Browsing by Author "Arslan, Şükrü"
Now showing 1 - 12 of 12
- Results Per Page
- Sort Options
Article Altı Yıllık Perkütan Böbrek Biyopsi Sonuçlarımızın Analizi(2005) Atas, Bulent; Bayram, İrfan; Çaksen, Hüseyın; Arslan, Şükrü; Turhan, Serpil; Tuncer, OğuzAmaç: Böbrek biyopsisi tanıyı koymak, hastalığın gidişini tayin etmek, prognozu belirlemek ve doğru tedaviyi seçmek için gereklidir. Bununla birlikte perkütan böbrek biyopsisinin (PBB) kendisinin de morbidite ve hatta mortalitesi söz konusu olduğundan, yararı değerlendirilerek endikasyon konmalıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Ünitesinde 1997-2003 yıllan arasında PBB yapılan 46 olgunun bulguları incelenerek sunuldu. Bulgular: PBB endikasyonları içinde en sık (%36.9) pür nef'rotik sendrom saptandı. Olgularımızda en sık (%26) membranoproliferatif glomerulonefrit (MPGN) tip I'e rastlandı. Dört (%8.6) olguya kesin tanı konulamadı. Tanı konulan olguların biyopsilerinde glomerul sayıları 2-46 (18.45 ± 12.53) arasında değişmekteydi ve yeterli materyal oranı %93.4 (43/46) olarak bulundu. Olgularımızın hiçbirinde böbrek kaybı, ağır kanama, hematom, enfeksiyon ve apse gibi ciddi bir komplikasyon görülmedi. Sonuç: Çalışmamızda PBB yapılma endikasyonları arasında en sık nefrotik sendrom, histopatolojik tanılar içerisinde ise ilk sırada MPGN tip I olduğu tespit edildi. Vakaların hiçbirinde PBB işlemi sonrası ciddi komplikasyon gelişmediği saptandı.Article Çocuk Yaş Grubu Böbrek Parankim Hastalıklarında Ultrasonografi Kılavuzluğunda Yapılan Kesici İğne Biyopsilerinin Tanı Değeri(2001) Arslan, Şükrü; Arslan, Halil; Ünal, Özkan; Harman, MustafaAmaç: Bu çalışmada böbrek parankim hastalığı olan çocuklarda ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan kesici iğne biyopsilerinin sonuçları ve yöntemin etkinliği araştırıldı. Metod: Araştırmaya biyopsi endjkasyonu konulmuş yaşları 3-15 yıl (ört 10.7 ± 1.2 > arasında değişen 23'ü erkek, 14'ü kız toplam 37 çocuk alındı. Sedasyon, uygun saha temizliği ve lokal anesteziden sonra Ultrasonografi kılavuzluğunda sağ böbrek alt pol parankiminden kesici iğne biyopsisi yapıl.dı. İşlem sonrası böbrek ve perirenal alan olası komplikasyonlar bakımından renkli Doppler Ultrasonografi ile incelendi. Elde edilen doku histopatolojik olarak değerlendirildi. Tüm olgularda ortalama iki girişim uygulandı. Biri dışında tüm olgularda histopatolojik tanı için yeterli materyal elde edildi. Bulgular: Hastaların tamamında mikroskopik hematuri, 8 olguda (% 21.62) makroskopik hematuri görüldü. Ciddi komplikasyon hiçbir hastada gözlenmedi. Sonuç: Çocuk yaş grubunda böbrek parankim hastalıklarında yapılan kesici iğne biyopsilerini ucuz, güvenilir, tanı değeri yüksek, ciddi komplikasyon oranı düşük olan ultrasonografi kılavuzluğunda yapılmasını önermekteyiz.Other Çocuklarda Brusellozis: 103 Vakanın Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi(1999) Atas, Bulent; Abuhandan, Mahmut; Öner, Ahmet Faik; Cesur, Yaşar; Arslan, Şükrü; Çaksen, Hüseyın; Ceylan, AbdullahBu çalışmada hastanemizde brusellozis tanısıyla izlenen 103 vakanın klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelenmiştir. Amacımız ülkemizde çocukluk çağı brusellozisinde ilk önce tercih edilmesi gereken ilaç kombinasyonunu belirlemek ve hastalığın ülkemiz ve özellikle de bölgemiz için halen önemli bir halk sağlığı problemi olduğunu vurgulamaktır. Çalışmamızda 103 vakadan 52'si kız, 51'i erkek idi. Yaşları 20 ay ile 16 yıl (8.3 ± 3.6 yıl) arasında