Browsing by Author "Şahin, Hüseyin Avni"
Now showing 1 - 20 of 42
- Results Per Page
- Sort Options
Article Ayaktan Kemoterapi Ünitesinde Tedavi Alan Hastaların Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamalarına Başvurma Sıklığı ve Nedenleri(2007) Şahin, Hüseyin Avni; Uğurluer, Gamze; Edirne, Tamer; Karahan, AktanTamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) konvansiyonel tedaviler dışında kalan uygulamalar için kullanılan bir kavram olup kanser hastaları arasında kullanımı artmaktadır. Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi (Y.Y.Ü) Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Kliniği Ayaktan Kemoterapi Ünitesinde tedavi alan hastaların TAT uygulamalarına başvurma sıklığı ve nedenlerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Ayaktan kemoterapi ünitesinde 1 Ağustos 2006-31 Aralık 2006 tarihleri arasında tedavi alan hastalara yüz yüze görüşme yöntemiyle anket uygulandı. Veriler SPSS programında değerlendirildi. Çalışmaya 143 hasta dâhil edildi. Bulgular: Hastaların %56,6'sı erkek, %43,4'ü kadındı. Yaşları 16–76 arasında değişiyordu (medyan 51). Hastaların %44,7'si okur-yazar değildi. Hastaların %55,9'u yeşil kart sahibiydi, %42,6'sı şehir merkezlerinde ikamet etmekteydi ve sadece %4,9'u çalışıyordu. Hastaların %45,5'i gastrointestinal sistem, %16,1'i meme, %12,5'i akciğer, %7,7'si genitoüriner sistem kanseriydi. Hastaların %93'ü “Sizce hastalar hekim dışı kişi ve uygulamalara başvuruyorlar mı?” sorusuna evet yanıtı verdi. “Siz bu hastalığınızdan önce hekim dışı kişi ve uygulamalara başvurdunuz mu?” sorusuna %5,6'sı evet yanıtı verirken “Bu hastalığınız için başvurdunuz mu?” sorusuna %44,8'i evet yanıtı verdi. Hastaların %81,2'si TAT uygulamalarına konvansiyonel tedavileri devam ederken başvurmuştu. Hastaların %56,3'ü hastalığı yenmek için, %26,6'sı fiziksel olarak daha iyi hissetmek için, %17,2'si zararı olmaz belki faydası olur veya ruhsal olarak daha iyi hissetmek için kullandıklarını belirtti. TAT yöntemlerine başvuran hastaların %90,6'sı bitkisel karışımlar ve bitki çayları kullanmıştı (%89,6'sı ısırgan otu). Hastaların sosyodemografik özellikleri ile TAT kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı. Sadece tanı grupları ile TAT kullanımı arasında fark bulundu (p=0,028). Genitoüriner sistem kanserli hastaların ise bu uygulamalara daha az başvurduğu görüldü. Sonuç: TAT yöntemlerine başvurma kanser hastaları arasında sıktır. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapılmalı, bu yöntemlerin yararları ve olası yan etkileri araştırılmalı, hastalar ve sağlık personeli bu konuda bilgilendirilmelidir.Specialist Thesis The Comparison of Attitudes Towards Gender Roles Among Medicalfaculty Students and Theology Faculty Students(2024) Salık, Ahmet; Şahin, Hüseyin AvniAmaç:Bu çalışmada tıp fakültesi öğrencileriyle ilahiyat fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine yönelik tutumlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamız kesitsel ve tanımlayıcı tiptedir. Yüz yüze ve online anket çalışmasıdır. Çalışma Şubat-Mart 2024 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi ile İlahiyat Fakültesinde yürütülmüştür. Çalışmaya araştırmaya katılmayı kabul eden ve onam veren tıp ve ilahiyat öğrencileri dahil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak 5'li likert şeklindeki 15 sorudan oluşan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Ölçeği kullanılmış ve demografik veriler değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 244'ü (%59,5) kadın ve 166'sı (%40,5) erkek olmak üzere toplam 410 öğrenci dahil edilmiştir. Kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre toplumsal cinsiyet rolleri ölçek puanları daha yüksek saptanmıştır. Öğrencilerin %54,2'si tıp, %45,8'i ilahiyat fakültesinde okumaktadır. Okuduğu fakülte tıp olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, ilahiyat fakültesi olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların sınıflarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Sınıfı 2, 5 ve 6 olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, sınıfı 3 olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların anne eğitim durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Anne eğitim durumu lise olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, anne eğitim durumu olmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Anne eğitim durumu yüksekokul/üniversite olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, anne eğitim durumu olmayan, anne eğitim durumu ilkokul ve ortaokul olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların anne çalışma durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Annesi halen çalışan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, annesi hiç çalışmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların baba eğitim durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Baba eğitim durumu yüksekokul / üniversite olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, baba eğitim durumu olmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların kardeş varlığına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Kardeşi olmayan ve yalnız erkek kardeşi olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, hem erkek hem kız kardeşi olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Sonuç: Bu çalışma ile, tıp fakültesi öğrencileri görece daha eşitlikçi tutumlara sahip olsalar da tıp ve ilahiyat fakültesi öğrencilerinin çeşitli demografik özellikleri açısından toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarının, toplumun geleneksel bakış açıları gölgesinde geliştiği sonucuna varılabilir. Öğrencilere dini, ekonomik, sosyopolitik, ailesel ve arkadaş grupları ya da kitlesel iletişim araçları gibi pek çok faktör etkisiyle oluşup gelişmekte olan toplumsal cinsiyet rolleri hakkında, daha adil ve özgürlükçü bir toplum inşa edebilmek için multidisipliner yaklaşımlarla eğitimlerin verilmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerine yönelik yaklaşımlar, hastaların sağlık hizmeti alımları noktasında dahi ayrımcılıklara sebebiyet verebileceğinden, tıp fakültesi öğrencilerine gerek teorik gerekse de eğitim aldıkları kliniklerde pratik olarak toplumsal cinsiyet rollerinin etkileri anlatılarak, farkındalıkları arttırılabilir. Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet, tıp öğrencileri, ilahiyat öğrencileri, farkındalıkSpecialist Thesis Comparison of Vitamin D, Vitamin B12 and Tsh Levels Among Individuals Wi̇th Migren and Tension Type Headache and Without Migren and Tension Type Headache(2019) Yıldırımçakar, Dılvin Taner; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Migren ve gerilim tipi baş ağrısı (GTBA), sık görülen kronik klinik tablolardır. Bu çalışmanın amacı migren ve GTBA ile D vitamini, vitamin B12 ve TSH düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Yöntem: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji polikliniğine başvurmuş 210 hasta çalışmaya dahil edildi. Migren ve GTBA tanısı için Uluslararası Baş ağrısı Derneği (IHS) 2013 kriterleri ve klinik değerlendirme kullanıldı. Grupların her üçü de (migren, GTBA ve kontrol) 70 katılımcıdan oluşmaktaydı. 