Browsing by Author "Taş, Mehmet Recep"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Article Achebe'i̇n Things Fall Apart Adlı Romanında Muhafazakarlık ve Değişim İki̇lemi̇(2024) Taş, Mehmet RecepChinua Achebe, önemli eseri Things Fall Apart'ta, değişimin eşiğindeki bireylerin ve toplumların karşılaştığı karmaşık mücadeleleri yansıtan baskın bir tema olarak gelenek ve modernite arasındaki gerilimi vurgular. Achebe'nin Igbo toplumunun yaşadığı zorlukları betimlediği eser, bulunduğu ortamın ötesine geçerek kimlik, kültürel evrim ve tarihsel dönüşümün karmaşıklığı üzerine daha geniş toplumsal tartışmalara değinmektedir. Bu bağlamda, bu makale konunun çok yönlü bir incelemesini yapmakta, karakterlerin değişim ve ilerlemeye karşı tutumlarını araştırırken, geleneksel değerleri korumanın ya da modernliği benimsemenin yarattığı ağır sonuçları vurgulamaktadır. Ana karakterlerin, etkileşimlerinin ve seçimlerinin ayrıntılı bir analizi yoluyla bu makale, kültürel mirası koruma arzusu ile ilerlemenin kaçınılmaz çekiciliği arasındaki karmaşık dengeyi ortaya çıkarmaktadır. Bu makale, karakterlerin ikilemlerini inceleyerek, yerleşik geleneklerin rahatlığı ile yeni yaşam biçimlerini benimsemenin cazibesi arasındaki evrensel insan mücadelesine de ışık tutmaktadır. Bunu yaparken, Achebe'nin anlatı sanatının ve Things Fall Apart'ın kültürel dinamikler ve toplumsal değişim hakkındaki çağdaş tartışmalarla tematik ilgisinin daha derinlemesine anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.Article Chınua Achebe’in “no Longer At Ease” Adlı Romanında Sömürgecilik ve Eğitim İlişkisinin Sistem Yaklaşımı Açısından İncelenmesi(2017) Taş, Mehmet RecepCoğrafi keşiflerle başlayan ve ikinci dönem kolonyalizm olarak da adlandırılan dönemde, Batılı ülkelerin sömürüyü perdelemek için 'Beyaz Adamın Yükü' misyonunu ileri sürüp üçüncü dünya ülkeleri diye adlandırılan Afrika kıtasındaki ülkeleri birer sömürge ülke haline getirdikleri bilinmektedir. Batılı ülkelerin, sömürüyü kolaylaştırmak için sömürünün üç temel aracından biri olarak görülen eğitim aracını etkili bir şekilde kullandıkları da bilinmektedir. Bu ülkeler, her ne kadar sömürgeleştirdikleri ülkelerin geleneksel eğitimini değersizleştirip ikinci plana iten politikalar uyguladılarsa da, onları zorla ortadan kaldırıp yerine kendi eğitim sistemlerini zorla dayatmadılar. Sömürge ülkelerin eğitim sistemlerinin yanına kendi eğitim sistemlerini koydular. Sömürünün başladığı ana kadar geleneksel kapalı-sistem bir eğitim sistemine sahip olan sömürge ülkeler, sömürgecilerin Rönesans ve Aydınlanma tecrübesinden süzülüp şekillendirilmiş açık-sistem eğitim sistemleri ile karşı karşıya gelince bocalamaya başlarlar. İçi boşaltıldığı ve sömürge ülkelerin kültürel bağlamına uymadığı için 'istendik şekilde çıktı' oluşturamayan bir eğitim sisteminin kültürel yozlaşma ve ekonomik yolsuzluklara neden olma olasılığı göz ardı edilmemesi gereken önemli bir gerçekliktir. Chinua Achebe'in de aralarında olduğu sömürge sonrası dönem teorisyen, düşünür, entelektüel ve yazarlarının çoğu, yayılmacı (emperyalist) düşüncenin uygulamaya geçirilmiş biçimi olan sömürgeciliğin kalıcılığını sağlamak için, sömürülen ülkelerin eğitim sistemlerini kullanıp kendine göre şekillendirdiği düşüncesinde