Browsing by Author "Uzun, Kürşat"
Now showing 1 - 20 of 24
- Results Per Page
- Sort Options
Article Akciğer Hastalarında Sigara İçme Sıklığı(2000) Özbay, Bülent; Uzun, Kürşat; Ceylan, ErkanBu çalışmanın amacı akciğer hastalığı olan olgular arasında sigara içme sıklığını araştırmaktır. Bu çalışmada 431 olgunun dosyası sigara anamnezine göre retrospektif olarak incelendi. Olguların yaş ortalaması 48.2 ± 17.4 olup 306'sı erkek, 124'ü kadın idi. İncelenen tüm olguların %58'inde sigara içme alışkanlığı olup ortalama 21.9 ± 28.9 paket yıl sigara içmekteydi. Tüm olguların ortalama sigaraya başlama yaşı 21.7 ± 10.3 idi. Olgular etyolojik tanılarına göre 6 gruba ayrıldı (KOAH, malignite, Tb, bronş astımı, pnömoni ve diğerleri grubu). Sigara kullanan 251 olgunun %74.1'i aktif içici, %25.9'u sonradan sigarayı bırakanlardan oluşuyordu. Aktif sigara içenlerin %32.3'ünü maligniteli grup oluşturmaktaydı. Sonradan sigarayı bırakanlar arasında birinci sırayı KOAH'lılar alıyordu. Ortalama sigara içme süresi paket-yıl olarak KOAH'lılarda 34.1 ± 31.07, akciğer kanserinde 44.1 ± 31.9 idi. Sigara içme süresi malign akciğer hastalıklarında en fazla olup, diğer gruplar ile arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık mevcut idi. Sigara kullanan olguların %49'unun sigaraya başlama yaşı 10-20 yaş arasında idi. Maligniteli olguların sigaraya başlama yaşı ortalama 24.3 ± 15.6 yaş, KOAH'lıların 30.9 ± 18.4 yaş idi. Günlük içilen sigara miktarı olarak malignitelilerde 1.5 ± 0.6 paket/gün, KOAH'lılarda 1.4 ± 0.6 paket/gün, pnömonilerde 1.4 ± 0.6 paket/gün, bronş astımlılarda 1.4 ± 0.5 paket/gün, tüberkülozlularda 1.1 ± 1.4 paket/gün ve diğerleri grubunda 1.1 ± 0.3 paket/gün idi. Bu bulgular bize aktif içicilerin çoğunluğunu malignite ve KOAH'lıların oluşturduğunu ve içme süresinin-içilen miktarın en fazla bu gruplarda olduğu gözlendi.Article Akciğer Kanserlerinde Beta Hcg, Cea, Ca19-9, Ca15-3, Ca125 Tümör Belirteçlerinin Tanısal Değerleri(2003) Dülger, Haluk; Gencer, Mehmet; Zehir, İsmail; Uzun, KürşatBu çalışmada akciğer kanserli 25, benign akciğer hastalıklı 20 olgunun serum ve bronş lavajında, sağlıklı 20 kişinin serumunda ferritin, $beta$-HCG, CEA, CA 19-9, CA 15-3 ve CA 125 çalışılarak akciğer kanserinde tümör belirteçlerinin tanısal değeri araştırıldı. Çalışmada elde edilen değerlere göre akciğer kanseri ile benign akciğer hastalıklı grup arasında ortalama bronş lavajı $beta$-HCG, CA 125, CA 19-9 ve ferritin yönünden istatististiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı. Ferritin ve CA 15-3 hariç diğer tümör belirteçlerinin tümünde ortalama bronş lavajı değerleri serum değerlerinden istatistiksel olarak yüksekti. Tümör belirteçlerinden ferritin $beta$-HCG, CEA, CA 15-3, CA 125 ve CA 19-9 için hesaplanan spesifite değerleri serum için sırasıyla; %88, %100, %75, %33, %79 ve %92, bronş lavajı için; %100, %67, %100, %100 ve %100 idi. Sensitivite değerleri ise seram için; %53, %27, %53, %87, %67 ve %33, bronş lavajı için; %77, %87, %71, %36, %73 ve %30 olarak hesaplandı. Sonuç olarak akciğer kanserli olgularda bronş lavajında tömür belirteçlerinden özellikle ferritin, $beta$-HCG, CA 125 ve CA 19-9 'un ayırıcı tanıda önemli olduğu fakat hiçbirin kesin tanıda yeterli spesifite ve sensitiviteye sahip olmadığı gözlendi. Bununla birlikte bronş lavajı ve serumda tümör belirteçlerinin bırakılmasının diğer tanı yöntemleri ile birlikte değerlendirildiğinde yararlı olabileceği düşüncesindeyiz.Article Astım ve Koah'lı Hastalar için İnhaler Seçiminde İnspiratuar Akım Hızının Önemi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Kara, Mehmet; Sezgi, Cengizhan; Doğan, Ekrem; İşlek, AytenAmaç: Bu çalışmada farklı şiddetlerdeki Astım ve KOAH lı hastaların solunum fonksiyon testi ve in-check cihazi ile inspratuar akım hızlarını ölçmek ve farklı kuru toz inhaler kullanımında oluşan akım hızlarını karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya farklı şiddetlerdeki 74 KOAH lı ve 41 Astımlı hasta alındı. Hastalara eş zamanlı SFT ile farklı kuru toz inhalerlerin iç dirençlerine ve oluşturdukları akım kısıtlamalarına göre dizayn edilmiş İn-check cihazı uygulandı. Bulgular: İn-check cihazında ölçülen Peak inspratuar akım hızlarının SFT de ölçülen ile uyumlu olduğu görüldü. Astım ve KOAH da FVC, ve PIF daki kısıtlamaların, hastalığın şiddeti ile korele olduğu gözlendi. Sonuç: Surraler astım ve KOAH in özellikle ağır ve orta şiddetlerinde diğer kuru toz inhalerlerden anlamlı olarak daha yüksek akım hızlarına izin verdiği yani daha düşük iç dirence sahip olduğu görüldü.Other Bronkojenik Kist: Olgu Bildirimi(2000) Etlik, Ömer; Uzun, Kürşat; Gencer, Mehmet; Temizöz, Osman; Sakarya, Mehmet EminBronkojenik kişiler trakeobronşial ağacın anormal tomurcuklanması sonucu oluşur. Genellikle orta mediastende ve karinaya komşu olarak yerleşirler. Bronkojenik kist öksürük ve dispneye neden olabilir. Göğüs radyografisinde orta medtastende yuvarlak veya oval kitle şeklinde görülür. Bilgisayarlı tomografide kist veya solid kitle yoğunluğunda kitlenin görülmesi ile bronkojenik kist tanısı düşünülür. Bu makalede, öksürük ve dispneye neden olan bronkojenik kist olgusu radyolojik bulguları ile birlikte sunulmuştur.Article Fiberoptik Bronkoskopi Girişimlerinde Propofol ve Alfentanilin Kombinasyonunun Diazepam ile Karşılaştırılması(2006) Özbay, Bülent; Uzun, Kürşat; Tekin, Murat; Tomak, Yakup; Katı, İsmailAmaç: Fleksibl fiberoptik bronkpskopi (FOB) uygulamalarında propofolalfentanil kombinasyonu ile diazepamın sedatif ve olası yan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem: ASA I-II grubundan 30 olgu çalışmaya alındı. Tüm olgulara atropin, topikal lidokain ve lidokain gargara ile premedikasyon uygulandı. I. gruba intranenöz 1 mg.kg{-1} propofol ve 10 ug.kg{-1} alfentanil, II. gruba 10 mg İM diazepam verildi.Birinci grupta ilaç uygulamasını takiben, ikinci grupta uygulamadan yarım saat sonra işleme başlandı. Bulgular: Demografik veriler açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. İşlem öncesi kalp atım hızı, kan basıncı,SpO2 değerleri arasında da anlamlı fark tespit edilmedi. Kari basıncı işleme başlandıktan sonra 2.ve 5. dakikalarda,kalp atım hızı ise 5. dakikada birinci grupta anlamlı olarak düşük bulundu. SpO2 değerleri ikinci grupta 2. dakikada,sedasyon skoru ise birinci grupta anlamlı derecede yüksek saptandı. Birinci grupta öksürük ikinci gruba göre anlamlı olarak daha azdı. Hasta memnuniyeti değerlendirildiğinde birinci gruptakilerin tamamı aynı yöntemi tercih edebileceklerini söylerken, ikinci gruptakilerin %80'i tercih etmeyeceklerini belirtmişlerdir. Sonuç olarak propofol ve alfentanil kombinasyonunun hemodinamik parametreleri daha az etkilemesi, hasta memnuniyetinin daha fazla olması, daha az öksürüğe yol açması nedeniyle fiberoptik bronkoskopi girişimlerinde diazepam gibi klasik yöntemlere alternatif bir yöntem olabileceği kanısına varıldı.Article İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Siklofosfamid, Etoposid ve Sisplatin Kombine Kemoterapisi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; İşlek, Ayten; Alıcı, Süleyman; Bayram, İrfan; Doğan, Ekrem; Sezgi, CengizhanAmaç: Sitotoksik kemoterapi, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ileri evre