Browsing by Author "Şahin, Hanım Güler"
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Article Can Kinesio Taping Be a Novel Treatment Option for Emesis Gravidarum? a Randomized Preliminary Study(2018) Karaman, Erbil; Kaplan, Şeyhmus; Şahin, Hanım Güler; Kolusarı, Ali; Alpaycı, Mahmut; Çetin, OrkunThis prospective, randomized study included 77 women divided randomly into two groups. To investigate the effect of Kinesio taping on nausea and vomiting in women with Emesis Gravidarum. The study group received standard medications as metaclopramide(10 mg) twice in a day and vitamin B6(30 mg) single dose in a day and was performed Kinesio taping on the stomach region over the abdomen, while the control group received only the standard medications for treatment of emesis gravidarum. The degree of nausea and vomiting was evaluated by a 10-cm visual analogue scale (VAS) and Pregnancy unique quantification of emesis (PUQE) scoring. There was no statistically significant difference between the two groups regarding mean of age, gravidity, parity, body mass index, gestational weeks at admission. Both groups showed a significant reduction in nausea and vomiting after the treatments. However, when considering the decrease in PUQE scores and VAS scores in groups from baseline at admission to the fifth day of treatment, the Kinesio tape group was significantly superior than the control group (p=0.048). This randomized, preliminary study demonstrates that Kinesio taping can be a useful and novel treatment option as supplement to the standard medication in the management of emesis gravidarum.Specialist Thesis Doppler Ultrasonografide Umblikal Arter Rezistans İndeksi Yüksek ve Normal Olan Gebelerin Sezaryen Sonrası Anne ile Kordon Kanında Kortizol ve Prolaktin Seviyelerinin Karşılaştırılması(2007) Yıldırım, Neşet; Şahin, Hanım GülerAmaç: Bu çalışmada USG' de Umblikal Arter (UA) RI'i yüksek bulunan hastalar ve normal RI'İ olan hastalarda anne kanı ile umblikal kordon kanında kortizol ve prolaktin düzeylerinin UA RI'i ile olan ilişkisini araştırmak amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Doğumları kliniğimizde sezaryenle gerçekleştirilen Doppler USG'de rezistans indeksi yüksek ve normal olan hastalar (n:61) çalışmaya dahil edildi. Çalışma grubunu Doppler USG'de UA RI'i yüksek bulunan hastalar(n:30) oluşturdu. Kontrol grubunu ise UA RI'i normal sınırlarda olan hastalar (n:31) oluşturdu. Bu hastalarda doğumdan sonra kordon ve anne kanında kortizol, prolaktin düzeyleri değerlendirildi. Gruplar arasındaki kortizol ve prolaktin düzeylerinin birbiriyle olan ilişkisi araştırıldı.İstatistiksel yöntem olarak Student's-t independent testi Ki-kare ve Mann-Whitney U testi kullanıldı. Anlamlılık sınırı p<0.05 olarak alındı.Bulgular: Çalışmaya katılan gruplar arasında maternal kortizol, prolaktin, AKŞ, yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Kordon kanı prolaktin düzeyi arasında da anlamlı fark saptanmadı. Ancak çalışma grubunda(10.08 ?g/dl ±7.82, p:0.03) kordon kanı kortizol düzeyi, kontrol grubundan (6.22 ?g/dl ±5.29, p:0.03) (p<0.05).anlamlı olarak yüksek bulundu. Çalışma grubunda APGAR skoru (8.27±1.01, p:0.03) ve pH (7.31±0.07, p:0.03) kontrol grubuna göre (8.81±0.91, 7.34± 0.04, p:0.03, ) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptandı (p<0.05).Sonuç: Doppler USG' de Rİ'i yüksek tespit edilen gebeliklerde fetüsün distrese maruz kaldığı ve distrese anneden bağımsız olarak kortizol salgısını arttırdığı kanaatindeyiz. Fetal distresin maternal ve fetal prolaktin seviyesine etki etmediğini düşünmekteyiz.Specialist Thesis Effect of Antibiotic Regimen on Intraamnioticinflammation in Premature Rupture of Membranes Andneonatal Outcomes(2024) Polat, Hatice Boylu; Şahin, Hanım GülerBu çalışmada 24-34 haftalar arasında erken membran rüptürü (PROM) tanısı alan olgulara uygulanan iki farklı antibiyotik rejiminin maternal ve neonatal klinik sonuçlara etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Randomize kontrollü tipte olan bu prospektif çalışmaya, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Obstetri Kliniği'nde 1 Ocak 2023 – 31 Temmuz 2023 tarihleri arasında PROM tanısıyla antibiyotik başlanan 100 olgu dâhil edilmiştir. Gruplar uygulanan antibiyotik tedavisine göre 50'şer kişilik iki gruba ayrılmıştır. (i) İlk 48 saat sulbaktam + ampisilin 4*2 gr, 3. gün 1 gr azitromisin, 4-7. günler amoksisilin 500 mg tb 3*1. (ii) İlk 48 saat seftriakson 1*1 gr + klaritromisin 500 mg 2*1, 3. günden itibaren klaritromisin 500 mg 2*1 + amoksisilin 500 mg 3*1. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 28,00 ± 4,56 yıl, gestasyonel yaş ortalaması 32,94 ± 2,82 haftaydı. Latent süresi ortalaması 9,22 ± 2,03 gündü. Yenidoğanların %43'ünde YYBÜ ihtiyacı, %41'inde solumun desteği ihtiyacı oldu ve %4'ünde yenidoğan sepsisi gelişti. Annelerde postopartum dönemde sepsis ya da ek patoloji saptanmadı. Doğum öncesinde kaydedilen AFI değeri grup 1 ile karşılaştırıldığında grup 2 olgularda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha azdı (p = 0,012). Gruplar arasında latent süresi ve diğer yenidoğan ve maternal klinik sonuçları bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Çalışmamızda uygulanan antibiyotik rejimlerinin birbirine üstünlüklerinin olmadığı saptandı. Bu antibiyotik rejiminlerinden hangisi mevcutsa PROM olgularında kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Bu açıdan yapılacak daha kapsamlı çalışmalarla PROM olgularında antibiyotik uygulamalarının gebelik sonuçlarına etkisi daha net olarak ortaya konabilir.Specialist Thesis Evaluation of Fetal Cardiac Effects of Mgso4 Use in Severe Preeclampsia and Eclampsia With Myocardial Performance Index(2022) Kartal, Ülkü Yaka; Şahin, Hanım GülerŞiddetli Özellikler Gösteren Preeklampsi ve Eklampside MgSO4 Kullanımının Fetal Kardiyak Etkilerinin Myokardiyal Performans İndeksi ile Değerlendirilmesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Van, 2022. Bu çalışmada, şiddetli özellikler gösteren preeklampsi ve eklampside konvülziyonu önleme amaçlı kullanılan magnezyum sülfat tedavisinin fetal kardiyak etkilerinin MPI kullanılarak araştırılması amaçlanmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisi'nde, 18-45 yaş arası, takipli, şiddetli özellikler gösteren preeklampsi ve eklampsisi bulunan 50 gebe incelenmiştir. Çalışmaya katılan hastaların demografik özellikleri gebelik, doğum, düşük sayıları, doğum şekilleri ve hastanın labaratuvar tetkikleri kayıt altına alındı. MgSO4 tedavisi öncesi ve sonrası Mg düzeyi ve MPI ölçümü kaydedildi. Hastaların yaş ortalaması 31,70 ± 5,99 ve doğum haftası ortalaması 32,49 ± 4,49'dur. Yapılan Doppler USG'ye göre fetüslerin umbilikal arter sistol/diastol oranı ortalaması 3,07±1,05, pulsatilite indeksi ortalaması 1,18±0,16, rezistans indeksi ortalaması 0,71±0,08'di. Gebelerin %18'i normal spontan vajinal yolla, %82'si ise sezaryen ile gebeliği sonlandırıldı. Yeni doğanların 1.dk APGAR skor ortalaması 6,14±1,73, 5.dk APGAR skor ortalaması 7,95±1,01 olarak tespit edildi. Gebelerde tedavisi öncesi MPI ölçümü ortalaması 0,41 ± 0,18 iken tedavi sonrası 0,49 ± 0,09 olarak bulundu. Şiddetli özellikler gösteren preeklampsisi olan gebelerde MgSO4 tedavi öncesi ve sonrası MPI ölçümü ortalamalarının karşılaştırmasında anlamlı bir farklılık tespit edildi. Ayrıca tedavi öncesi ve sonrası MPI ölçüm farklarını etkileyen bir faktörün olmadığı gösterildi.Specialist Thesis Evaluation of Nesfatin-1, Adropin, Irisin and Preptin Values in Patients With a History of Recurrent Pregnancy Loss(2020) Önal, Perihan; Şahin, Hanım GülerAmaç: İrisin, nesfatin-1, adropin ve preptin hormonlarının tekrarlayan gebelik kayıpları (TGK) üzerine olan etkilerini incelemek. Materyal metod :Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde, Ocak 2019 ve Temmuz 2020 tarihleri arasında polikliniğe başvuran TGK öyküsü olan 100 ve TGK öyküsü olmayan 104 toplamda 204 katılımcının dahil edildiği prospektif bir çalışmadır. TGK öyküsü olanlarda etiyolojik faktörler yönünden