Browsing by Author "Binici, İrfan"
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Specialist Thesis Comparison of Hepcidin and Other Acute Phase Reactants in Patients Diagnosed With Pyelonephritis(2022) Unal, Murat; Binici, İrfanÜriner sistem enfeksiyonu, üriner sistemi oluşturan yapıların herhangi bir yerinde mikroorganizmanın yerleşmesi ile oluşan klinik tablodur. Tüm yaş gruplarında, toplumdan edinilmiş enfeksiyonlar arasında, üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra ikinci sırada yer alırken, hastane ve sağlık bakım merkezlerinde edinilmiş enfeksiyonlar arasında birinci sırada yer alır. Akut piyelonefrit, üst üriner sistemin, özellikle de renal parankim ve toplayıcı sistemin enfeksiyonu olarak tanımlanır. Hafif bir tablodan sepsise kadar değişebilen geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Sık görülen klinik bulguları idrar yaparken yanma (dizüri), sık idrara çıkma (pollaküri), yan ağrısı, üşüme-titreme ve ateştir. Hepsidin son dönemlerde keşfedilmiş peptid yapıda bir hormondur. Hepsidinin demir metabolizmasındaki rolü netlik kazanmasına rağmen enflamasyondaki rolü belirsizliğini korumaktadır. Yapılan insan ve hayvan çalışmalarında hepsidin sentezinin enfeksiyon durumlarında arttığı gösterilmiştir. Piyelonefrit tedavi edilmediği takdirde sepsis gelişebilir ve kesin bir tanı kriteri yoktur. Tanı klinik bulgular ve fizik muayene ile konulur, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile desteklenir. Ancak bazı olgularda tanı koymak zor olabilir. Kesin bir tanısı olmayan piyelonefritte hepsidin, tanıya yardımcı erken bir marker olabilir. Böylelikle tanı daha erken konulabilir, mortalite ve morbidite oranları düşürülebilir ve artan maliyet oranları azaltılabilir. Materyal ve Metod: Prospektif olarak tasarlanan bu çalışma, Mart 2021-Mart 2022 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji kliniğine başvuran 18 yaş üstü pyelonefrit tanısı alan 60 hasta ve benzer yaş ve cinsiyette herhangi bir sağlık problemi olmayan 40 erişkin birey kontrol grubu ile yapılmıştır. Hastalarda tedavi öncesi ve tedavi sonrası hepsidin, prokalsitonin, C-reaktive protein, hemogram ve sedimantasyon düzeylerine bakıldı. Kontrol grubundan hepsidin için serum örnekleri alındı Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen piyelonefrit grubundaki hastaların tedavi öncesi ortanca hepsidin düzeyi 1393,43 (1131,76-2069,96) pg/ml, tedavi sonrası ortanca hepsidin düzeyi 1221,11 (931,78-2023,16) pg/ml ve sağlıklı kontrol grubundaki ortanca hepsidin düzeyi 1114,74 (774,35-1678,51) pg/ml olarak tespit edildi. Piyelonefrit hasta grubunun tedavi öncesi ile tedavi sonrası hepsidin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p=0,014). Piyelonefrit hasta grubunun tedavi öncesi ile sağlıklı kontrol grubunun serum hepsidin düzeyleri arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0,005) ancak piyelonefrit hasta grubunun tedavi sonrası ile sağlıklı kontrol grubu arasında istatistiksel olarak fark tespit edilmedi (p=0,23). Sonuç: Hepsidinin enfeksiyondaki rolü netlik kazanmamıştır. Toplumda önemli bir mortalite ve morbidite nedeni olan akut piyelonefrit tanısında kullanılacak spesifik bir belirtecin olmadığı göz önüne alındığında hepsidinin bu hastalarda tanıda yardımcı bir biyobelirteç olarak kullanılabilme potansiyelinin göz önünde bulundurulması gerektiği kanaatindeyiz.Article Covıd-19 Hastalarında Antioksidanların ve Oksidatif Hasarın Durumu(2023) Akmeşe, Şükrü; Binici, İrfan; Huyut, Zübeyir; Gunbatar, Hulya; Karahocagil, Mustafa Kasim; Akbay, Halil İbrahim; Gürbüz, EsraAmaç: COVID-19, son zamanlarda bir pandemiye neden olan ve insan sağlığını önemli ölçüde etkileyen bir viral hastalıktır. Bu çalışmada COVID-19'da süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, glutatyon, toplam tiyol, doğal tiyol, disülfid, oksidatif DNA hasarı ve malondialdehit düzeyleri araştırıldı. Araçlar ve Yöntem: Bu çalışmaya revers transkriptaz-polimeraz zincir reaksiyonu ile COVID-19 tanısı konan 35 hasta ve 35 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Enzim bağlantılı immünosorbent testi ile serum glutatyon, glutatyon peroksidaz, süperoksit dismutaz, doğal tiyol, toplam tiyol ve disülfid seviyeleri ve yüksek basınçlı-sıvı kromatografisi ile malondialdehit ve 8-hidroksi-2-deoksiguanozin/10⁶ deoksiguanozin seviyeleri ölçüldü. Bulgular: COVID-19 hasta grubunda serum süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, malondialdehit, 8-hydroxy-2-deoksiguanozin/10⁶, disülfid düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek iken, glutathione, toplam tiyol, doğal tiyol düzeyleri daha düşüktü. Ayrıca 8-hydroxy-2-deoxyguanosine/10⁶ deoxyguanosine ile glutatyon, doğal tiyol ve toplam tiyol arasında negatif, disülfid ile pozitif korelasyon vardı. Sonuç: Bu çalışma, COVID-19 hastalarında serum süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, glutatyon, malondialdehit, 8-hydroxy-2-deoxyguanosine/10⁶ deoxyguanosine ve disülfid düzeylerinin arttığını ve glutatyon, toplam tiyol ve doğal tiyol düzeylerinin azaldığını ortaya koydu. Bu sonuçlar, COVID-19 hastalarında, antioksidan belirteç düzeylerinde azalma ve oksidatif stres belirteçlerinde artış olduğunu ortaya koydu.Specialist Thesis Evaluation of the Prediction of Baseline Presepsin Level on Mortality in Patients With Severe Covi̇d-19 Pneumonia(2022) Tarcan, Tayyar; Binici, İrfanGereç ve Yöntem: Çalışmamız; tek merkezli, prospektif bir çalışma olarak tasarlandı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi COVID-19 Servislerinde ve COVID-19 Yoğun Bakım Ünitelerinde, 14 Temmuz - 31 Ekim 2021 tarihleri arasında yatırılarak takip edilen 18 yaş üstü, Polymerase Chain Reaction (PCR) testi pozitif tespit edilen ve radyolojik olarak doğrulanmış 16'sı exitusla sonuçlanmış olan, 60 ağır COVID-19 pnömoni tanılı olgu çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu olarak hastanemiz aile hekimliği polikliniğine başvuran ve herhangi bir nedenle kan tahlili istenen sağlıklı kadın ve erkek bireylerden oluşan 30 kişilik grup alındı. COVID-19 pnömoni tanısı konulan olgulardan exitusla sonuçlanan ve iyileşen olmak üzere iki grup oluşturuldu. Sağlıklı gönüllülerden bir kontrol grubu oluşturuldu. Bu üç grubun serumlarında presepsin düzeyleri karşılaştırıldı. Hastaların demografik verileri ile klinik, laboratuvar bulguları ve hastalık seyri ile ilgili bilgiler önceden hazırlanan bilgi formlarına kaydedildi. Elde edilen veriler, SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) 28.0 istatistik programı ile analiz edildi. P değeri <0,05 anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmamızda yer alan hastaların serum presepsin düzeylerinin ortalama değeri 1.2 ± 0.6 mg/L, median değeri 1,0 mg/L olarak saptandı. COVID-19 pnömonili hasta grubu ile kontrol grubu arasında serum presepsin düzeyleri açısından anlamlı fark saptandı (p=0.001). COVID-19 pnömonili exitus olan grup ile COVID-19 pnömonili iyileşen grup arasında presepsin düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). İnvaziv solunum desteği alan hastaların, non-invaziv solunum desteği alan hastalara göre serum presepsin değerleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Serum presepsin düzeyiyle tedavi ve yatış süresi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Serum presepsin düzeyleri, COVID-19 ilişkili pnömoni tanısıyla yatan hastalarda anlamlı olarak yüksek saptandı. Fakat exitus olan grupla iyileşen grup arasında tespit edilen fark istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmedi. Serum presepsin düzeyinin yüksek olması, hastalığın ağır seyredeceğini öngörmede anlamlıyken mortalite öngörücüsü olarak anlamlı kabul edilmediArticle Fasciola Hepatica Enfestasyonu Tanılı Olguların Retrospektif Olarak İncelenmesi(2023) Binici, İrfanAmaç: Fasciola hepatica enfestasyonunun klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları ve hasta prezentasyonunu ortaya koyarak ayırıcı tanıda yer alması için farkındalık oluşturmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı tarafından 01.01.2013 ile 05.06.2022 tarihleri arasında tanı konmuş olan Fasciola hepatica enfestasyonu olan 18-90 yaş aralığındaki 31 hastanın demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 31 olgunun 21 (%67.7)’i kadın, 10 (%32.3)’u erkekti. Olguların tamamında karın ağrısı şikayeti vardı. Laboratuvar bulguları incelendiğinde en sık anormal bulgu, 29 (%93.5) olguda tespit edilen eozinofili idi. Olguların tamamında görüntüleme yöntemleriyle fascioliazis şüpheli lezyon izlendi. Sonuç: Çalışmamızdaki olguların yaş ortalaması, literatürle uyumlu idi. Olguların 20 (%64.5)’sinde kırsal kesimde yaşama hikayesi mevcuttu. Tanıda görüntüleme ve laboratuvar bulguları kullanıldı. Çalışmamızda olguların büyük kısmı Van ilindendi. Bu bölgede su teresi bitkisi tüketimi yaygın olduğundan fascioliazis’in Van ili ve çevresinde endemik olabileceği düşünülmektedir. Bu bölgede yaşayan, karın ağrısı, halsizlik ve eozinofili saptanan olgularda fascioliazis’in de ayırıcı tanıda düşünülmesi gerekmektedir.Specialist Thesis Investigation of Colonization and Risc Factors of Vancomycine Resistant Enterococcus in Pediatric Service and Intensive Care Unit(2011) Binici, İrfan; Karahocagil, Mustafa Kasım1 Ağustos 2010 - 31 Mayıs 20011 tarihleri arasında YYÜ Tıp Fakültesi Pediatri Servis ve YBÜ'sinde yatan hastalarda VRE kolonizasyonu ve VRE enfeksiyonlarının takip ve değerlendirmeleri yapıldı, VRE kolonizasyonu için risk faktörleri araştırıldı. Yatan her hastadan yatışının 0 ve 7. günleri ve bir haftadan uzun yatan hastalarda haftada bir kez olacak şekilde steril eküvyonlar ile rektal sürüntü örnekleri alındı. Toplam 600 hastadan rektal sürüntü örneği alındı. Bunların 54'ünde (%9) VRE pozitifliği saptandı. Serviste takip edilen 450 hastanın 31'inde (%6.9), YBÜ'nde takip edilen 150 hastanın 23'ünde (%15.3) rektal sürüntü örneğinde VRE kolonizasyonu tesbit edildi.Çalışmaya alınan 54 VRE suşunun 50'si (%92.6) E. faecium, 4'ü (%7.4) E. faecalis olarak tesbit edildi.Suşların 52'sinde (%96.3) yüksek düzey gentamisin direnci (YDGD), 23'ünde (%42.6) yüksek düzey streptomisin (YDSD) direnci saptandı. Ampisiline %100, moksifloksasine %62.9, teikoplanine %96.3, kinopristin/dalfopristine % 13.6 direnç saptandı. Tetrasikline, daptomisine %100 duyarlılık saptandı. Linezolide %79.6 duyarlılık, %20.4 orta derecede duyarlılık saptandı. Linezolide karşı tam direnç saptanmadı.Hastanede yatıyor olma, özellikle YBÜ'nde takip ediliyor olma, vankomisin, imipenem/meropenem kullanımı önde gelen risk faktörleri olarak tesbit edildi.Başta izolasyon olmak üzere enfeksiyon kontrol önlemlerine uyulması, hekim ve yardımcı personelin bilinçlendirilmesi, vankomisin başta olmak üzere, üçüncü kuşak sefalosporin, sulbaktam-ampisilin, karbapenemler, metronidazol ve florokinolonların kontrollü ve yerinde kullanımının sağlanması ve atıklar konusunda gerekli önlemlerin alınması ile VRE'nin yayılımının engellenebileceği görüldü.Anahtar Kelimeler: VRE, VRE kolonizasyonu, vankomisin dirençli enterokok, VRE risk faktörleri.Article Olgu Sunumu: Van İlindeki Plasmodium Vivax Sıtması(2009) Bilici, Adnan; Yaman, Görkem; Çiçek, Mutalip; Baran, Ali Irfan; Karahocagil, Mustafa Kasım; Akdeniz, Hayrettin; Binici, İrfanSıtma