tedavisinde artan bir öneme sahiptir. İleri evre hastalıkta kemoterapinin sağkalım süresinin etkisini araştıran pek çok çalışma yayınlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Biz çalışmamızda CEP (Siklofosfamid, Etoposid, Sisplatin) tedavisi alan ve çeşitli nedenler ile kemoterapi almayan KHDAK hastalarının sağkalım sürelerini karşılaştırmayı amaçladık. CEP tedavisinde oluşan toksisiteyi değerlendirdik. CEP tedavisi, evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 37 hastaya (3 bayan, 34 erkek) verildi. Kemoterapi almayan evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 13 hasta (l bayan, 12 erkek) kontrol grubunu oluşturdu. CEP grubunda hastalara 21 gün arayla siklofosfamid l g/m2, cisplatin 50mg/m2 ve etoposid 80mg/m2 kombine kemoterapisi uygulandı. Bulgular: Tam yanıt hiçbir olguda alınamadı, kısmi yanıt sekiz olguda (% 21.6), stabil yanıt 13 olguda (%35.1) ve progresyon 16 olguda (%43.2) saptandı. CEP tedavisinde medyan sağkalım süresi 5.7±4.2 ay ve medyan yanıt süresi 2.97±3.1 ay saptandı. CEP tedavisine bağlı bulantı-kusma 17 hastada (% 45.9), anemi 10 hastada (% 27) ve nötropeni l hastada (% 2.7) gelişti. Kemoterapi almayan kontrol grubunda ise medyan sağkalım süresi 4.5±3.2 ay olarak saptandı. Her iki grubun medyan sağkalım süreleri karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p>0.05). Her iki grupta bir yıllık sağkalım oranı sırasıyla n:37 (%8.9) ve n:13 (%7.6) idi. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda elde edilen verilere göre yanıt oranlarının yapılan çalışmalardan farklı olmadığı, fakat sağkalım süresi ile bir yıllık sağkalım oranlarının çok düşük olduğu ve yan etki profilinin ise tolere edilebilir düzeyde bulunduğu gözlendi.Other The Incidence of Hepatitis C Virus in Patients With Lung Cancer(2002) Özbay, Bülent; Alıcı, Süleyman; Irmak, Hasan; Gencer, Mehmet; Uzun, KürşatBackground: Oncogenesis is a multifactorial process affected by environmental, genetic and infectious factors. A possible role of some specific viruses has been suggested in at least 15% of human cancer cases. Objective: The aim of the study was to evaluate the frequency of HCV infection in patients with lung cancer and thus contribute to the documentation of a possible relationship between lung cancer and HCV infection. Methods: Anti-HCV antibodies were measured in sera from 45 patients with lung cancer and in sera from 80 patients with benign lung diseases and 135 healthy individuals. A commercial enzyme linked immunosorbent kit assay was used in the analyses. Results: Anti-HCV antibodies were positive in 6.7% of lung cancer patients while no anti-HCV antibody was detected inpatients with benign lung diseases (p<0.05). In healthy controls, anti-HCV antibodies were positive in one subject (0.7 %). The histopathologic diagnosis of the 3 patients with pos-itive anti-HCV antibodies was non-small-cell cancer squamous cell carcinoma in one case, adenocancer in the second, and adenosquamous cell carcinoma in the third patient). Hepatitis B surface antigen was present in 4 of the 45 patients with lung cancer and in 8 of the 80 benign lung disease cases (p>0.05). Conclusions: The prevalence of anti-HCV positivity in patients with lung cancer was shown to be significantly higher than patients with benign lung disease and healthy individuals in our population. However, further studies which include a larger number of patients with HCV infection are needed to confirm this finding.Article Koah Akut Atağında Chlamydia Pneumoniae, Mycoplasma Pneumoniae, Legionella Spp. Ve Influenza a