Browsing by Author "Yavuz, İbrahim Halil"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Article Akne Vulgariste Etyopatogenez(2018) Aksaç, Sema Elibüyük; Yavuz, İbrahim Halil; Bilgili, Serap Güneş; Yavuz, Göknur ÖzaydınAkne vulgaris genellikle adölesan dönemde görülen pilosebaseünitenin bir hastalığıdır. Klinik olarak lezyonlar yüz, göğüs vesırtta hafif komedonal formdan kistik akneye kadar değişkenlikgösterebilir. Aknenin primer lezyonu komedondur. Aşırısebum üretimi, anormal foliküler keratinizasyon,Propionibacterium acnes kolonizasyonu ve inflamatuvarmedyatörlerin salınımı aknenin patogenezinde rol oynar.Sebase bezler ve bu bezlerin aktivitesini düzenleyenperoksizom proliferatör aktivasyon reseptörleri, büyümehormonu ve insülin benzeri büyüme faktörü akne gelişiminderol oynar. Ayrıca sebase bez, stres ve normal fonksiyonlarayanıt olarak kortikotropin salan hormonları aktive edereknöroendokrin-inflamatuvar bir organ gibi davranır. Buderlemede akne etyopatogenezi ile ilgili teoriler sunulmuştur.Master Thesis Application of Zero Valent Nano Iron on Bacterial Growth(2019) Alabdı, Farooq Omar Mohammed; Yavuz, İbrahim HalilBu tez çalışmasında çalışmada nanopartikül halinde sıfır değerlikli demir (Fe)'in bakteriler üzerine gelişimlerinin etkilerinin pozitif-negatif etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. sifir degerlikli nano demir parcaciklari bakteri gecirgenligini saglamak amacli olarak 45 nm civarinda sakin ortalama dagilim ile indirgenme yontemi ile sentezlenmistir. yogurt bakterileri Lactobacillus Bulgaricus ve Streptococcus thermophilus izolatlarının gelişimlerine nanopartiküllerin etki oranının hesaplanabilmesi amacıyla katı besiyerinde ekimleriyapilmiştır. Çalışma sonucunda kontrol grubu örnekleri hem gelişim hızı hem de inkübasyon süresi sonunda maksimum değerine ulaşıldığı görülmüştür. Nanopartikül eklemesi yapılan diğer gruplar içerisinde en hızlı gelişimin 5 ppm miktarı olduğu görülmektedir. Ancak besiyeri oranının 5ppm ustunde olmasının bakteriyel gelişimi engellediği tespit edilmiştir. Anahtar kelimeler: Biyomalzeme, Nanodemir, Nanomalzeme, Nanoteknoloji.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Clinical Evaluation of the Effect of Using of Probiotics in Patients With Psorihiasis Who Receiving Systemic Conventional Treatment(2021) Tatar, Kübra; Yavuz, İbrahim HalilPsoriyazis vulgaris sık ataklarla predispoze olan, deride eritemli sedefi skuamlı plaklar ile ortaya çıkan kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Etyopatogenezi net olmamakla beraber immünolojik yolaklar, genetik faktörler, epidermal keratinosit bozuklukları, büyüme faktörleri, lökosit kemotaktik faktörleri, poliaminler, siklik nükleotidler ve proteinazlar gibi çok sayıda etken suçlanmaktadır. Probiyotikler hastaya yararlı etkiler sağlayan canlı organizmalardır. Sık kullanılan probiyotiklerden bazıları Lactobacillus, Bifidobacterium, Enterococcus, Pronionibacterium, Saccharomyces boulardii'dir. Psoriyaziste hastalığın klinik şiddetini belirlemek amacıyla PAŞİ, VYA ve DYKİ ölçekleri kullanılmaktadır. AMAÇ: Bu çalışmamızda amacımız topikal tedaviye yanıt alınamayan ve sistemik konvansiyonel tedavi ile takip edilen psoriyazis hastalarına ek olarak probiyotik verilmesiyle, hastalarda probiyotik desteğinin klinik etkinliği değerlendirmek ve tedavi yanıtlarınının PAŞİ, VYA, DYKİ gibi klinik şiddet skorları ile karşılaştırarak probiyotiklerin tedaviye katkısını araştırmaktı. MATERYAL METOT: Bu