Türkiye'de Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde endemik, diğer bölgelerde sporadik olarak rastlanılan önemli bir paraziter infeksiyondur. Yurdumuzda büyük bir çoğunlukla Plasmodium vivax sıtması görülmektedir. Hastanemize yüksek ateş, üşüme-titreme, bulantı-kusma, yaygın vucut ağrısı ve halsizlik şikayetleri ile başvuran iki hastanın kardeş olmaları, Ekim ayında başvuruyor olmaları ve Van dışına seyahat hikayelerinin olmaması sebebiyle sunulmuştur.Specialist Thesis A Retrospective Evaluation of Patients With Brucellosis: Ten Years of Experience and Review of the Literature(2022) Toprak, Tuba Aydın; Binici, İrfanAMAÇ: Bruselloz dünya genelinde en yaygın zoonozdur. Temel bulaş yolu pastörize edilmemiş süt ürünlerinin tüketimidir. Brusellozda birçok sistem tutulabilir ve birçok hastalığı taklit edebilir. Bu nedenle tanıda ve takipte zorluklara yol açabilmektedir. Bu çalışmada bruselloz hastalarının epidemiyolojik özellikleri, bulaş açısından risk faktörleri, semptomları, bulguları ve aldıkları tedavi rejimlerinin klinik formlara göre araştırılması ayrıca nonspesifik laboratuvar bulgularına ek olarak standart tüp aglütinasyon ve kültür sonuçlarının değerlendirilmesi ile literatüre katkı sağlanması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu araştırmada Ocak 2010 ve Ocak 2020 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvuran brusella tanısı alan hastalar değerlendirildi. Çalışmaya STA titresi ≥1/160 olan ve/veya kan, steril vücut sıvı kültürlerinde brusella bakterisi üremesi olan 18 yaş ve üzerindeki hastalar dahil edildi. Hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Olgular yaş, cinsiyet, semptomların başladığı tarih, semptomların süresi, çiğ süt ve süt ürünleri tüketimi öyküsü, hayvan teması öyküsü, başvuru anındaki yakınmaları, klinik bulguları, laboratuvar bulguları, mikrobiyolojik incelemeleri, radyolojik görüntüleme sonuçları, verilen tedavi rejimlerine göre değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 538 bruselloz olgusu klinik formlarına göre incelendiğinde; 310'u (%57,6) akut bruselloz, 155'i (%28,8) subakut bruselloz, 73'ü (%13,5) ise kronik bruselloz olarak değerlendirildi. Olgularda en sık görülen semptomun ateş (%73,9) daha sonra sırasıyla artralji (%62,6), terleme (%54,8) olduğu tespit edildi. Komplikasyon gelişme oranı %34,9 (n:188) olarak bulundu. En sık kas-iskelet sistemi tutulumu (%27,1) mevcuttu. Kas iskelet sisteminde ise en sık sakroileit (%13,8) sonra spondilit (%12,8) tutulumu olduğu gözlendi. Spondilit gelişimi yaş grupları içinde değerlendirildiğinde 48 yaş ve üzerinde anlamlı olarak daha fazla olduğu görüldü (p=0,02). Hastalarda en sık görülen laboratuvar bulgusu C Reaktif Protein (CRP) yüksekliği (%62,5), sonra Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESR) yüksekliği (%47,2) olarak saptandı. Kan kültürü ve STA titreleri arasındaki istatistiksel analizde, STA sonucu ≥1/640 olan olgularda, kan kültürü pozitifliği anlamlı oranda daha yüksek bulundu (p=0,034). SONUÇ: Ülkemiz için endemik olan bruselloz, sıklıkla ateş, artralji, gece terlemesi ve halsizlik gibi non-spesifik semptomlara neden olması dolayısı ile ayırıcı tanıda akla getirilmelidir. Tanı ve tedavide gecikmeler komplikasyon gelişme olasılığını arttırmaktadır. Tedavide kombine rejimlerin kullanımı ve tedaviye uyum önemlidir. Bununla birlikte tedaviden önce koruyucu halk sağlığı uygulamaları en önemli basamaktır.Article Vankomisine Dirençli Enterokok Kolonizasyonu Sürveyansı, Diğer Antimikrobiyallere Duyarlılıkları ve Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi(2022) Binici, İrfan; Sunnetcioglu, Mahmut; Karahocagil, Mustafa Kasim; Parlak, MehmetAmaç: Vankomisine dirençli enterokok (VRE) kolonizasyonu; hastaların uzun süre