Browsing by Author "Güvercinci, Mehmet"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Other Gebeliğin Iı. Trimesterinde Görülen Unilateral Orta Üreter Taşı: Olgu Sunumu(2001) Kamacı, Mansur; Çeçen, Kürşat; Şahin, H. Güler; Güvercinci, MehmetGebelikte görülen ürolitiyazis, etiolojisi tam olarak bilinmeyen ve genellikle 2 ile 3. trimesterde semptom veren nadir karşılaşılan bir hastalıktır. Ürolitiyazisin enfeksiyon riski (%60) dışında gebelik seyrine olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Çok nadiren üriner sistemde obstrüksiyon geliştiğinde lokalize olduğu yerle uyum gösteren medikal tedaviye yanıt vermeyen hipokondrium ağrısına sebep olurlar. 30 yaşındaki multipar gebede 27'nci gebelik haftasında sol üreter orta kısmında obstrüksiyona bağlı hipokondrium ağrısına neden olan ve medikal tedaviden yararlanmayan laparotomik ureterolitotomi operasyonundan olumlu sonuç alınan ve gebelikte nadir görülen bu olgunun literatür ışığı altında tartışılarak sunusu yapılmıştır.Article Preeklampsi ve Eklampsilerde Plasental Lipid Peroksidasyon Hasarı ve Klinikle İlişkisi(2004) Dülger, Haluk; Üstün, Yusuf; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Üstün, Engin Yaprak; Güvercinci, MehmetAmaç: Çalışmanın amacı, preeklamptik (hafif, şiddetli, süperimpoze), eklamptik ve normal gebelerden postpartum alınan plasental doku örneklerinde lipid peroksidasyonun göstergesi olan malondialdehid (MDA) seviyesini ve maternal-fetal sonuçlarla korelasyonunu incelemektir. Materyal ve Metot: Prospektif olarak planlanan bu çalışma preeklampsi ve eklampsi tanısı ile yatırılarak izlenen ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusunu kapsamaktadır. Hasta grubunu; 15 hafif preeklampsi, 23 süperimpoze preeklampsi, 23 ağır preeklampsi, 22 eklampsili olgu oluşturmaktadır. Çalışmada olguların plasental MDA değerleri ve maternal ve fetal klinik bulgularla korelasyonu değerlendirildi. istatistiksel işlemler; SPSS for windows 11 paket programı kullanılarak gerçekleştirildi. Sonuçlar: Gruplar MDA açısından değerlendirildiğinde, en yüksek plasental MDA düzeyi 28.79 µmol/gram (10.7-230.8) proteinile eklampsi grubundaydı. MDA ile umbilikal kord pH (r=-0.322, p=0.001) ve bebek doğum ağırlığı (r=-0.471, p=0.001) arasında istatistiksel olarak negatif yönde bir korelasyon olduğu saptandı. MDA ile annenin hastanede kalış süresi değerlendirildiğinde (r=0.524, p=0.001) pozitif yönde korelasyon bulundu. Tartışma: Çalışmamızda hastalık şiddeti arttıkça plasental MDA düzeylerinde artış olmuştur. Plasental MDA düzeylerinin fetal ve maternal klinik bulgularla korelasyonu bulunmaktadır.Other Preeklamptik Ve Komplike Olmayan Gebeliklerde Serum Lipid Profili(2002) Sürücü, Ramazan; Güvercinci, Mehmet; Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniAmaç:Preeklamptik eklamptik ve normal gebelerdeki serum Kolesterol, Trigliserid, HDL, LDL ve VLDL düzeylerini karşılaştırmak ve hastalığın şiddeti ile ilişkisini araştırmak. Gereç ve Yöntem:45 hafif, 36 ağır preeklamptik ve 50 normal gebe çalışma gruplarını oluşturdu. Gebelerin doğum öncesi ve postpartum 72. saatte serum Kolesterol, Trigliserid, HLDL, LDL ve VLDL düzeyleri kaydedildi. Buldular: Benzer demografik özelliklere sahip grupların