çalışmaya; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı'na başvuran, klinik ve histopatolojik olarak psoriyazis tanısı almış 100 hasta katıldı. Bu hastalar topikal tedaviye dirençli olup sistemik konvansiyonel tedavi (asitretin, siklosporin, metotreksat) ile takip edilen psoriyazis hastalarıydı. Bu hastaların 50'sine sistemik konvansiyonel tedaviye ek olarak Enterococcus faecium CBT EF4, Lactobacillus acidophilus CBT LA1, Lactobacillus rhamnosus CBT LR5, Bifidobacterium longum CBT BG7, Bifidobacterium bifidum CBT BF3 içeren probiyotik verildi, diğer 50 hasta sadece sistemik konvansiyonel tedavi ile takip edildi. Probiyotik alan ve almayan her iki grup hastanın tedavi öncesi ve 12 haftalık tedavi sonrası PAŞİ, VYA, DYKİ gibi ölçekler kullanılarak klinik değerlendirmeleri yapıldı. Her iki grup hastaların skorlamaları yapıldı ve kaydedildi. Sonuçlar istatistiksel olarak analiz edildi. BULGULAR: Çalışmamızda tedavi öncesi başlangıç PAŞİ değeri ortalaması probiyotik alan ve probiyotik almayan grupta sırasıyla 20,4 ± 9,2, 18,7 ± 7,3 olarak hesaplandı, tedavi sonrası 12. haftadaki PAŞİ değerleri ortalaması sırasıyla 7,5 ± 5,7, 11,0 ± 4,7 olarak hesaplandı. Her iki grup tedavi öncesi ve sonrası değerler için karşılaştırıldığında PAŞİ'deki azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p <0.05). Her iki gruptaki hastaların 12. haftalık PAŞİ ortalamalarını grup içi alınan konvansiyonel tedaviye göre değerlendirdiğimizde; probiyotik grubundaki asitretin, siklosporin ve metotreksat hastalarının değerleri sırasıyla 6,3 ± 3,6/9,4 ± 5,1/7,0 ± 6,8 olarak bulundu, probiyotik almayan grupta ise sırasıyla 10,8 ± 5,3/10,8 ± 5,1/11,3 ± 4,3 hesaplandı. Gruplar arası ilaçların tedavi sonuçlarını karşılaştırdığımızda; metotreksat ve asitretin alan probiyotik grubundaki hastalar ile 2. gruptaki metotreksat ve asitretin alan hastaların PAŞİ değerleri arasında anlamlı bir fark bulduk (p<0,05) ve probiyotik grubundaki hastaların PAŞİ sonuçlarının daha düşük olduğunu saptadık. Siklosporin kullanılan hastalarda, gruplar arasında PAŞİ değerleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0,05) sonucuna vardık. Hastaların VYA'larına baktığımızda; 12. Hafta ölçülen VYA ortalamaları her iki grup arasında ve aynı ilacı kullanan hasta grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı bir fark olmadığını bulduk (p>0,05). 12. hafta sonunda her iki grup arasında yapılan karşılaştırmalarda; siklosporin kullanılan hastalarda, gruplar arasında DYKİ değerleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0,05) bulunurken, Asitretin ve Metotreksat kullanılan hastalarda, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu (p<0,05), probiyotik almayan gruptaki hastaların değerlerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur. SONUÇ: Orta-şiddetli konvansiyonel tedavi alan psoriyazisli hastalarda; probiyotik ilavesinin plasebo'ya göre klinik etkinliğini değerlendirmeye çalıştık ve özellikle metotreksat ve asitretin hasta grubunda probiyotik kullanımının tedaviye pozitif yönde olan katkısını PAŞİ, VYA, DYKİ gibi klinik şiddet skorlarıyla karşılaştırarak plaseboya göre klinik iyileşmede etkili olduğunu gördük.