hemfikirdirler. Bu aydınlar, özellikle II. Dünya Savaşından sonra sömürgeleştirdikleri ülkelerden fiziki olarak çekilen Avrupa medeniyetinin sömürgeleştirilen ülkelerin siyasi, ekonomik ve kültürel yaşamları üzerinde yapmış olduğu tahribatları ve bu tahribatların nasıl onarılabileceğini konu alan eserler yazmışlar. Bazıları, Avrupa medeniyetinin bıraktığı mirası radikal bir şekilde tümden reddetmek gerektiğini ileri sürerken, bazıları da bu medeniyetin kötücül ve tahrip edici etkilerinin yanı sıra iyi şeyler de yaptığını, yüzyıllar süren etkileşim nedeniyle tümden reddetmenin diyalektik olarak mümkün olamayacağını ve asıl yozlaşmanın sömürgeleştirilen ülkelerin kapalı ve/veya yarı açık bir sistemle yürütülen geleneksel eğitimlerinden kaynaklandığını savunurlar. Chinua Achebe'in ikinci görüşü savunanların içinde yer aldığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda; olay örgüleri, kurguları ve karakterleri itibariyle birbirlerinin devamı olan ve Nijerya'nın koloni öncesi, koloni süresi ve koloni sonrası sosyal ve kültürel durumunu anlatan Achebe trilojisinin ikinci eseri olan No Longer at Ease adlı romanını göz önüne alan bu makale, kapalı-sistem geleneksel bir eğitim sonucu şekillenen bir kültürün, doğal diyalektik süreçler yaşanmadan, aniden açık-sistem bir eğitime tabi tutulmasının kültürel yozlaşmaya yol açabileceğini ve sömürünün devam etmesini sağlayabileceğini vurgulamayı amaçlamaktadırArticle Eğitim, Göç ve Sürgün: George Lamming'in In The Castle Of My Skin Romanında Yabancılaşmanın Kesişen Yolları(2024) Taş, Mehmet RecepGeorge Lamming'in In The Castle of My Skin adlı romanı, 1930'ların Barbados'unda sömürgecilik dönemindeki çocukluğa dair ayrıntılı bir değerlendirme sunuyor. İki ucu keskin bir kılıç olan eğitim teması, G.'ye entelektüel özgürlük sağlayıp onu köyünün ötesindeki hayata götürürken, bir yandan da sömürge yapısı içindeki belirgin eşitsizlikleri ve kültürel çatışmaları gözler önüne seriyor. Bu durum, G.'yi hem geleneksel toplumunun hem de baskın sömürge elitinin sınırlarına yerleştirerek bir uyumsuzluk ve izolasyon hissi yaratıyor. Dahası, sürmekte olan göç, sömürgeci bağımlılığın ve kültürel yerinden edilmenin güçlü bir sembolü olarak hizmet etmektedir. Roman kahramanı, köylülerin gidişlerine tanık olmaktadır. Her ayrılış, kahramanın aidiyet duygusunu daha da aşındırır ve onu iki dünya arasındaki liminal bir alana iter. Nihayetinde, G'nin yabancılaşması derin bir iç sürgünle, parçalanmış kimliğinden kaynaklanan psikolojik bir yerinden edilme durumuyla sonuçlanır. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda bu makale, kahramanın (G.) yabancılaşma deneyimini incelemekte ve bunun eğitim, göç ve sürgün gibi toplumsal güçlerden kaynaklandığını savunmaktadır. Bu deneyim yalnızca kişisel değildir, aynı zamanda daha geniş postkolonyal durumun bir temsili olarak da hizmet eder. Lamming, G.'nin yolculuğu üzerinden sömürgeciliğin miraslarıyla boğuşan, mülksüzleştirmenin yıkıntıları arasında otantik aidiyet özlemi çeken ve içinde bulundukları koşulların kısıtlamaları dahilinde ‘ev’ kavramını yeniden tanımlamaya çalışan bir neslin mücadelesini tasvir ediyor.Master Thesis Jhumpa Lahiri'nin Adaş Adlı Romanında Yabancılaşma(2014) Sönmez, Abdulvahap; Taş, Mehmet