210 katılımcının D vitamini, B12 vitamini ve TSH düzeyleri değerlendirildi. Bulgular: Kontrol grubu 30 erkek, 40 kadından oluşmaktaydı. Grubun yaş ortalaması 32,21±10,14 idi. Migren grubu 54 kadın ve 16 erkekten oluşmaktaydı ve grubun yaş ortalaması 31,36±9,48 idi. GTBA grubu ise 53 kadın ve 17 erkekten oluşmaktaydı, grubun yaş ortalaması 34,03±12,28 idi. Hem migren hem GTBA gruplarında vitamin D ve vitamin B12 düzeyleri kontrol grubundan anlamlı derecede düşüktü. Migren ve GTBA gruplarında ise vitamin D ve vitamin B12 düzeyleri birbirine benzerdi. Her 3 grup arasında TSH düzeyleri açısından bir fark saptanmadı. Sonuç: Bu çalışma migren ve GTBA'da vitamin D ve vitamin B12 düzeylerinin anlamlı derecede düşük olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar hem GTBA ve migrenin patofizyolojik mekanizmalarını anlamamıza hem de tedavide yeni bakış açıları kazanmamıza yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler: Baş ağrısı, migren, GTBA, vitamin D, vitamin B12, TSHSpecialist Thesis The Effect of Physical Activity on Sleep Quality in Healthcare Workers Working at Van Yyü Dursun Odabaş Medical Center(2024) Usta, Zeynep Rentürk; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde aktif olarak görev yapan bir grup sağlık çalışanında fiziksel aktivite düzeyi ve uyku kalitesinin değerlendirilmesi ve bu iki durum arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışmaya Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde aktif olarak görev yapmakta olan 167 sağlık çalışanı çalışmaya dahil edilmiş, kişilerin sosyodemografik özellikleri, uluslararası fiziksel aktivite anketi (IPAQ) ve Pittsburgh uyku kalitesi indeksi (PUKİ) skorları kaydedilerek değerlendirilmiştir. Bulgular: Katılımcıların %67,7'si kadındı ve yaş ortalaması 30,38 ± 4,98 yıldı. Kişilerin %50,9'u doktor, %24'ü hemşireydi. Kişilerin BKİ ortalaması 24,59 ± 3,93 kg/m2 idi ve meslekte geçirilen süre ortalaması 6,89 ± 4,94 yıldı. Katılımcıların ortalama toplam MET değeri 1567,17 ± 1883,94 dk/hafta, toplam PUKİ skoru 6,95 ± 3,25 idi. Kişilerin %64,7'si inaktifti, %65,3'ünün ise uyku kalitesi kötüydü. Sosyodemografik özellikler, kronik hastalık ve sigara içme durumlarına göre toplam PUKİ skoru istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değişmiyordu (p>0,05). BKİ değeri ile uyku ilacı kullanım skoru (r = 0,180, p = 0,020) arasında pozitif yönde düşük düzeyde, gündüz işlev bozukluğu skoru ile ise negatif yönde düşük düzeyde (r = - 0,155, p = 0,045) korelasyon ilişkisi saptandı. Ayrıca orta şiddetli fiziksel aktivite MET değeri ile uyku süresi skoru arasında negatif yönde düşük düzeyde korelasyon ilişkisi vardı (r = -0,165, p = 0,033). Kişilerin MET değerine göre belirlenen aktivite seviyeleri arasında PUKİ alt bileşenleri ve toplam PUKİ skorları bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Çalışmamıza katılan sağlık çalışanlarının orta düzeyde fiziksel aktivite düzeyinin artışı ile uyku süresinde iyileşme ilişkili bulunmuştur. Ayrıca BKİ arttıkça uykuyu düzenlemek için kullanılan ilaç düzeyinin arttığı, gündüz işlevselliğin ise olumlu etkilendiği görülmüştürSpecialist Thesis Evaluation of Assistant Physicians' Knowledge, Attitudes and Behaviors About Telehealth Services(2024) Okumuş, Büşra; Şahin, Hüseyin AvniBu çalışmada, cinsiyet, yaş, mesleki deneyim, yurtdışında çalışma deneyimi, kırsalda hekimlik deneyimi ve medeni durum gibi sosyodemografik ve mesleki faktörlerin tele sağlığa yaklaşım ve deneyim üzerinde anlamlı bir etkisi bulunmamıştır. Branşlar arasında tele sağlığa yaklaşımda bazı farklar gözlemlenmiştir: Aile Hekimliği ve Dâhiliye, tele sağlığı genellikle kronik hastalık takibi ve ilaç danışmanlığı için tercih ederken, Acil Tıp ve diğer bazı branşlarda kullanım daha sınırlıdır. Teknik sorunların çözümünde Aile Hekimliği ve Dâhiliye branşları daha fazla zorluk yaşarken, Acil Tıp ve diğer branşlar bu sorunları daha hızlı çözmektedir. Aile Hekimliği, tele sağlık kullanımının artması için altyapının güçlendirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi gibi önlemlere yüksek önem verirken, diğer branşlar bu konulara daha düşük önem atfetmiştir. Gelecekte tele sağlık hizmetlerinin yaygın olacağını öngörenler arasında Aile Hekimliği, Psikiyatri ve Göğüs Hastalıkları ön plana çıkarken, diğer branşlarda bu beklenti daha düşüktür. Pandemi gibi olağandışı durumlarda, Acil Tıp ve Aile Hekimliği sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık personelinin yükünü azaltma gibi katkılara vurgu yaparken, diğer branşlar enfeksiyon riskinin azaltılması gibi faktörlere daha fazla önem vermiştir. Teknolojik gelişmeler açısından, Acil Tıp ve Aile Hekimliği akıllı telefonlar ve yüksek hızlı internet gibi teknolojilere öncelik verirken, Dermatoloji ve Psikiyatri yapay zekâ ve makine öğrenmesi gibi gelişmelere önem vermiştir.Specialist Thesis Evaluation of Basic Life Support and First Aid Knowledge and Education Levels of Workers Working in Very Dangerous Jobs and Workers in Less Dangerous Jobs in the Province of Van,(2021) Yağan, Adem; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada, Van ili sınırları içerisinde zorunlu iş güvenliği hizmeti alan işyerlerinde çalışanların ilk yardım ve temel yaşam desteği bilgi düzeylerinin belirlenmesi, bilgi düzeyinin farklı tehlike sınıfında çalışanlar arasında karşılaştırılması ve etki eden diğer değişkenlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma Van İli sınırları içerisinde zorunlu iş güvenliği hizmeti alan çok tehlikeli ve az tehlikeli iş yerlerinde Ocak 2020 – Ekim 2020 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya çok tehlikeli işyerinde çalışan 248 kişi ve az tehlikeli işyerinde çalışan 255 kişi dahil edilmiştir. Çok tehlikeli iş yerinde çalışan katılımcılarda yaş ortalaması, erkek sıklığı, meslekte geçirdiği süre ve evlilik sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla, öğrenim düzeyi daha düşüktü (p =0,001). Katılımcıların ortalama doğru cevap sayısı 20 soruda 11,73±2,78 idi. Diğer kişilerle karşılaştırıldığında, üniversite mezunu olanlar, az tehlikeli işte çalışanlar ve daha önce ilk yardım kursuna katılanların doğru cevap sayısı anlamlı düzeyde daha fazla, ilkokul mezunu olanların ise anlamlı düzeyde daha azdı (p=0,001). Çok tehlikeli işyerinde çalışıp eğitim alanlar ile karşılaştırıldığında, az tehlikeli işyerinde çalışıp eğitim alanların doğru cevap verdikleri soru sayısı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p=0,001) Sonuç: Diğer katılımcılar ile karşılaştırıldığında, öğrenim düzeyi daha yüksek olan, daha önce ilk yardım kursuna katılmış olan ve az tehlikeli işyerinde çalışanların temel yaşam desteği ve ilk yardım bilgi düzeyi daha fazlaydı.Specialist Thesis Evaluation of Cyberchondria Level and Affecting Factors in Health Care Workers and Patients Applying To the Polyclinics of Van Yüzüncü Yil University Faculty of Medicine(2024) Ulu, Tuncay; Şahin, Hüseyin AvniGiriş: Siberkondri, internette sağlıkla ilgili bilgilere aşırı derecede maruz kalmak ve bu bilgilerden kaynaklanan aşırı endişe veya kaygı yaşama durumudur. Siberkondri, bireylerin yaşam kalitesini ve sağlığını olumsuz etkileyebilecek bir durumdur. Ayrıca, kişilerin sağlık başvurularında ve sağlık harcamalarında artışa yol açabileceği düşünülmektedir Amaç: Çalışmamızda; siberkondri düzeylerini belirleyip etkileyen faktörleri inceleyerek sağlıkla ilgili güvenli internet platformları oluşturmak, kaygıyı artırıcı bilgiler sağlayan siteleri kontrol etmek ve sağlık bilgilerinin tüm