hastanede takip edildiği, antibiyotik tedavisi ve invaziv işlemlerin daha sık uygulandığı yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) daha sık görülmektedir. Çalışmamızda hastanemiz pediatri servisi ve yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda vankomisine dirençli enterokokun rekta l kolonizasyonu ve risk faktörlerinin araştırılarak, ant ibiyotik duyarlılıklarının saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmamız, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatri Servis ve Yoğun Bakım Ünitesinde yatan hastalarda on aylık zaman diliminde yürütülmüştür. İlgili servislere yatan her hastadan yatışının 0 ve 7. günleri steril eküvyon çubukları ile rektal sürüntü örnekleri alınmıştır. Enterococcus spp. uygun prosedürlerle tespit edilmiştir. Bununla eş zamanlı olarak tespit edilen suşların türlerinin belirlenmesi ve antibiyotik duyarlılıklarının saptanması amacıyla Phoenix Otomatize Sisteminden (Becton Dickinson, ABD) yararlanılmıştır. Bulgular: Takibi yapılan 600 hastanın 54’ünde (%9) rektal sürüntü örneğinde vankomisine dirençli enterokok kolonizasyonu saptanmıştır. Pediatri servisinde 31 (%6.9), yoğun bakım ünitesinde ise 23 (%15.3) hastada vankomisine dirençli enterokok kolonizasyonu tespit edilmiştir (p<0.05). Rektal sürüntü örneklerinde kolonizasyon şeklinde saptanan vankomisine dirençli enterokok suşlarının 50’si (%92,6) Enterococcus faecium, 4’ü (%7,4) ise Enterococcus faecalis olarak belirlenmiştir (p<0.05). İzole edilen vankomisine dirençli enterokok suşlarında yapılan antibiyotik duyarlılık testi sonucunda linezolid, tigesiklin, tetrasiklin ve daptomisine karşı direnç saptanmamıştır. Sonuç: Hastanede yatıyor olma, yoğun bakım ünitesinde takip edilme, altta yatan veya kronik hastalığın bulunması, vankomisin, meropenem/imipenem kullanımı, rektal VRE kolonizasyonu gelişimi için risk faktörleri olarak değerlendirilmiştir.Article Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinde Yatan Hastalarda Antibiyotik Kullanımının İncelenmesi(2007) Er, Abdülazim; Akdeniz, Hayrettin; Binici, İrfan; Yapıcı, Kubilay; Bilici, Adnan; Baran, Ali Irfan; Kırıkçı, Aziz DursunAntibiyotikler dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sık kullanılan ve kullanımında en fazla hata yapılan ilaçlardır. Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinde, bütün servislerde yatan hastalarda 3 ardışık haftanın 3 farklı gününde nokta prevalans yöntemiyle antibiyotik kullanım eğilimleri incelendi. Çalışmanın yapıldığı günlerde hastanemiz genelinde antibiyotik kullanım oranları sırasıyla % 49.7, 48.1, 45.8 olarak tespit edildi. Antibiyotik kullanım oranlarının en yüksek olduğu klinik cerrahi bölümlerde anesteziyoloji yoğun bakım (%100) iken, dahili bölümlerde çocuk hastalıkları (% 65.9) kliniği idi. Tedavi amaçlı en sık kullanılan antibiyotikler, sulbaktam-ampisilin, siprofloksasin, metronidazol ve seftriakson idi. Profilaksi amaçlı ise en sık sefazolin, sulbaktam-ampisilin, metronidazol ve sefotaksim antibiyotiklerinin kullanıldığı saptandı. Hastanemizde yatan hastalarda, genel antibiyotik kullanım kriterlerine göre; kullanılan antibiyotiklerin % 42,1’inin uygunsuz kullanıldığı ve uygunsuz antibiyotik kullanımının en önemli sebebinin cerrahi kliniklerin gereksiz ve uzun süreli profilaksi alışkanlıkları olduğu tespit edildi. Sonuç olarak, hastanemizde uygunsuz antibiyotik kullanım oranları oldukça yüksektir. Özellikle cerrahi profilaksi alanında görülen uygunsuz antibiyotik kullanımının önüne geçmek için cerrahi birimlerle beraber çalışarak, bir cerrahi profilaksi protokolünün hazırlanması gereklidir. Ayrıca doğru antibiyotik kullanımı ile ilgili mezuniyet öncesi-sonrası ve uzman eğitimi süresince eğitim çalışmalarına ağırlık vermek gereklidir.