alındı. Tüm olgulara poractant alfa (200 mg/kg/doz) verildi. Olgular, LISA (Daha az invaziv sürfaktan uygulaması) ve INSURE (Entübasyon, Sürfaktan uygulaması ve Ekstübasyon) grubu olacak şekilde randomize edildi. Bulgular: Sürfaktan verilis i sırasında INSURE grubundaki hastaların %90’ında, LISA grubundaki hastaların ise %63.3’ünde komplikasyon gözlenmedi. LISA grubunda ilk 72 saatte entübasyon ihtiyacının istatistiksel olarak anlamlı oranda daha düşük olduğu saptandı. Mekanik ventilasyon ihtiyacının ve ölüm oranlarının INSURE grubunda daha yüksek olduğu saptandı. Tekrarlayan sürfaktan ihtiyacı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı. Gruplar arasında Respiratuvar distres sendromu komplikasyonları (Nekrotizan enterokolit, İntrakraniyal kanama, Prematüre retinopatisi, Bronkopulmoner displazi) yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç: Sürfaktan replasman tedavisinde her iki yöntem de uygulanabilir ancak ince kateter ile sürfaktan tedavisi sırasında desatürasyon daha sık görülmektedir. Kateter yönteminin uygulama zorlukları yöntemin dezavantajlarıdır. Fakat entübasyon ve pozitif basınçlı ventilasyon gerektirmemesi, mekanik ventilasyon destek ihtiyacının ve mekanik ventilasyonda kalış süresinin daha az olması nedeniyle INSURE yöntemine göre daha başarılı görünmektedir.