Browsing by Author "Uğraş, Serdar"
Now showing 1 - 20 of 33
- Results Per Page
- Sort Options
Article Askorbik Asit ve Alfa - Tokoferol'ün Karbon Tetraklorürle Oluşturulmuş Akut Karaciğer Toksisitesi Modelinde Karaciğeri Koruyucu Etkisi(2004) Tuncer, İlyas; Uğraş, Serdar; Reçber, Deniz; Bayram, İrfan; Özbek, HanefiAmaç: Sıçanlarda, karbon tetraklorürle (CC14) oluşturulan akut karaciğer hasarında, askorbik asid (C vit) ve alfa-tokoferolün (E vit) karaciğeri koruyucu etkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Her birinde altı sıçan olacak şekilde, 1) serum fizyolojik (SF, 0.2 mi), 2) zeytin yağı (ZY, 0.8 ml/kg), 3) CCl4:zeytin yağı (1:7, 0.8 ml/kg), 4) CC14 (0.8 ml/kg)+C vitamini (140 mg/kg) ve 5) CC14 (0.8 ml/kg)+E vitamini (60 mg/kg) grupları oluşturuldu. Sıçanların vücut ağırlıkları günlük olarak ölçülüp kaydedildi. Çalışmanın sonunda sıçanlardan intrakardiyak yolla kan alındı ve karaciğerleri çıkarıldı. Kanda aspartat anıino transferaz (AST), alanin amino transferaz (ALT) ve indirekt bilirubin seviyelerine bakıldı. Karaciğerler ise histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: CC14 grubuna ait karaciğerlerdeki hepatositlerde belirgin derecede balon dejenerasyonu, tek hücre nekrozu, mitoz, sentrilobüler nekroz, köprüleşme nekrozu, serum AST ve ALT seviyelerinde anlamlı derecede yükselme gibi akut karaciğer hasarını gösteren histopatolojik ve biyokimyasal bulgular saptandı. C ve E vitamini gruplarında ise akut karaciğer hasarını gösteren histopatolojik ve biyokimyasal değişikliklerin CCI4 grubuna göre anlamlı bir şekilde daha az olduğu tespit edildi. Vücut ağırlığı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç: Serum transaminaz enzim seviyeleri ve histopatolojik bulgular, C ve E vitaminin CCLı'e bağlı karaciğer hasarını anlamlı derecede azalttığını göstermektedir.Article Bir Pataloji Anabilim Dalında Kanser Sıklığı ve Dağılımı(2005) Reçber, Deniz; İbiloğlu, İbrahim; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfanBu çalışmada, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim dalı arşivinde yer alan kanser olgularının dökümü çıkarılarak, bölgesel tümör istatistiklerinin oluşturulmasına katkıda bulunmak, bu konuda yapılacak daha detaylı çalışmalara temel oluşturmak amaçlandı. Patoloji Anabilim dalı arşivinde Eylül 1994 ve Mart 2004 tarihleri arasında liistopatolojik olarak incelenen iğne biyopsisi, endoskopik biyopsi ve rezeksiyon materyallerinin dahil edildiği cerrahi biyopsi materyallerinin 9 yıllık kayıtları incelendi. Patoloji laboratuvarında incelenen cerrahi biyopsi materyallerinin sayısı 38,804 olup bunların 41511 (% 10.6'sı) malign olarak değerlendirildi. Olguların 2464'ü (% 59.3'ü) erkek ve 1687'si (% 40.6'sı) kadındı. Kadınlarda en sık görülen ilk beş malign tümör sırasıyla, özofagus ( % 16.9), mide (% 14.5), meme (% 9.4), deri (% 8.5) ve tiroid (% 8.0)'iken erkeklerde, mide (% 20.2), deri (% 11.7), mesane (% 9.8), özofagus (%9.4) ve akciğerdi (%7.3). Genel olarak en sık görülen ilk beş malign tümör sırasıyla, mide (% 17.8), özofagus (% 12.5), deri (%10.4), mesane (% 6.3), akciğer (% 5.7) tümörleriydi. Bu çalışmada tanısı konan mide ve özofagus kanserlerinin her iki cinste de en sık görülen kanserler olmaları nedeniyle etyolojiye yönelik ciddi ve kapsamlı araştırmaların yapılmasına gereksinim vardır.Other Bir Verrüköz ve Zosteriform Lineer Liken Planus Olgusu(2002) Çalka, Ömer; Uğraş, Serdar; Metin, AhmetLiken planus (LP) deri ve mukozaları tutan kaşıntılı ve inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Koyu kırmızı-mor renkli, üzerleri ince kepekli ve köşeli papüllerle karakterize lezyonların lineer dağılım göstermesi oldukça nadirdir ve genellikle çocukluk çağında görülür. Verrüköz (hipertrofik) LP ise papüllerin bir araya gelerek verrüköz plaklar oluşturmasıyla karakterize ayrı bir klinik LP tipidir. 