değişmekteydi. Ateş (%55.3), eklem ağrısı (%53.3), halsizlik (%41.7) ve iştahsızlık (%30) en sık getiriliş şikayetleri arasındaydı. Sırasıyla hepatosplenomegali (%22.5), hepatomegali (%20.5), artrit (%17.4) ve splenomegali (%15.5) en sık saptanan bulgulardı. Vakaların 18'inde (%17.4) anemi, sekizinde (%7.7) lökopeni, 15'inde (%14.5) ise lökositoz vardı. Sedimentasyon düzeyi vakaların 84'ünde (%81.5) çalışılmıştı; 52'sinde (%61.9) 20 mm/saat'in üzerindeydi. Serum AST (aspartat aminotransferaz) ve ALT (alanin aminotransferaz) düzeyi 55 (%53.3) vakada çalışılmıştı; 31 'inde (%56.3) AST, 17'sinde (%30.9) ise ALT yüksekliği vardı. Brusella aglütinasyon titrasyonu vakaların tümünde 1/160 veya 1/160'ın üzerindeydi. Vakaların çoğunda (%83.5) titrasyon oranı 1/320 ve üzerindeydi. Tedavide en fazla rifampisin + kotrimoksazol, rifampisin + tetrasiklin ve streptomisin + kotrimoksazol olmak üzere toplam 12 tipte ilaç kombinasyonu kullanılmıştı. Vakaların yedisi dışında tümü ilk başlanılan ilaç kombinasyonuyla tamamen iyileşmişti; tedaviye cevap vermeyen bu yedi vakada ilk kullanılan ilaçlar farklı bir ilaç rejimiyle değiştirilmişti. Kullanılan ilaç kombinasyonuyla iyileşme oranı arasında anlamlı fark olmadığı belirlendi (p>0.05). Vakaların hiçbirinde rölaps görülmemişti.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparison Nifedipine and Captopril Usage in Pulmonary Hypertansion Secondary To Pneumonia(2006) Demirtaş, Mehmet Maşuk; Üner, Abdurrahman; Ceylan, Abdullah; Arslan, Şükrü41. ÖZETYüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve HastalıklarıAnabilim Dalı servisinde Eylül 2003 ile Temmuz 2005 tarihleri arasında klinik veradyolojik olarak pnömoni tanısı alan çocuklarda pulmoner hipertansiyon tedavisineyönelik çalışmamızda toplam 40 vakadan oluşan hasta grubu alındı. Pnömoni ile birliktekonjenital kalp hastalığı, sistemik hipertansiyon, böbrek veya karaciğer hastalığı olanvakalar çalışmaya dahil edilmedi.Vakaların tümünde kan gazları ve pulse oksimetre ile oksijen satürasyonlarıölçüldü. Ayrıca akciğer grafisi çekilip, elektrokardiyografik ve ekokardiyografik incelemeyapıldı.Ekokardiyografik değerlendirme M mode, 2 boyutlu ekokardiyografi ve renkliDoppler, pulse ve continius wave (CW) ile yapıldı. Ekokardiografik incelemede pulmonerarter basıncı 35 mmHg'nın üzerinde olan vakalar PH olarak kabul edildi. Ekokardiyografikincelemede PH tesbit edilen vakalar iki gruba ayrıldı. Birinci gruba kaptopril 2mg/kg/günüç dozda, ikinci gruba nifedipin 0.5 mg/kg/gün 3 dozda başlandı.. PH normal sınırlaradönünceye kadar hastalara her gün ekokardiografik ile inceleme yapıldı. Tedavide,vakaların hepsine başlangıçta ampirik olarak ikili antibiyotik tedavisi başlanıp, takiptekültür sonuçlarına göre gerekli görülen vakalarda antibiyotik değişimi yapıldı. Akciğerenfeksiyonu ile birlikte kalp yetmezliği olan vakalarda digoksin uygulandı.Çalışmanın istatistiksel olarak değerlendirilmesinde SPSS (Statistical Package forSocial Sciences) programında Bağımsız İki Örnek t testi, Bağımlı İki Örnek t testi, Ki-karetesti kullanıldı.Other Deri Tüberkülozu: Bir Vaka Takdimi(1999) Karakök, Metin; Kuru, Mehmet; Öner, Ahmet Faik; Arslan, Şükrü; Çaksen, HüseyınDeri tüberkülozu primer tüberküloz şeklinde görülebildiği gibi, reenfeksiyon tüberkülozu şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Reenfeksiyon tüberkülozları içerisinde en sık görüleni lupus vulgaris olup, skrofuloderma ve metastatik tüberküloz