bileşenleriyle gözden geçirilmesi için uygun müdahale stratejileri geliştirmeyi hedefliyoruz. Yöntem: 18-99 yaş aralığındaki Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Çalışanlarının ve Polikliniklerine Başvuran Hastalarının, Siberkondri Düzeyi ve Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesini 17/06/2023-20/11/2023 tarihleri arasında anket formu (CSS-12 ve demografik bilgiler) şeklinde inceledik. Bulgular: Çalışmaya 324 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen katılımcıların; 148'i (%45,7) erkek, 176'sı (%54,3) kadındı. Yaşları, 18 yaş ile 73 yaş arasında değişmekteydi ve yaş ortalaması 32,79±11,33 idi. CSS-12; en yüksek: 54 puan, en düşük: 12 puan, ortalama: 29,7±9,5 ve medyan 30'du. Kişi sayısının tepe yaptığı iki puan sırasıyla 30 ve 36'dı (iki tane mod mevcut). Cinsiyete göre siberkondri şiddeti anlamlı değildi. Evli bireyler bekar bireylere göre daha fazla endişeli bulundu. Genç yetişkinler, siberkondri geliştirmeye daha yatkın görünmektedir (yaş ortalaması: 32,79±11,33). Yaş ilerledikçe internete geçirilen sürenin azaldığı ve 30-40 yaş aralığında internette geçirilen süre(saat/gün) en yüksekti. Eğitim düzeyi ile siberkondri şiddeti (CSS-12) ve internette geçirilen süre(saat/gün) arasında ilişki yoktu. Fakat, eğitim düzeyinin yüksek olması ile güvenli sağlık yayını takibi ve sağlık toplantısına katılma oranı yüksekti. Ailede kronik hastalığa sahip birey olması siberkondri şiddetini arttırmıyordu. Ama hekim önerisi olmadan tetkik yaptırma ve hekim önerisi olmadan ilaç kullanımı yüksekti. 18 yaşından küçük çocuğa sahip bireylerde; son bir yılda hekim önerisi olmadan tetkik yaptırması, TV'de sağlık takibi ve 11. madde (CSS-12) yüksek bulundu. Van YYÜ sağlık çalışanlarının, hekim önerisi olmadan daha çok ilaç kullandığı ve daha çok geleneksel tıp tedavisi aldığı görüldü. Literatürün aksine, siberkondri şiddeti normal toplum düzeyiyle aynıydı. Güvenilir sağlık yayını takibi ve TV'de sağlık yayını takip eden bireylerin, takip etmeyen bireylere göre daha yüksek CSS-12 puanlarına sahiptirler. Ayrıca; eczane dışındaki yerlerden ilaç/tedavi için ürün alanlarda da CSS-12 puanı yüksekti. Evde bakıma muhtaç/engelli kişi olması, sigara içiciliği ve ailede sağlıkçı birey olmasının siberkondri şiddeti ile bir bağlantısı bulunulmadı. Sonuç: Siberkondri düzeyinin orta düzeyde olduğu görüldü. Katılımcıların; yüksek siberkondri düzeyi ile ilişkili faktörler arasında evli olmak, genç yetişkin birey olmak, sağlık yayını takip etmek ve eczane dışındaki yerlerden ilaç/ürün almak sayılabilir. Siberkondri konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Siberkondri riski taşıyan kişilere yönelik destek programları geliştirilmelidir. i-BDT'nin siberkondri tedavisinde kullanılması yaygınlaştırılıp sağlık okuryazarlığı artırılmalıdır. Anahtar kelimeler: Siberkondri, İnternette sağlık bilgisi arama, İnternet, CSS-12, i-BDT, SCÖ.Specialist Thesis Evaluation of Depression Severity According To Chronic Obstructive Pulmonary Disease Stages According To Geriatric Depression Scale in Geriatric Patients With Chronic Obstructive Pulmonary Disease Staged According To Gold Classification(2023) Sağmış, Celal; Şahin, Hüseyin AvniSAĞMIŞ C, Van Yüzüncü yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine Başvuran GOLD Sınıflamasına Göre Evrelenmiş KOAH Tanılı Geriatrik Hastaların, Geriatrik Depresyon Ölçeğine Göre Depresyon Şiddetinin KOAH Evrelerine Göre İncelenmesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Van, 2022. Amaç: KOAH tanılı olup depresyon ilişkili semptom ve şikayetlerle Aile Hekimliği polikliniklerine başvurular sık görülmektedir. Ayrıca geriatrik yaşlardaki popülasyonda her iki hastalığa bağlı bulgularla başvurular sıklıkla görülmektedir. Çalışmamızın amacı; geriatrik hastaların kliniğe başvurularında sahip oldukları depresyon ilişkili bulgularının, KOAH nedenli olabileceği olasılığının yanı sıra, yaşlılara has depresyon semptomlarının da ayrıca değerlendirilerek KOAH şiddeti ile depresyon şiddeti arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığının saptanmasıdır. Ayrıca GOLD Sınıflaması göz önünde bulundurularak Göğüs Hastalıkları Hekimlerinin, geriatrik KOAH hastalarının takibinde depresyon olasılığını öngörmelerine yardımcı olunması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmamız; Van Yüzüncü yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine bağlı servis ve polikliniklere başvuran geriatrik yaşlardaki KOAH tanılı hastalarda gerçekleştirilmiştir. Çalışma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Çalışma; 01.02.2023-01.05.2023 tarihlerinde Van Yüzüncü yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine bağlı servis ve polikliniklerde takip ve tedavi için bulunan hastalarla yürütülmüştür. Çalışmamız, 115 hastaya ulaşmayı hedeflemiş, çok daha fazla sayıda hastaya ulaşılmış ancak 116 hasta araştırmamıza katılmayı gönüllü olarak kabul etmiştir. Anket, Dr Celal Sağmış ve İntörn Dr. Diyar Varışlı tarafından hastalarla birebir konuşularak doldurulmuştur. Anket içeriği; hastaların sosyodemografik özellikleri, sahip oldukları tanıları, GOLD Sınıflamasına göre KOAH klinik durumları ve depresyon hastası olup olmadıklarını ve varsa depresyon şiddetlerinin anlaşılması için yapılan Geriatrik Depresyon Skalasının muhtevası olan 30 sorudan oluşmaktadır. Veriler IBM SPSS İstatistik 20 programı kullanılarak sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, en küçük ve en büyük şeklinde değerlendirilmiş, istatistiksel analiz yapılırken, korelasyon analizleri tamamı normal dağılım gösteren verilerimiz için Pearson katsayısı ve Ki-Kare Testi kullanılmış ve p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Çalışmanın etki büyüklüğü 0.3 ve gücü %90 olarak alınmıştır. Bulgular: Doğrudan hekimler tarafından uygulanmış olan araştırmamızda 116 hasta katılmıştır. Bunların 73'ü (%62,9'u) erkek ve 43'ü (%37,1'i) kadındır. Hastaların kaç paket yıl sigara maruziyeti yaşadıkları cinsiyetlerine göre korelasyonları değerlendirildiğinde yüksek anlamlılık düzeyinde (p= 0,000) ve orta derecede korele olarak (spearman korelasyon katsayısı= 0,663) çoğunlukla erkeklerin sigara maruziyeti yaşadıkları görülmüştür. Erkek ve kadın cinsiyetlerinin biomass ve sigara kullanımına göre belirgin şekilde ayrışmaları nedeniyle, sigara ve biomass maruziyetini birleştiren yeni bir parametre oluşturulmasına karar verilerek sigara maruziyeti paket/yıl + biomass maruziyeti yıl olarak toplanarak 'toplam maruziyet paket/yıl + yıl 'olarak oluşturulduğunda cinsiyetler arasında anlamlı fark olmakla beraber, cinsiyetlerine göre hastaların maruziyetlerinin KOAH şiddetiyle korelasyonları arasında hiçbir fark görülmemiştir. Hastaların Göğüs Hastalıkları hekimi tarafından belirlenen GOLD Sınıflamasına göre KOAH şiddetleri açısından klasifiye edildiğinde 28 kişi A (%24,1), 45 kişi B (%38,8), 21 kişi C (%18,1) ve 22 kişi D sınıf (%19) KOAH hastası oldukları bulunmuştur. GDS(Geriatrik Depresyon Skalası) sonuçlarıyla depresyon durumları değerlendirildiğinde 0- 10 arasında skorları olup normal olan kişilerin sayısı 30 (%25,9), 11-13 aralığında olup olası depresyon olarak tespit edilenler 16 kişi (%13,8), 14-20 aralığında bulunarak depresyon hastası oldukları değerlendirilenler 39 kişi (%33,6) ve 21-30 aralığında skorlanıp şiddetli depresyon olarak değerlendirilenlerin sayısı 