48 yaşında bir erkek olguda sağ alt ekstremitede önce hipertrofik karakterde başlayan sonra lineer dağılım gösteren LP'a rastlandı. Hastada aynı taraf tomber ve abdominal bölge derisinde zosteriform dağılımda yerleşim gösteren lezyonlar vardı. Olgunun mevcut kliniği ile az görülen morfolojik ve dağılım tiplerini bir arada taşıdığı, tedavilere de dirençli olduğu görüldüArticle Çeşitli Sütur Materyallerinin Trakeal Anastomozlara Etkisi(2003) Tas, Abuzer; Kutluhan, Ahmet; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Atasoy, Nazmi; Yurttaş, VeyselBu çalışmada sık kullanılan dikiş materyallerinin dairesel trakeal anastomozlarda yara iyileşmesi ve anastomozun mekanik direnci üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmada 1-3 yaş arası, 9-15 kg ağırlığında, melez 25 adet sağlıklı sokak köpeği kullanıldı. Hayvanlar; kontrol (1. grup), ipek (2. grup), polypropylene (Prolen) (3. grup), polidioxanone (PDS) (4. grup) ve Polyglactin 910 (vicryl) (5. grup) olarak 5 gruba ayrıldılar. Kontrol grubu dışındakilere dairesel 2 cm 'tik trakeal reıeksiyonu takiben basit dikiş tekniği ile uç-uca trakeal anastomozlar yapıldı. Üç ay sonra trakeal anastomoz hattı içinde kalan 5 cm 'lik trakeal materyaller çıkarılarak germe ve kompresyon testlerine tabi tutuldular. Kompresyon ve germe testinde yarı daralma ve tam kollapsa neden olan kuvvetler açısından kontrol grubu ile deney grupları arasında istatistiksel fark bulunmadı. Anastomoz hatlarının yara iyileşmesi histopatolojik olarak ışık mikroskopu ile incelendi, fara iyileşmesinin grup 3, 4 ve 5 'de tamamlandığı, ipek grubunda ise yabancı cisim reaksiyonuna eşlik eden aktif kronik yangının devam etliği gödendi. Sonuç olarak;ipek iplik dışındaki polyglactin, polypropylene ve polydioxanone dikişlerin trakeal dairesel uç-uca anastomozlarda rahatlıkla kullanılabileceği kanısına varıldı.Other Çocukluk Çağında Görülen Bir Kutanöz Miliyer Sarkoidoz Olgusu(2002) Çalka, Ömer; Uğraş, Serdar; Cesur, Yaşar; Metin, AhmetSarkoidoz nedeni tam bilinmeyen multisistemik, nonkazeöz granülomatöz bir hastalıktır. Çocuklarda ender olup klinik bulgu ve prognozu bakımından yetişkinlere göre bazı farklılıklar sergileyebilir. Artralji nedeniyle pediyatri kliniğine yatırılan ve rutin incelemeleri normal bulunan 3.5 yaşındaki bir erkek hastanın konsültasyonunda deride iktiyoziform kuruluk ve yaygın, kırmızı ve kahve renkli makülopapüler lezyonlar vardı. Deriden alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde küçük nonkazeöz granülomları bulunan hasta literatürde çocuk bir hastada ikinci kez görüldüğü kanısına varılan kutanöz miliyer sarkoidoz olarak değerlendirildi.Article Deri Hastalıklarının Tanısında Histopatolojinin Yeri(2005) Akdeniz, Necmettin; Metin, Ahmet; Çalka, Ömer; Kösem, Mustafa; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfanAmaç: Deri hastalıklarının tanısı, yalnızca klinik gözlemlere değil, histopatolojik bulgulara da bağlıdır. Bu çalışmada klinik ön