doğum öncesi ortalama serum Kolesterol, Trigliserid, HDL, LDL ve VLDL değerleri sırasıyla hafif preeklamptik grupta 246,42 mg/dl, 251,0 mg/dl, 45,9 mg/dl, 134,6 mg/dl, 45,0 mg/dl, ağır preeklamptik grupta 251,15 mg/dl, 313,90 mg/dl, 51,11 mg/dl, 149,62 mg/dl, 92,0 mg/dl, 169,0 mg/dl, 167,36 mg/dl, 40,98 mg/dl, 85,18 mg/dl, 40,90 mg/dl olarak saptandı. Postpartum 72. saatteki değerler ise sırasıyla hafif preeklamptik grupta 238,04 mg/dl, 237,66 mg/dl, 44,33 mg/dl, 131,46 mg/dl , 40,66 mg/dl, ağır preeklamptik grupta 266,23 mg/dl, 273,18 mg/dl, 49,73 mg/dl, 138,50 mg/dl, 56,42 mg/dl, eklamptik grupta 216,16 mg/dl, 308,71 mg/dl, 43,0 mg/dl, 116,27 mg/dl, 83,57 mg/dl normotansif gebelerde 152,42 mg/dl, 151,58 mg/dl, 34,44 mg/dl, 82,32 mg/dl, 31,86 mg/dl, olarak saptandı. Preeklamptik ve eklamptik gruplarda hem doğum öncesi hem de doğum sonrası serum Kolesterol, Trigliserid, LDL-K değerleri normal gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. HDL seviyeleri arasındaki farklar ise anlamlı değildi.VLDL-K değerleri ise sadece eklamptik grupta anlamlı olarak yüksek idi. Preeklamptik gruplar ile eklamptik grubun lipid düzeyleri birbirleri ile karşılaştırıldığında arada anlamlı farklar mevcut değildi. Sonuç: Preeklamptik ve eklamptik gebelerde HDL haricindeki serum lipid düzeyleri normal gebelerle kıyaslandığında daha yüksek bulunmuş olup, bunun preeklampsi patofizyolojisinde bir faktör olabileceğini düşünmekteyiz. Ancak hastalığın şiddeti ile korelasyon saptanmamıştır.Article Preeklamptik ve Normal Gebelerde Ferritin Düzeyinin Karşılaştırılması(2004) Üstün, Yusuf; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Şahin, Güler; Güvercinci, MehmetAmaç: Çalışmanın amacı, preeklamptik ve normal gebelerin kanındaki enzimatik olmayan endojen antioksidan düzeyinin (ferritin) incelenmesidir. Yöntem: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde yatırılarak takip ve tedavisi yapılan 83 preeklampsi olgusu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu çalışmaya dahil edildi. Çalışma grubunu oluşturan hastalardan hiçbiri gebelik süresince düzenli kontrole gelmemiş ve demir desteği almamıştı. Kontrol grubu gebeler de düzenli demir desteği almayan hastalardan seçildi. Çalışmaya dahil edilen olguların hemoglobin, hematokrit ve ferritin düzeyleri ölçüldü. Serum ferritin düzeyi Bio DPC firmasına (Los Angeles/USA) ait kitlerle (L2KFE2) IMMULITE 2000 cihazında Immunometric metoduyla değerlendirildi. Bulgular: Olguların hemoglobin ve hematokrit değerleri incelendiğinde her iki grubun benzer olduğu görüldü. Olguların ferritin değerlerine bakıldığında kontrol grubunda 11.5 (1-45.6) ng/ml, hasta grubunda 80 (12.5-1039) ng/ml idi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.001). Sonuç: Çalışmamız, preeklamptik gebelerde serum ferritin düzeyinin normal gebelere oranla anlamlı derecede yüksek olduğunu göstermiştir.Article Preeklamptik ve Sağlıklı Gebelerde Plasental Patoloji(2005) Üstün, Yusuf; Güvercinci, Mehmet; Üstün, Engin Yaprak; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Şahin; Uğraş, SerdarAMAÇ: Çalışmanın amacı, sağlıklı ve preeklamptik gebelerde plasental patolojiyi karşılaştırmaktır.MATERYAL ve METOD: Çalışmaya Ekim 2001 ile Eylül 2002 tarihleri