31 (%26,7) olarak bulunmuştur. GOLD Sınıflamasına göre KOAH şiddetiyle GDS skalasına göre depresyon şiddetleri korelasyonu değerlendirildiğinde veriler anlamlı olup (p=0.01), zayıf koraledir (pearson korelasyon katsayısı= 0,302). Sonuçlar: Araştırmamızda GOLD sınıflaması kullanılarak değerlendirilen KOAH hastalarının GDS'ye göre depresyon şiddetleri karşılaştırıldığında, zayıf pozitif korele olarak depresyon şiddetlerinin KOAH şiddetiyle benzer olarak arttığı görülmüştür. Bunun yanı sıra tüm KOAH hastalarının, toplumdaki genel sıklığın 3 katı kadar daha fazla depresyon hastası oldukları görülmüştür. Bu bakımdan bütün KOAH hastalarının depresyon açısından değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Specialist Thesis Evaluation of Knowledge Levels of Intern and Assistant Doctors About Spinal Muscular Atrophy (sma) Disease in a Tertiary Healthcare Institution(2024) Oğuz, Muhammed; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Spinal Musküler Atrofi (SMA), spinal kord ön boynuz motor nöronları ve beyin sapı motor nükleuslarının dejenerasyonu sonucu progresif geri dönüşümsüz kas atrofisi ve güçsüzlüğü ile karakterize kalıtsal bir nöromüsküler hastalıktır. Gelişmiş ülkelerde yenidoğan ölümleri arasında üst sıralarda olması, bebek ölümlerinde kistik fibrozisten sonra en sık görülen ikinci genetik hastalık olması, mortalite ve morbiditenin yüksek olması bu hastalıktan korunma ve önleyici sağlık politikalarının önemini gözler önüne sermiştir. Bu çalışmada, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki intern ve asistan hekimlerin SMA hastalığı hakkındaki bilgi düzeylerinin ve farkındalıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya dahil etme kriterlerini karşılayan intern ve asistan hekimden oluşan toplam 272 kişiye yönelik literatür ve kaynak kitapların taranması sonucunda elde edilen güncel bilgiler doğrultusunda 10 sorudan oluşan sosyodemografik veriler ve SMA hastalığı hakkında 40 bilgi sorusu olmak üzere toplam 50 sorudan oluşan anket formu yüz yüze görüşülerek doldurulmuştur. Bulgular: Çalışmaya 92'si (%33,8) kadın ve 180'i (%66,2) erkek olmak üzere toplam 272 katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcıların 140'ı (%51,5) intern hekim ve 132'si (%48,5) asistan hekimdir. Çalışmamızdaki katılımcılara yöneltilen sorular alt başlıklara ayrıldığında SMA hastalığı ile ilgili klinik ve taşıyıcı tarama programı konularının bilgi düzeyi diğer bütün alt başlık konularının bilgi düzeylerinden daha yüksek bulunmuştur. Evli olanların bilgi düzeyi, bekar olanların bilgi düzeyinden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0,001). ASM deneyimine sahip olanların bilgi düzeyi, ASM deneyimi olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0,003). Çalışmamızda, katılımcıların yaşı ile meslek süresi ve toplam puan arasında pozitif yönde bir korelasyon tespit edilmiştir. SMA hastalığı hakkında bilgi sahibi olduğunu düşünenlerin bilgi düzeyi, bilgi sahibi olduğunu düşünmeyenlerden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0,001). Asistan hekimlerin bilgi düzeyi, intern hekimlerin bilgi düzeyinden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0,002). Sonuç: Bu çalışma, intern hekimlerin SMA hastalığı hakkında bilgi düzeylerinin yetersiz olduğunu göstermektedir. Ankete katılan hekimlerin çoğu, SMA hastalığı hakkında eğitim almak istediklerini belirtmişlerdir. Bu nedenle, tıp fakültesi derslerinde SMA hastalığına yönelik eğitim içeriğinin artırılması, eğitim materyallerinin sağlanması, mezuniyet sonrasında hekimlere çalıştıkları yerlerde düzenli aralıklarla eğitimlerin devam ettirilmesi, klinik uygulama ve hasta rehberleri oluşturularak bu içeriklere erişimin sağlanması hekimlerin bilgi düzeylerini ve farkındalıklarını artırmak için faydalı olacaktır.Specialist Thesis Evaluation of Prevalence of Depression With the Yesavage Geriatric Depression Scale in the Elderly With Chronic Disease(2024) Kılıç, Kadir; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Yaşlı nüfusun artışından dolayı bu demografik gruba özgü hastalıkların önemi de artmaktadır. Özellikle psikiyatrik rahatsızlıklar arasında, yaşlılık döneminde depresyon ön plandadır. Bu çalışmada, 65 yaş ve üstü kronik hastalığı olan bireylerde depresyon yaygınlığının belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: 65 yaş ve üzeri herhangi bir kronik hastalığa sahip bireylerden oluşan 195 yaşlı ile birebir görüşmeler gerçekleştirilerek ve anketler doldurularak kesitsel bir tanımlayıcı çalışma yapıldı. Bilinç durumundaki değişiklik, konuşma veya duyma güçlükleri nedeniyle iletişime geçilemeyen ve çalışmayı reddeden hastalar çalışma dışında tutuldu. Çalışamamız,Yesavage Geriatrik Depresyon Ölçeği Formu'nu içeren bir anket aracılığıyla yapıldı. İstatistiksel analizlerde, tanımlayıcı istatistiklerde sayı ve yüzde kullanılarak, ki-kare ve t-testi gibi yöntemler SPSS 26 programıyla uygulandı ve p<0,05 değeri anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Araştırmamızda, 65 yaş ve üstü kronik hastalığı olan 195 yaşlı bireyde depresyon sıklığını inceledik. Bu çalışma sonucunda yapılan değerlendirmelerde, depresyon yaygınlığının %35,4 olarak belirlendiği bulunmuştur. Depresyon belirtilerinin sıklığı, ileri yaşta, dul veya boşanmış olma durumunda, düşük eğitim düzeyinde, düşük sosyoekonomik düzey algısına sahip olma durumunda, işsizlik durumunda, yaşlılık maaşı alanlarda, sosyal güvenceden yoksun olanlarda, tek başına kalanlarda, çocuklarının kendisine destek olmadığını söyleyenlerde, yakınlarıyla ilişki yönünden kötü olan bireylerde ve çocuk sayısının fazla olduğu durumlarda daha yüksektir (p<0,05).Cinsiyet, kronik bir hastalığı olup olmama durumu, ilaç kullanıp kullanmama, sigara kullanıp kullanmama depresyon belirtilerinin sıklığını etkilemediği sonucuna varılmıştır. (P>0.05) Sonuç: Çalışmamızın bulgularına göre, Aile Sağlığı Merkezleri'ne başvuran yaşlıların karşılaştığı önemli bir sağlık sorunu depresyon olarak ifade edilebilir. Yaşlılarda depresyonla ilişkili risk faktörlerini de değerlendirerek multidisipliner bir yaklaşımla, bu yaş grubuna özgü koruyucu, tedavi edici ve rehabilitatif yardımlar oluştulmalıdır. Biz aile hekimleri olarak, yaşlı hastaların Aile Sağlığı Merkezleri'ne yaptıkları başvurularda depresyon teşhisine özel bir dikkat göstermeliyiz. ANAHTAR KELİMELER: Depresyon, Yaşlı, Aile Hekimi, Aile Sağlığı Merkezi, Kronik HastalıkSpecialist Thesis Evaluation of the Effect of Social Media Addiction on Sleep Quality in Van Yüzüncü Yıl University Medical Faculty Students(2023) Kaya, Mehmet Emin; Şahin, Hüseyin AvniVan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencilerinde Sosyal Medya Bağımlılığının Uyku Kalitesi Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmesi, Dr. Mehmet Emin Kaya, Uzmanlık Tezi, Van, 2023. Amaç: Bu çalışmada, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi öğrencilerinin sosyal medya bağımlılık ve uyku kalitesi düzeyinin belirlenmesi ve etkili faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte olan bu araştırma Nisan 2023 – Ağustos 2023 tarihleri arasında Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Fakültesi'nde öğrenim gören 595 öğrencinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ile uyku kalitesi, Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği (SMBÖ) ile sosyal medya bağımlılık düzeyi değerlendirilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin %57,82'si erkekti ve yaş ortalaması 22,17 ± 2,32 yıldı. SMBÖ puan ortalaması 52,03 ± 13,28, toplam PUKİ puan ortalaması 6,85 ± 2,82 (%66,39'unun uyku kalitesi kötü) idi. Kadınlarda, birinci sınıfa gidenlerde, yurtta ya da arkadaşlarıyla yaşayanlarda, kronik hastalığı olanlarda, sosyal medyada geçirdiği süre günlük 3 saatin üzerinde olanlarda uyku kalitesi anlamlı düzeyde daha kötüydü (p<0,05). Ayrıca birlikte yaşadığı arkadaş sayısı ve sosyal medya bağımlılık düzeyi (SMBÖ puanı) daha fazla olanlarda uyku kalitesi daha kötü düzeydeydi (p<0,005). Kadınlarda, kronik hastalığı uykusunu olumsuz etkilediğini belirtenlerde, uyku kalitesi kötü olanlarda sosyal medya bağımlılık düzeyi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p<0,05). Yaş arttıkça sosyal medya bağımlılık düzeyinin azaldığı görüldü (p = 0,005). SMBÖ puanı ile PUKİ alt bileşenleri olan öznel uyku kalitesi (r = 0,154, p<0,001), uyku latansı (r = 0,101, p = 0,013), uyku bozukluğu (r = 0,206, p<0,001), uyku ilacı kullanma (r = 0,095, p = 0,021) ve gündüz işlev bozukluğu (r = 0,233, p<0,001) arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde pozitif yönde korelasyon ilişkisi olduğu belirlendi. Sonuç: Bu çalışmada sosyal medya bağımlılık düzeyi daha fazla olan öğrencilerde uyku kalitesinin farklı alt bileşenleri ile birlikte daha kötü olduğu belirlendi. Bu açıdan öğrencilerin farkındalıklarının arttırılmasına yönelik müdahalelerle uyku kalitelerinde iyileşme sağlanabilir.Specialist Thesis Evaluation of the Knowledge Levels of Interns and Assistant Physicians About Skin Cancers(2024) Akbalık, Zülküf; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki asistan ve intörn hekimlerin deri kanserleri hakkındaki bilgi düzeylerinin ve farkındalıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamız kesitsel ve tanımlayıcı tiptedir. Yüz yüze anket çalışmasıdır. Çalışma Ağustos- Eylül 2023 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yürütülmüştür. Çalışmaya araştırmaya katılmayı kabul eden ve onam veren asistan ve intörn hekimler dahil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak 36 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. Sosyodemografik verileri ve deri kanserleri hakkındaki farkındalığı değerlendirmek amacıyla oluşturulan 16 soru, Literatür taranarak ve konusunda uzman hekimlere danışılarak oluşturulan deri kanseri bilgisini ölçen 20 soruluk bilgi düzeyi anketi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 93'ü (%38,7) kadın ve 147'si (%61,3) erkek olmak üzere toplam 240 hekim dahil edilmiştir. Hekimlerin %8,8'i dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi bölümünde, %48,3'ü dahili bölümlerde ve %15'i cerrahi bölümlerde asistan iken %27,9'u intörn hekimdir. Bölümler arasında toplam puan açısından anlamlı farklılık görülmüştür (p<0,001). Bu farklılık dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanı olanlar ile diğer bölümler arasındaki farktan kaynaklanmış olup dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanı olanların puanı daha yüksektir. Dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanlarının aldıkları ortalama puan 18,8±1,0 iken(max. puan 20) , dahili bölüm asistanları 13,7±2,6 puan, cerrahi bölüm asistanları 13,9±1,8 puan ve intörn hekimler 13,4±2,4 puan almıştır. Katılımcıların %29,6'sı deri kanserleri ve prekanseröz lezyonlar hakkında yeterli bilgi sahibi olduğunu, %57,9'u güneşten korunma yöntemleri hakkında yeterli bilgi sahibi olduğunu, %27,9'u deri kanserleri hakkında yeterli eğitim aldığını düşünüyor. Katılımcıların %7,1'i Mezuniyet öncesi ve sonrası deri kanseriyle ilgili herhangi bir kurs veya kongreye katıldığını bildirmiştir. Hekimlerin %46,7'si düzenli güneş kremi kullanıyor iken %52,9'u daha önce kendi kendine deri muayenesi yaptığını belirtmiştir. Sonuç: Bu çalışma ile dermatoloji ve plastik cerrahi asistanları dışındaki asistanların ve intörnlerin deri kanseri bilgisi ve güneşten korunma davranışlarının yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Hekimlere mezuniyet sonrasında da bu konu hakkında eğitim verilmeli ve verilen eğitim ara ara tekrarlanmalıdır. Ayrıca hekimlerin deri kanserleri ve güneşten korunma yöntemleri hakkında bilgi düzeylerini arttırmaları gerekmektedir. Böylelikle hem kendilerini hem de hizmet verdikleri bireyleri deri kanserinden daha iyi koruyabilirler.Specialist Thesis Evaluation of the Level of Knowledge of Van Y.y.u. Faculty of Medicine Intern and Assistant Physicians and Family Physicians Working in Van Province on Basic Life Support and Advanced Cardiac Life Support(2024) Demir, İlhami; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Toplum sağlığının en önemli aşamasında yer alan hekimlerin, hangi branştan olursa olsun, insanlık için hayati önem taşıyan, temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği konularındaki bilgi ve becerileri eksiksiz olmalı, hekimler hastalara etkin bir temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği verebilmelidirler.Yaptığımız bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde görev yapan, intern ve asistan hekimler ile Van ilinde birinci basamakta görev yapan aile hekimlerinin, Amerikan Kalp Cemiyeti (AHA ) ve Avrupa Resüsitasyon Konseyi(ERC) tarafından yayımlanan, en güncel kılavuzlar esas alınarak hazırlanan, çoktan seçmeli anket soruları ile temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği konularında, bilgi düzeyi, bilgilerinin yeterliliği ve güncelliği, ve güncel kılavuzları takip etme oranı araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız kesitsel, tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırma Van YYÜ Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde çalışan intern ve asistan hekimler ile Van ilinde birinci basamakta çalışan (ASM) aile hekimlerine 01.09.2023 ile 01.12.2023 tarihleri arasında yapılmıştır.139 asistan hekim, 60 intern hekim, 67 aile hekimi olmak üzere toplam 266 hekime uygulanmıştır. Veriler hekimlerin onamı alınarak, sosyo-demografik veriler ile, katılımcıların CPR konusunda aldıkları eğitimi ve bu konuda kendilerini yeterli görüp görmediklerini sorgulayan 15 soru ile, 10 temel yaşam desteği bilgi sorusu ,10' da ileri kardiyak yaşam desteği bilgi sorusu olmak üzere toplam 35 sorudan oluşan anket formuyla elde edilmiştir. Bilgi soruları beş şıktan oluşmuştur ve her sorunun doğru cevabı 1 puan olarak hesaplanmıştır.Temel yaşam desteği soruları 10 puan, ileri kardiyak yaşam desteği soruları10 puan üzerinden hesaplanmıştır. Analizler SPSS (Statistical Package for Social Sciences; SPSS Inc., Chicago, IL) 22 paket programında değerlendirilmiştir. Analizlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 92'si kadın (%34,6) ve 174'ü (%65,4) erkek olmak üzere toplam 266 hekim dahil edilmiştir.266 hekimin, 40'ı (%15) acil, anestezi, kardiyoloji bölümünde, 61'i (%22,9) dahili bilimlerde, 38'i (%14,3) cerrahi bilimlerdeki gören yapan toplam 139 asistan hekim iken, 60'ı (%22,6) intern ve 67'si (%25,2) ise aile hekimidir. Hekimlerin TYD ve İKYD sorularından aldıkları toplam puanlar incelendiğinde TYD toplam puan ortalama 5,1±1,8 iken, İKYD toplam puan ortalama 5,6±2,1 olarak saptanmıştır.Bölüm açısından, TYD ve İKYD puanları değerlendirildiğinde acil tıp, anestezi ve reaminasyon ve kardiyoloji asistanları, diğer hekimlerden daha çok puan almıştır.