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparision of Efficacy of Narrow Band Uvb, Calcipotriol-Narrow Band Uvb, Betamethasone-Calcipotriol- Narrow Band Uvb Combination Treatments in Vitiligo(2009) Yavuz, İbrahim Halil; Akdeniz, NecmettinGiriş: Vitiligo, akkiz, idiyopatik, net sınırlı depigmente maküllerle karakterize bir hastalıktır. Klinikte lokalize, jeneralize, üniversal ve karma tipleri görülmektedir. Jeneralize vitiligoda fotokemoterapi en sık kullanılan yöntemdir. Son yıllarda yan etkisi az olan dar band UVB tedavisinin daha etkili olduğu bildirilmektedir.Amaç: Bu çalışmada dar band UVB, kalsipotriol-dar band UVB ve dar band UVB-kalsipotriol-betametazon kombinasyon tedavilerinin etkinliğini araştırdık.Materyal ve Metod: Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğine başvuran, nonsegemental vitiligo tanısı alan 45 hasta alındı. Hastalar 3 gruba ayrıldı. 1'inci grup betamatazon-kalsipotriol (Psorcutan beta® pomad)-dar band UVB ile tedavi edildi. 2'inci grup kalsipotriol (Psorcutan pomad®)-dar band UVB tedavisi 3. gruba ise sadece dar band UVB tedavisi uygulandı. Tedavi öncesinde her hastanın yaşı, cinsiyeti, mevcut lezyonların süresi, ailede vitiligo öyküsü hazırlanmış formlara kaydedildi. Hastalar haftada 3 seans şeklinde tedavi aldı. Vitiligo lezyonlarının fototipi bir olduğundan, hastaların deri fototipine bakılmaksızın tüm hastalarda başlangıç dozu 0.1 j/cm² şeklinde başlandı. Her seansta %10 oranında artırılarak 2.5 j/cm²'ye ulaşıldıktan sonra daha fazla arttırma yapılmadı. Hastaların tedavi öncesinde ve sonrasında psikososyal durumunu gösteren dermatoloji yaşam kalitesi formu ve görsel analog skalası formu düzenlendi.Bulgular: Hastaların yaşları 13 ile 55 (Ortalama 25.59) olarak saptandı. Hastalık süresi 3 ay ile 20 yıl arasında değişmekteydi. Tüm hastaların içinde aile öyküsü %22.2 oranında saptanmıştır (Ki-kare ( ? 2) = 0.257, p = 0.879 ). Tedaviden sonra düzelme oranları 1'inci grubun ortalaması %63.33±7.55, 2'inci grubun %60.67±5.75 ve 3 grubun ise %46.67±7.98 istatistiksel olarak anlamlı düzelme saptandı. Fakat gruplar arasında tedavi sonrası düzelme yüzdeleri açısından istatistik fark saptanmadı (p=0.221). Görsel analog skalası tedavi sonrasında 1'inci grupta ortalama değer 3.27±0.78, 2'inci grupta 3.20±0.56 ve 3'üncü grupta ise 4.07±0.78 olarak saptandı. Gruplar arasında görsel analog skalası tedavi sonrası değerleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p<0.01). Fakat grupların kendi içinde görsel analog skalası ortalama değerleri açısından istatistik olarak anlamlı düşüşler saptandı (p<0.01). Grupların kendi içinde Dermatoloji Yaşam Kalitesi İndeksi tedavi öncesi ve sonrası değerler açısında istatistik olarak anlamlı düşüşler saptandı. (p<0.01).Sonuç: Vitiligoda Dar band UVB ve kombine tedavileri etkili bulunmuştur. Tedavilerin dermatoloji yaşam kalitesi indeksinde belirgin düzelmeye neden olduğu görüldü. Fakat hastalığın kesin tedavisi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Anahtar sözcükler: Vitiligo, dar band UVB, kalsipotriol, betametazonArticle Deri Kanseri Hastalarının Serum Oksidatif Stres Parametrelerinin Değerlendirilmesi(2018) Bilgili, Serap Güneş; Yavuz, İbrahim Halil; Yavuz, Göknur Özaydın; Demir, Halit; Demir, CananGiriş ve amaç: Deri kanserleri en sık görülen kanserlerden biridir. Bu kanserler non melanomve melanom olarak genellikle iki grup altında incelenir ve çoğu nonmelanomadır. Deri kanserlerinin insidansı ve mortalite oranları tüm dünyada giderek artmaktadır. Bu çalışmada hücre içiantioksidanlar olan superoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), redükte glutatyon (GSH), glutatyonredüktaz (GR), glutatyon peroksidaz (GPx) gibi moleküller ile oksidatif stres belirteci olan malondialdehit (MDA) değerlerini deri kanseri hastalarında