apseleri seyrek görülen diğer şekilleridir. Sunduğumuz üç yaşında kız hasta solukluk, iştahsızlık ve saçlı deri ve karın cildinde şişlik şikayetleriyle getirilmiş, fizik muayenesinde büyüme geriliği ve ileri derecede solukluğu dışında saçlı deri ve karin derisinde en büyüğü 2x1 cm, en küçüğü 1 x 0.5 cm boyutlarında, deriden kabarık, sert, hareketli ve ağrısız dört adet lezyon saptanmış, saçlı derideki lezyondan alınan biyopsi örneğinin histolojik incelemesinde kazeifiye granülomatöz iltihap görülmüş ve metastatik tüberküloz apsesi lehine değerlendirilmiş, antitüberküloz tedavi başlandıktan bir ay sonraki kontrolünde sistem muayenelerinin normal olduğu görülmüştür. Bu vaka nedeniyle hastamızda olduğu gibi saçlı deride lezyon, solukluk ve iştahsızlık gibi şikayetlerle getirilen vakaların ayırıcı tanısında deri tüberkülozunun da düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır.Article Hepatit A Nın Eşlik Ettiği Bir Denys-drash Sendromu Vakası(2010) Cesur, Yaşar; Akgül, Necip; Doğan, Murat; Arslan, ŞükrüDenys-Drash sendromu ambiguous genitalia,nefropati ve Wilms tümörü ile karakterize, ilk 2-3yıl içinde nefrotik sendrom, son-dönem böbrekyetmezliği geliştirebilen bir klinik antitedir. HepatitA geçiren kişilerin %3-20 sinde vakalar klinik vebiyokimyasal olarak remisyona girdikten 4-16 haftasonra serum transaminazlarında yükselme ve anti- hepatitis A virus immünglobulin M (anti-HAV IgM)pozitifliğinin devam etmesi şeklinde viral hepatit Atablosunda yenileme gösterebilmektedirler. Bu vakanedeniyle nadir görülen Denys-Drash sendromunungözden geçirilmesi ve eşlik eden hepatit Aenfeksiyonunun seyrindeki farklılığa dikkatlerinçekilmesi istenmiştir.specialization-in-medicine.listelement.badge MRI Findings in Children With Hypoglycemia(2007) Güven, Ahmet Sami; Çaksen, Hüseyin; Cesur, Yaşar; Arslan, ŞükrüBu çalışmada hipoglisemisi olan çocuklarda beyin manyetik rezonans görüntülemesi (MRG) çalışıldı. Amacımız, beyin gelişiminin hızlı olduğu yaşamın ilk üç yılında hipoglisemi atağı geçiren çocuklarda santral sinir sisteminde (SSS) oluşabilecek anormal bulguları belirlemektir. Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğine Kasım 2005 ile Mayıs 2007 tarihleri arasında hipoglisemiyle (Kan şekeri 50 mg/dL'nin altında) getirilen veya izleminde hipolisemi saptanan ve daha önce hipoglisemi tanısı ile takip edilen ve çocuk nöroloji polikliniğimize başvuran 3 yaşın altında 36'sı (%.32.7) kız, 74'ü (%67.3) erkek toplam 110 hasta alındı. Adrenal yetmezlik, hipofizer yetmezlik, büyüme hormonu eksikliği, glikojen depo hastalığı, hiperinsülinizm ve diyabetes mellitus gibi tekrarlayıcı hipoglisemi yapabilecek primer hastalığı olan çocuklar çalışmaya alınmadı. Hastaların hastanede yattıkları dönemde ve izlemlerinde ayrınıtılı nörolojik muayeneleri yapıldı. Tüm hastalara hipoglisemi atağından en az iki ay sonra MRG incelemesi yapıldı. Hipoglisemi saptanan hastalar, preterm yenidoğan, term yenidoğan ve daha büyük çocuklar olmak üzere üç grupta değerlendirildi. Hastaların başvuru yaşları 1 gün ile 22 ay (ortalama ± SS 41.83 ± 101.62 gün) arasında olup hipogliseminin saptandığı yaşları 1 gün ile 18 ay (ortalama ± SS 32.11 ± 77.53 gün) arasında ve beyin MRG incelemesi esnasındaki yaşları 2 ay ile 5 yıl (ortalama ± SS 0.79 ± 78.13 yıl) arasında değişmekte idi. Hastaların kan glukoz konsantrasyonları 0-49 mg/dL (ortalama ± SS 24.41 ± 13.72 mg/dL) arasında idi. Hastaların 47'si (%42.7) preterm yenidoğan, 40'ı (%36.3) term