(p=0,008,p<0,001).Kardiyopulmoner arrest hastayla karşılaşma ihtimali yüksek olan, eğitimlerinde aktif TYD ve İKYD eğitimleri olan hekimlerin bilgi düzeyinin daha yüksek olduğunu(p<0,001), CPR kılavuzunu takip edenlerin(p<0,001), daha önce CPR ihtiyacı olan hastaya müdahale edenlerin(p=0,028), kendini TYD ve İKYD konularında yeterli bulanların(p=0,009), en son 3 yıl ve öncesinde TYD ve İKYD eğitimini alanların(p=0,018) ve CPR yaparken hastaya zarar vermekten korkmayanların(p=0,001) İKYD bilgi düzeyini, anlamlı olarak daha yüksek tespit ettik. Ayrıca hekimlerin %57.5'i CPR kılavuzu takip etmediğini, %51.5'i CPR yaparken hastaya zarar vermekten korktuğunu (intern hekimlerde bu oran %63.3 olarak saptandı) %22,2'si TYD ve İKYD ile ilgili bir kurs veya kongreye katıldığını, %94,4'ü ise mezuniyetten sonra TYD ve İKYD hakkında tekrar eğitim verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar, hekimlerin bilgi düzeyini ve güncelliğini arttırmak için branş farketmeksizin, bütün hekimlere mezuniyetten sonrada TYD ve İKYD eğitiminin teorik ve pratik olarak, ilgili birimler tarafından verilmesinin ve kısa aralıklarla tekrar edilmesinin gerektiğini göstermiştir.Ayrıca intern hekimlerin kardiyopulmoner arrest hasta tedavisinde, aktif olarak yer almaları, CPR yaparken hastaya zarar verme korkularını azaltacaktır.Specialist Thesis Evaluation of Van Y.y.u. Assistant Physicians' Attitudes Towards Physician Immigration(2023) Dursun, Mehmet; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Ülkemizde tıp doktorları çalışma hayatında çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Hekimlerin birçoğu bu zorluklar karşısında mesleği bırakma veya kariyerini başka bir ülkede devam ettirme düşüncesine girmektedir. Böylece hekimlerin bulunduğu ülkeden başka bir ülkeye gitmeleri, hekim göçü kavramını ortaya çıkarmıştır. Nitelikli ve iyi yetişmiş sağlık çalışanları olan hekimlerin göçü, bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemiz için de büyük bir sorundur. Bu çalışmamız ile hekimlerin göç etme fikrinde en çok etkili olan nedenlerin gösterilmesi amaçlanmıştır. Hekimleri göçe iten ve göç etmekten alıkoyan faktörlerin anlaşılması hedeflenmiştir. Araştırmamız ile elde ettiğimiz bu veriler ışığında hekim göçü sorununa yetkili mercilerin dikkatini çekmek ve problemin çözümüne yol göstermek hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir anket çalışmasıdır. Literatür taraması sonucunda; hekimlerin göç etme isteğini ve bu isteklerinin nedenlerini sorgulayan 11 tane 'evet/hayır' seçenekli soru ve 23 öncülden oluşan 'Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Asistan Hekimlerinin Hekim Göçüne Yönelik Tutumlarının Değerlendirilmesi Anketi' oluşturulmuştur. Bu anket Van Y.Y.Ü. asistan hekimlerinden 208 gönüllüye, 19.09.2023-04.11.2023 tarihleri arasında uygulanmıştır. Elde edilen veriler, istatistiksel analizler SPSS (ver. 20) paket programında incelenmiştir. Verilen yanıtlarla çıkan sonuçlardan, kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler sayı ve yüzde hesaplanmıştır. Kategorik değişkenler ve gruplar arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla Ki-kare Testi yapılmıştır. İstatistiksel olarak önemlilik sınırı p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza toplam 208 kişi katıldı. Katılımcıların %38.46'sı kadın (n=80), %61.54'ü erkektir (n=128). Erkek katılımcıların kariyerini yurtdışında sürdürme isteği oranı, kadın katılımcıların oranından daha fazladır (0.672 > 0.45). Cinsiyet ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.002). Bekar katılımcılardaki gitme isteği oranı evli katılımcılara göre daha yüksektir (0.639 > 0.559). Medeni durum ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.265). Çocuğu olmayan katılımcılarda gitme isteği oranı çocuğu olanlara göre daha yüksek çıkmıştır (0.603 > 0.548). Çocuk sahibi olmak ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.467). Cerrahi branşlardaki gitme isteği oranı dahili branşlardakine göre daha yüksektir (0.647 > 0.557). Branş ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.217). Aile gelir düzeyi kötü olan katılımcıların gitme isteği oranı iyi olanlara göre daha yüksektir (0.759 > 0.52). Aile gelir düzeyi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.002). Yabancı dil düzeyi kötü olanlarda gitme isteği oranı, yabancı dil düzeyi iyi olan katılımcılarınkine göre daha yüksektir (0.744 > 0.475). Yabancı dil düzeyi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.0001). Güçlü kişisel bağları olmayan katılımcılardaki gitme isteği oranı güçlü bağları olan katılımcıların gitme isteği oranından daha yüksektir (0.69 > 0.547). Güçlü kişisel veya köklü aile bağları ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.06). Özgüven seviyesini yeterli bulan katılımcıların gitme isteği oranı özgüven seviyesini yeterli bulmayanların gitme isteği oranından daha yüksektir (0.642 > 0.486). Özgüven seviyesi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.029). Hekime şiddete maruz kalan katılımcıların gitme isteği oranı uğramayanlara göre daha yüksektir (0.628 > 0.389). Çalışma hayatında sözel veya fiziksel saldırıya uğrama ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.008). Yurtdışında yakın arkadaş veya akrabası olan katılımcılarda gitme isteği oranı, yurtdışında yakın arkadaş veya akrabası olmayanlara göre daha yüksektir (0.643 > 0.471). Yurtdışında akrabası veya yakın arkadaşa sahip olma ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.018). Yurt dışına göç etmeyi düşünen hekimlerin %81.9'u (n=100) mesleki saygınlıklarının azalmasından, %72.1'i (n=88) çalışma koşullarının kötü olmasından, %70.4'ü (n=86) gelecek kaygısı olduğundan dolayı bu kararı aldığını açıklamıştır. Sonuç: Çalışmamızda cinsiyet, aile gelir düzeyi, yabancı dil düzeyi, özgüven seviyesi, çalışma hayatında saldırıya uğramış olmak ve yurt dışında yaşayan yakın bir tanıdığa sahip olmak ile kariyerini yurt dışında sürdürme isteği arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Göç düşüncesinde en etkili faktörlerin mesleki nedenler ve daha iyi yaşam koşulları olduğu bulunmuştur. Çalışmamız ile ülkemizde hekim göçü sorununun ciddiyeti ve gerekçeleri gösterilmiştir. Böylece problemin çözümü için bir rehber olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Hekim göçü, Türkiye'de doktorluk, göç, asistan hekim.Specialist Thesis Evaluation Of Van Yüzüncü Yıl University Medical Faculty Intern And Resident Doctors Views On Homosexuality(2024) Mavi, Mehmet Emin; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Hekimlerin, toplumun bir kesimine karşı ön yargılı olması sağlık sisteminin işleyişini bozacak, kişilerin sağlık hakkını engelleyecek ve bu durum tıp etiği ile bağdaşmayacaktır. Bu nedenlerle doktorların toplumun her kesimine karşı olumlu bir tutum içinde olması ve eşit davranması önem arz etmektedir. Mevcut çalışma ile Van YYÜ Tıp Fakültesi intörn ve asistan hekimlerinin eşcinsellere karşı olan tutumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Elde edilecek sonuçlar, katılımcı doktorların hastane ortamında ve toplumda eşcinsel bireylere yaklaşımını gösterecektir. Bu veriler ışığında eşcinsel bireyleri toplumda ve sağlık sisteminde mağdur eden uygulamaların azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılması hedeflenmektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir anket çalışmasıdır. Literatür taraması sonucunda, Eşcinsellik Algı Ölçeği Formu oluşturulmuş; bu form, sanal ortamda, Van Y.Y.