arasında prospektif olarak, preeklampsi-eklampsi tanısı ile yatırılarak takip ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu dahil edildi. Plasentalar, makroskopik incelemesi yapıldıktan sonra, dokuz histolojik parametre dikkate alınarak ışık mikroskobunda incelendi. İstatistiksel işlemler; student t testi ve x2 (ki-kare) testi ile değerlendirildi.BULGULAR: Sinsityal düğümde artış, sitotrofoblastta proliferasyon, fokal perivillöz fibrin depolanması, villöz stromal fibrozis, uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, maturasyon, bazal membran kalınlaşması, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem çalışma grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, villöz stromal fibrozis, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem kontrol grubunda hiçbir hastada saptanmadı.SONUÇ: Preeklampsinin patogenezinde plasental patoloji önemli rol oynamaktadır.Article Preterm Eylem, Prematüre Membran Rüptürü ve Alt Ürogenital Sistem İnfeksiyonları(2004) Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, Mehmet; Deveci, Aydın; Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Preterm doğum ve prematüre membran rüptürü ile alt ürogenital infeksiyonlar arasında bir ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi. Gereç ve Yöntem: Preterm eylem (grup I, n:37) ve prematüre membrane rüptürü (PEMR) (grup II, n:42) şikayetiyle kliniğimize başvuran hastalar ile miadında gebeler (grup III, n:20) kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan kadınların vajinal ve idrar kültürleri ile vajen yan duvarından alınan örnekler candida, bakteriyel vajinozis ve Trikomonas vaginalis açısından incelendi. Vajenin pH ölçümü yapıldı. Bulgular: Üç grup arasında candidal ve Trikomonas vaginalis infeksiyonları açısından anlamlı bir istatistiksel farklılık saptanmadı. Bakteriyel vaginozis, pH ve vajinal kültür pozitifliği kontrol grubuna göre her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı bir yüksekliğe sahipti. İdrar kültürü pozitifliği oranı kontrol grubuna göre preterm eylem grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir yüksekliğe sahipken prematüre membran rüptürü olan gruptaki yükseklik istatistiksel açıdan anlamlı değildi. Sonuç: Preterm eylem ve prematür membran rüptürü ile alt ürogenital sistem infeksiyonları arasında anlamlı bir ilişki mevcut olup, gebeliğin antenatal kontrolleri sırasında asemptomatik infeksiyonların bile dikkate alınması ve tedavilerinin yapılması önemlidir.Article Psöriasiste İlk ve Tek Semptom Olarak Ortaya Çıkan Vulvar Kaşıntı: Olgu Sunumu(2003) Metin, Ahmet; Şahin, Güner; Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, MehmetTekrarlayan vulvar kaşıntı şikayeti dışında semptomu olmayan ve sistemik muayenesinde herhangi bir lezyon saptanmayan hastada biyopsi sonucu tespit edilen vulvar psoriasis olgusunun tartışılması amaçlandı. 