incelendikten sonra, herhangi bir faktör bulunmayan hastalar çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların kanında irisin, nesfatin-1, adropin ve preptin düzeylerine bakıldı. Katılımcıların gravida, parite ve abort sayıları, yaş, boy, kilo, vücut kitle endeksi (VKİ), açlık kan şekeri (AKŞ) değerleri kayıt altına alındı. Bulgular: Araştırmaya TGK hikayesi olan 100, TGK hikayesi olmayan 104 kişi olmak üzere toplamda 204 katılımcı dahil edildi. Kan örneklemesi yapılan katılıcımların 48.5%'i (n: 99) gebeyken 51.5%'i (n: 105) gebe değildi. Gebelerde irisin (ortanca 827.9'a karşı 832.7, P < 0.0001) düzeyleri TGK olmayan ve örnekleme sırasında gebe olan olgularda anlamlı şekilde yüksek izlendi. Nesfatin-1 (ortalama: -1044, %95 güven aralığı: -1150 – -938, P < 0.0001) ve preptin (ortalama: -6.0, %95 güven aralığı: -6.19 – -5.80, P < 0.0001) düzeyleri tekrarlayan gebelik kaybı olmayan ve örnekleme sırasında gebe olan olgularda anlamlı şekilde düşük izlendi. Analiz örnekleme sırasında gebe olmayan katılıcımlarda tekrarlandığı benzer bulgular irisin, adropin, nesfatin-1 ve preptin düzeyleri için P < 0.0001 anlamlılık düzeyinde tekrarlandığı izlendi. Sonuç: İrisin, nesfatin-1, preptin ve adropin hormonlarının metabolizma üzerinde farklı etkileri bulunmaktadır. Direkt ya da indirekt olarak insülin direncini (İD) etkileyerek materno-fetal glukoz homeostazını bozduğu, moleküler ve immünolojik faktörler üzerinden etki ederek, villöz trombozu indüklediği ve böylece plasental kan akışını bozduğu ya da endometriyal reseptiviteyi olumsuz etkileyerek implantasyon başarısızlığına yol açtığı düşünülmektedir. Çalışmamız; TGK öyküsü olan kadınlarla, böyle bir öyküye sahip olmayanlar karşılaştırıldığında adropin ve irisin hormon düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük olduğunu gösterirken, nesfatin-1 ve preptinin düzeylerinin daha yüksek olduğunu göstermiştir. Nesfatin-1, irisin, adropin ve preptin hormonları ve GK' ları arasındaki ilişkiyi daha net ortaya koyabilmek için; karıştırıcı faktörlerin etkisinin olmadığı, daha çok randomize kontrollü çalışmalara gerek duyulmaktadırSpecialist Thesis Evaluation of the Fetal Conus Medullaris in Central Nervous System Anomalies Using 3D Ultrasound(2025) Demir, İlknur Zeynep; Şahin, Hanım GülerAmaç: Bu çalışmada, santral sinir sistemi (SSS) anomalileri bulunan ve sağlıklı gebeliklerde fetal konus medullaris'in (CM) 3 boyutlu (3D) ultrasonografi ile değerlendirilerek, vertebral sonlanım düzeylerinin ve ilgili biyometrik parametrelerin karşılaştırılması amaçlanmıştır. CM'nin lomber vertebralara göre sonlanım seviyesinin prenatal dönemde tanısal bir biyobelirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Obstetrik ve Perinatoloji Kliniği'nde yürütülen bu prospektif gözlemsel vaka- kontrol olan çalışmada, 11–22. gebelik haftaları arasında olan, tekil gebeliğe sahip, 18–45 yaş aralığındaki, BKİ <30 olan toplam 100 gebe değerlendirildi. Elli olgudan oluşan hasta grubuna prenatal ultrasonografi ile SSS anomalisi tanısı konmuşken, kontrol grubunu aynı haftalarda sağlıklı seyreden 50 gebe oluşturdu. Tüm katılımcılara Voluson E8 marka 3D ultrasonografi cihazı ile fetal CM değerlendirmesi yapıldı. CM sonlanım düzeyi vertebral kolona göre belirlendi, ayrıca CM ile sakrum alt ucu ve karın ön duvarı arasındaki mesafeler, abdominal çevre (AC), femur uzunluğu (FL) ve tahmini fetal ağırlık (TFA) ölçümleri kaydedildi. Veriler SPSS 27.0 (IBM Corp., Chicago, IL, ABD) programıyla analiz edildi. Normallik Kolmogorov-Smirnov testiyle değerlendirildi. Sürekli değişkenler ortalama ± standart sapma, kategorik veriler ise sayı (yüzde) olarak sunuldu. Karşılaştırmalarda bağımsız örneklem t testi, Mann-Whitney U ve Ki-kare testleri kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya toplamda 100 gebe dahil edildi; bunların 50'si santral sinir sistemi (SSS) anomalisi bulunan hasta grubunu, 50'si ise sağlıklı kontrol grubunu oluşturdu. Grupların gebelik sonuçları değerlendirildiğinde, ölü doğum oranı