Ü. intörn/asistan hekimlerinden oluşan 180 gönüllüye, 01.05.2024-01.06.2024 tarihleri arasında uygulanmıştır. İstatistiksel analizler MS Excel ve SPSS (ver. 27) paket programları aracılığıyla yapılmıştır. Kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler verilmiştir. Eşcinselliğe karşı tutumun sosyodemografik bilgilerle olan ilişkisini incelemek için, bağımsız örneklem t testi ve Oneway ANOVA testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık sınırı %5 (p<0.05) kabul edilmiştir. Bulgular: Mevcut çalışmada 180 katılımcıdan elde edilen sonuçlar irdelenmiş, bulgular ve tartışma bölümlerinde detaylı ve kıyaslamalı şekilde sunulmuştur. Katılımcıların eşcinsellik algı formundan aldıkları skor puanları hesaplanmış ve ortalama puan 3.4079, minimum puan 1.65 ve maksimum puan 4.83 olarak elde edilmiştir. Analizler sonucunda, eşcinselliğe karşı; kadınların erkeklere (X ̅=3.584> X ̅=3.267); bekarların evlilere (X ̅=3.521> X ̅=3.216); çocuk sahibi olmayanların, olanlara (X ̅=3.463> X ̅=3.064); toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alanların, almayanlara (X ̅=3.511> X ̅=3.279); farklı cinsel yönelime sahip başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olanların, bu deneyime sahip olmayanlara (X ̅=3.765> X ̅=3.282); bu deneyime sahip olanlardan, herhangi bir zorlukla karşılaşanların da hiçbir zorlukla karşılaşmayanlara (X ̅=3.161> X ̅=2.856) göre daha olumlu tutum sergilediği ve anlamlı farklar (p<0.05) yarattığı görülmüştür. Ayrıca 20-24 yaş grubunun (X ̅=3.729) diğer gruplardan daha olumlu tutum sergilediği ve bu grup ortalamasının diğer grup ortalamalarından anlamlı bir şekilde farklılaştığı (p<0.05) görülmüştür. Mesleki deneyim ve eşcinselliğe karşı tutum arasında anlamlı bir farklılaşma görülmezken; etnik köken, dini inanış ve cinsel yönelim ile bu tutum arasındaki ilişki anlamlı olsa dahi, alt grupların dengesiz dağılımı ve yetersiz katılımcının olması sebebiyle bu ilişkinin sağlıklı olmayacağı belirtilmiştir. Sonuç: Katılımcıların cinsiyeti, yaşı, medeni durumu, çocuk sahibi olup olmaması, öğrenim yaşamı boyunca toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alıp almaması ve farklı cinsel yönelime sahip başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olup olmamasına göre; eşcinselliğe karşı tutumda anlamlı farklar gözlenmiştir (p<0.05). Kadınların, bekarların, çocuk sahibi olmayanların, toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alanların ve farklı cinsel yönelimdeki başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olanların ortalaması diğer gruplara göre daha yüksek çıkmıştır. Tıp fakültesi öğretim programlarında toplumsal cinsiyet, eşcinsellik vb eğitimlerin daha çok yer alması ve bu tarz çalışmaların daha büyük örneklem grupları üzerinde yapılması önerilerinde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Eşcinsellik, asistan hekim, intörn.Specialist Thesis Fever Management in the Children of Mothers Applying To the Family Medicine and Pediatrics Polyclinics of the Faculty of Medicine; Evaluation of Knowledge, Attitudes and Behaviors(2024) Ashi, Yasin; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmamız annelerin ateş bilgi düzeyleri, ateşe karşı kaygı düzeyleri ve çocukları ateşlendiğinde yaptıkları uygulamayı tespit edip ona göre doktorların ve hemşirelerin annelere bilgi verirken bu eksik olan tarafları dikkate alarak bilgi vermeleri amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Araştırma, Ekim 2023-Ocak 2024 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmamız YYÜ Tıp Fakültesi özelinde yapılmıştır. Araştırmanın yapıldığı yer ve kime yapıldığı: Ekim 2023-Ocak 2024 tarihlerinde hastanenin Aile Hekimliği ve Çocuk Hastalıkları Polikliniklerine herhangi bir sebeple başvuran 200 anneye yapılmıştır. Bulgular: Araştırmamızda annelerin % 70'inin evde ateş ölçtüğünü, %91,5'inin çocuğunun ateşlendiğini fark ettiğini, %75'i ateş nedeniyle daha önce çocuğunu hastaneye götürdüğünü belirtmiştir. %77,5'i ateş konusunda daha önce bilgi almış ve bunların sadece %68'i ateş konusunda doktor tarafından bilgilendirilmiş. %11.5'i daha önce çocuğunun havale geçirdiğini belirtmiş. %49.5'i çocuğunun ateşinin yükseldiğini; çocuğunun vücudunun normale göre daha sıcak gelince anladığını , %50'si ateşi koltuk altından ölçtüğünü belirtmiştir. %63'ü yüksek ateşin kaç derece olduğunu bildiği, %30'u ateşin tekrar ölçüm aralığının 30 dk. olduğunu bildiği anlaşılmıştır. Ateş yükseldiğinde sadece %27'si çocuğunun üzerindeki elbiseleri çıkarttığını belirtmiştir. Ilık uygulamanın nerden yapıldığını sadece %42'sinin bildiği anlaşılmıştır. Ilık uygulamayı %67,5'i ılık suyla yaptığını belirtmiştir. Sadece %15'inin ateş düşürücü verilmesi gereken vücut sıcaklığını bildiği anlaşılmıştır. Katılımcıların %57'si çocuğa ilacını reçeteye göre verdiğini bildirtmiştir. %90'dan fazlası ateş düşürücü ilacın kaç saat arayla verildiğini bildiği anlaşılmıştır. %94'ü yapılan müdahale ile ateş düşmezse doktora başvurduğunu , %85,5'i çocuklarda ateş düşürmek niyetiyle parasetamol ve ibuprofen kullandığını , %48'i ateş düşürücü ilacın verilme sebebinin ateş ve semptomları gidermek olduğunu , %76,5'i ateş düşürücü ilacı doktor reçetesiyle aldığını belirtmiştir. Sonuç: Araştırmada, annelerinin sosyoekonomik, ateşe karşı kaygı ve ateş bilinç puanı orta seviyede bulundu. Okuma yazması olmayan, köyde yaşayan, gelir durumu düşük olan ve ev hanımı olan annelerin ateş bilinç puan ortalaması düşük, ateşe karşı kaygı düzeyleri ise yüksek bulunmuştur. Üniversite mezunu olan annelerin ateş bilinç puan ortalaması yüksek, ateşe karşı kaygı düzeyleri ise düşük bulunmuştur. Anne yaşı ile ateş bilinci ve annenin kaygısı arasında ilişki bulunamamıştır. Sosyoekonomik düzeyi düşük olanların ateş bilinç düzeyi daha düşük, ateşe karşı kaygı düzeyi ise daha yüksek tespit edildi. Annelerin ateşe karşı kaygı düzeyleri ile ateş bilinci arasında negatif korelasyon tespit edildi. Anahtar sözcükler: Ateş, Ateş yönetimi, Annelerde ateşe yaklaşımArticle Hastane Çalışanlarında Renk Körlüğü Taraması(2003) Sucaklı, Mustafa Haki; Şahin, Hüseyin Avni; Özdemir, Murat; Gülümser, SelçukAmaç: Hastane çalışanlarında konjenital renk körlüğü prevalansmı saptamak ve bilgisayar yardımlı renk körlüğü tanı testinin güvenilirliğini belirlemek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Kasım 2001-Aralık 2001 tarihleri arasında, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 'nde 730 hastane çalışanı üzerinde yürütüldü. Tüm olgular, Ishihara 'nın psödoizokromatik levhaları ve bilgisayar yardımlı renk körlüğü testi ile değerlendirildi. Verilerin istatistiksel analizinde ki-kare, duyarlık ve özgüllük testleri kullanıldı. Bulgular: Çalışma kapsamına alman 730 hastane çalışanının 410'u (%56) kadın, 320'si (%44) erkekti. Olguların 27'sinde (%3.7) konjenital renk körlüğü tespit edildi. Bunların 4 'ü kız (%0.97), 23 'ü erkekti (%7.19). Konjenital renk körlüğü tespit edilen 27 olgunun 11 'i (%40.74 'ü) renk körü olduklarını bu araştırma esnasında öğrendi. Daha önce öğrenen 16 olgunun 14'ü (%87.5) bu durumu 19yaş ve üzerinde öğrendiklerini ifade etti. Ishihara 'nın psödoizokromatik levhaları ile bilgisayar yardımlı renk körlüğü testi sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Sonuçlar: Bireylerin büyük çoğunluğu, meslek seçimlerini yaptıkları dönemde renk körlüğü problemlerinin varlığından habersizdir. Bilgisayar yardımlı kendi kendine uygulanabilir test, Ishihara testi ile uygunluk göstermekte olup geniş taramaların yapılabilmesine olanak vermektedir. Bu testin uygulanmasıyla, konjenital renk körlüğünün erken teşhisi mümkün olacak ve istenmeyen sonuçlar önlenebilecektir.Other Hellp Syndrome and Impact of Extended Period of Corticosteroid Administration(2002) Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniUzun süreli kortikosteroid kullanımının HELLP sendromuna etkisini değerlendirmek. Haziran 1998 ile Haziran 2001 tarihleri arasında tedavi edilen 46 antenatal HELLP tanısı konan hastanın verileri incelenerek aldıkları kortikosteroid tedavisinin doz ve süresine göre 3 çalışma grubu oluşturdu. 