29 yaşında, G 2, P 2, Y 2 olan kadın hasta 4 yıldır devam eden vulvada kaşıntı şikayeti nedeniyle kadın doğum polikliniğine başvurdu. Anamnezinde aralıklarla 6 kez özellikle antifungal olmak üzere krem ve övül kullanmış olduğu ve şikayetlerinde hafifleme sonrasında yeniden artan yakınmaları olduğu öğrenildi. Pelvik muayenesinde vulva ve labia majörler üzerinde kaşıntıya bağlı olduğu düşünülen çok hafif eritem dışında patoloji tespit edilmedi. Anamnezde ifade edilen kaşıntı bölgesinden alınan biyopsi sonucu psoriasis ile uyumlu olarak saptandı. Kaşıntı vulva ile ilgili hastalıkların en sık semptomu olarak karşımıza çıkmakta ve kadın-doğum polikliniğine başvuran hastaların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu semptoma yönelik değerlendirmede infeksiyöz ajanlar ve distrofiler ön plana çıkmaktadır. Dermatozlar ise daha az akla gelmektedir. Özellikle tedaviye rağmen tekrarlayan yakınmaları olan olgularda psöriasisin atipik olarak ilk vulvada ortaya çıkabileceği akılda tutulmalı ve biyopsi kesin tanı için kaçınılmaz olmalıdır.Article Sezaryen Profilaksisinde Piperasilin ile Sefazolin Karşılaştırılması(2003) Şahin, Güler; Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, Mehmet; Kamacı, Mansur; Deveci, AydınAmaç: Sezaryen operasyonunun profılaksisinde sefazolin ile piperasilin etkinliğinin karşılaştırılması. ça ılışmanın Yapıldığı Yer: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Van, Türkiye. materyal ve Metod: Sezaryen ile doğum yapan 398 hasta çalışmaya alındı. Hastalar rasgele iki gruba ayrıldı. Birinci gruba (n:193) profilaksi olarak operasyondan 30 dakika önce ve bunu takiben 6 saat arayla toplam üç doz intravenöz l gram sefazolin uygulandı. İkinci gruba (n:205) aynı şekilde 2 gr piperasilin uygulandı. Hastalar febril morbidite, yara yeri infeksiyonu, endometrit, idrar yolu infeksiyonu ve akciğer infeksiyonu yönünden değerlendirildi. bulgular: Sefazolin alan grupta klinik olarak 14 (%7.25) hastaya endometrit tanısı konulurken, piperasilin alan grupta 25 (%12.20) endometrit tanısı konuldu (p<0.05). Sefazolin alan grupta febril morbidite oranı %13.47 saptanırken, piperasilin alan grupta %19.02 olarak saptandı (p<0.05). Sefazolin alan grupta 2 hastaya klinik olarak idrar yolu infeksiyonu tanısı konulurken, piperasilin alan grupta hastaların 5'inde idrar yolu infeksiyonu tanısı konuldu (p<0.05). Yara infeksiyonu ve akciğer infeksiyonu açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Sefazolin profılaksisinin sezaryen operasyonlarında piperasiline göre daha etkili olduğu çalışmada gösterilmektedir. Bundan dolayı sezaryen profılaksisinde sefazolinin kullanılmasının daha uygun olacağı kanısına varıldı.Other Tubal Sterilizasyon Olgularının Değerlendirilmesi(2002) Şahin, Güler; Kamacı, Mansur; Güvercinci, Mehmet; Şengül, Muzaffer; Kahramanoğlu, İhsan; Zeteroğlu, ŞahinAMAÇ: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde yapılan tubal sterilizasyon olgularının değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: 14 Aralık 1994- 31 Temmuz 2001 tarihleri arasında tubal sterilizasyon yapılan olguların retrospektif olarak yaş, gebelik, parite ve yaşayan çocuk sayısı, sterilizasyon tipi, operasyon tekniği ve komplikasyonları değerlendirildi. Ana operasyona ek olarak yapılan, postpartum dönemde ve poliklinikten tüp ligasyonu amacıyla yatırılan hastalar karşılaştırıldı. BULGULAR: Toplam 630 tubal sterilizasyon yapılmış olup olguların ortalama yaşı 34.42±6.44, ortalama gebelik sayısı 6.81±2.93, parite 5.21±2.60, yaşayan çocuk sayısı 4.66±2.25 olarak saptandı. 