her iki grupta düşük olup anlamlı farklılık göstermedi (hasta: %2, kontrol: %4; p=0.558). Canlı doğum sonrası eksitus oranı da gruplar arasında anlamlı bulunmadı (hasta: %6, kontrol: %12; p=0.295). Ektopik ve mol gebelik oranları benzerdi ve istatistiksel fark izlenmedi. Demografik veriler incelendiğinde, iki grup arasında yaş, boy, kilo ve gestasyonel yaş açısından anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Ancak obstetrik öykü yönünden gravida sayısı ve yaşayan çocuk sayısı hasta grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0.006 ve p=0.016). Abortus sayıları benzerdi (p=0.165). Fetal biyometrik ölçümler açısından abdominal çevre (AC), femur uzunluğu (FL) ve tahmini fetal ağırlık (TFA) hasta grubunda kontrol grubuna göre daha düşük ortalamalara sahipti; ancak bu farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (AC: p=0.220, FL: p=0.330, TFA: p=0.211). Konus medullaris ile sakrum alt ucu (CM–Os sacrum) ve karın ön duvarı (CM– abdomen) arasındaki mesafeler de benzerdi (p=0.122 ve p=0.186). Konus medullaris'in lomber vertebralara göre sonlanım düzeyleri değerlendirildiğinde, hasta grubunda en sık L4 (%52) ve L3 (%42) seviyelerinde sonlanım izlenirken, kontrol grubunda L3 (%52) ve L2 (%48) düzeylerinde sonlanım saptandı. Özellikle L4 düzeyine inen CM sonlanımı sadece hasta grubunda gözlendi ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001). L2 seviyesinde sonlanım ise sadece kontrol grubunda saptandı. Alt grup analizlerinde spina bifida, anensefali-akrania, Chiari malformasyonu, ventrikülomegali ve hidrosefali gibi SSS anomalilerinin bulunduğu fetüslerde CM sonlanımının L4 seviyesine kadar uzandığı; sağlıklı grupta ise L4 sonlanımının hiç izlenmediği tespit edildi. Ayrıca fetal biyometrik verilerde en düşük TFA değeri spina bifida grubunda ölçüldü. Bu durum, CM'nin vertebral düzeyde kaudal yerleşiminin, nörospinal gelişim bozukluklarıyla doğrudan ilişkili olabileceğini göstermektedir. Sonuç: Çalışmamızda, konus medullaris'in L4 düzeyinde sonlandığı tüm olguların santral sinir sistemi anomalisi taşıyan fetüslere ait olduğu belirlendi. Bu bulgu, CM'nin vertebral düzeye göre yerleşiminin prenatal tanıda güçlü bir göstergesi olabileceğini düşündürmektedir. 3D ultrasonografi ile yapılan ölçümlerin fetal spinal anomalilerin erken saptanmasında değerli bir tarama aracı olarak kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Fetal Omurga, Konus Medullaris, Prenatal Tanı, Santral Sinir Sistemi Anomalisi, Üç Boyutlu Ultrasonografi.Specialist Thesis Evaluation of the Vaskuler Situtation in Pathophysiology of Normal Pregnancy and Preeclampsia With Doppler Sonographic and Investigation the Role of Angiogenicfactors(2011) Aksin, Şerif; Şahin, Hanım GülerAmaç: Doppler ultrasonografi ile uterin arter, umblikal arter kan akımının , brakial arter dilatasyonun ve karotis arter intima kalınlığının normal gebeler ile karşılaştırılarak preeklampsi patofizyolojisinde vaskuler durumun değerlendirilmesi Endotel hasarı bozukluklarında salınımı azalan Nitrik Oksit ve anjiogenezde rolü olan proanjiojenik faktörlerden Plasental Kökenli Büyüme Faktör ,Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü ile antianjiojenik faktörlerden soluble Endoglin ve soluble Fms-like tyrosine kinase 1 ` in preeklampsi tanısı değerlendirilmesindeki rollerini araştırmak.Materyal-Metod: Nisan 2010 ile Ağustos 2011 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'nde son adet tarihine göre veya ultrasonografik fetal biyometrik ölçümlerine göre 32 hafta ve üzeri gebeliği tespit edilen ve preeklampsi tanısı konulan 40 olgu (geç başlangıçlı preeklamptik gebe grubu) ile benzer yaş ve gebelik haftasında sağlıklı 40 gebe (kontrol grubu) çalışmaya dahil edilmiş olup her iki grupta ki olguların, sistolik ve diastolik kan basınçları ile spot idrarda protein, hemogram , karaciğer fonksiyon testleri Aspartat aminotransferaz (AST), Alanin aminotransferaz (ALT), soluble Fms-like tyrosine kinase 1 (sFlt), Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF), Plasental