1. gruptaki 18 hastaya serebral ödem nedeniyle günde toplam 24 mg dexamethasone 72 saat süreyle verilmişti ve sonra doz azaltılarak kesilmişti, 2. gruptaki 11 hastaya 12 saat arayla 2 defa 12 mg betamethasone verilmişti ve 3. gruptaki 17 hastaya steroid verilmemişti. Hastaların yaş, gravida, parite, gestasyonel yaş, HELLP sendromunun klası, yatış ve postpartum kan basınç değerleri, 1. ve 3. gün trombosit sayısı, AST, ALT, BUN, kreatinin değerleri, rebound fenomeni, kan transfüzyonu gereksinimleri, doğum şekilleri, hastanede kalış süreleri, mortalite ve komplikasyon oranları kaydedildi. Grupların özellikleri benzer idi. Steroid ile tedavi edilen gruplarda trombosit sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı yükselmeler saptandı. Rebound fenomeni oranı uzun süreli steroid kullanan grupta anlamlı olarak düşük idi. Uzun süreli steroid kullanılan HELLP tanılı hastalarda trombosit sayısı anlamlı olarak daha hızlı düzelmiş ve daha düşük oranda rebound fenomeni saptanmıştır. Bu bulgular bu tedavi şeklinin seçilmiş ağır hastalarda daha stabil bir durum oluşturmada faydalı olabileceği kanaatini uyandırmıştır.Article Hemodiyaliz Hastalarında Hcv Enfeksiyonunun Serum Lipid Profili Üzerine Etkileri(2010) Şahin, İdris; Şahin, Hüseyin Avni; Eminbeyli, Lokman; Kaba, İsmetAMAÇ: Hemodiyaliz (HD) hastalarında hepatit C virüs (HCV) enfeksiyonunun serum lipid düzeyleri üzerine etkilerini araştırmak.GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya iki aydan uzun süredir HD tedavisi gören 108 hasta dahil edildi. Hastalar HCV pozitif ve negatif omak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grubun serum total kolesterol (TK), trigliserid (TG), yüksek yoğunluklu lipoproteinler (HDL), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), ve çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) düzeyleri karşılaştırıldı.BULGULAR: Olgularımızın 55'i (%58 E) anti-HCV (-) ve 53'ü (%64 E) anti-HCV(+) idi. Anti- HCV(-) grubun yaş ortalaması 43±16 yıl ve HD süresi 20±16 ay iken anti-HCV(+) grupta bu değerler sırası ile 43±14 yıl ve 50±32 ay idi. Yaş ve cinsiyet yönünden her iki grup benzer iken HCV(+) grupta HD süresi daha uzun idi (p<0,0001). Hastaların TK düzeyleri karşılaştırıldığında anti-HCV(-) grupta 148±42 mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 129±27 mg/dl idi. Gruplar arasındaki fark anlamlı idi (p=0,006). Anti-HCV negatif grupta TG düzeyleri 162±64 mg/dl iken anti-HCV pozitif grupta 137±55 mg/dl saptandı. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,032). Anti-HCV(-) grupta ortalama HDL düzeyleri 36±11mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 32±11 mg/dl idi. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0,036). Her iki grubun hem LDL hem de VLDL düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmamızda, serum ALT düzeyleri ile serum lipid düzeyleri arasında herhangi bir istatistiksel ilişki saptanmazken; serum AST düzeyleri ile TK, TG ve HDL düzeyleri arasında anlamlı korelasyon saptandı. Serum AST değeri >30 iü/dl ve <30 iü/dl olan hastalar karşılaştırıldığında ortalama serum TK, TG ve VLDL düzeyleri, AST >30 olan grupta istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük saptandı.SONUÇ: Hemodiyalize giren HCV (+) hastalarda serum TK, TG ve HDL düzeyleri HCV (-) hastalara göre daha düşüktür. Serum AST düzeyleri arttıkça TK, TG ve VLDL düzeyleri azalma eğiliminde idi.Specialist Thesis Investigation of Depression Frequency, Risk Factors, and Social Support Levels in Mothers With Postpartum 2-Week Babies Who Applied To Van Yüzüncü Yıl University Dursun Odabaş Medical Center(2021) Gödur, Fatma Çelebi; Şahin, Hüseyin AvniDoğum sonrası depresyon anne, bebek, aile ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen bir rahatsızlıktır. Doğum sonrası depresyon sıklıkla tanı alamamakta ve göz ardı edilmektedir. Bu dönemi yaşayan pek çok kadın hayatlarının en güzel anlarında depresif duygular yaşadıkları için suçluluk duyar ve belirtileri saklarlar. Bu çalışmamızın amacı postpartum dönemdeki annelerde depresyon sıklığı, risk faktörleri ve sosyal destek düzeylerini belirleyip erken tanı konulması ve Aile hekimleri tarafından postpartum depresyondaki annelere verilen desteğin artırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Aile hekimliği ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 2 haftalık-18 aylık bebeği olan 200 annenin dâhil edildiği, Kasım 2020 ile Şubat 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilen kesitsel tanımlayıcı tipte bir anket çalışmasıdır. Çalışma anketi Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ve sosyodemografik bilgi formu soruları olmak üzere 55 sorudan oluşmaktadır. Araştırmanın konusu ve kapsamı hakkında katılımcılara bilgi verildikten ve onamları alındıktan sonra, hazırlanan çalışma formu yüz yüze soru cevap tekniğiyle 10-15 dakika süre zarfında uygulandı. İstatistiksel analiz yapılırken Pearson Korelasyon Testi Ki-Kare Testi ve Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmıştır. P<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaşları 18 ve 45 yaşları arasında olup ortalama yaş 28,25±6,15 olarak saptanmıştır. Evlenme yaşına bakıldığında 13-40 yaş arasında değişmekte olup ortalama evlenme yaşı 20,15±3,66 olarak bulunmuştur. Katılımcıların öğrenim durumuna bakıldığında % 23,5'i(n:47) okur-yazar değil, %30,5'i(n:61) ilkokul, %18'i(n:36) ortaokul, %14,5'i(n:29) lise ve %13,5'i yüksekokul/üniversite mezunu olduğu saptanmış olup bu annelerin %92,5'i(n:184) çalışmamaktadır. Çalışmaya katılan annelerin %35,5'inde (n:71) EDSDÖ puanına göre PPD varlığı saptanmıştır. Evlenme yaşı, çocuk sayısı, sağlık güvencesi, evde eş ve çocuk dışında yaşayanın olması ve bundan memnuniyet, bebek bakımında kendini yeterli hissetme ve evlilikten memnuniyet ile PPD arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. ÇBASDÖ ve EDSDÖ karşılaştırıldığında ÇBASDÖ puanı arttıkça EDSDÖ puanının azaldığı tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmada postpartum depresyon oranı yüksek bulunmuş ve risk etmenleri tespit edilmiştir. Aile hekimlerine başvuran gebelere doğumda ve doğum sonrası dönemde yaşanabilecek durumlar anlatılmalı, bebek bakımı ve bebeği emzirme konusunda anne adayları bilgilendirilmelidir. Böylece annenin doğum sonrası döneme kendini hazır hissetmesi sağlanarak postpartum depresyon risk faktörleri azaltılabilir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »