Browsing by Author "Özbay, Bülent"
Now showing 1 - 20 of 33
- Results Per Page
- Sort Options
Article Akciğer Hastalarında Sigara İçme Sıklığı(2000) Özbay, Bülent; Uzun, Kürşat; Ceylan, ErkanBu çalışmanın amacı akciğer hastalığı olan olgular arasında sigara içme sıklığını araştırmaktır. Bu çalışmada 431 olgunun dosyası sigara anamnezine göre retrospektif olarak incelendi. Olguların yaş ortalaması 48.2 ± 17.4 olup 306'sı erkek, 124'ü kadın idi. İncelenen tüm olguların %58'inde sigara içme alışkanlığı olup ortalama 21.9 ± 28.9 paket yıl sigara içmekteydi. Tüm olguların ortalama sigaraya başlama yaşı 21.7 ± 10.3 idi. Olgular etyolojik tanılarına göre 6 gruba ayrıldı (KOAH, malignite, Tb, bronş astımı, pnömoni ve diğerleri grubu). Sigara kullanan 251 olgunun %74.1'i aktif içici, %25.9'u sonradan sigarayı bırakanlardan oluşuyordu. Aktif sigara içenlerin %32.3'ünü maligniteli grup oluşturmaktaydı. Sonradan sigarayı bırakanlar arasında birinci sırayı KOAH'lılar alıyordu. Ortalama sigara içme süresi paket-yıl olarak KOAH'lılarda 34.1 ± 31.07, akciğer kanserinde 44.1 ± 31.9 idi. Sigara içme süresi malign akciğer hastalıklarında en fazla olup, diğer gruplar ile arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık mevcut idi. Sigara kullanan olguların %49'unun sigaraya başlama yaşı 10-20 yaş arasında idi. Maligniteli olguların sigaraya başlama yaşı ortalama 24.3 ± 15.6 yaş, KOAH'lıların 30.9 ± 18.4 yaş idi. Günlük içilen sigara miktarı olarak malignitelilerde 1.5 ± 0.6 paket/gün, KOAH'lılarda 1.4 ± 0.6 paket/gün, pnömonilerde 1.4 ± 0.6 paket/gün, bronş astımlılarda 1.4 ± 0.5 paket/gün, tüberkülozlularda 1.1 ± 1.4 paket/gün ve diğerleri grubunda 1.1 ± 0.3 paket/gün idi. Bu bulgular bize aktif içicilerin çoğunluğunu malignite ve KOAH'lıların oluşturduğunu ve içme süresinin-içilen miktarın en fazla bu gruplarda olduğu gözlendi.specialization-in-medicine.listelement.badge An Investigation of Correlation Between Diameter and Pressure of Pulmonary Artery in Pulmonary Hipertension Cases Due To Biomass Smoke(2008) Sertoğullarından, Bünyamin; Özbay, BülentAmaç: Biomass dumanı maruziyetine bağlı pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) bölgemizde yaygındır. Bu olgularda bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT)' nde ölçülen ana pulmoner arter çapı (APAÇ) ile ekokardiografide ölçülen pulmoner arter basıncı (PAB) arasındaki ilişkiyi araştırdıkGereç ve Yöntem:Biomass maruziyeti olan 109 bayan olgu ile çalışıldı. Olgular tanılarına göre sınıflandırıldı (KOAH, emboli, idiopatik PAH benzeri grup (İPAHBG) ve asemptomatik). Normal PAB'na sahip 10 olguluk kontrol grubu oluşturuldu. Olguların yaş, biomass maruziyet süresi (yıl) ve biomass maruziyet yoğunluğu (saat/yıl), ekokardiyografik tahmini sistolik PAB, toraks BT APAÇ ve hastalık tanıları kaydedildi. PAB ile APAÇ arasındaki ilişki Pearson korelasyon testi ile incelendi. ve BT ölçüleri çalışma grubu ile karşılaştırıldı. Bulgular: APAÇ kontrol ve çalışma grubunda 26.9 ± 5.1 mm ve 37.1 ± 6.4 mm ölçüldü, (p<0.001). PAB kontrol ve çalışma grubunda 22.7 ± 2.4 mm ve 57,3 ± 22 mm ölçüldü, (p<0.001). PAB ile APAÇ arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı (r = 0.634 p< 0.01).Sonuç:Sonuç olarak çalışmamız biomass maruziyeti olan olgularda BTT' de ölçülen ana pulmoner arter çapı genişliği 29 mm ve üzerinde olan olgularda pulmoner hipertansiyon düşünülmesi gerektiğini göstermiştir.Article Astım Hastalarında Hastalığın Şiddeti ile Tüberkülin Cevabı Arasındaki İlişki(2016) Özbay, Bülent; Sertoğullarından, Bünyamin; Günbatar, Hülya; Mermit, Buket Çilingir; Sünnetçioğlu, MahmutAmaç: Tüberkülin cevabı Th1 aracılıklı gecikmiş tip hipersensitivite reaksiyonudur ve atopik hastalıklarda baskılanır. Çalışmamız astım hastalarında, hastalığın şiddeti ile tüberkülin cevabı arasında ilişkiyi araştırmaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 52 astım hastası ve benzer dermografik özellikler taşıyan 20 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hastalar Global Initiative for Asthma Astım Ağırlık Sınıflamasına göre dört gruba ayrıldı. Atopi hikayesi, tüberküloz hikayesi