Kökenli Büyüme Faktör (PIGF), Nitrik Oksit (NO) değerleri ve doğan bebeklerin 1. ve 5. dakika APGAR skorları ölçülerek birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Ayrıca bakılan parametreler arasında bir ilişki olup olmadığı da değerlendirilmiştir. Postpartum 6.hafta da her iki gruptan hastalardan , s Eng, s Flt-1, VEGF, PIGF, NO parametreleri tekrar bakılmıştır.Bulgular: Geç başlangıçlı preeklamptik gebe grubu ve kontrol grubunda iki grup arasında yaş, gravida, parite, gebelik haftası, Hgb,NO,s Eng ,PIGF ,karotis arter intima-media kalınlığı ,umblikal arter dopler parametrelerinin bakımından istatistiki olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir (p>0.05). Kontrol grubu ile kıyaslandığında geç başlangıçlı preeklamptik gebe grubunda sistolik ve diastolik kan basınçları ile spot ve 24 saatlik idrarda protein miktarı, , AST, ALT, sFlt-1 düzeyleri Uterin arter dopler parametreleri , istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek; VEGF, trombosit ile 1. ve 5. dakika APGAR skorları ise daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Brakial arter dilatasyonları obstruksiyon öncesi bulgular preeklampsi ve kontrol grubunda anlamlı değilken obstruksiyon sonrası normal gebe grubunda dilatasyonun anlamlı olduğu izlenmiştir. C/S oranları preeklamsi grubunda yüksek bulunmuştur.Sonuç: Uterin arter Doppleri, brakial arter dilatasyonu değerlendirilmesi, VEGF ve s flt - 1 düzeylerinin ölçülmesi preeklamptik hastaya yaklaşımda faydalı olabilir.Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, soluble Endoglin, soluble Fms-like tyrosine kinase 1, Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü, Plasental Kökenli Growth Faktör, Nitrik Oksit, uterin arter , Doppler , karotid arter intima-media , brakiyel arter dilatasyonSpecialist Thesis Investigation of the Relationship Between the Ratio of Cardiac Ventricles and the Severity of Umbilical Artery Flow Disorder in Fetuses With Fetal Growth Restriction(2022) Arslan, Aynur Tarım; Şahin, Hanım GülerFetal gelişim kısıtlılığı (FGK) olan fetüslerde kardiyak ventriküllerin oranının umbilikal arter akım bozukluluğu şiddeti ile ilişkisinin incelenmesi, haftasına göre normal büyüme gösteren fetüslerle karşılaştırılması ve kardiyak disfonksiyon açısından daha kapsamlı testlerden ve önleyici müdahalelerden fayda sağlayabilecek fetüsleri belirlemek amaçlanmaktadır. Yöntem: Bu vaka kontrol çalışması Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniklerinde 1 Kasım 2021 ve 30 Haziran 2022 tarihleri arasında yapıldı. Çalışmaya 24-34. gebelik haftaları arasında bulunan (i) FGK tanılı ve umbilikal arter enddiyastolik akım kaybı veya revers akımı olan 30 olgu, (ii) FGK tanılı sadece direnç artışı olan 30 olgu ve (iii) normal büyüme gösteren 30 fetüs dahil edildi. Bulgular: Gebelik haftası bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yokken (p = 0.786), USG ölçümüne göre gebelik haftası (p<0.001) ve tahmini fetal ağırlık (p = 0.009) kontrol grubu ile karşılaştırıldığında her iki vaka grubunda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşüktü. AFI değeri enddiyastolik akım kaybı veya revers akımı gelişen grupta en düşük, kontrol grubunda ise en yüksek düzeydeydi (p<0.001). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, direnç gelişen FGK olgularının umblikal arter PI değeri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p= 0.010). Olgu grupları ve kontrol grubu arasında ventriküler ölçümler incelendiğinde, DAK+RA grubunda sağ ventrikül ve özellikle sol ventrikül olmak üzere ventriküllerin 2/4 ve 3/4 transvers uzunluk ölçümlerinin daha büyük olduğu görüldü. Fakat istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu(p>0.05). Bununla birlikte sağ ventrikül / sol ventrikül oranı değerlendirildiğinde direnç artışı olan grubun 2/4 ve 3/4 den ölçülen transvers uzunlukları oranında hem DAK+RA hem de kontrol grubuna göre daha büyük olduğu görülmektedir, ancak istatistiksel olarak fark saptanmamıştır(p>0.05) Gebelik