Browsing by Author "Yuca, Köksal"
Now showing 1 - 17 of 17
- Results Per Page
- Sort Options
Article Alt Dudağa Renal Hücreli Karsinom Metastazı: Olgu Sunumu(2006) Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Harman, Mustafa; Bayram, İrfanBöbreğin en sık görülen tümörü olan renal hücreli karsinom, baş boyuna metastaz yapan infraklaviküler tümörler içinde üçüncü sıklıkta yer alır. Bu tümör, baş boyun bölgesinde en sık olarak tiroide metastaz yaparken alt dudak metastazı oldukça nadirdir.Bu çalışmada alt dudağa metastaz yapan berrak hücreli renal hücreli karsinomlu 72 yaşındaki bir olgu sunulacak, ayırıcı tanı ve tedavi tartışılacaktır. Sonuç olarak renal hücreli karsinom baş boyun bölgesindeki berrak hücre içeren tümörlerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.Article Ataksi Telenjiektazili Hastada Primer Submandibular Bez Lenfoması: Olgu Sunumu(2004) Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Bozkus, Ferhat; Kutluhan, Ahmet; Alıcı, SüleymanAtaksi Telenjiektazi (AT, Louis-Bar sendromu), otozomal resesif kalıtım ile geçen, genellikle okülokutanöz telenjiektaziler, progressif serebellar ataksi, rekürren sinopulmoner enfeksiyonlar, artmış malignensi insidansı, radyoaktif ışın hipersensitivitesinin görüldüğü nadir bir klinik sendromdur. Kliniğimize ileri derecede solunum sıkıntısı, yüksek ateş ve boyunda kitle yakınmaları ile başvuran, AT ve mental retardasyon tanıları ile nöroloji polikliniğince takip edilen, tetkiklerinde derin boyun enfeksiyonu ve primer submandibuler bez kaynaklı lenfoma tanısı konulan 22 yaşında erkek hasta sunulmuştur.Article Baş-boyunda Cilde Fistülize Olmuş Tularemi Olgu Sunumu(2015) Bozan, Nazım; Turan, Mahfuz; Yuca, Köksal; Gür, Mehmet Hafit; Çankaya, HakanTularemi Kulak Burun ve Boğaz (KBB) kliniklerinde nadir olarak görülen bir zoonozdur ve çeşitli formları mevcutdur; ülseroglandüler, orofarengeal, pnömotik ve septik form. Tularemi, etkeni Francisella tularensis olan zoonotik bir hastalıktır. Francisella tularensis gram-negatif, hareketsiz bir kokobasildir. Hastalığın bulaş yolları; kirli sular, kemirgenler, tavşan, kene, sivrisinek, kaplumbağa, koyun, inek, kuşlar ve geyik gibi hayvanlardır. Bu çalışmamızda baş boyun cildine fistülize olmuş ve aldığı çeşitli antibiyoterapilere rağmen düzelmeyen ve kontamine su tüketimi hikayesi olan bir tularemi olgusu sunulmuştur.Article Bir Olgu Nedeniyle Sklerodermanın Otolaringoloik Belirtileri(2005) Kiris, Muzaffer; Kıroğlu, Ahmet Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, HakanSkleroderma konnektif dokunun anormal sentezi sonucunda ortaya çıkan skleroz ile karakterize, sebebi bilinmeyen, değişik seviyelerdeki organ ve sistemleri tutmaya eğilimli sistemik ve ilerleyici bir hastalıktır. Hastalık genellikle Raynaud fenomeni ile başlar. Kalp böbrek ve akciğer gibi organlardaki yaygın visseral tutulum nedeniyle ölüm görülebilir. Yutma güçlüğü ve ağız açmada kısıtlılık şikayetleri ile gelen sklerodermalı bir hastada bu hastalığın otolaringolojik belirtileri literatür bilgileri ile karşılaştırılarak sunuldu.Article Çocukta Adenotonsiller Hipertrofiye Bağlı Kor Pulmonale(2006) Okyay, Rezan; Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Üner, AbdurrahmanPediatrik havayolu tıkanıklıklarının en sık sebebi tonsillerin ve adenoidin büyümüş olmasıdır. Üst solunum yollarındaki tıkanıklık giderilmez ise çocukta obstriiktif uyku apnesî (OUA) ve buna bağlı komplikasyonlar gelişebilir.KorpulmonalevesağkalpyetmezliğiOUA'nınyaşamıtehditedebilecekkardiyovasküler komplikasyonlardır. Bu olgu sunumunda adenotonsiller hipertrofiye bağlı olarak gelişen ve cerrahi eksizyon ile tedavi edilen bir pediyatrik kor pulmonale