yenidoğan ve 23'ü (%21) daha büyük çocuklardı. Çalışmamızda yer alan 110 hastadan 25'inde (%22.7) anormal beyin MRG bulguları saptandı. Anormal beyin MRG bulguları bulunan hastaların %48'i term yenidoğan, %44'ü üç yaşından küçük daha büyük çocuklar, %8'i preterm yenidoğan idi. Anormal beyin MRG olan 1 hastaların hipoglisemiye eşlik eden primer hastalıkları (sıklık sırasına göre); serebral palsi, sepsis veya sepsis şüphesi, epilepsi, hipoglisemik konvülsiyon, mikrosefali, metabolik hastalık şüphesi, hiperbilirubinemi, protein enerji malnütrisyonu, prematürite, uzamış membran rüptürü, akut gastroenterit, Reye-like sendromu, gestasyon yaşına göre küçük yenidoğan, pnömoni, rikets, respiratuvar distres, diyabetik anne bebeği, mekonyum aspirasyon sendromu ve asfiksi, yenidoğanın geçici takipnesi, omfalit, tetanoz şüphesi, metabolik hastalık [yağ asidi oksidasyon defekti? (glutarik asdidüri tip 2?), mitokondriyal üç fonksiyonlu protein eksikliği?], idrar yolu enfeksiyonu, akut böbrek yetmezliği, konjestif kalp yetmezliği, dissemine intravasküler koagulasyon, hipokalsemi, demir eksikliği anemisi, enssefalit şüphesi, dismyelinizan hastalık şüphesi, hidranensefali, sağ tarafta hafif derecede hemiparezi idi. Çalışmamızda tespit edilen minör anomali dışındaki anormal MRG bulguları; %44'ü serebral atrofi, %32'si ventriküler dilatasyon, %28'i ensefalomalazik değişiklikler, %24'ü hiperintens lezyonlar, %25'i serebellar tutulum, %12'si lökomalazi, %12'si subdural effüzyon, %12'si kolposefali, %4'ü nekroz, %4'ü peteşial kanama idi. Anormal beyin MRG'lerinin tutulum yerine göre lezyonlar; %44'ünde oksipital tutulum, %25'inde serebellar tutulum, %16'sında frontal tutulum, %12'sinde fronto-temporal atrofi, %12'sinde pariyetal lob tutulumu, %12'sinde pariyeto-oksipital tutulum, %8'inde sentrum semiovalede tutulum, %4'ünde fronto-pariyeto-oksipital lobda subdural efüzyon ve kortikal atrofi, %4'ünde bazal ganglion ve putamende kistik nekroz ve %4'ünde talamusda peteşial kanama idi. Çalışmamızda ayrıca 110 hastadan 15'inde (%13.6) minör anomali tespit edildi. Beyin MRG'de minör anomali tespit edilen hastaların 6'sı (%40) term yenidoğan, 6'sı (%40) preterm yenidoğan, 3'ü (%20) daha büyük çocuklar idi. Beyin MRG'de tespit edilen minör anomaliler sırası ile, kavum septum pellusidum, korpus kallosum hipoplazisi, kavum septum pellusidum vergae, korpus kallosum disgenezisi, korpus kallosum agenezisi, araknoid kist ve mega sisterna magna varyasyonu idi. Çalışmamızda yenidoğan dönemi dışında beyin gelişiminin hızlı olduğu yaşamın ilk üç yılında da hipoglisemi atağı geçiren çocuklarda SSS'de hipoglisemiye sekonder lezyonların görülebileceğini, ayrıca serebellar tutulum olabileceğini ve prematüre bebeklerin hipoglisemiye daha dirençli olabileceğini vurgulamak isteriz.Other Perinatal Kazanılmış Suçiçeği Enfeksiyonu: Olgu Sunumu(2000) Atas, Bulent; Arslan, Şükrü; Üner, Abdurrahman; Cesur, Yaşar; Çaksen, Hüseyın; Kırımi, ErcanBu makalede oldukça nadir rastlanan perinatal dönemde kazanılmış bir suçiçeği olgusu sunulmaktadır. Hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon fetüste spontan düşüklere, çeşitli anomalilerle seyreden konjenital varisella sendromuna veya sadece cilt döküntüleriyle karakterize klinik tabloya neden olabilmektedir. Bu makalede, döküntü, ateş ve emmeme şikayetleriyle getirilip, perinatal suçiçeği tanısı alan ve asiklovirle başarılı bir şekilde tedavi edilen 14 günlük bir olgu nadir görüldüğünden dolayı sunulmuştur.specialization-in-medicine.listelement.badge Prevalence of Asymptomatic Hypertension Primary School Children in Van Province(2007) Arslan, Derya; Arslan, ŞükrüHipertansiyon, sistemik arteriyel kan basıncının yaşa göre normalin üstünde olmasıdır. Çocuklarda hipertansiyon sıklığı konusunda kesin bilgiler yoktur. 