RecepYabancılaşma modern hayatın kaçınılamaz bir özelliğidir. Yine de o, insan insanoğluyla yaşıttır. Ezen ve ezilen arasındaki etkileşimin incelenmesi yabancılaşmanın doğuşu ve varlığını devam ettirme yöntemlerine ışık tutar. Post-koloniyel yazarlar roman ve kısa hikayeler aracılığıyla bu etkileşimi açıklamaya çalışırlar. Göçmen bir çiftin kızı olan Jhumpa Lahiri, bu tür post-koloniyel yazarlardan biridir. Onun ilk romanı olan Adaş, kendi ülkesinden uzak yaşama durumunu ve yabancılaşma duygusunu Bengalili çift ve oğulları Gogol aracılığıyla etkili bir biçimde yansıtmaktadır.Lahiri bazı yabancılaşma çeşitlerini karakterlerinin yaşam serüvenlerini kullanarak gerçekleştirmektedir: Gogol'un Nikhil olarak yabancılaşması ve daha sonra Bengali kültürünü kucaklaması hem Fichte'nin üçlemesini hem de Hegel'in diyalektik sürecini örneklemektedir. Adaş'taki karakterler yabancılaşmayı güçsüzlük, anlamsızlık, normsuzluk ve öz yabancılaşma olarak yaşarlar. Bunlara ilaveten, Feuerbach'ın yabancılaşmasını belirten küçük bir ima da mevcuttur. Varoluşçu felsefenin yabancılaşma tanımına uygun örnekler de bulmak mümkün. Bu tezin temel amacı yabancılaşma temasını ve bu temanın Jhumpa Lahiri'nin Adaş adlı romanında dışavurum şeklini sömürgecilik sonrası dönem ışığında Fichte, Hegel, Feuerbach, Marx, Kierkegaard, Nietzsche, Sartre, Albert Camus ve M. Seeman'ı dikkate alarak incelemektir. Anahtar Kelimeler: Jhumpa Lahiri, Adaş,yabancılaşma, sömürgecilik, sömürgecilik sonrası.Article Ngugi Wa Thiong’o’nun A Grain Of Wheat Adlı Romanında Ulusal Bilinç(2021) Taş, Mehmet RecepEdebiyatın sömürgeciliğe karşı ulusal bilinci inşa etmenin temel araçlarından biri olduğu konusunda genel bir fikir birliği vardır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren, bir zamanlar sömürgeleştirilmiş ulusların dekolonizasyonu sürecinde önemli bir role sahiptir. Edebiyatın bir türü olan roman ise, yazarların milli kimlik duygusu geliştirmesini sağlayan bir tür olarak öne çıkmaktadır. Batı Avrupa’nın sömürge ülkeler kurmaya başlamasından bu yana, birçok yazar -açıkça veya örtülü olarak-, sömüren ile sömürülen arasındaki ilişkileri kurgulayan eserler yazmışlardır. Ngugi Wa Thiong'o da sömürü ile ilgili görüşlerini açıkça ve radikal bir söylemle dile getiren bir yazar olarak tanınmaktadır. Thiongo, sömürgecinin geride bıraktığı her şeyi reddetmedikçe sömürülenlerin özgür olamayacağını iddia eden ve bu iddiasını yazdığı romanlara yansıtan bir yazar olarak öne çıkmaktadır. 1967 yılında yayınlanan A Grain of Wheat adlı romanı, sömürü düzeni ile mücadelenin başarıya ulaşması için, sömürülen halkın öncelikle kendi anadili ile eğitim alması, öz geleneklerinden (tarihinden) kopmaması ve ulusal bir bilinç geliştirmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, bu makale, hayatına ve romanına dayanarak, Ngugi'nin Kenya vatandaşlarına nasıl bir ulusal bilinç aşılamaya çalıştığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.Master Thesis Thomas Clayton Wolfe's Novels as Autobiography(2003) Taş, Mehmet Recep; Boynukara, Hasan76 SUMMARY It is generally accepted that there is a close relationship between an author's life (autobiography) and his Works. And Thomas Wolfe is one of them. American novelist Thomas Wolfe wrote four