vakasını sunmak istiyoruz.Specialist Thesis Evaluation of the Sinonasal Pathologies in the Migraine and Tension Headache Patients(2009) Ağar, Yunus; Yuca, KöksalToplumda en sık karşılaşılan baş ağrıları migren ve gerilim tipi baş ağrılarıdır. Yansıyan ağrılar nedeniyle burundan kaynaklanan ağrılı uyaranların baş ağrılarında tetikleyici rol oynayabileceği uzun süredir araştırılmaktadır. Bu çalışmanın amacı migren ve gerilim tipi baş ağrısı gibi primer baş ağrısı olan hastalardaki sinonazal patolojileri ve sıklığını belirlemektir. Çalışmada bir nöroloji uzmanı tarafından IHS 2004 yılı kriterlerine göre tanısı konulan 30 migren ve 30 gerilim tipi baş ağrısı olmak üzere toplam 60 primer baş ağrılı hasta prospektif olarak incelendi. Baş ağrısı olmayan ve kendilerine çeşitli nedenlerle paranazal sinüs BT görüntülemesi yapılmış ve bu BT görüntülemelerinde baş ağrısına neden olabilecek sinüzit ve nazal polipozis gibi patolojiler tespit edilmeyen 36 hasta da kontrol grubu olarak alındı. Çalışma grubu ve kontrol grubundaki hastalar; anterior rinoskopik, nazal endoskopik muayene ve paranazal sinüs BT bulguları ile incelenerek sinonazal anatomik yapıların patolojileri, burun içi karşılıklı mukozal temas noktaları, sinonazal anatomik varyasyonların sıklığı araştırıldı.Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında; nazal endoskopik muayenede orta konka hiperemisi ve solukluğu, septum-orta konka ve septum-alt konka arasında karşılıklı mukozal temas noktalarının sıklığı baş ağrısı olan hasta grubunda anlamlı oranda yüksek bulundu. Orta konka-unsinat proses ve unsinat proses-etmoid bulla arası mukozal temas noktaları nazal endoskopide hiç tespit edilemezken, bu bölgelerdeki gizli temas noktaları paranazal sinüs BT yardımıyla ortaya çıkarıldı. Baş ağrısı olan hastalarda paranazal sinüs BT'de septum deviasyonu, tüberculum septi nazi, ostiomeatal ünite kapalılığı sıklığı kontrol grubuna göre anlamlı oranda fazla bulundu. Baş ağrısının en sık lokalizasyonu frontal bölge olmasına rağmen frontal sinüsler ile ilgili hiç bir patolojiye rastlanılmadı. Baş ağrılı hasta grubunda paranazal BT'de %55 ile en sık izlenen anatomik varyasyon Agger nazi olarak bulunurken; anatomik varyasyonlardan Haller hücresi sayısı migrenli hastalarda, Onodi hücresi sayısı da gerilim tipi baş ağrısı olan hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı oranda yüksek bulundu. Primer baş ağrılı hastalarda paranazal BT'de unsinat prosesin süperiorda tutunma yeri en fazla orta konka ve en az kafa tabanı olarak bulundu. Olfaktuar fossa derinliğinin ölçülmesi ile en sık Keros tip I tespit edildi. Karşılıklı mukozal temas noktası tespit edilen topikal anestezi testine cevap vermiş biri migren ve biri de gerilim tipi baş ağrısı olan iki hastada teması ortadan kaldırmaya yönelik yapılan nazal cerrahi işlemlerle baş ağrısı şiddet ve sıklığında belirgin azalma sağlandı.Sonuç olarak; özellikle tedaviye dirençli migren ve gerilim tipi baş ağrısı olan hastalar ayırıcı tanıda sinonazal patolojilerin varlığının da olabileceği düşünülerek kapsamlı nazal muayenenin yapılabilmesi için bir Kulak Burun Boğaz hekimi tarafından değerlendirilmelidirler. Paranazal BT, bu gibi primer baş ağrılı hastalarda nazal muayene ile değerlendirilemeyen anatomik yapı ve varyasyonları, nazal endoskopik muayenede tespit edilemeyen gizli kalmış mukozal temas noktalarını göstermesi nedeniyle değerli bir araçtır. Karşılıklı mukozal temas noktası saptanan primer baş ağrılı hastalarda, teması ortadan kaldırmaya yönelik yapılan nazal cerrahi girişimler baş ağrısının şiddet ve sıklığında azalma sağlamaktadır.Anahtar kelimeler: Migren, gerilim tipi baş ağrısı, sinonazal, paranazal