ve ailede geçirilmiş veya aktif tüberküloz varlığını içeren özgeçmiş sorgulaması yapıldı. BCG skar varlığı kaydedildi. Tüberkülin cilt testi uygulandı ve endurasyon çapı 72 saat sonra değerlendirildi. Serum total IgE düzeyi ve eozinofil sayısı ölçüldü. Bulgular: Astım hastaları ve kontrol grubu arasında yaş, Tüberkülin cilt testi endurasyon çap ortalaması, eozinofil sayısı ve tüberkülin cevap dağılımı açısından anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05). Astım hastalarında total Ig E düzeyi daha yüksekti (p<0.05). BCG skarı varlığı göz önüne alındığında da astım hastaları ve kontrol grubu arasında Tüberkülin cilt testi endurasyon çapı ortalamaları arasında anlamlı farklılık yoktu. Astım hastaları şiddete göre sınıflandırıldığında, gruplar arasında Tüberkülin cilt testi endurasyon çapı, eozinofil sayısı, eozinofil yüzdesi, total Ig E düzeyi ve tüberkülin cevap dağılımı açısından anlamlı farklılık görülmedi. BCG skarı varlığı göz önüne alındığında da Tüberkülin cilt testi endurasyon çapları açısından fark yoktu (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızın sonucunda astım hastalığında hastalığın şiddeti ile tüberkülin cevabı, eozinofil sayısı ve total Ig E düzeyi arasında ilişki olmadığı sonucuna varıldıArticle Astım ve Koah'lı Hastalar için İnhaler Seçiminde İnspiratuar Akım Hızının Önemi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Kara, Mehmet; Sezgi, Cengizhan; Doğan, Ekrem; İşlek, AytenAmaç: Bu çalışmada farklı şiddetlerdeki Astım ve KOAH lı hastaların solunum fonksiyon testi ve in-check cihazi ile inspratuar akım hızlarını ölçmek ve farklı kuru toz inhaler kullanımında oluşan akım hızlarını karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya farklı şiddetlerdeki 74 KOAH lı ve 41 Astımlı hasta alındı. Hastalara eş zamanlı SFT ile farklı kuru toz inhalerlerin iç dirençlerine ve oluşturdukları akım kısıtlamalarına göre dizayn edilmiş İn-check cihazı uygulandı. Bulgular: İn-check cihazında ölçülen Peak inspratuar akım hızlarının SFT de ölçülen ile uyumlu olduğu görüldü. Astım ve KOAH da FVC, ve PIF daki kısıtlamaların, hastalığın şiddeti ile korele olduğu gözlendi. Sonuç: Surraler astım ve KOAH in özellikle ağır ve orta şiddetlerinde diğer kuru toz inhalerlerden anlamlı olarak daha yüksek akım hızlarına izin verdiği yani daha düşük iç dirence sahip olduğu görüldü.Article Balgam ve Bronş Lavajı Sitolojilerinin Akciğer Kanserlerinde Tanısal Değeri(2002) Rençber, Deniz; Özbay, Bülent; Akpolat, Nusret; Kösem, MustafaBu çalışma ile fakültemizde değerlendirilen balgam ve bronş lavajı sitolojilerinin, tanı dağılımını belirlemek ve malign ön tanısı olanlarda, biyopsi materyalleri ile karşılaştırılarak tanısal değerlerini ortaya çıkarmak amaçlandı. Ocak 1990-Aralık 2000 tarihleri arasında YYÜ. Tıp Fakültesi Patoloji AD'a gönderilen balgam ve bronş lavajı sitolojileri ile bronş biyopsileri saptandı, sitolojik tanı dağılımının yanı sıra, malign akciğer sitolojileri ve biyopsileri karşılaştırıldı. İncelenen 1140 balgam sitoloji materyalinin %8.7'si malign tanı almıştı. Tek balgamlı hastalarda malign tanı oranı %2.2, multipl balgamlılarda ise %18.1 idi. 283 bronş lavajı materyalinin %8.6'sı malign tanı almıştı. Tek lavajlı hastalarda malign tanı oranı %6.8, multipl lavajlılarda ise %24.2 idi. Balgam ile malign tanı alan ve biyopsi ile tanı konulamayan hasta sayısı 31, aynı şekilde lavaj tanısı malign olan ise 10 kişi idi. Her üç materyali olan biyopsi ile malign tanı alan 63 hastanın, 41'inde sitolojik tanılar negatifti. Bu hastalarda balgam ve bronş lavajı birlikte değerlendirildiğinde pozitif tanı oranı %34.9, tek başına balgam ile pozitif tanı oranı %30.2, tek başına bronş lavajı ile pozitif tanı oranı ise %17.5 idi. malignite düşünülerek gönderilen 185 hastaya ait materyalde ise, biyopsi ile %62.7, balgam ile %29.8, lavaj ile %11.4 ve üçü birlikte %84.9'luk bir pozitiflik vardı. Sonuç: Balgam tekrarı pozitif tanı oranını sekiz katına, bronş lavajları ise 3.5 katına çıkarmaktadır. Malign ön tanıtı olgularda her üç yöntemin birlikteliği ile pozitif tanı oranındaki