1987'de yayınlanan Task Force raporuyla çocuklarda yaş ve cinse göre kan basıncı eğrileri belirlenmiştir. Bu rapora göre 90 ıncı persentilin altındaki ölçümler normaldir.90 ile 95 persentil arasındaki ölçümler yüksek normaldir. Hipertansiyon yaşa ve cinse göre 95.persentil üzerindeki ölçümlere denir. Hipertansiyonun, yetişkinlerde olduğu kadar çocuklarda da önemli bir sağlık problemi olduğu ve prevalansının oldukça yüksek olduğu unutulmamalıdır. Çocukluk çağındaki kan basıncı yüksekliği, erişkin dönemde kan basıncı yüksekliği için önemli bir risk faktörüdür Hipertansiyon kardiyovasküler morbidite, serabrovasküler atak, renal hastalık açısından bağımsız bir risk faktörüdür. Bu nedenle hipertansif çocukların erken yaşta teşhisi amacıyla kan basıncı ölçümlerinin rutin sağlık muayenelerinin bir parçası haline getirilmesi son derece önemlidir. Bu çalışma asemptomatik okul çocuklarında hipertansiyon sıklığını belirlemek amacıyla yapılmış bir pilot çalışmadır. Van ilindeki okullar arasından bir ilköğretim okulu belirlendi ve bu okuldan rastgele örnekleme metoduyla seçilen 7-16 yaş grubu arasındaki 1963 çocuk çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan çocukların öncelikle boy ve ağırlıkları belirlendi. Daha sonra tansiyon ölçümleri yapıldı. Ölçümler tek bir araştırmacı tarafından, çocuklar oturur pozisyonda ve dinlenme halindeyken, sağ koldan, uygun manşon boyu seçilerek yapıldı. Ölçümler üç kez tekrarlanarak ortalaması alındı. Yapılan bu ölçümler kullanılarak yaş ve cinsiyete göre Tümer kan basıncı persentil eğrilerine göre 95.persentil ve üzeri olan çocuklar hipertansiyonlu olgular olarak kabul edildi. Hipertansiyon saptanan çocukların tekrar üç kez daha kan basıncı ölçümleri yapılarak (toplam 6 defa) ortalamaları alındı. Buna göre çalışmaya alınan toplam 911 kız öğrenciden 80 (%8,7)'inin, çalışmaya alınan toplam 1052 erkek öğrenciden 99'unun (%9.4) hipertansif olduğu görüldü. Çalışmaya alınan toplam 1963 çocuktan 179'unun (%9,1) hipertansif olduğu görüldü. Sistolik hipertansiyon prevalansı %7, diyastolik hipertansiyon prevalansı %2 olarak bulundu. Hipertansif kızların %10.5'inde, hipertansif erkek çocuklarının ise %13.2'inde obezite tespit edildi. Bu çalışmada Tümer kan basıncı persentil eğrileri kullanıldı. Obezite tespitinde BMI (vücut ağırlığı (kg)/boy(m2) kullanıldı. BMI 95 persentil üzerinde olan çocuklar obez kabul edildi. 5 Çalışmada belirlenen hipertansiyon sıklığı, literatürde belirtilen değerlerle karşılaştırıldığında çalışmamızın sonuçlarının literatürde bulunan değerlere yakın olduğu görüldü. Çalışmamızda kan basıncı değerlerinin boy ve kiloyla beraber artış gösterdiği belirlendi. Çocuklarda, hipertansiyon sıklığının belirlenmesi amacıyla ülkemizde daha geniş çaplı çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır. Çocuklarda hipertansiyon sıklığı sanılandan daha yüksek olabilir. Kan basıncı ölçümleri rutin fizik muayenenin bir parçası olmalıdır. Çocuklarda kan basıncı yüksekliğinin yetişkin dönemde de sürebileceği göz önünde bulundurularak bu konuya verilen önem arttırılmalıdır. Çocuklarda kan basıncı yüksekliğinin önlenmesi, erken