413 olguya (%65.56) laparotomik, 217'ine (%34.44) ise laparoskopik yöntem uygulandığı tespit edildi. 358 (%56.82) olguya tubal sterilizasyon ek bir operasyon esnasında ikincil olarak yapılırken, 175 (%27.77) olgunun polikliniğe tubal sterilizasyon amacı ile başvurup opere edildikleri saptandı. 97 (%15.39) olguya postpartum tubal sterilizasyon yapıldığı görüldü. Laparotomik tüp ligasyonu olguların tümüne pomeroy metodu uygulanırken, laparoskopi yapılan olguların 5'ine (%2.30) parsiyel salpenjektomi, 212' sine (%97.70) bipolar koter+insizyon tekniği uygulandı. Laparoskopi yapılan hiçbir olguda erken dönem komplikasyon saptanmadı. Laparotomik tüp ligasyonu uygulanan olguların 2'sinde (%0.45) daha sonra gebelik tespit edildi. Bir olguda (%0.23) ise yara yeri enfeksiyonu ve açılması saptandı. SONUÇ: Ek bir operasyon esnasında ikincil olarak yapılan tubal sterilizasyon olguları oranının yüksek olduğu, tüp ligasyonu amacı ile yatırılıp opere edilen olgular oranının ise düşük olduğu göze çarpmaktadır. Yöremizde grandmultiparitenin yaygın olduğu dikkate alındığında özellikle elektif ve postpartum dönemdeki tubal sterilizasyonların özendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Article Vaginal Akıntısı Olan Kadınlarda Mikrobiyolojik Bulgular(2003) Şahin, Güler; Deveci, Aydın; Andiç, Şafak; Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, MehmetAMAÇ: Vaginal akıntı şikayeti olan kadınlarda mikrobiyolojik ajanların saptanması amaçlandı. MATERYAL ve METOD: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine 01.06.2001 ile 15.11.2001 tarihleri arasında vaginal akıntı şikayetiyle başvuran cinsel yönden aktif, tek eşli 116 hasta çalışmaya alındı. Akıntı örneklerinden direkt mikroskopik inceleme ve kanlı agar, eosin metilen mavisi (EMB), Thayer Martin, sabouraud dekstroz (SDA), % 5 insan kanlı Tween (HBT) ve kan beyin infüzyon agarı besiyerlerine ekim yapıldı. Uroplasma ve Mycoplasma için Mycofast® Evalution 2 test kitleri kullanıldı. Chlamydia trachomatis direkt floresan antikor boyaması tekniğiyle (DFAT) araştırıldı. BULGULAR: Yapılan direkt mikroskopik incelemede 116 hastanın 48'inde (% 41.38) patolojik bulgu saptandı. Amsel kriterlerine göre 30 (% 25.86) hastaya bakteriyel vaginosis tanısı konuldu. İki (%1.72) hastada T.vaginalis ve 23 (%19.82) hastada hif, pseudohif ve mantar sporları saptandı. Üç (% 2.58) hastanın giemsa ve gram boyama örneklerinde N.gonorrhoeae ile uyumlu gram negatif diplokoklar ve yoğun inflamatuar hücre tebspit edildi. Onüç (% 11.21) hastada C. trachomatis için yapılan DFATtesti pozitif olarak bulundu. Yüz altmış altı hastanın vaginal akıntı örneklerinden besi yerlerine yapılan ekimlerde 61 (% 52.59) hastada üreme saptandı. Toplam 104 etken saptandı. Hastaların 28'inde (% 24.14) U. urealyticum, 20'sinde (% 17.24) G. vaginalis, 13'ünde (% 11.21) C.albicans, 12'sinde (% 10.34) M. hominis, 4'ünde (% 3.45) N. gonorrhoeae ve 27'sinde (23.288) normal vaginal flora türleri saptandı. Yüz on altı astanın 27'sinde (% 23.28) birden çok mikroorganizma izole edildi. SONUÇ: Vaginal akıntı şikayetinin başlıca nedeni alt genital yollarda oluşan infeksiyonlardır. Bu infeksiyonların önemli bir kısmı polimikrobiyaldir. Gardnerella vaginalis ve Candida türleri en sık karşılaşılan patojenlerdir.