artış, istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.001). Biyopsinin yetersiz olduğu durumlarda balgam ve bronş lavajının tanısal önemi daha da artmaktadır.specialization-in-medicine.listelement.badge Effect of Tracheostomy on Weaning and Prognosis in the Respiratory Failure Cases(2009) Yıldız, Hanifi; Özbay, BülentAMAÇ: Solunum yetmezliği nedeni ile yoğun bakım ünitesinde trakeostominin weaning ve prognoza etkisini araştırmaktır.METOD: Çalışma 2007- 2009 arasında akut solunum yetmezliği nedeni ile invazif mekanik ventilasyon uygulanan 50 hasta üzerinden prospektif olarak yapıldı. Hastalar trakeostomi uygulanan (Grup I ) ve uygulanmayanlar (Grup II) olarak incelendi. Uzamış ventilasyon desteği gerekenlere elektif şartlarda cerrahi trakeostomi işlemi yapıldı.Gruplar prognostik değerlendirme amacı ile APACHE II, yoğun bakım ve mekanik ventilasyonda kalış süresi, weaning, mortalite oranları açısından karşılaştırıldı.BULGULAR: 31 Erkek, 19 Bayan olarak 50 hasta (trakeostomili 24; trakeostomisiz 26) çalışmaya katıldı. Grup I'de yaş ortalaması (50 ± 18), GrupII'de (61 ± 18, p=0,041) idi. Grup I'de Pnömoni, SVH, GrupII'de APACHE II skoru, yaş ortalaması, akut böbrek yetmezliği sayısı daha yüksekti ( p<0,05). GrupII'de weaning sayısı daha az olmakla beraber istatistik olarak anlamlı değildi (p>0,05) . GrupI'de daha uzun yoğun bakım ve mekanik ventilasyon süresi , daha düşük yaş ortalaması ve daha düşük APACHE II skoru vardı (p>0,05). Trakeostomili bir hastada geçici trakeal stenoz gelişti. Bir hastada rekanülasyon işlemi esnasında pnömotoraks gelişti. Lojistik regresyon analizinde APACHE II ile mortalite arasında ilişki bulundu. APACHE II 23,5 ve üzerinde olması % 71sensitivite ve % 68 spesifite ile mortalite ile ilişkili bulundu.SONUÇ: Çalışmamız trakeostomi uygulanan hastalarda hastahane yoğun bakım ve mekanik ventilasyon süreleri daha uzun olmasına ve nadir ciddi komplikasyonlar gelişebilmesine karşın trakeostomi uygulanmayan hastalarla benzer mortalite oranları olması nedeni ile uzamış ventilasyon desteği gerekecek solunum yetmezlikli uygun vakalarda trakeostomi yapılmasının yararlı olduğunu göstermiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Airway Wall Thickness by High Resollution Computerized Tomograhy (HRCT) in Patients With Mild Intermittent(2009) Aşker, Selvi; Özbay, BülentAstım hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Astımlılarda hastalığın şiddetine paralel olarak havayollarında inflamatuar hücre infiltrasyonu, ödem ve bronş duvar kalınlığında artış görülürBu çalışmada hafif intermitan astımlı hastalarda bronş duvar kalınlığının yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT) ile ölçülmesi ve sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca bronş duvar kalınlaşmasının solunum fonksiyon testi (SFT) parametreleri ve astım süresi ile ilişkisi araştırılacaktırÇalışmaya hafif intermitan astımlı 37 hasta ve 13 sağlıklı kontrol dahil edildi. Hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Tüm olgulara SFT yapıldı ve toraks YRBT'leri çekildi. Toraks YRBT kesitleri akciğerin segmental ve subsegmental havayollarını içerecek şekilde alındı. Her olgu için bronş duvar kalınlığının bronş lümen çapına oranı (T/D) ve bronş duvar alanı yüzdesi (%WA) hesaplandı. Birinci saniye zorlu ekspiratuar hacim (FEV1), birinci saniye zorlu ekspiratuar hacmin zorlu vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC) ve zirve ekspiratuar akım hızı (PEF) değerleri kaydedildi. Sonuçlar ortalama ± standart hata şeklinde belirtildiHasta ve kontrol grubunda T/D ve % WA ölçümleri arasında anlamlı farklılık olup olmadığını belirlemek için Student t testi kullanıldı. Yaş, cinsiyet, astım süresi, SFT parametreleri ile T/D ve % WA arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için Pearson korelasyon sabiti kullanıldıHasta ve kontrol gruplarının T/D'ları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>005). Hasta ve kontrol gruplarının subsegmental bronşlarında WA %'leri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p< 0.05). Bronş duvar kalınlığının bronş lümen çapına oranı, WA % ile SFT parametreleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0.05). Astım süresi ile T/D ve WA % arasında anlamlı bir ilşki saptanmadı (p>0.05Sonuç olarak hafif intermitan astımlı hastalarda akciğerlerin subsegmental havayollarında YRBT ile duvar kalınlaşması gözlendi ( İnferior pulmoner ven hizasında %10.33 ; diaframın 2 cm üzerinde % 29.91 ).Anahtar kelimeler: Astım, Hafif İntermitan Astım, Toraks Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi, Solunum Fonksiyon Testi, Bronş Duvar KalınlaşmasıArticle Fiberoptik Bronkoskopi Girişimlerinde Propofol ve Alfentanilin Kombinasyonunun Diazepam ile Karşılaştırılması(2006) Özbay, Bülent; Uzun, Kürşat; Tekin, Murat; Tomak, Yakup; Katı, İsmailAmaç: Fleksibl fiberoptik bronkpskopi (FOB) uygulamalarında propofolalfentanil kombinasyonu ile diazepamın sedatif ve olası yan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem: ASA I-II grubundan 30 olgu çalışmaya alındı. Tüm olgulara atropin, topikal lidokain ve lidokain gargara ile premedikasyon uygulandı. I. gruba intranenöz 1 mg.kg{-1} propofol ve 10 ug.kg{-1} alfentanil, II. gruba 10 mg İM diazepam verildi.Birinci grupta ilaç uygulamasını takiben, ikinci grupta uygulamadan yarım saat sonra işleme başlandı. Bulgular: Demografik veriler açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. İşlem öncesi kalp atım hızı, kan basıncı,SpO2 değerleri arasında da anlamlı fark tespit edilmedi. Kari basıncı işleme başlandıktan sonra 2.ve 5. dakikalarda,kalp atım hızı ise 5. dakikada birinci grupta anlamlı olarak düşük bulundu. SpO2 değerleri ikinci grupta 2. dakikada,sedasyon skoru ise birinci grupta anlamlı derecede yüksek saptandı. Birinci grupta öksürük ikinci gruba göre anlamlı olarak daha azdı. Hasta memnuniyeti değerlendirildiğinde birinci gruptakilerin tamamı aynı yöntemi tercih edebileceklerini söylerken, ikinci gruptakilerin %80'i tercih etmeyeceklerini belirtmişlerdir. Sonuç olarak propofol ve alfentanil kombinasyonunun hemodinamik parametreleri daha az etkilemesi, hasta memnuniyetinin daha fazla olması, daha az öksürüğe yol açması nedeniyle fiberoptik bronkoskopi girişimlerinde diazepam gibi klasik yöntemlere alternatif bir yöntem olabileceği kanısına varıldı.Other Harap Akciğer (İki Olgu Sunumu)(2001) Yalçınkaya, İrfan; Özbay, BülentDörtbuçuk yıl içinde harap olmuş akciğer tanısı ile sol pnömonektomi uyguladığımız biri 19 yaşında erkek, diğeri 45 yaşında kadın iki olgunun klinik, radyolojik ve cerrahi bulguları sunulmuştur.Article İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Siklofosfamid, Etoposid ve Sisplatin Kombine Kemoterapisi(2004) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; İşlek, Ayten; Alıcı, Süleyman; Bayram, İrfan; Doğan, Ekrem; Sezgi, CengizhanAmaç: Sitotoksik kemoterapi, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ileri evre tedavisinde artan bir öneme sahiptir. İleri evre hastalıkta kemoterapinin sağkalım süresinin etkisini araştıran pek çok çalışma yayınlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Biz çalışmamızda CEP (Siklofosfamid, Etoposid, Sisplatin) tedavisi alan ve çeşitli nedenler ile kemoterapi almayan KHDAK hastalarının sağkalım sürelerini karşılaştırmayı amaçladık. CEP tedavisinde oluşan toksisiteyi değerlendirdik. CEP tedavisi, evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 37 hastaya (3 bayan, 34 erkek) verildi. Kemoterapi almayan evre IIIB ve evre IV KHDAK olan 13 hasta (l bayan, 12 erkek) kontrol grubunu oluşturdu. CEP grubunda hastalara 21 gün arayla siklofosfamid l g/m2, cisplatin 50mg/m2 ve etoposid 80mg/m2 kombine kemoterapisi uygulandı. Bulgular: Tam yanıt hiçbir olguda alınamadı, kısmi yanıt sekiz olguda (% 21.6), stabil yanıt 13 olguda (%35.1) ve progresyon 16 olguda (%43.2) saptandı. CEP tedavisinde medyan sağkalım süresi 5.7±4.2 ay ve medyan yanıt süresi 2.97±3.1 ay saptandı. CEP tedavisine bağlı bulantı-kusma 17 hastada (% 45.9), anemi 10 hastada (% 27) ve nötropeni l hastada (% 2.7) gelişti. Kemoterapi almayan kontrol grubunda ise medyan sağkalım süresi 4.5±3.2 ay olarak saptandı. Her iki grubun medyan sağkalım süreleri karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p>0.05). Her iki grupta bir yıllık sağkalım oranı sırasıyla n:37 (%8.9) ve n:13 (%7.6) idi. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda elde edilen verilere göre yanıt oranlarının yapılan çalışmalardan farklı olmadığı, fakat sağkalım süresi ile bir yıllık sağkalım oranlarının çok düşük olduğu ve yan etki profilinin ise tolere edilebilir düzeyde bulunduğu gözlendi.Article İlimizde 1999-2003 Yılları Arasında Saptanan Tüberküloz Olgularının Değerlendirilmesi(2008) Tokgöz, Necla; Sertoğullarından, Bünyamin; Özbay, Bülent; Sezgi, Cengizhan; Altınöz, OrhanBu çalışmanın amacı ilimizde tüberküloz sorununun boyutunu, özelliklerini, seyrini saptamak, hasta özelliklerini belirlemek, tanı ve tedavi özellikleri ile etkinliklerini değerlendirmektir.İlimiz Verem Savaş Dispanseri’nde Ocak 1999 ve Aralık 2003 tarihleri arasında takip edilen 645 vakanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların genç ve erkek nüfusta yoğunlaştığı, hastalık insidansının yüzbinde 12-15 arasında değiştiği, hastalığın en çok ferdi muayene ile saptandığı görülmüştür. Hastaların büyük çoğunluğunun yeni olgu olduğu saptanmıştır. Hastaların %26.8 inde temas hikayesi olduğu belirlenmiştir. Tutulum yeri açısından %51.8 akciğer, %48.2’ sinin akciğer dışı olduğu görülmüştür. Hastaların balgam yayma ve kültür sonuçları değerlendirildiğinde; %42.2’ sinde bakteriyolojik tetkik yapılmadığı, %21. 7’sinde yayma ve kültür pozitif olduğu, %26.8’ inde yayma ve kültür negatif olduğu, %8.7’ sinde yayma negatifken kültür pozitif olduğu görülmüştür. Bakteriyolojik tanı oranlarına bakıldığında yıllar içerisinde %39.7’ den %73.6’ ya arttığı görülmektedir. Tedavi sonuçlarında kür oranlarının yıllara göre %12.5 ile %34.4 arasında değiştiği saptanmıştır. Tedavi tamamlama oranlarının yıllık %53.5 ve %72.6, tedavi başarısının ise %82 ile %95.4 arasında değiştiği görülmüştür. Yıllık ölüm oranının %1.7 ile %2.8 arasında değiştiği bulunmuştur.Bölgemizde, yeni olgu ve yayma pozitif olguların genç yaş ve düşük sosyokültürel grupta yoğunlaşma gösterdiği, mikrobiyolojik incelemelerin giderek artmakta olduğu, tanı konan hastalarda tedavi başarısının yüksek olmasına rağmen hastalarda kür oranının düşük olduğu saptanmıştır.Other The Incidence of Hepatitis C Virus in Patients With Lung Cancer(2002) Özbay, Bülent; Alıcı, Süleyman; Irmak, Hasan; Gencer, Mehmet; Uzun, KürşatBackground: Oncogenesis is a multifactorial process affected by environmental, genetic and infectious factors. A possible role of some specific viruses has been suggested in at least 15% of human cancer cases. Objective: The aim of the study was to evaluate the frequency of HCV infection in patients with lung cancer and thus contribute to the documentation of a possible relationship between lung cancer and HCV infection. Methods: Anti-HCV antibodies were measured in sera from 45 patients with lung cancer and in sera from 80 patients with benign lung diseases and 135 healthy individuals. A commercial enzyme linked immunosorbent kit assay was used in the analyses. Results: Anti-HCV antibodies were positive in 6.7% of lung cancer patients while no anti-HCV antibody was detected inpatients with benign lung diseases (p<0.05). In healthy controls, anti-HCV antibodies were positive in one subject (0.7 %). The histopathologic diagnosis of the 3 patients with pos-itive anti-HCV antibodies was non-small-cell cancer squamous cell carcinoma in one case, adenocancer in the second, and adenosquamous cell carcinoma in the third patient). Hepatitis B surface antigen was present in 4 of the 45 patients with lung cancer and in 8 of the 80 benign lung disease cases (p>0.05). Conclusions: The prevalence of anti-HCV positivity in patients with lung cancer was shown to be significantly higher than patients with benign lung disease and healthy individuals in our population. However, further studies which include a larger number of patients with HCV infection are needed to confirm this finding.specialization-in-medicine.listelement.badge Investigation of Pulmonary Involvement in Biomass Exposed Women With Dlco(2010) Arısoy, Ahmet; Özbay, BülentBiomass, gelişmemiş ve ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde çeşitli amaçlarla yaygın olarak kullanılmaktadır. Biomass yanmasıyla ortaya çıkan partiküllerin solunmasıyla çocukluktan yetişkin yaşa kadar özellikle başlıca etkilediği organ olan akciğerde; geniş bir yelpazede değişik hastalıklara neden olmakta, sağlık açısından önemli bir morbidite nedeni olabilmektedir. Bundan yola çıkarak tandır dumanına maruz kalan bayanlarda henüz herhangi bir solunumsal semptom gelişmeden olguların difüzyon kapasitelerini incelemek istedik ve mevcut çalışmayı planladık.