tanınması ve tedavisi amacıyla yüksek riskli gruplar ve populasyon üzerinde çalışmalar yapılmalıdır.specialization-in-medicine.listelement.badge The Clinical Analysis of Childhood Henoch-Schönlein Purpura Patients With Retrospective Study(2009) Akgün, Cihangir; Arslan, ŞükrüHenoch-Schönlein purpurası, dokularda immunglobulin A içeren immun komplekslerin birikmesiyle karakterize küçük damarların en sık görülen sistemik vaskülitidir. Klinik seyir, eş zamanlı multisistem tutulumlarının eşlik ettiği, özellikle vücudun alt yarısına lokalize nontrombositopenik, palpe edilebilen purpuralar ile karakterizedir. Henoch-Schönlein purpurasının yıllık insidansı 100000 çocukta 22,1 olarak bildirilmiştir. Henoch-Schönlein purpurası sıklıkla bir enfeksiyonla ilişkilidir ve bir çok enfeksiyon ajanı patogenezde rol oynayabilir. Hastaların yaklaşık yarısında değişen şiddette böbrek tutulumu olur. Henoch-Schönlein purpuralı çocukların %90'ından fazlasında hastalık kendiliğinden düzelebildiğinden dolayı ilk olarak destek tedavisi verilmelidir. Sık relaps görülmesine ve hastalığın aktif periyodunda böbrek tutulumunun görülmesine rağmen uzun dönemde hastalık iyi huyludur.Bu retrospektif çalışmada, Ocak 2003 ile Ekim2008 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı çocuk acil servisine, çocuk polikliniğine ve çocuk nefroloji polikliniğine başvuran çocukların tıbbi kayıtları incelendi. Veriler Henoch-Schönlein purpurası tanısı almış 212 hastadan (1-17 yaş arası) retrospektif olarak elde edildi. Hastaların yaş ortalaması 9,33 ± 3,20 yıldı.Hastalık daha çok sonbahar ve kış mevsiminde görüldü. Yaş grupları ile mevsimler, eklem tutulumu, santral sinir sistemi tutulumu, gastrointestinal tutulum ve skrotal tutulum arasında anlamlı bir ilişki mevcut değilken, yaş grupları ile böbrek tutulumu arasında pozitif bir korelasyon saptandı. Sonuç olarak, Henoch-Schönlein purpurası her ne kadar gastrointestinal sistem kanaması, invajinasyon, nefrit ve bir çok sistem tutulumları ile komplike olabilirse de hastalığın uzun dönemde iyi huylu olduğunu söyleyebiliriz.specialization-in-medicine.listelement.badge The Screening of Hematuria and Proteinuria in School-Age Children(2008) Okur, Mesut; Arslan, ŞükrüHematüri idrarda mikrolitrede en az beş eritrositin varlığı ile tanımlanan ve okul çağı çocuklarının % 0,5-2'sinde ortaya çıkan bir durumdur. Asemptomatik, geçici ya da egzersize bağlı olarak ortaya çıkabileceği gibi ciddi hastalıkların bir bulgusu olarak ta görülebilir. Hematüri saptanan hastalarda altta yatan nedenin belirlenmesi büyük önem taşır.Proteinüri, renal hastalığa ait semptomların varlığında sık görülen bir bulgu olmakla birlikte sağlıklı çocuklarda da normal olarak bulunabilir. Çocuklarda normal protein atılımı 4 mg/m2/saatin altı olarak tanımlanır. 4-40 mg/m2/saat anormal atılım, >40 mg/m2/saat nefrotik sınırda proteinüridir. Okul çağı çocuklarında ve ergenlerde persistan proteinürinin en sık nedeni ortostatik proteinüridir. Bu durumdaki çocuklar genellikle asemptomatiktir ve proteinüri çoğu zaman rutin idrar analizinde farkedilir.Hematüri ve proteinürinin kalitatif değerlendirmesi, üriner dipstick vasıtasıyla yapılabilir. Bu çalışma, sağlıklı okul çocuklarında dipstick vasıtasıyla hematüri ya da proteinüri varlığını ve böylece olası böbrek hastalıklarını belirlemek amacıyla yapılmış bir çalışmadır. Bu amaçla Van iline ait üç farklı sosyo-ekonomik bölgedeki üç ilköğretim okulu belirlendi. Bu okullardan yaşları 7 ile 