novels which present a sweeping picture of American life. His novels are highly autobiographical. They describe the life of a youth from the rural South through his education to his career in New York City as a teacher and writer. Wolfe's major theme was almost always himself-his own inner and outer existence- his gropings, his pain, his self-discovery, and his endless search for an enduring faith. He was obsessed by memory, time and location, and his novels convey a brilliant sense of place. His writing is characterized by a lyrical and dramatic intencity, by the weaving and reweaving of a web of sensuous images, and by rhapsodic incantations. Thomas Wolfe was a keen observer and interpreter of Depression America. His four major books - Look Homeward, Angel(1929), Of Time and the River(1935), The Web and the Rock(1939), and You Can 't Go Home Again(1940) - chronicle in passionate, tormented prose the events involved in his life and the difficult decade from 1928 to 1938. He fictionalize his life from his birth to his twenty-five upon his first protoganist Eugine Gant in the first two novels. And the other posthumously published novels contains his changing views of life, the role of artists, and their struggle with social ilnesses. In this thesis we aimed at showing the relationship between Wolfe's novels and his own life. We concluded that Wolfe's novels are real life stories anda re close to autobiographies rather than to novels particularly for those who familiar with his WorksArticle Toplumsal Bilincin \rkırılganlığı ve Yakınsayan \rdistopyalar: Katharıne \rburdekın’in Swastıka Nıght \radlı Romanının \rdurkheım’ın Kolektif \rbilinç Kavramı Üzerinden \rdeğerlendirilmesi\r(2019) Taş, Mehmet RecepBilinç, genel olarak bireysel (psikolojik) ve \rtoplumsal (kolektif, sosyolojik) olmak üzere iki \rkategoriye ayrılmaktadır. Bireysel bilinç, bireyin \rkendisini ve çevresinde cereyan eden olayları \rtanıma, algılama, kavrama, fark etme sürecinde \riçselleştirdiği sezgisel değerler, vicdan veya neyin \ryanlış neyin doğru olduğunu belirleyen ahlaki \rpusula olarak tanımlanır. Toplumsal bilinç ise \rbireylerin önceki nesillerden miras aldığı ortak \ryaşam şekillerinden ibaret olan bilince kendi \ryaşam sürelerince de zamanın ruhuna uygun \reklemlemeler yaparak ortak kurumsal \rörgütlenmelerde cisimleştirdiği algı, düşünüş ve \rdavranış biçimlerinin bileşkesi olarak tanımlanır. \rÖznel olması nedeniyle, bir toplumu diğerlerinden \rayıran bir niteliğe sahip olan toplumsal bilinç, \rbireysel bilinçten önce oluştuğu ve ondan sonra da \rdevam ettiği için bireysel bilinçten bağımsız ve \ronun ötesinde konumlandırılır. Durkheim, \rtoplumlarda bireylerin benzeşmelerine dayalı \rmekanik ve bireylerin farklılığına dayalı organik\rolarak şekillenmiş iki farklı dayanışma (solidarity)\rolduğunu, toplumsal bilincin ise bu iki dayanışma \rşekline paralel geliştiğini belirtmektedir. \rDurkheim, aynı zamanda, toplumsal bilincin \rdevinimi olan toplumsal olayların, bireysel\rbilinçlerden bağımsız geliştiğini ve bireyin iradesi \r(bilinci) üzerinde tahakküm kurup onu \rşekillendirdiğini de ileri sürmektedir. Birey veya \rbelli toplum segmentleri için baskı ve tahakkümün \rhad safhada olduğu karanlık bir geleceği