tanı ile patolojik tanıların uyumunun incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Dermatoloji kliniği tarafından alınarak patoloji laboratuvarına gönderilen 460 deri biyopsisi, geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Biyopsilerin 139 tanesi (%30.2) patolojiden doğrudan tanı almadan ve yorum yapılarak rapor edilmişti. Tanı alan 321 olgunun 159'u (%49.5), dermatoloji kliniğinin birinci, 43'ü (%13.8) ikinci, 14'ü (%4.3) üçüncü ve 63'ü de (%19.6) ilk üç ön tanı dışında kalan ön tanılar ile uyum gösterirken geriye kalan 42 (%13.4) biyopside patolojinin tanıları dermatoloji kliniğinin ön tanıları ile uyumlu değildi. Sonuç: Dermatoloji ile patoloji arasında uygun bir klinikopatolojik korelasyon doğru tanı koyma oranını yükseltecektir.Other Diyabetik Ayak Tanısıyla Ampute Edilen Parmakta Malign Melanoma(2002) Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Reçber, Denizİleri vasküler hastalığın sonucu alt ekstremitelerde gelişen gangren, diabetli hastalarda genel popülasyona oranla yüz kat fazla rastlanır. Gangren ve bazı malignitelerde, deride renk değişikliği ve ülserasyon sıklıkla gözlenir. Bu yazıda \"diabetik ayak\" tanısıyla, sol ayak dördüncü parmağı ampute edilen, ancak histopatolojik inceleme sonucunda malign melanom tanısı konulan yetmiş yaşındaki erkek hasta sunulmuştur.Article E Vitamini, N-Asetil Sistein, Penisilin-G Ve Urtica Dioica L.'nin Phalloidin Toksisitesi Üzerine Etkileri(2005) Dülger, Haluk; Uygan, İsmail; Türkdoğan, Kürşat; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Tuncer, İlyas; Özbek, HanefiAmaç: Bu çalışmada phalloidin uygulanmış sıçanlarda E vitamini, N-asetil-sistein, penisilin-G ve Urtica dioica eterik yağının sıçan sindirim sistemi ve karaciğeri üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Sprague-Dawlcy ırkı erkek sıçanlardan altı ayrı çalışma grubu oluşturuldu (M=10). I. grup (kontrol grubu) hariç diğer gruplara çalışmanın başında bir kez phalloidin (0.9 mg/kg) periton içi yolla (ip) uygulandı. Bundan sonra çalışma süresince I. gruba (kontrol grubu) ve II. gruba (phalloidin grubu) 0.2 mL serum fizyolojik, 40 nıg/kg E vitamini (III. grup), 100 mg/kg N-asetil sistein (IV. grup), 400.000 U Penisilin-G (V. grup) ve 0.5 mL/kg Urtica dioica L. tohumu eterik yağ ekstresi (VI. grup) uygulandı. Çalışmanın 4. ve 7. günleri çalışma gruplarından kan ve doku örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik yönden incelendi. Bulgular: Histopatolojik yönden herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Biyokimyasal parametreler yönünden çalışmanın 4. gününde serum ALT değerinin phalloidin grubunda anlamlı seviyede yükseldiği, N-asetil sistein grubunda AST değerinin anlamlı seviyede düştüğü, phalloidin, E vitamini ve N-asetil sistein gruplarında ALP seviyesinin anlamlı seviyede yükseldiği, Urtica dioica grubunda ise total bilirubin değerinin anlamlı seviyede yükseldiği tespit edilmiştir. Çalışmanın 7. gününde serum ALT ve total bilirubin değerlerinin gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermediği, serum AST değerinin tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede düştüğü, serum ALP değerinin ise yine tüm çalışma gruplarında anlamlı seviyede yüksek bulunduğu saptanmıştır Sonuç: Parenteral yolla verilen-phalloidin'in hafif derecede hepatotoksisiteye neden olduğu; E vitamini, N-asetilsistein, penisilin-G ve Urtica dioica tohumu eterik yağının bu toksisiteyi zehirlenmenin erken dönemlerinden itibaren önleyebileceği sonucuna varılmıştır.Other Ektopik Paratiroid Adenomu(1997) Barut, İbrahim; Uğraş, Serdar; Arslan, Halil; Aydın, Metin; Güler, OsmanEktopik yerleşim gösteren bir paratiroid ade¬nomu olgusu sunuldu. Normal anatomik lo-kalizasy onunda patoloji saptanamayan primer hi-perparatiroidili olgularda, paratiroid glandların ektopik yerleşimli olabileceği ve bu anatomik var¬yasyonların tanıda gecikmeye ve cerrahi müdahale sırasında teknik zorluklara neden olabileceği be¬lirtildi.Article Enzimatik Kanalostomi (Glokom Tedavisinde Enzim: Deneysel Tavşan Modeli)(2004) Yazıcıoğlu, Atilla; Demirok, Ahmet; Çinal, Adnan; Uğraş, Serdar; Öztürk, GürkanAmaç: Enzimler oftalmolojide değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise enzimlerle aközün dışa akım yollarının etkilenmesi ve böylece göz içi basıncının düşüşünün sağlanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 5mg pankreatin 0.2 ml çözelti olarak 5 adet tavşanın sağ göz ön kamaralarına topikal anestezi ve sedasyon altında verildi. Enjeksiyonlar 26 gauge lik insülin enjektörleri ile korneadan yapıldı. Sol gözler kontrol grubu olarak alındı. Sol gözlerede aynı yolla ve aynı miktar ringer laktat çözeltisi verildi. Daha sonra tüm tavşanlar hem klinik olarak hemde göz içi basıncı yönünden günlük olarak takip edildi. Göz içi basınçları Perkins aplanasyon tonometresi ile ölçüldü. 2 hafta sonra gözlerden histolojik kesitler alınarak enzim ile kontrol grubu gözler karşılaştırıldı. Bulgular: Enjeksiyon sonrası hem enzim, hemde ringer laktat verilen gözlerde göz içi basıncı arttı. Ancak enzim grubu gözlerde göz içi basıncı artışı hem daha şiddetli (41.5 ınmHg) hemde daha uzunsüreli oldu. Bu ilk günlerdeki göz içi basıncı artışından sonra enzim uygulanan gözlerdeki basınç kontrol grubu gözlerden daha alt seviyelere indi ve bu düşüş 2. haftaya kadar devam etti. Klinik olarak enzim grubu gözlerde ilk birkaç gün devam eden yoğun inflamatuvar reaksiyonlar gelişti ve daha sonra düzeldi. Yapılan histolojik çalışmalarda enzim uygulanan gözler ile kontrol grubu gözler arasında herhangi bir farklılık tespit edilemedi. Sonuç: İntrakameral enzim uygulaması, normal göz içi tansiyonlu tavşalarda, göz içi dokularda çok önemli bir yan etkiye ve histolojik değişikliğe neden olmaksızın göz içi tansiyonunu düşürebilmektedir.Article Foeniculum Vulgare Miller ( Rezene ) Uçucu Yağının Karbon Tetraklorürle Oluşturulmuş Karaciğer Fibrozu Üzerine Koruyucu Etkisinin Sıçanlar Üzerindeki Araştırılması(2003) Tuncer, İlyas; Kisli, Erol; Uğraş, Serdar; Bayram, İrfan; Tunçtürk, Murat; Özbek, HanefiAmaç: Foeniculum vulgare Miller (rezene) uçucu yağının (RUY) sıçanlarda karbon tetraklorürle oluşturulmuş karaciğer fibrozu modelinde karaciğeri koruyucu etkisinin araştırılması. Yöntem: Yirmi dört adet albino sıçan, herbirinde sekizer adet olmak üzere üç çalışma grubuna ayrıldı. Çalışma süresince tüm gruplara haftada üç kez olmak üzere toplam 20 doz uygulama yapıldı. I. gruba (SF) intraperitoneal (i.p.) yolla 0.2 ml serum fizyolojik, II. gruba (CCL)) i.p. yolla 1.5 ml/kg CCI4-zeytin yağı (1:7) ve III. gruba (RUY) i.p. yolla 1.5 ml/kg CCl4-zeytin yağı (1:7) + p.o yolla 0.4 ml/kg RUY uygulandı. Çalışmanın sonunda intrakardiyak girişimle kan alınarak serum aspartate aminotransferase (AST), alanine aminotransferase (ALT) ve bilirubin düzeyleri ölçüldü. Her uygulamadan önce ve çalışmanın bitiminde hayvanların vücut ağırlıkları ölçülerek kaydedildi. Sıçanlar sakrifiye edilerek karaciğerleri çıkarıldı. Bulgular: Serum bilirubin düzeyleri tüm gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermedi. Serum AST ve ALT düzeyleri yönünden RUY ile CCl4 grubu arasında herhangi bir farklılık görülmezken (p>0.05) bu parametreler RUY ve CCl4 grubunda S-F grubuna göre oldukça anlamlı derecede yüksekti (p<0.01). Vücut ağırlığının seyri yönünden CCl4 grubunda gittikçe artan bir ağırlık artışı varken, SF grubunda bir miktar ağırlık artışı, RUY grubunda ise vücût ağırlığında bir miktar azalma gözlendi. Vücut ağırlıkları arasındaki bu farklılıklar tüm gruplar arasında anlamlı derecedeydi. Histopatolojik incelemelerde RUY'nın karaciğer üzerine koruyucu bir etkisi gözlenmedi. Sonuç: Ağızdan RUY uygulamasının deneysel karaciğer fibrozu üzerinde koruyucu bir etki gerçekleştiremediği sonucuna varıldı.Article Kronik Tonsillit Tanısında Tonsil Punch Biyopsisinin Yeri Olabilir mi(2001) Kiris, Muzaffer; Kıroğlu, Faruk; Uğraş, Serdar; Akpolat, Nusret; Kutluhan, Ahmet; Akdeniz, HayrettinKronik tonsillit tanısında tonsil biyopsisinin bir yeri olup olmadığını araştırdık. Bu çalışma, güvenilir anamnez bilgileri veren ve kronik tonsillit nedeni ile tonsillektomi olmuş 100 hasta üzerinde prosektif olarak yapıldı. Boğaz ile ilgili şikayeti olmayan fakat başka bir nedenle kliniğimizde opere olmuş gönüllü 20 kişi ise kontrol grubunu oluşturdu. Hasta grubunun tonsillektomi materyalleri ve bunlardan alınan punch biyopsi örnekleri ile kontrol grubu tonsil punch biyopsi örnekleri üzerinde kronik tonsillitin histopatolojik kriterleri araştırıldı. Tonsillektomi materyallerinin %96'sında yüzey epitelinde yoğun lenfosit infiltrasyonu ve %88'inde yüzey epitel defekti tespit edilirken, aynı tonsillerin punch biyopsilerinde bu oranlar sırasıyla %89 ve %75 olarak bulundu. Kontrol grubu tonsil punch biyopsi örneklerinde ise yüzey epitelinde yoğun lenfosit infiltrasyonu %15 ve yüzey epitel defekti %3 oranında not edildi. Kappa testine göre; hasta grubunda kronik tonsillitin histopatolojik kriterlerinin tonsillektomi materyallerinde ve punch biyopsi örneklerinde görülme oranları iyi uyumluluk gösterdi. Bu sonuç kolay ve güvenilir bir metod olan tonsil punch biyopsisinin kronik tonsillit tanısında şüpheli durumlarda kullanılabileceğini göstermektedir.Other Lupus Miliyaris Disseminatus Fasiyei: Bir Olgu Sunumu(2002) Çalka, Ömer; Kıroğlu, Eda; Uğraş, Serdar; Metin, AhmetLupus miliyaris disseminatus fasiyei (LMDF) sebebi bilinmeyen, her iki cinste ve daha çok genç erişkinlerde görülen yüzün granülomatöz bir hastalığıdır. Klinik olarak yüzde simetrik şekilde ortaya çıkan çok sayıda kırmızı papüllerle karakterizedir. Lezyonların çoğu birkaç yıl içerisinde tedavi edilmeden gerilerse de yüzde kalıcı görünüm bozukluğuna yol açan skar bırakırlar. Hastalık erken dönemde saptanır ve tedavi başlanırsa skar bırakmadan iyileşebilir. Burada hastalığı erken dönemde saptanan ve sistemik tetrasiklin ile skar oluşumu gelişmeden başarılı şekilde tedavi edilen 32 yaşında erkek bir olgu sunulduOther Maksilla ve Mandibula Yerleşimli Odontojenik Mikzoma(1999) Bekerecioglu, Mehmet; Kutluhan, Ahmet; Egeli, Erol; Uğraş, Serdar; Çankaya, Hakan; Kiris, MuzafferÇene kemiklerinin nadir bir tümörü olan odontojenik mikzoma histolojik olarak benign, nüksleri sık