incelemek istedik.Materyal ve metod: Prospektif çalışma modifiye edilen Dünya Helsinki Deklarasyonu'na göreuygulandı. Bu çalışma üniversite hastanesinin dermatoloji departmanında yapıldı. Çalışmaya 30deri kanseri hastası ve 30 sağlıklı gönüllü alındı. Çalışmaya katılanların serumlarında hücre içiantioksidantlar ve malondialdehit seviyeleri değerlendirildiBulgular: Çalışma 33 erkek (%55), 27 kadın (%45) olmak üzere toplam 60 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya katılan kişilerin hasta ve kontrol grubuna göre yaş ve cinsiyet değişkenlerikarşılaştırılmış aralarında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05). GPx, GR, GSH, SOD, MDA,CAT değerlerinin, hasta ve kontrol grup ortalamaları arasındaki fark istatistik olarak önemli bulunmuştur (p<0.05).Sonuç: Bu çalışma deri kanseri hastalarında antioksidan serum düzeylerinin azaldığını ve oksidatif stres belirteci olan MDA’nın yüksek olduğunu göstermiştir.Article Deri Leiyomyomu: Olgu Sunumu(2015) Yavuz, İbrahim Halil; Yavuz, Göknur Özaydın; Saray, GönülLeiyomiyom arrektör pili kaslarından kaynaklanan düz kasların benign tümörüdür. Doğumdan itibaren her yaşta meydana gelebilir fakat genellikle erişkinliğin erken dönemlerinde görülür. Leiyomiyomların insidansı tam olarak bilinmiyor. Her iki cinsiyet eşit olarak etkilenir. 35 yaşında erkek hasta vücutta çok sayıda şişlikle kliniğimize başvurdu. Dermatolojik muayenesinde sırtta, çok sayıda, deri renginde papülonodüler lezyonlar görüldü. Biopsi örneğinin histopatolojik incelemesinde leiyomiyom saptandı. Olguya klinik ve histopatolojik bulgularla leiyomiyom tanısı konuldu. Olgumuz leiyomiyomun nadir görülmesi nedeniyle bildirilmektedirOther Deri Tutulumu ile Tanı Alan Sarkoidoz Olgusu(2019) Yavuz, İbrahim Halil; Aktar, Rojda; Bilgili, Serap Gunes; Bulut, Gülay; Yavuz, Goknur Ozaydın-Article Evaluation of 62 Bullous Pemphigoid Patients(2019) Yavuz, Goknur Ozaydın; Tatar, Kübra; Bilgili, Serap Gunes; Yavuz, İbrahim Halil; Bayram, IrfanBullous pemphigoid (BP) is an acquired autoimmune disease often manifesting with subepidermal bullae. Autoantibodies against hemidesmosomes constitute the main cause of BP. In this study, we aimed to evaluate the clinical and histopathological characteristics of BP patients and to discuss them in light of the studies conducted in Turkey and around the world. The retrospective study included 62 patients that were diagnosed with BP in our clinic between 2005 and 2017. Diagnosis of BP was established based on clinical, histopathological, and DIF microscopy findings. Age, gender, duration of disease, presence of pruritus, peripheral eosinophilia, significant histopathological findings, history of smoking, and family history were recorded for each patient. Patients under 18 years of age were excluded from the study.The 62 patients comprised 24 (38.7%) men and 38 (61.3%) women with a median age of 72.0 years. The male-to-female ratio was 1.5. The median age at disease onset was 67.0 (range, 50-75) years and the median duration of disease was 1.0 (0.5-3.0) years. Of the 62 patients, 35 (56.5%) had a history of smoking and mucosal involvement was found in 27 (43.5%) patients. BP is a disease of the elderly and more common in women than in men. Oral mucosa should be an integral part of the physical examination in BP patients. Pruritus is a significant clinical symptom and eosinophilia is an important laboratory marker in the diagnosis of BP, particularly in patients with