Sıklığı(2002) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Evirgen, Ömer; Andiç, Şafak; Sezgi, Cengizhan; Buzğan, Turan; Zehir, İsmailKOAH akut atağında infeksiyon önemli bir yer tutmaktadır. Akut ataktan sorumlu etkenler arasında en sık Haemophilus influenzae, Streptococcus pneumoniae ve Moraxella catarrhalis yer almaktadır. Son yıllarda, başta C.pneumoniae olmak üzere atipik bakteriler KOAH akut atağında çalışılmıştır. Bu çalışmada Chlamydia pneumoniae, Mycoplasma pneumoniae, Legionella pneumophila ve Influenza A antikorlarını KOAH akut atağıyla gelen olguların serumlarında ELISA yöntemiyle araştırdık. Çalışmaya KOAH akut atağı geçiren 39 olgu ve kontrol grubu olarak 20 sağlıklı kişi alınmıştır. KOAH'lı olguların yaş ortalamaları 60.4±9.7 (14K, 25E) ve kontrol grubunun yaş ortalaması 55±8.4 (11K, 9E) idi. Olguların ortalama FVC değeri 2.21±1.19 L, FEV1 1.37±0.9 L, FEV1/FVC ise % 60.9±10.4 idi. Ortalama hastanede yatış süreleri, seropozitif olanlarda 12.2±3.7 gün, seronegatif olanlarda 11.2±6.2 idi (p>0.05). Serolojik olarak Influenza A %17.8 (n:7), C. pneumoniae IgM %12.8 (n:5), C. pneumoniae IgA %7.7 (n:3), C. pneumoniae IgG %15.3 (n:6), M. pneumoniae %7.7 (n:3) ve Legionella spp. %2.7 (n:1) oranında pozitif bulunmuştur. Kontrol grubunda ise sadece bir kişide C. pneumoniae IgG pozitif idi. Bu sonuçlara göre, KOAH akut atağının en sık nedeni olarak influenza A ve C.pneumoniae bulunmuştur. Sonuç olarak, Influenza A ve C. pneumoniae'nin de KOAH akut atağı geçiren olguların etiyolojisinde düşünülmesi gerektiği kanısındayız.Other Koah Akut Tedavisinde Antioksidan Olarak N-asetilsistein'nin Etkinliği(2002) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Sezgi, Cengizhan; Durmuş, AhmetKronik obstrüktif akciğer hastalığında oksidatif stresin rolü çeşitli çalışmalar ile gösterilmiştir. Son yıllarda oksidatif stresin rol aldığı hastalıklarda antioksidan özelliği olan N-asetilsistein (NAS)'in kullanılması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmada tek kör randomize NAS'ın KOAH akut atak ile gelen hastalarda tedavideki etkinliğini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 60 KOAH'lı hasta ve 20 sağlıklı kişi alındı. Çalışmamızda rutin tedaviye alınan KOAH'lı hastalar N-asetilsistein tedavisi alan ve almayan olmak üzere iki gruba ayrıldı. Olguların tedavi öncesi ve sonrası solunum fonksiyonları, kan gazı değerleri ve malondialdehid (MDA) değerleri kendi aralarında karşılaştırıldı. N-asetilsistein kullanan olgularda tedavi sonrası FEV1, PO2 ve Sat O2 ortalama değerleri tedavi öncesi değerlerden anlamlı olarak yüksekti (p<0.001). Ortalama MDA değeri ise NAS kullananlarda tedavi sonrası, öncesine göre anlamlı olarak düşmüştü (p<0.001). NAS kullanmayanlarda ise tedavi öncesi ve sonrası çalışılan tüm parametreler açısından anlamlı bir farklılık yoktu. N-asetilsistein'in KOAH tedavisinde faydalı olabileceği ve olgu sayısının daha fazla olduğu büyük randomize çalışmalar ile desteklenmesi gerektiği sonucuna varıldı.Other Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Akut Atağın Tedavisinin Qtc Dispersiyonuna Etkisi(1998) Ceylan, Erkan; Bilge, Mehmet; Uzun, Kürşat; Güler, Niyazi; Eryonucu, BeyhanÖZET AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) akut atağıyla gelen hastalarda kardiyak aritmiler çok sık görülmektedir. Yüzeyel EKG'de derivasyonlar arası en uzun fark olan QTc dispersiyonu ise ventrikül aritmi riskini değerlendirmede önerilmektedir. Bu çalışmada KOAH'lı hastalarda akut atağın ve tedavisinin QTc dispersiyonu üzerine olan etkileri incelendi. YÖNTEM: KOAH akut atakla gelen 27 hastada tedavi öncesi ve sonrası alınan QTc dispersiyon