haftası, ölçümlere göre gebelik haftası ve tahmini fetal ağırlık değerleri fetal ventriküler ölçümlerin tamamı ile istatistiksel olarak anlamlı düzeyde pozitif yönde korelasyon gösteriyorken, sağ ventrikül / sol ventrikül oranlarının ise negatif yönde korelasyon gösterdiği saptandı (p<0.05). Sonuç: Fetüsün boyutu ve vücut ağırlığı arttıkça ventriküllerin boyutu da anlamlı düzeyde artıyordu. Umblikal arter doppler akımında direnç, enddiyastolik akım kaybı ya da reverse akım oluşan FGK olguları ile sağlıklı fetüslerin ventriküllerinin boyutları incelendiğinde, özellikle sol ventrikül olmak üzere ventriküllerin 2/4 ve 3/4 transvers uzunluk ölçümleri DAK+RA grubunda daha büyük olduğu görüldü. Ancak istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı(p>0.05). Daha fazla sayıda olgunun dahil edildiği çok merkezli prospektif çalışmalarla FGK ve kardiyak remodelling ilişkisi detaylı olarak ortaya konabilir.Article Kliniğimizdeki Ektopik Gebelik Olgularının Beş Yıllık Analizi(2010) Kurdoğlu, Mertihan; Adali, Ertan; Yildizhan, Recep; Kolusarı, Ali; Şahin, Hanım Güler; Çim, Numan; Kamacı, MansurAmaç: Bu çalışmanın amacı, son beş yılda kliniğimizde tedavi edilen ektopik gebelik vakalarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: 2004–2009 yılları arasında 91 ektopik gebelik olgusu, dermografik özellikleri, risk faktörleri, klinik bulguları ve tedavi yaklaşımları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. İstatistiksel analiz için SPSS kullanıldı. Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 28,38± 6,47 olup, ektopik gebeliğin en sık görüldüğü yaş aralığı 26-35’dir. Hastaların gravida ve parite ortalamaları sırasıyla 3,86± 2,55 ve 2,34± 2,16’ dır. Hastaların kliniğimize başvuru sırasındaki ortalama serum β-hCG düzeyi 3085,41± 6346,84 mIU/L idi. Risk faktörleri sıklık sırasına göre abdomino-pelvik cerrahi öyküsü (% 16), rahim içi araç öyküsü (% 12), geçirilmiş ektopik gebelik öyküsü (% 7), pelvik inflamatuar hastalık öyküsü (% 2) idi. Hastaların kliniğimize en sık başvuru şikâyeti karın ağrısı (% 40) olup bunu takiben sırası ile vajinal kanama ile birlikte ağrı (% 38) ve sadece vajinal kanama (% 15) idi. Olguların % 66’ sına cerrahi, % 20’ sine metotreksat, % 10’ una bekleme tedavisi yapılmıştır. Sonuç: Ektopik gebelikler, hastanın ilerideki hayatta fertilite yeteneğini bozması hatta maternal mortaliteye yol açabilmesi nedeniyle önemli bir sağlık sorunudur. Özellikle abdomino- pelvik cerrahi öyküsü olan kadınlar risk altındadır. Erken tanı, konservatif tedavi yaklaşımlarına olanak tanır.Article Molar Gebelik Olgularında Tiroid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi(2017) Elasan, Sadi; Karaman, Erbil; Çim, Numan; Şahin, Hanım Güler; Alkis, İsmet; Kolusarı, Ali; Yıldızhan, Recep YıldızhanAmaç: Çalışmanın amacı, kliniğimizde komplet ve parsiyel molar gebelik tanısı konulan olguların klinik verilerini ve tiroid fonksiyonlarını karşılaştırarak, literatür bilgileri ışığında tartışılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bir Üniversite Hastanesinin Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği' nde Ocak 2006- Ocak 2016 tarihleri arasında, tedavi ve takibi yapılan toplam 242 komplet ve parsiyel molar gebelik olgularının klinik verileri ve tiroid fonksiyon testleri retrospektif olarak incelendi. Hastalar 127 komplet molar gebelik olgusu ve 115 parsiyel molar gebelik olgusu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Bulgular: Komplet mol tanısı konulan hastaların yaş ortalaması 33.87±12.14 iken, parsiyel mol tanısı konulan hastaların yaş ortalaması 31.73±10.12 idi. İki grup arasında yaş açısından istatiksel anlamlı fark bulunmadı (p: 0.139). Komplet mol tanısı konulan hastaların TSH değeri ortalamaları 0.5±0.9 mIU/ml iken, parsiyel mol olgularının TSH değeri ortalamaları 1.0±1.2 mIU/ml olarak bulundu. Parsiyel mol olgularının TSH değerleri, komplet mol olgularına göre daha yüksek bulundu (p: 0.001). Sonuç: Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde; molar