infiltratif bir tümördür. Tedavisinde daha çok agresif cerrahi girişimler tercih edilmektedir. Yirmi dört ve 31 yaşlarında iki kadın hastada, biri mandibulada, diğeri maksillada odontojenik mikzoma saptandı, ilk hastaya parsiyel maksillektomi ve kortikal kemikle ön duvar rekonstrüksiyonu yapıldı. İkinci hastaya marjinal mandibula rezeksiyonu, kitle ekstirpasyonu ve kostal kemik ve plakla onarım yapıldı, iki hastanın da sırasıyla 12 ay ve altı aylık takiplerinde nüks saptanmadı.Other Mide Tümörlerinde Cerrahi Tedavi(1996) Uğraş, Serdar; Güler, Osman; Aydın, MetinMide malignitelerinin tedavisinde cerrahi girişimler esas¬tır. Y.Y.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi kliniğinde 1994-1996 arasında 21 mide tümörü olgusu öpere edildi. Ol¬guların 16'sı erkek 5'i kadın idi. Yaş ortalaması 53 idi (28-74). 12 olguya total gastrektomi ve Roux-en-y özofagoje-junostbmi, 7 olguya subtotal gastrektomi ve gastrojejunos-tomi, 1 olguya drenaj amaçlı ğastrojejunoştomi, 1 olguya eksploratris laparotomi yapıldı. Kardiyak problemleri olan 1 olgu exitus oldu. Hiçbir olguda anastomozdan sı¬zıntı olmadı. Sadece 1 olguda cerrahi sınırda tümör doku¬su vardı. Takip süremiz 2-24 aydır, ilk bir yıl içinde kay¬bettiğimiz olgu sayısı 3'tür. Bir yılı aşan süre hayatta ka¬lan olgu sayısı ll'dir. Sonuç olarak, hastanın genel duru¬mu son derece bozuk veya yaygın metastazlar olmadıkça her. gastrik neoplazm olgusu cerrahi olarak eksplore edil¬melidir.Other Midede Lenfoid Follikül Oluşumunun Önemi, Sıklığı, Dağılımı, Gastrit ve Helicobacter Pylori ile İlişkisi(2000) Dilek, Hüsniye; Uğraş, Serdar; Akpolat, Nusret; Kösem, MustafaLenfoid follikül oluşumu (LFO) île cinsiyet, peptik ülser, Helicobacter pylori (HP), gasrit ve lokalizasy onlar arasındaki ilişkiyi incelemek amacı île 133 semptomatik (55'i kadın ve 78'i erkek) olguya ait 267 mide endoskobik biyopsi örneği çalışmaya alındı. LFO izlenen olguların, %83'ünde HP pozitifliği saptandı, Bunların %52'sinde HP varlığı şiddetli derecede iken % 12'sinde hafif derecede bulundu. LFO'nün, olguların %36.5'inde korpusla ve %63.5'inde ise antrumda yerleştiği görüldü LFO sıklığı, gastrik ülser/erozyonlu olgularda %93, duodenal ülser/erozyonlu olgularda %52, aktif kronik gastritlilerde %36, kronik atrofik gastritlilerde %59 ve kronik gastritlilerde %44 olarak bulundu. HP kolonizasyon şekillerine göre LFO sıklığı mukus içinde serbest formunda %27, epitel yüzeyine adezyonda %25 ve interselüler kolonizasyonda %42 olarak saptandı. FO ile HP şiddeti, gastrit türleri, gastrik ülser/erozyon ve midedeki lokalizasyon arasında istatistiksel olarak oldukça anlamlı bir ilişki olduğu görüldü. Bu çalışma ile gastrik ülser/erozyonu olan ve/veya HP pozitifliği saptanan olgularda, LFO' nün özellikle aranması gerekliği ve bunun için doku örneğinin bitirilinceye kadar kesilmesi ve biyopsi örneklerinden en az birinin antrumdan alınmasının LFO' un saplanma oranım arttıracağı sonucuna varıldı.Other Molluskum Kontagiozum: Olgu Sunumu(2001) Uğraş, Serdar; Yaşar, Tekin; Özdemir, Murat; Demirok, AhmetGöz kapağında şişlik şikayeti ile kliniğimize getirilen 6 ve 3 yaşlarında iki çocuk olgudan birinde sağ, diğerinde sol göz üst kapak serbest kenarında yuvarlak, ağrısız, üzeri normal ciltle kaplı kitle saptandı. Eksize edilen kitlelerin patolojik incelemesi sonucunda molluskum kontagiozum tanısı kondu. Bazı sistemik ve oküler patolojilere de eşlik