Çalışmaya çeşitli saat-yıl tandır dumanı maruziyeti olan, sigara içmemiş, herhangi bir solunumsal şikayeti olmayan 65 kadın olgu ve 25 kişilik kontrol grubu alındı. Olgular anamnez, fizik muayene, SFT, DLCO yönünden incelendi.Ortalama tandır dumanına maruz kalma 17.6±6.8 saat-yıl idi. Tandır dumanı maruziyeti olanların ortalama yaşı 50.7±10, olmayanların 45±6 idi. Grupların FEV1/FVC yüzdeleri; tandır dumanı maruziyeti olan grupta %87.4±6.9, kontrol grubunda 92±7.3 idi. Gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı fark vardı(p=0.006) Bütün olguların FEV1/FVC's, beklenenin %70'inin üstünde, FVC değerleri beklenenin %80'inin üstünde idi.. Tandır dumanı maruziyeti olan grupta ortalama DLCO değeri 23.6±0.7 ml/sn/mmHg, olmayan grupta 26.1±1 ml/sn/mmHg idi. Tandır dumanı maruziyeti olan grupta beklenene göre DLCO yüzdesi %110±3.5, olmayan grupta %117.5±5.6 idi. Aradaki fark istatistiki olarak anlamlı değildi. İki grup DLCO'larının %80'in altında olma ihtimalleri açısından karşılaştırıldıklarında, tandır dumanı maruziyeti olanlarda %15 iken, kontrol grubunda % 0 idi. Arada belirgin istatistiki fark vardı.Bu sonuçlar bize; tandır dumanına maruz kalan kişilerde, kişilerin SFT'leri bozulmamış olsa bile difüzyon kapasitelerinin bozulabileceğini, difüzyon kapasitesindeki bu bozulmanın solunumsal ilk bozulan parametre olabileceğini gösterdi.Article Koah Akut Atağında Chlamydia Pneumoniae, Mycoplasma Pneumoniae, Legionella Spp. Ve Influenza a Sıklığı(2002) Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Evirgen, Ömer; Andiç, Şafak; Sezgi, Cengizhan; Buzğan, Turan; Zehir, İsmailKOAH akut atağında infeksiyon önemli bir yer tutmaktadır. Akut ataktan sorumlu etkenler arasında en sık Haemophilus influenzae, Streptococcus pneumoniae ve Moraxella catarrhalis yer almaktadır. Son yıllarda, başta C.pneumoniae olmak üzere atipik bakteriler KOAH akut atağında çalışılmıştır. Bu çalışmada Chlamydia pneumoniae, Mycoplasma pneumoniae, Legionella pneumophila ve Influenza A antikorlarını KOAH akut atağıyla gelen olguların serumlarında ELISA yöntemiyle araştırdık. Çalışmaya KOAH akut atağı geçiren 39 olgu ve kontrol grubu olarak 20 sağlıklı kişi alınmıştır. KOAH'lı olguların yaş ortalamaları 60.4±9.7 (14K, 25E) ve kontrol grubunun yaş ortalaması 55±8.4 (11K, 9E) idi. Olguların ortalama FVC değeri 2.21±1.19 L, FEV1 1.37±0.9 L, FEV1/FVC ise % 60.9±10.4 idi. Ortalama hastanede yatış süreleri, seropozitif olanlarda 12.2±3.7 gün, seronegatif olanlarda 11.2±6.2 idi (p>0.05). Serolojik olarak Influenza A %17.8 (n:7), C. pneumoniae IgM %12.8 (n:5), C. pneumoniae IgA %7.7 (n:3), C. pneumoniae IgG %15.3 (n:6), M. pneumoniae %7.7 (n:3) ve Legionella spp. %2.7 (n:1) oranında pozitif bulunmuştur. Kontrol grubunda ise sadece bir kişide C. pneumoniae IgG pozitif idi. Bu sonuçlara göre, KOAH akut atağının en sık nedeni olarak influenza A ve C.pneumoniae bulunmuştur. Sonuç olarak, Influenza A ve C. pneumoniae'nin de KOAH akut atağı geçiren olguların etiyolojisinde düşünülmesi gerektiği kanısındayız.Other Koah Akut Tedavisinde Antioksidan Olarak N-asetilsistein'nin Etkinliği(2002) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Sezgi, Cengizhan; Durmuş, AhmetKronik obstrüktif akciğer hastalığında oksidatif stresin rolü çeşitli çalışmalar ile gösterilmiştir. Son yıllarda oksidatif stresin rol aldığı hastalıklarda antioksidan özelliği olan N-asetilsistein (NAS)'in kullanılması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmada tek kör randomize NAS'ın KOAH akut atak ile gelen hastalarda tedavideki