değerleri 25 sağlıklı bireyle karşılaştırıldı. BULGULAR: KOAH akut atakla gelen 27 hasta kontrol grubuyla karşılaştırıldığında QTc dispersiyonu anlamlı olarak daha yüksekti (68±11 ms vs 31±9 ms; P<0.001). Üstelik 48-72 saat tedavi sonrası KOAH'lı hastaların QTc dispersiyonunda anlamlı bir azalma görüldü. SONUÇ: QTc dispersiyonun artması olarak yansıyan repolarizasyon anormalitesi KOAH akut atak geçirenlerde ortaya çıkmıştır. QTc dispersiyonun artması KOAH akut atak geçiren hastalarda görülen aritmilerin açıklanmasında önemli olabilir.Article Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Hipoksi Göstergesi Olarak Serum Ürik Asit Düzeyi(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Durmuş, Ahmet; Erkoç, RehaAmaç: Hipoksi ile birlikte seyreden çeşitli hastalıklarda serum ürik asit düzeyinde artma gözlenmiştir. Bu çalışmada kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) bulunan hipoksili olgularda serum ürik asit düzeyinin hipoksiningöstergesi olup olamayacağını, solunum fonksiyon testi ve kan gazı ile serum ürik asit düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.Gereç ve yöntem: Çalışmaya 35 KOAH'lı olgu, 30 KOAH dışı akciğer hastalığı olanlar ve sağlıklı 20 birey alındı.Olguların yaş ortalaması KOAH'da 51.5 ± 13.8 (29 E, 6 K), KOAH dışı grupta 47.3$pm$ 11.2 (20 E, 10 K) ve sağlıklı bireylerde 49.54$pm$ 9.8 (10 E, 10 K) idi. Bulgular: Elde edilen sonuçlara göre KOAH'lı olguların ürik asit düzeyleri tedavi öncesi 8.69 ± 2.94 mg/dl, tedavi sonrası ortalama 6.82 ± 2.88 mg/dl iken KOAH dışı akciğer hastalığı olanların serum ürik asit düzeyi 4.65± 1.94 mg/dl ve kontrol grubunun 4.62± 0.87 mg/dl idi. KOAH'lı olgularda tedavi öncesi ürik asit düzeyi tedavi sonrası ürik asit düzeyinden belirgin derecede yüksekti (p<0.05). KOAH olgularının hem tedavi öncesi hem de tedavi sonrası ürik asit düzeyleri KOAH dişi akciğer hastalığı olanlardan ve kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0.01metrelerinde ve kan gazı değerlerinde belirgin düzelme vardı. Sonuç: Serum ürik asit düzeyinin KOAH'lı olgularda hipoksinin bir göstergesi olabileceği fakat bu konuda daha ileri ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünüldü.Article Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Oksidatif Stres(1998) Tarakcioglu, Mehmet; Avcı, Emin; Ceylan, Erkan; Özbay, Bülent; Uzun, KürşatAmaç: KOAH'lı hastaların serumunda malondialdehit (MDA) düzeyini ölçerek KOAH gelişiminde oksidatif stresin rolünü araştırmak. Yöntem: 50 KOAH'lı olgunun (yaş 53.5±2.1 yıl) ve kontrol grubu olarak seçilen 20 sağlıklı kişinin (yaş 49±17.5 yıl) serumlarında TBARS yöntemi ile MDA ölçüldü. Sigara öyküsü hasta grubunun 39'unda, kontrol grubunun 10'unda vardı. Bulgular: Ortalama serum MDA düzeyi hasta grubunda 10.3±6.7 nmol/ml, kontrol grubunda 3.5±2.1 nmol/ml bulundu. Bu değerlere göre ortalama serum MDA düzeyi sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksekti. Sigara öyküsüne göre serum MDA düzeyleri ise sigara içmeyen KOAH'lı olgularda 8.7±5.0 nmol/ml, sigara içenlerde 11.9±7.9 nmol/ml ve sonradan sigarayı bırakanlarda 9.0±4.8 nmol/ml idi. Buna göre sigara içen KOAH'lı olgular ile içmeyen ve sonradan sigarayı bırakanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Kontrol grubunda da sigara içenler ile içmeyenler arasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Oksidatif stresin bir göstergesi olan lipid peroksidasyonunun son ürünü MDA'nın KOAH'da yüksek olmasının oksidatif stresin KOAH'da artmış olduğunu ve KOAH patogenezinde rolü olabileceğini gösterdiği kanısına vardık.Article Lenfosit Alt Tiplerinden Cd4 ve Cd8'in