14 arasında olan 1848 öğrenci rastgele örnekleme metoduyla seçildi. Çalışmaya alınan çocuklarda okulda herhangi bir anda alınan idrar örneği dipstick ile değerlendirildi. Okullardaki değerlendirmelerde hematüri ve/veya proteinüri tespit edilen hastalar ikinci kez hastanede idrar dipstick testi ile değerlendirildi. Persistan hematüri ve/veya proteinürisi olan çocuklar ileri tetkik ve tedavileri için pediatrik nefroloğa yönlendirildi. Çocuk nefroloji polikliniğinde hastaların ayrıntılı öyküleri alınarak kan basıncı dahil olmak üzere ayrıntılı fizik muayeneleri yapıldı. Daha sonra tam idrar incelemesi, idrar kültürü, idrarda Ca/kreatinin ve protein/kreatinin oranları ile idrarla atılan kalsiyum ve protein miktarları, serum kreatinin, elektrolitler, albümin, C3, IgA, ANA, Anti-DNA, HbsAg, Anti-Hbs, tam kan sayımı ve periferik kan yayması, PT ve PTT, direkt üriner sistem grafisi, üriner sistem ultrasonografisi, voiding sistoüretero gram, renal sintigrafi (DMSA) ve böbrek biyopsisi endikasyon halinde yapıldı. Ayrıca proteinüri saptanmış olan çocuklarda ortostatik proteinüri açısından sabah ilk idrar örneği değerlendirildi. Santrifüje edilmiş idrarda her büyük büyütme alanında beşten fazla eritrosit varlığı ve saatte 4 mg/m2'den fazla protein olması anormal idrar bulguları olarak tanımlandı.Çalışmaya alınan vakaların 953 (% 51,1) tanesi erkek, 895 (% 48,5) tanesi kız olup erkek/kız oranı: 1,06 idi. Yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip bölgeden çalışmaya alınan vakaların 16'sında (% 3,89) izole hematüri, beşinde (% 1,2) izole proteinüri ve beşinde (% 1,2) kombine hematüri-proteinüri olduğu görüldü. Orta düzeyde sosyo-ekonomik bölgeden çalışmaya alınan vakaların 34'ünde (% 7,02) izole hematüri, sekizinde (% 1,65) izole proteinüri ve iki tanesinde (% 0,4) kombine hematüri-proteinüri olduğu görüldü. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan bölgeden çalışmaya alınan vakaların 42'sinde (% 4,40) izole hematüri, üçünde (% 0,31) izole proteinüri ve üçünde (% 0,31) kombine hematüri-proteinüri olduğu görüldü. Çalışmaya alınan vakalarda yaş ve cinsiyet bakımından üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p<0.05). Bölgeler karşılaştırıldığında izole hematüri açısından da anlamlı bir fark yoktu; ancak izole proteinüri ve kombine hematüri-proteinüri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0.05). İzole proteinüri ve kombine hematüri-proteinüri oranları, yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki bölgede sosyo-ekonomik düzeyi orta ve düşük olan bölgelere göre daha yüksek olarak bulundu. Vakaların tümü ele alındığında 92 (% 4,97) vakada izole hematüri, 16 (% 0,86) vakada izole proteinüri ve 10 (% 0,54) vakada kombine hematüri-proteinüri olduğu görüldü. Çalışamaya alınan vakalardan 11'inde (% 0,6) hematürinin sebat ettiği görüldü. Daha ileri incelemeler neticesinde bu vakaların sekizinde (% 73) nefrolitiazis, ikisinde (% 18) hiperkalsiüri, birinde (% 9) tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu olduğu görüldü. Ayrıca izole hematüri saptanan bir vakanın menstrüasyona bağlı olduğu görüldü. Tarama ile izole proteinüri saptanmış olan 16 vakanın hiçbirinde proteinüri sebat etmedi. Bu yüzden daha ileri incelemeye gerek duyulmadı. Kombine hematüri-proteinürisi sebat eden beş vakada (% 0,27) ileri inceleme gerekti. Bunların ikisinde (% 40) tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, birinde (% 20) grade II VUR, birinde (% 20) IgA