etkinliğini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 60 KOAH'lı hasta ve 20 sağlıklı kişi alındı. Çalışmamızda rutin tedaviye alınan KOAH'lı hastalar N-asetilsistein tedavisi alan ve almayan olmak üzere iki gruba ayrıldı. Olguların tedavi öncesi ve sonrası solunum fonksiyonları, kan gazı değerleri ve malondialdehid (MDA) değerleri kendi aralarında karşılaştırıldı. N-asetilsistein kullanan olgularda tedavi sonrası FEV1, PO2 ve Sat O2 ortalama değerleri tedavi öncesi değerlerden anlamlı olarak yüksekti (p<0.001). Ortalama MDA değeri ise NAS kullananlarda tedavi sonrası, öncesine göre anlamlı olarak düşmüştü (p<0.001). NAS kullanmayanlarda ise tedavi öncesi ve sonrası çalışılan tüm parametreler açısından anlamlı bir farklılık yoktu. N-asetilsistein'in KOAH tedavisinde faydalı olabileceği ve olgu sayısının daha fazla olduğu büyük randomize çalışmalar ile desteklenmesi gerektiği sonucuna varıldı.Article Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Hipoksi Göstergesi Olarak Serum Ürik Asit Düzeyi(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Özbay, Bülent; Durmuş, Ahmet; Erkoç, RehaAmaç: Hipoksi ile birlikte seyreden çeşitli hastalıklarda serum ürik asit düzeyinde artma gözlenmiştir. Bu çalışmada kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) bulunan hipoksili olgularda serum ürik asit düzeyinin hipoksiningöstergesi olup olamayacağını, solunum fonksiyon testi ve kan gazı ile serum ürik asit düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.Gereç ve yöntem: Çalışmaya 35 KOAH'lı olgu, 30 KOAH dışı akciğer hastalığı olanlar ve sağlıklı 20 birey alındı.Olguların yaş ortalaması KOAH'da 51.5 ± 13.8 (29 E, 6 K), KOAH dışı grupta 47.3$pm$ 11.2 (20 E, 10 K) ve sağlıklı bireylerde 49.54$pm$ 9.8 (10 E, 10 K) idi. Bulgular: Elde edilen sonuçlara göre KOAH'lı olguların ürik asit düzeyleri tedavi öncesi 8.69 ± 2.94 mg/dl, tedavi sonrası ortalama 6.82 ± 2.88 mg/dl iken KOAH dışı akciğer hastalığı olanların serum ürik asit düzeyi 4.65± 1.94 mg/dl ve kontrol grubunun 4.62± 0.87 mg/dl idi. KOAH'lı olgularda tedavi öncesi ürik asit düzeyi tedavi sonrası ürik asit düzeyinden belirgin derecede yüksekti (p<0.05). KOAH olgularının hem tedavi öncesi hem de tedavi sonrası ürik asit düzeyleri KOAH dişi akciğer hastalığı olanlardan ve kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0.01metrelerinde ve kan gazı değerlerinde belirgin düzelme vardı. Sonuç: Serum ürik asit düzeyinin KOAH'lı olgularda hipoksinin bir göstergesi olabileceği fakat bu konuda daha ileri ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünüldü.Article Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Oksidatif Stres(1998) Tarakcioglu, Mehmet; Avcı, Emin; Ceylan, Erkan; Özbay, Bülent; Uzun, KürşatAmaç: KOAH'lı hastaların serumunda malondialdehit (MDA) düzeyini ölçerek KOAH gelişiminde oksidatif stresin rolünü araştırmak. Yöntem: 50 KOAH'lı olgunun (yaş 53.5±2.1 yıl) ve kontrol grubu olarak seçilen 20 sağlıklı kişinin (yaş 49±17.5 yıl) serumlarında TBARS yöntemi ile MDA ölçüldü. Sigara öyküsü hasta grubunun 39'unda, kontrol grubunun 10'unda vardı. Bulgular: Ortalama serum MDA düzeyi hasta grubunda 10.3±6.7 nmol/ml, kontrol grubunda 3.5±2.1 nmol/ml bulundu. Bu değerlere göre ortalama serum MDA düzeyi sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksekti. Sigara öyküsüne göre serum MDA düzeyleri ise sigara içmeyen KOAH'lı olgularda 8.7±5.0 nmol/ml, sigara içenlerde 11.9±7.9 nmol/ml ve sonradan sigarayı bırakanlarda 9.0±4.8 nmol/ml idi. Buna göre sigara içen KOAH'lı olgular ile içmeyen ve sonradan sigarayı bırakanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Kontrol grubunda da sigara içenler ile içmeyenler arasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Oksidatif stresin bir göstergesi olan lipid peroksidasyonunun son ürünü MDA'nın KOAH'da yüksek olmasının oksidatif stresin KOAH'da artmış olduğunu ve KOAH patogenezinde rolü olabileceğini gösterdiği kanısına vardık.Article Lenfosit Alt Tiplerinden Cd4 ve Cd8'in Plevra Sıvılarının Ayırıcı Tanısındaki Rolü(2003) Dülger, Haluk; Uzun, Kürşat; Sezgi, Cengizhan; İşlek, Ayten; Erkoç, Reha; Özbay, BülentAmaç: Tüberküloz (tb) plörezi gecikmiş tipte bir hipersensitivite reaksiyonu ile meydana gelmektedir. Çeşitli çalışmalarda CD4'ün tb plörezilerde periferik kanla karşılaştırıldığında plevra sıvısında periferik kana göre daha fazla arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada çeşitli nedenler ile plevra sıvısı gelişen olgularda serum ve plevra sıvılarında CD4 ve CD8 bakılarak bunların ayırıcı tanıdaki rolü araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 88 plevra sıvılı olgu alınmıştır. Olgular 4 gruba ayrılmıştır (l- tb, 2-parapnömonik efüzyon, 3- malignite, 4- transuda). Bulgular: Çalışmada elde edilen değerlere göre tb plörezilerin ortalama serum CD4, CD8 ve plevra CD4 değerleri pnömonili olguların ortalama değerlerinden istatistiksel olarak yüksekti. Ayrıca tb olguların plevra CD4 değeri serum CD4 değerinden anlamlı derecede yüksekti. Sonuç: Bu değerler tüberküloz ve pnömoniye bağlı plörezilerde plevra CD4 bakılmasının ayırıcı tanıda rolü olabileceğini düşündürmektedir.Other Malign ve Nonmalign Plevra Sıvılarında Serbest Oksijen Radikallerinin Tanısal Değeri(2000) Dülger, Haluk; Tarakcioglu, Mehmet; Uzun, Kürşat; Gencer, Mehmet; Özbay, BülentBu çalışmada 75 plörezili olgunun plevra sıvısı ve serumunda reaktif oksijen metabolitleri (ROM) ile kontrol grubu olarak seçilen sağlıklı 21 kişinin serum ROM düzeyleri araştırılarak malign-nonmalign plevra sıvılarında tanısal değeri araştırıldı. Olgularımızın 25'inde plörezinin malignite kaynaklı olduğu 50'sinde ise malignite dışı hastalıklara bağlı olduğu saptandı. Ortalama serum ROM düzeyi maligniteli grupta 423±180IU/L olup malignite dışı olgularda 531±240 IU/L ve kontrol grubunda 247±89IU/L idi. Buna göre her iki hastalık grubunda ROM değerleri kontrol grubundan anlamlı yüksek olmasına rağmen kendi aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Çalışmamızda elde edilen ortalama plevra sıvısı ROM düzeyi ise maligniteli olgularda 358±127, malignite dışı olgularda 497±234 olup aralarında istatiksel anlamlılık yoktu. Bu bulgular plörezili hastalarda serum ROM düzeylerinin kontrollere göre oldukça artmış olduğunu ve bunun tedavide dikkate alınması gerektiğini, ancak plevra sıvısı ROM düzeylerinin malignite ve malignite dışı sebebli plörezinin ayırıcı tanısında faydalı olamıyacağını göstermektedir.Article Pnömoni Tanılı Erişkin Hastalarda Kültür ve Floresan Antikor Yöntemleriyle Etkenlerin Araştırılması(2007) Özbay, Bülent; Çiftci, İhsan Hakkı; Andiç, Şafak; Guducuoglu, Huseyin; Hamza, Bozkurt; Berktaş, MustafaAmaç: Bu çalışmada, toplum kökenli pnömoni tanısı konulan hastalarda kültür ve indirekt floresan antikor yöntemiile etkenlerin araştırılması amaçlanmıştır.Yöntem: Klinik olarak pnömoni tanısı konmu 50 hastadanın klasik yöntemler kullanılarak balgam kültürleriyapılmış , Bactec 9120 sistemi ile kan kültürleri (Becton Dickinson- USA) alınmış , izole edilen etkenler Sceptor(Becton Dickinson- USA) panelleri ile identifıye edilmiştir. Ayrıca hastalardan alınan serum örneklerinde indirektfloresan antikor yöntemi (Pneumoslide test - Poligono Industrial Dos De Octubre) ile 9 pnömoni etkenine karşı IgMantikorları araştırılmıştır.Bulgular: Çalışma kapsamındaki 50 pnömonili hastanın 13 (% 26)’ünde kan kültürü, 6 (% 12)’sında balgamkültürü, 26 (% 52)’sında ise indirekt floresan antikor yöntemi ile tanı konulmuştur. Bu üç yöntemle yapılan çalışmasonucunda, bölgemizde erişkin yaş grubunda gözlenen toplum kökenli pnömoni vakalarının % 18’inde Streptococcuspneumoniae, % 12’sinde Legionella pneumophilia, % 12’sinde Mycoplasma pneumoniae, % 10’unda Influenza A, %8’inde Haemophilus influenzae, % 6’sında Staphylococcus aureus ve Adenovirus, % 4’ünde Klebsiella pneumoniaeve Parainfluenza, % 2’sinde Respiratory syncytial virus, Influenza B, Coxiella burnetii, Chlamydia pneumoniae veStaphylococcus epidermidis’in etken oldukları saptanmıştır. Hastaların % 10’unda ise bu yöntemlerle etkensaptanamamıştır.Sonuç: Mortalitesi ve morbiditesi yüksek bir sağlık sorunu olan pnömonilerde, hastalığın doğru ve erken tanısıaçısından birden fazla yöntemle tanıya gidilmesi önemlidir.