Plevra Sıvılarının Ayırıcı Tanısındaki Rolü(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Sezgi, Cengizhan; İşlek, Ayten; Erkoç, Reha; Özbay, BülentAmaç: Tüberküloz (tb) plörezi gecikmiş tipte bir hipersensitivite reaksiyonu ile meydana gelmektedir. Çeşitli çalışmalarda CD4'ün tb plörezilerde periferik kanla karşılaştırıldığında plevra sıvısında periferik kana göre daha fazla arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada çeşitli nedenler ile plevra sıvısı gelişen olgularda serum ve plevra sıvılarında CD4 ve CD8 bakılarak bunların ayırıcı tanıdaki rolü araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 88 plevra sıvılı olgu alınmıştır. Olgular 4 gruba ayrılmıştır (l- tb, 2-parapnömonik efüzyon, 3- malignite, 4- transuda). Bulgular: Çalışmada elde edilen değerlere göre tb plörezilerin ortalama serum CD4, CD8 ve plevra CD4 değerleri pnömonili olguların ortalama değerlerinden istatistiksel olarak yüksekti. Ayrıca tb olguların plevra CD4 değeri serum CD4 değerinden anlamlı derecede yüksekti. Sonuç: Bu değerler tüberküloz ve pnömoniye bağlı plörezilerde plevra CD4 bakılmasının ayırıcı tanıda rolü olabileceğini düşündürmektedir.Other Malign Plevra Sıvılarında Süperoksid Dismutaz ve Katalaz Düzeylerinin Tanısal Değeri(1997) Uzun, Kürşat; Vural, Hüseyin; İmecik, Oktay; Çağlayan, Osman; Özer, FarukBu çalışmada nedeni bilinmeyen plevra sıvılarında süperoksid dismutaz (SOD) ve katalaz düzeylerinin malign ve benign ayırımında tanısal değerini araştırmayı planladık. Bu amaçla plevra sivili 74 olgunun plevra sıvısı ve serumunda, kontrol grubu olarak seçilen sağlıklı 20 kişinin serumunda antioksidan savunma sisteminin önemli enzimlerinden olan SOD ve katalaz düzeyleri araştırıldı. Yaş ortalaması 53 olan olguların 47'si erkek ve 27'si kadındı. Kontrol grubu ise yaş ortalamaları 49 olan 11 erkek ve 9 kadından oluşmaktaydı. Plörezi, olgularımızın 3 Tinde büyük çoğunluğu akciğer kanseri olmak üzere, malignite kaynaklı, 43'ünde ise benign sebeplere bağlı idi. Çalışmada elde edilen ortalama seram SOD değeri rrialigniteli olgularda 1.56±Ö. 11 U/ml, benign olgularda. 1.60±0.08 U/mi ve kontrol grubunda 2'.61±0.28 U/ml olarak tespit edildi. Ortalama se¬rum katalaz değeri malign olgularda 32.04±4.37 U/ İt, benign olgularda 33.14±5.36 U/İt ve kontrol grubunda 50.56±5.47 U/İt olarak tespit edildi. Bu değerlere göre malign ve benign olguların serun SOD ve katalaz düzeyleri kontrol grubundan anlam! derecede düşük bulunmuştur. Malign ile benign gru serum SOD ve katalaz değerleri arasında ıs istatistiksel olarak fark yoktu. Maligniteli olguların plevra sıvısı ortalama SOI değeri 1.47±0.06 U/ml, benign olguların ıs 1.45±0.07 U/ml idi. Plevra sıvısı ortalama katak değeri malign olgularda 20.18±3.20 U/İt. benig olgularda 28.44±2.64 olup her iki grubun SOD \\ katalaz değerleri arasında istatistiksel olarak anlaır fark yoktu. Bu değerlerle antioksidan savunma sisteminin m; lign ve benign olgularda kontrol grubuna gö yetersiz olduğu, bununla birlikte plevra sıvısını SOD ve katalaz ölçümünün malign ve benıı ayırımında kullanılamayacağı kanısına vardık.Other Malign ve Nonmalign Plevra Sıvılarında Serbest Oksijen Radikallerinin Tanısal Değeri(2000) Dülger, Haluk; Tarakcioglu, Mehmet; Uzun, Kürşat; Gencer, Mehmet; Özbay, BülentBu çalışmada 75 plörezili olgunun plevra sıvısı ve serumunda reaktif oksijen metabolitleri (ROM) ile kontrol grubu olarak seçilen sağlıklı 21 kişinin serum ROM düzeyleri araştırılarak malign-nonmalign plevra sıvılarında tanısal değeri araştırıldı. Olgularımızın 25'inde plörezinin malignite kaynaklı olduğu 50'sinde ise malignite dışı hastalıklara bağlı olduğu saptandı. Ortalama serum ROM düzeyi maligniteli grupta 423±180IU/L olup malignite dışı olgularda 531±240 IU/L ve kontrol grubunda 247±89IU/L idi. Buna göre her iki hastalık grubunda ROM değerleri kontrol grubundan anlamlı yüksek olmasına rağmen kendi aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Çalışmamızda elde edilen ortalama plevra sıvısı ROM düzeyi ise maligniteli olgularda 358±127, malignite dışı olgularda 497±234 olup aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Bu bulgular plörezili hastalarda serum ROM düzeylerinin kontrollere göre oldukça artmış olduğunu ve bunun tedavide dikkate alınması gerektiğini, ancak plevra sıvısı ROM düzeylerinin malignite ve malignite dışı sebebli plörezinin ayırıcı tanısında faydalı olamıyacağını göstermektedir.Article Plevra Sıvılarının Transuda-eksuda Ayrımında Glutatyon Peroksidaz Enzim Aktivitesinin Tanısal Değeri(1997) Özer, Faruk; Uzun, Kürşat; Çağlayan, Osman; İmecik, Oktay; Ay, MahmutAmaç: Bu çalışmada plevra sıvısı serumundaki glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enzim aktivitesinin transuda-eksuda ayırımındaki değerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya alınan 52 plörezili olgunun (34 erkek ve 18 kadın) Light kriterlerine göre 44'ü eksuda (%85), 8'i transuda (%15) vasfındaydı. Bulgular: Plevra sıvısında GSH-Px eksudalı olgularda 5109± 869 U/L, transudalı olgularda 4766± 365 U/L olup aralarında istatistiksel açıdan fark yoktu. Plevra sıvısında GSH-Px’ı 5500 U/L sınır değer aldığımızda spesifite %87, sensitivite %36 olarak saptandı. Plevra sıvısı GSH-Px değerinin serum değerine oranı eksudalı olgularda 0.96± 0.04, transudalı olgularda 0.88± 0.07 idi ve aralarında önemli bir farkyoktu. Plevra sıvısı/serum oranının 1.00 olması sınır değer kabul edilirse spesifite %75, sensitivite %36 idi. Sonuç: Bu bulgular eksudalı olgularda oksidatif stresin ve buna bağlı olarak GSH-Px'in arttığını göstermektedir. GSH-Px değerinin 5500 U/L'den, plevra sıvısı/serum oranının 1.00’den fazla olması plörezinin eksuda olabileceğini ifade edebilir. Transuda-eksuda ayırımında GSH-Px enzim aktivite tayininin faydalı bir yöntem olamayacağı kanısına varıldı.Article Sarı Tırnak Sendromu(2002) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Zehir, İsmail; Etlik, Ömer; Aksoy, ÜmitSarı tırnak sendromu, tırnaklarda sarı renk değişikliği, lenfödem, plevral effüzyon, sinüzit ve bronşektazi ile karakterize bir sendromdur. Bu yazıda nefes darlığı, öksürük, balgam ve tırnaklarında sararma yakınması olan 16 yaşındaki bir erkek hasta sunuyoruz. Çekilen yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT) ve sinüs tomografisinde bronşektazi ve sinüzit ile uyumlu bulgular vardı. Bu bulgular ile birlikte sarı tırnak sendromu düşünüldü, infeksiyona yönelik tedavi uygulandı ve yakınmaları düzelen hasta taburcu edildi.Other Sigara İçiminin Kalp Hızı Değişkenliğine Akut Etkisi(1999) Bilge, Mehmet; Uzun, Kürşat; Güler, Niyazi; Eryonucu, BeyhanAMAÇ: Kalp hızı değişkenliğinin güç spektrum analiz yöntemi ile gösterilmesi, kalbin otonom sinir sistemi aktivitesinin değerlendirilmesinde sık olarak kullanılan noninvaziv bir tekniktir. Çalışmamızın amacı sigara içiminin kalbin otonom aktivitesine olan akut etkisinin kalp hızı değişkenliği parametrelerinden düşük frekanslı (LF) ve yüksek frekanslı (HF) dağılım bantları kullanılarak gösterilmesidir. YÖNTEM: Çalışmaya 10 sağlıklı erkek olguya ait 16 sigara içme dönemi alınmış ve bulgular güç spektrum analiz yöntemi ile değerlendirmiştir. BULGULAR: Kalp hızı sigara içimini takiben artmış onüçüncü dakikadan sonra sigara öncesi döneme dönmüştür ve bu artış en fazla %11 olmuştur. Sigara içiminden sonraki ilk 5 dakika içindeki bulgular sigara öncesi 5 dakikalık dönemle karşılaştırıldığında; kalp hızı. LF, LF/HF oranı ve LF/HF değişim oranında anlamlı artma (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.05, p<0.01), HF de ise azalma (p>0.05) saptanmıştır. Sigara içimini takiben ilk 5 dakikalık dönem, sonraki 6-10 ve 11-15 dakikalık dönemlerle karşılaştırıldığında; LF anlamlı olarak yüksek (p<0.05 ve p<0.0l, sırasıyla), HF anlamlı olarak düşük (p<0.05 her iki dönem için), LF/HF oranı ve LF/HF değişim oranı anlamlı olarak yüksek (p<0.05 her iki dönem için) saptanmıştır. SONUÇ: Kalp hızı değişkenliğinin güç spektrum analiz yöntemi ile araştırılması ile sigara içimini takiben akut ve geçici olarak kalbin sempatik aktivitesinde artış vagal kontrolünde ise azalma olduğu gösterilmiştir.Other Son Dönem Böbrek Yetersizliği Olan Hastalarda Tüberküloz: Üç Olgu Sunumu(2001) Uzun, Kürşat; Uygan, İsmail; Erkoç, RehaÖzet: Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalarda bozulmuş hücresel immünite tüberküloz (tb) için predispozan bir faktördür. Bu hastalarda insidans genel popülasyona göre yüksektir. Kliniğimizde takip edilerek (tb) tanısı konulan son dönem böbrek yetersizlikti üç hastanın ikisi ateş .öksürük, balgam ile birlikte PA Akciğer grafisinde pnömonik infiltrasyonlar, üçüncü hasta ise ateş ve asit ile prezente olmuşlardır. Tanı bir olguda bronş lavajından yapılan kültür ile doğrulanmış, diğer iki olguda ise klinik ve radyolojik olarak konulabilmiştir. Sonuç olarak SDBY olan hastalarda nedeni açıklanamayan ateş, akciğer infiltrasyonları, asit gibi bulguların varlığında detaylı tanısal incelemeler yapılmalı, kesin tanı konulamasa bile diğer olası hastalıklar ekarte edilerek antitüberküloz tedavi başlanmalı ve yanıt alınması halinde tb lehine değerlendirilmelidir.Other Son Üç Yıl İçinde İlimizde Saptadığımız Akciğer Tümörü Olgularının Değerlendirilmesi(1999) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Yalçınkaya, İrfanSon üç yıl içinde akciğer tümörü tanısı alan 80 olgu incelenmiştir. Olguların %90'ı erkek, %10'u kadın olup, yaş ortalamaları sırasıyla 56.10 ± 9.94 (27-75), 51.63 ± 13.94 bulunmuştur. Olguların %87'sinde primer akciğer kanseri, %7'sinde metastatik akciğer kanseri, %4'ünde mediasten ve/veya akciğer tutulumu gösteren Hodgkin lenfoma ve % 1'inde benign akciğer tümörü saptanmıştır. Primer akciğer kanseri tanısı alan 70 olgunun histopatolojik hücre tipleri ve oranları şu şekildedir. Yassı hücreli %49 (27 olgu), adenokarsinom %15 (9 olgu), küçük hücreli %10 (6 olgu), adenoskuamöz %2 (1 olgu), karsinoid tümör %2 (1 olgu), tipi ayırt edilemeyen malign tümör %22 (13 olgu olup, 5'i küçük hücreli olmayan olarak bildirilmiştir), adenoid kistik karsinom %2 (1 olgu). Olguların %49'unda (39 olgu.) bronş biyopsisiyle tanı konmuştur. Bunu sırasıyla balgam sitolojisi %23 (18 olgu), bronş aspirasyonu ve/veya lavajı %19 (15 olgu), periferik lenf nodu biyopsisi %7 (6 olgu), transtorasik iğne aspirasyonu (2 olgu), transtorasik iğne biyopsisi ve transbronşiyal biyopsisi (birer olgu) ve son olarak torakotomi (2 olgu) izlemiştir. Bronkoskopi uygulanan 68 olgunun %71'inde (48 olgu) endobronşiyal tümör, %26'sında (18 olgu) indirekt tümör bulguları görülmüş, 2 olguda ise bronkoskopi normal olarak değerlendirilmiştir. Endobronşiyal lezyonu olan olguların %81 'inde bronş biyopsisiyle histopatolojik tanı konmuş, indirekt tümör bulguları olan olguların ise %28'inde (5 olgu) biyopsi ile tanı konurken, %55'inde (10 olgu) sitolojik incelemeler tanıya esas olmuştur.