anlatan \rdistopya romanlarının çoğunun kurgulandığı \rzamanın toplumsal yapılarına bakıldığında, bu \rtoplumların daha çok mekanik dayanışmalı\rtoplumlar olduğu ileri sürülebilir. İngiliz yazar \rKatharine Burdekin’in Murray Constantine takma \radıyla 1937’de yazdığı Swastika Night adlı roman \rda zaman-mekan kurgusunu Hitler’in iktidarda \rolduğu ve mekanik dayanışmalı bir toplumsal \rbilincin tedavülde olduğu bir döneme \rdayandırmaktadır. Bu doğrultudan hareketle, \rBurdekin’in feminist distopya kategorisinde \rdeğerlendirilen Swastika Night adlı romanını, \rDurkheim’ın kolektif bilinç kavramı çerçevesinde \rdeğerlendiren bu makale, mekanik dayanışmalı \rtoplumlarda kolektif bilincin daha kırılgan ve \rgüdümlenmeye açık olduğunu ortaya koymayı \ramaçlamaktadır.Doctoral Thesis V. S. Naipaul ve George Lamming'in Postkolonyalism Politiği ve Yabancılaşma Poetiği Açısından Karşılaştırılması(2011) Taş, Mehmet Recep; Boynukara, Hasanİkinci dünya savaşından sonra batılı güçler tarafından sömürgeleştirilen toplumlar birer birer görece bağımsızlıklarını elde ettikten sonra, Batı söylemine (discourse, thesis) karşı postkolonyal teori adı altında başka bir söylem (counter discourse, antithesis) geliştirdiler. Her ne kadar bu iki karşıtın çatışması sonucu daha kapsayıcı bireşimler (syntheses) meydana gelmiş olsa da, bu bireşimler de bir süre sonra birer tez haline gelip kendi karşıtlarını oluşturmuşlardır. Insanlık, özellikle de `Doğu' diye tanımlanmış toplumlar, bu kısır döngü içerisinde enerjisini tüketmektedir. Günümüz dünyasında hem ulusal hem de uluslar arası politik ilişkilerin büyük bir kısmı Doğu-Batı ikili karşıtlığı üzerinde hareket etmekte ve bu hareketten de çoğu zaman çatışmalar çıkmaktadır.Bu açıdan değerlendirildiğinde bu tez postkolonyal teoriyi temel alarak, bir şekilde doğu-batı karşıtlığını temsil ediyor diyebileceğimiz George Lamming ve V.S Naipaul'un politik söylemlerini ve bu söylemlerden ya da anlayışlardan kaynaklanmış olabilecek `yabancılaşma' temasını yapıtlarına nasıl yansıtmış olduklarını inceleme konusu yapmaktadır.Tezin iki ayağından biri olan politik anlayışları karşılaştırılırken, her iki yazarın kurgusal olmayan, gezi ve gözlemlerine dayalı ve hemen hemen aynı tarihlerde yazmış oldukları The Pleasures of Exile (1960, Lamming) ve The Middle Passage (1962, Naipaul) adlı iki eser temel alınmıştır. Diğer ayağı ise Melvin Seaman'ın `alienation' kavramı ile ilgili beşli sınıflandırması, Marx, Hegel ve varoluşçuların yabancılaşma (alienation) teorileri temel alınarak, Naipaul ve lamming'in A House for Mr Biswas (1961) ve In the Castle of My Skin (1953) adlı romanlarında yabancılaşma teması ve işleniş biçimi incelenmiştir.Bu çalışma, sadece kendi doğrularını ileri süren tez ve antitezlerin, ya da ikili karşıtlıkların kısır döngüsel çatışmalarından kurtulmanın, Hegel'in `bir ikiliğin iki ucunu da hem kapsayıp hem de inkar ederek ötesine geçmek' anlamına gelen `Aufhebung' kavramının benimsenmesiyle mümkün olabileceği sonucuna varmıştır. Bülent Somay'ın `En Ölümcül Günah' adlı makalesinde belirttiği gibi; ?Şark/Garp, Sömürge/Sömürgeci ikilikleri de taraflardan birini tutup ötekini imhaya çalışarak aşılmayacak. İkisini de hem kapsayıp hem inkar ederek geçilecek bunların ötesine.?