difficult diagnosis.Article Evaluation of Tissue Levels of Glutathione S-Transferases (Gst) Isoenzymes in Patients With Discoid Lupus Erythematosus(2019) Karadağ, Ayşe Serap; Yavuz, Göknur Özaydın; Erten, Remzi; Yavuz, İbrahim Halil; Oğuztüzün, Serpil; Bilgili, Serap GüneşAim: Cutaneous lupus erythematosus (CLE) has a multifactorial pathogenesis involving genetic and environmental triggers and congenital and acquired immune response. The aim of this study was to investigate the effects of Glutathione S-Transferases (GST) isoenzymes including GSTT1, GSTM1, and GSTP1 in the CLE patients with an etiology of solar radiation exposure.Material and Methods: Paraffin-embedded skin biopsy sections from the patients were stained by immunohistochemical methods. The results were evaluated under a light microscope by a pathologist. The pattern, localization, and distribution of the immunohistochemical staining were recorded for each patient. Staining of the nucleus or cytoplasm was considered as positive staining. The accuracy of staining was determined based on the intensity and percentage of staining.Results: No significant difference was found between the patient and control groups regarding staining intensity. In terms of staining percentage, the prevalence of GSTP1-3 genotype was significantly lower in the patient group compared to the control group (25% vs. 63.33%) (p=0.002).Conclusion: No significant difference was observed in the staining intensity of GSTP1, GSTT1, and GSTM1 between the patient and control groups and the staining percentage in some genotypes was even higher in the control group compared to the patient group.Article Favus: Bir Olgu Sunumu(2015) Yavuz, İbrahim Halil; Yavuz, Göknur ÖzaydınFavus genellikle Trichophyton schoenleinii tarafından oluşan yüzeyel mantar enfeksiyonudur. Genellikle saçlı deriyi tutar fakat aynı zamanda tırnak ve deriyi de enfekte edebilir. Sıklıkla çocukluk çağı hastalığı olmasına rağmen puberte ve sonrasında da görülebilmektedir. Eğer tedavi edilmezse skatrisyel alopesi sebebi olabilir. Biz favus tanılı 42 yaşında kadın hastayı bildirdik. Hastalık yanlış tanı ve başarısız tedaviden dolayı 25 yıldır devam etmekteydiArticle Liken Hastalığına Farklı Bakış; Trombosit Lenfosit Oranı(2019) Yavuz, Göknur Özaydın; Yavuz, İbrahim HalilAmaç: Liken planus çeşitli klinik manifestoları olan,mukokutanöz yüzeylerin inflamatuvar bir dermatozudur.Bu çalışmada liken hastalığında, NLO ve TLO oranı veOTH değerlerinin incelenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza liken tanısı ile takipedilen 18 yaş üstü 35 hasta ve 30 sağlıklı kontrol alındı.Lökosit, eritrosit, trombosit, hemoglobin ve trombosithacim değerleri, hemogram testlerinde saptandı. NLOoranı, nötrofil sayısının lenfosit sayısına bölünmesi ile,TLO oranı, trombosit sayısının lenfosit sayısınabölünmesi ile elde edildi.Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların ortalama yaşı43,0±14,1, lökosit değeri 6,7 (5,6-8,3) hemoglobin değeri14,5±1,6, OTH değeri 8,6 (7,9-9,0)’dır. Trombosit değeri262,1±52,2, nötrofil değeri 3,5 (2,9-4,9), lenfosit değeri2,3 (2,1-2,8)’dür. Nötrofil lenfosit oranı 1,5 (1,0-1,9),trombosit lenfosit oranı 110,4±29,7 idi. Erkeklerdehemoglobin değerleri bayanlara göre anlamlı orandayüksek idi (p<0,001).Sonuç: Bu çalışma liken hastalarında TLO, NLO veOTH değerlerinin değişmediğini göstermiştir. Sistemikinflamasyonu gösteren birçok pahalı markıra karşın TLO,NLO ve OTH basit ve ucuz bir belirteçtir.