gebelik olgularında klinik takip ve tedavi göz önüne alındığında, tiroid fonksiyon testlerinin anlamlı ölçüde etkilenmediği gözlenmektedir. Bu sonuç, hipertiroidinin ölümcül seyreden komplikasyonları olması sebebiyle, molar gebelik olgularında tiroid fonksiyonlarının değerlendirilmesine gerek olmadığı şeklinde yorumlanmamalıdır.Article Serklajın Servikal Değişikliklerde Gebelik Sonuçlarına Etkisi(2017) Karaman, Erbil; Çim, Numan; Tolunay, Harun Egemen; Alkis, İsmet; Yildizhan, Recep; Kolusarı, Ali; Şahin, Hanım GülerGiriş: Yüksek neonatal morbidite ve mortalite ile sonuçlanan preterm doğumları engellemek için yapılan servikal serklajın sonuçlarını göstermeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: ACOG (The American College of Obstetrics and Gynecology) kriterlerine uygun McDonald yöntemi ile serklaj yapılan 56 olgunun retrospektif olarak sonuçları incelendi. Birinci grup ikinci trimestrde servikal kısalma olup dilatasyonun olmadığı 32 olgu, ikinci grup ise servikal kısalma ile birlikte 3 cm'den daha az servikal dilatasyonu olan 24 olgudan oluştu. Bulgular: Olguların servikal serklaj sonuçları karşılaştırıldığında birinci grup olguların ikinci gruba oranla daha geç haftada doğum yaptıkları (p:0,002), serklaj uygulanan hafta ile doğum arasında geçen sürenin daha uzun olduğu (p:0,001) ve bebeklerin doğum kilosunun daha fazla olduğu (p:0,002) saptandı. Sonuç: Servikal yetmezlik tanısı alan olgularda tekrarlayan gebelik kaybı ve preterm doğumu azaltmak için servikal serklaj uygulaması iyi bir seçenektir.Article Tek Embiryo Transferiyle Sağlananıvf Gebeliğinde Şiddetli Ovaryan Hiperstimulasyon Sendromu: Olgu Sunumu(2010) Adali, Ertan; Yildizhan, Recep; Özmen, Erdal; Kamacı, Mansur; Kolusarı, Ali; Şahin, Hanım Güler; Kurdoğlu, ZehraOvaryan hiperstimulasyon sendromu; kontrollü over hiperstimülasyonu veya ovulasyon indüksiyonuna bağlı iyatrojenik gelişen ciddi bir klinik durumdur. Vücut boşluklarında ekstravasküler alanda proteinden zengin sıvı toplanması sonucunda; hemokonsantrasyon, tromboemboliye yatkınlık, sıvı elektrolit dengesizliği, oligüri, plevral efüzyon, asit yanında maternal ölüm dahi görülebilir. Tek embriyo transferinin 10’uncu gününde batında yaygın asit, hemokonsantrasyon ve elektrolit bozukluğu nedenleriyle hospitalize edilen ve takiplerinde plevral efüzyon gelişen, karaciğer enzim düzeyleri oldukça yüksek seyreden şiddetli ovarian hiperstimulasyon sendromlu bir olguyu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.Article Thanatophoric Dysplasia: a Case Report of Recurrence(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Şahin, Hanım Güler; Şengül, MuzafferThanatophoric dysplasia is a sporadic lethal neonatal dwarfism characterized by shortening of the limbs, macrocephaly, pear-shaped thorax and short ribs. It occurs with an estimated frequency of about 0.3-0.5 in 10000 births. The majority of cases are sporadic but rare reports of recurrence exist. We reported a case who had consecutive pregnancies with thanatophoric dysplasia diagnosed on antenatal ultrasound. In cases of consanguinous marriages with a history of malformed fetus like our case, genetic counselling should be arranged for their further pregnancySpecialist Thesis The Serum Amyloid A(SAA) Procalcitonin,Hscrp,Tnf Alpha Levels and the Acute Inflamatory Response in Hellp and Eclampsia Patients(2014) Uçkan, Kazım; Şahin, Hanım GülerPreeklampsi (PE) gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli maternal ve perinatal morbidite ve mortalite nedenlerinden birisidir. Henüz etyopatogenezi tam aydınlatılamamıştır ve tanısında spesifik bir belirteç yoktur. Bu çalışmanın amacı HELLP, eklampsi ve preeklampside Serum amiloid A(SAA), prokalsitonin, hsCRP ile TNF alfa aktivitelerinin hastalığın patogenezi ve şiddeti ile olan ilişkisini saptamaktır. Materyal-Metod: Kasım 2011 ile Aralık 2012 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'nde son adet tarihine göre ve ultrasonografik fetal biyometrik ölçümlerine göre 32 hafta ve üzeri gebeliği olan, HELLP sendromu, , eklampsi, preeklampsi (geç başlangıçlı preeklamptik gebe grubu), tanısı konulan 30'ar olgu çalışma grubuna dahil edilmiştir. Benzer şekilde gebelik kontrolü için başvuran aynı yaş ve haftadaki 30 sağlıklı gebe kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edilmiş olup her dört grupta ki olguların, sistolik ve diastolik kan basınçları ile spot idrarda protein, hemogram, trombosit, karaciğer fonksiyon testleri Aspartat aminotransferaz (AST), Alanin aminotransferaz (ALT), Laktat dehidrogenaz (LDH), INR, Serum amiloid A(SAA), prokalsitonin, hsCRP ile TNF alfa düzeyleri ölçülerek birbiriyle karşılaştırılmıştır. Ayrıca bakılan parametreler arasında istatiksel olarak bir ilişki olup olmadığı da değerlendirilmiştir. Çalısmaya katılan gebelerin sonuçları One-way ANOVA ve Duncan testleri ile analiz edildi. p<0,05 düzeyi istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.Specialist Thesis To Research the Levels of Tissue Metalloproteinase Inhibitor-1, Tissue Metalloproteinase Inhibitor-2 (TIMP-1, TIMP-2) and Matrix Metalloproteinase-2, Matrix Metalloproteinase-9 (MMP-2, MMP-9) in Eclamptyc and Preeclamptyc Pregnants.(2010) Özmen, Erdal; Şahin, Hanım GülerAmaç: Eklamptik ve preeklamptik gebelerde Matriks metalloproteinaz-2, Matriks metalloproteinaz-9 (MMP-2, MMP-9) ve Doku matriks metalloproteinaz inhibitörü-1, Doku matriks metalloproteinaz ihibitörü-2(TIMP-1, TIMP-2) düzeylerinin araştırılması.Materyal Metod: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde yürütülen çalışmaya eklampsi (n=28), preeklampsi(n=28) ve normal gebelerin (n=24), MMP-2, MMP-9 ve TIMP-1, TIMP-2 düzeyleri mikro ELİSA yöntemi ile çalışıldı.Bulgular: MMP-2 açısından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır ( p = 0, 786 ). MMP-2 ve TIMP-2 arasındaki oran açısından gruplar incelendiğinde üç grup arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır ( p=0,788). MMP-9 ve TIMP-1 açısından preeklamptik ve eklamptik grup arasında anlamlı bir fark bulunmazken; bu iki grupta da kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük MMP-9 ve TIMP-1 seviyeleri tespit edilmiştir ( MMP-9 için p= 0,001, TIMP-1 için p= 0,000 ). MMP-9/TIMP-1 oranı açısından gruplar karşılaştırıldığında preeklampsi ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark bulunmazken eklampsi grubunda bu oran preeklampsi ve kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0,011).Sonuç: MMP-9/TİMP-1 oranı ve dolayısıyla net MM-9 aktivitesi yüksekliği preeklampsi ve özellikle eklampsinin öngörüsünde belki bir belirteç olarak kullanılabilir ancak bu ilişkileri gösteren daha geniş klinik çalışmalara ihtiyaç olduğu kanısındayız.Article Van'da Çalışan Ebe ve Hemşirelerin İş Memnuniyet Düzeylerinin Araştırılması(2016) Keskin, Sıddık; Şahin, Hanım Güler; Bezgin, Selver; Günbatar, Nizamettin; Akyiğit, ElifAmaç: Bu araştırma, Van merkezdeki hastaneler ve aile sağlığı merkezlerinde çalışan ebe ve hemşirelerin iş memnuniyet düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Van'daki hastaneler ve aile sağlığı merkezlerinde çalışan toplam 596 ebe ve hemşire üzerinde yürütüldü. Araştırmada yüz yüze görüşme yöntemi ile sosyo-demografik özellikleri ile iş memnuniyet düzeylerini tanımlamak için 27 soruluk anket formu uygulandı. Veriler SPSS 15.0 istatistik paket programı kullanılarak istatistiksel analizlerde oran testi ve ki-kare testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada, 596 ebe ve hemşireden 278'inin (%46.6) işinden memnun, 161'inin (%27) kısmen memnun ve 157'sinin (%26.3) ise işinden memnun olmadığı saptanmıştır. Sonuç: Ebe ve hemşirelerin büyük bir çoğunluğunun işinden memnun olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu verilere dayanarak iş ortamında çalışanların iş yükünün fazla olmasının stres kaynağı oluşturacağı, yaşam kalitesini ve iş verimini olumsuz etkileyeceği, bu nedenle çalışma saatlerinin azaltılması ve her birimde yeterli sayıda ebe ve hemşire çalıştırılması gerektiği kanaatine varıldı.