edebilen hastalığa dikkat çekmek maksadıyla bu olguların sunulması amaçlandıArticle Olfaktör Nöroblastomun Subfrontal Kraniofasyal ve Midfasyal Degloving Yaklaşımlarla Tedavisi: Olgu Sunumu(2008) Uğraş, Serdar; Yakut, Fatih; Kutluhan, Ahmet; Yılmaz, Nebi; Yurttaş, VeyselOn iki yaşında kız çocuğu burun tıkanıklığı ve sağ gözkapağı altında şişlik nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hastanın sağ nazal pasajdan alınan biyopsi sonucu olfaktör nöroblastom olarak bildirildi. Tümör subfrontal kraniofasyal ve midfasyal degloving yaklaşımlarla çıkarıldı. Hastanın üç yıllık takibinde tümör nüksüne rastlanmadı.Article Preeklamptik ve Sağlıklı Gebelerde Plasental Patoloji(2005) Üstün, Yusuf; Güvercinci, Mehmet; Üstün, Engin Yaprak; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Şahin; Uğraş, SerdarAMAÇ: Çalışmanın amacı, sağlıklı ve preeklamptik gebelerde plasental patolojiyi karşılaştırmaktır.MATERYAL ve METOD: Çalışmaya Ekim 2001 ile Eylül 2002 tarihleri arasında prospektif olarak, preeklampsi-eklampsi tanısı ile yatırılarak takip ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu dahil edildi. Plasentalar, makroskopik incelemesi yapıldıktan sonra, dokuz histolojik parametre dikkate alınarak ışık mikroskobunda incelendi. İstatistiksel işlemler; student t testi ve x2 (ki-kare) testi ile değerlendirildi.BULGULAR: Sinsityal düğümde artış, sitotrofoblastta proliferasyon, fokal perivillöz fibrin depolanması, villöz stromal fibrozis, uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, maturasyon, bazal membran kalınlaşması, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem çalışma grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, villöz stromal fibrozis, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem kontrol grubunda hiçbir hastada saptanmadı.SONUÇ: Preeklampsinin patogenezinde plasental patoloji önemli rol oynamaktadır.Article Rezene Uçucu Yağının Carbonplatin'e Bağlı Hepatotoksisite Üzerine Koruyucu Etkisi(2003) Alıcı, Süleyman; Özbek, Hanefi; Uğraş, SerdarAmaç: Bu çalışmada antineoplastik bir ajan olan carboplatinin sıçan karaciğerinde yaptığı toksisite üzerine rezene uçucu yağı (RUY), C vitamini ve E vitamininin koruyucu etkileri karşılaştırmalı olarak araştırıldı. Yöntem: Beş çalışma grubu (H=(J) oluşturuldu ve sırasıyla serum fizyolojik (SF), carboplatin, carbopIatin+RUY, carbopladn+C vitamini ve carboplatin+E vitamini intraperitoneal yoldan beş gün süreyle uygulandı. Bulgular: Çalışma sonunda histopatolojik yönden çalışma gruplarına ait karaciğerlerde patolojik bir bulguya rastlanmadı. Biyokimyasal olarak carboplatin grubunun serum alanin aminotransferaz (ALT), alkalen fosfataz (ALP) ve indirekt bilirubin değerlerinin kontrol (SF) grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu, RUY, C vitamini ve E vitamini gruplarında ise serum ALT ve ALP değerlerinin carboplatin grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. C vitamini grubuna ait indirekt bilirubin düzeyinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi. RUY ve E vitamini gruplarına ait indirekt bilirubin seviyelerinin ise kontrol grubu ile aralarında anlamlı bir fark olmadığı, carboplatin grubundan ise anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. Sonuç: Carboplatin'le birlikte C vitamini, E vitamini veya RUY kombinasyonlarının carboplatin'e bağlı karaciğer toksisitesini önleyebileceği sonucuna varıldı.