Nefropatisi ve birinde (% 20) atrofik böbrek tespit edildi. Bu sonuçlar ışığında, kombine hematüri-proteinürisi olan vakaların prognozunun daha kötü olduğu ve bu hastaların mutlaka araştırılması gerektiği söylenebilir. İleri incelemeler neticesinde ortaya çıkan sonuçlar göz önüne alındığında, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan bölgedeki proteinüri ve kombine hematüri-proteinüri oranlarındaki yükseklik beslenme ve egzersiz gibi benign nedenlere bağlı iken, sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan vakaların bulunduğu grupta daha düşük oranlarda izole proteinüri ve kombine hematüri-proteinüri sıklığı tespit edildi. Bununla birlikte düşük sosyo-ekonomik düzeyi olan bölgedeki kombine hematüri-proteinürisi olan vakalarda IgA nefropatisi ve atrofik böbrek gibi daha kötü prognoza sahip hastalıklar olduğu görüldü.Bu çalışma, okullarda tarama yapılması sonucu hematüri ve/veya proteinürili çocukların tespit edilmesi ile birçok böbrek hastalığı asemptomatik dönemde iken ya da kronik böbrek hastalığı erken dönemdeyken saptanabiliceğini ve kombine proteinüri-hematürisi olan çocuklarda daha kötü prognoza sahip hastalıkların tespit edilmiş olması nedeniyle bu çocukların daha dikkatle izlenmesi gerektiğini gösterdi. Çalışmamızda ayrıca izole hematüri ve proteinürisi olan çocukların büyük kısmında benign nedenlerin rol aldığı ve bu vakaların çoğunda daha sonraki değerlendirmelerde hematüri ve/veya proteinüri kaybolduğu ancak persiste eden hematüri vakalarının özellikle taş, hiperkalsiüri ve idrar yolu enfeksiyonu açısından araştırılması gerektiği de gösterilmiştir.Other Van Yöresinde Adölesan Çağındaki Kız Çocuklarında Kızamıkçık Seroprevalansı(1999) Öner, Ahmet Faik; Çaksen, Hüseyın; Ceylan, Nesrin; Ceylan, Abdullah; Arslan, Şükrü; Kırımi, ErcanBu çalışmada Van bölgesinde yaşayan ve yaşları 11 ile 21 yıl arasında değişen 410 kız çocuğunda kızamıkçık seroprevalansı araştırıldı. Amacımız bölgemizdeki adölesan yaş grubundaki kızlarda kızamıkçık seroprevalansını ortaya koymaktı. Vakaların tümünde ELISA yöntemiyle antirubella IgG ve IgM düzeyleri çalışıldı. Rubella ile parvovirus arasında çapraz reaksiyon bulunduğundan antirubella IgM sonucu pozitif olan vakalarda ek olarak antiparvovirus IgM düzeyine de bakıldı. On vakada hem antirubella IgM hem de antiparvovirus IgM pozitif bulunduğundan bu vakalar çalışmaya alınmadı. Vakalarımızdan 110'u erken (11-13 yıl arasında) adölesan, 180'i orta (14-17 yıl arasında) adölesan, geriye kalan 110 (17-21 yıl arasında) vaka ise geç adölesan döneminde yer almaktaydı. Sosyoekonomik yönden değerlendirildiğinde 150 vakanın sosyoekonomik düzeyi iyi, 250 vakanınki kötüydü. Vakalarımızın 18'inde (%4.5) antirubella IgM' in pozitif olduğu, 22'sinde (%5.5) antirubella IgG ve IgM' in negatif, geriye . kalan 360 (%90) vakada ise IgG'nin pozitif olduğu bulundu. Çalışmada 11-13 yaş grubundaki vakaların %90'ında, 14-17 yaş grubundakilerin %87.9'unda, 18-21 yaş grubundaki vakaların ise %93.7'sinde antirubella IgG' nin pozitif olduğu saptandı. Vakaların yaş ve sosyoekonomik düzeyi ile serum IgG pozitifliği arasında istatistiksel olarak fark olmadığı görüldü (p>0.05). Sonuç olarak yöremizde adölesan çağındaki kız çocuklarında kızamıkçık seroprevalansının oldukça yüksek (%90) oranda olduğunu, bununla beraber vakaların %5.5'inde seronegatiflik saptandığından özellikle kız çocuklarının kızamıkçık yönünden rutin olarak aşılanmasının uygun olacağını söyleyebiliriz.