BT, nazal endoskopi, anatomik varyasyon, mukozal temas, unsinat proses, Keros sınıflaması, rinolojik baş ağrısı.Article İleri Derecede Solunum Sıkıntısına Sebep Olan Bir Retrofarengeal Abse Olgusu(2003) Çankaya, Hakan; Kıroğlu, Faruk; İçli, Murat; Yuca, KöksalAkut retrofarengeal apse genellikle küçük çocukları etkileyen nadir fakat ciddi bir hastalıktır. Boyunda şişkinlik ani ve öldürücü hava yolu tıkanıklığına yol açabilir ve diğer hastalıkları taklit edebilir. En sık rastlanılan bulgular ateş, boyunda şişkinlik, yutma güçlüğü ve beslenme problemleri, konuşma zorluğu, baş ve boynun hiperekstansiyonudur. Semptom ve bulguların süresi değişiklik gösterebilir. Lateral boyun grafileri tanıyı doğrular.Tanıya en çok yardımcı olan testler direk gözlem ve servikal bölgeye yönelik bilgisayarlı tomografidir. Erken tanı ve cerrahi tedavi mediastinal yayılıra, püy aspirasyonu, hava yolu obstruksiyonu veya büyük bir damar erezyonu gibi ciddi komplikaşyonlarm ortaya çıkmasını önler. Bu yazıda, şiddetli solunum sıkıntısı ile baş vuran ve retrofarengeal abse tanısı konulan bir yaşında bir vakayı sunduk ve çocuklardaki solunum sıkıntısının nedenleri tartışıldı.Article Kolesteatomlu Kronik Otitis Media Tedavisinde Cerrahi Teknik Seçimini Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi(2007) Ural, Ahmet; Yurttaş, Veysel; Kutluhan, Ahmet; Kiris, Muzaffer; Kaya, Zülküf; Yuca, KöksalAmaç: Kolesteatom cerrahisinde kullanılacak tekniğin seçimini etkileyen faktörler araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Kolesteatomlu kronik otitis media tanısıyla ameliyat edilen 186 hasta çalışmaya alındı. Bu hastaların 143'üne açık (grup A), 43'üne (grup B) ise kapalı teknik cerrahi uygulandı. İki grup medikal faktörler (yaş, cinsiyet, işitme kaybı, mastoid havalanma, kolesteatomun ulaştığı yer, komplikasyon) ve paramedikal faktörler (eğitim seviyesi, hastanın ameliyat sonrası kontrol edilebilirliği, sosyal güvencesi ve ameliyatın yapıldığı mevsim) açısından karşılaştırıldı. Bulgular: İki grup arasında medikal faktörlerden işitme kaybı derecesi, kolesteatomun yeri ve komplikasyon açısından; paramedikal faktörlerden ise sadece eğitim düzeyi açısından anlamlı farklılık bulundu (p<0.05). İşitme kaybı 60 dB'in üzerinde olan hastaların çoğunun grup A'da yer aldığı görüldü. Kolesteatom grup A'da 10 hastada orta kulak veya attikte, 133 hastada mastoid antrum ve/veya mastoid hücrelerde, grup B'de ise 37 hastada orta kulak veya attikte, altı hastada antrum ve/veya mastoid hücrelerde görüldü. Otuz dört hastada kolesteatomun neden olduğu kronik otitis media komplikasyonu vardı. Bu hastaların tümü grup A'da idi. Sonuç: Kolesteatom cerrahisinde teknik seçiminin tek bir faktöre bağlı olmadığı bu çalışmada da görülmüştür.Specialist Thesis Our Clinic Outcomes in Cases With Acquired Nasolacrimal Canal Obstruction After Endoscopic Endonasal Dacryocystorhinostomy(2009) Gür, Mehmet Hafit; Yuca, KöksalEpifora, gözyaşının nazolakrimal sistemdeki tıkanıklığa bağlı olarak burun boşluğuna ulaşamaması nedeniyle gözlerde sulanma ile karakterize bir klinik tablodur. Nazolakrimal kanal tıkanıklığı (NLKT) için uygulanan standart tedavi yöntemi genellikle eksternal DSR'dir. Son yıllarda endonazal patolojilerin tanı ve tedavisinde endoskopik aletlerin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla EDSR daha sık ve güvenilir olarak uygulanır olmuştur. EDSR günümüzde primer ya da genellikle açık teknik sonrasında revizyon amacıyla kullanılmaktadır. Bu yöntemde girişim kolaylığı olması, daha az morbidite oluşturması ve eksternal yönteme yakın başarı oranlarına ulaşılabilmesi cerrahlara cazip gelmeye başlamıştır. Bu çalışmanın amacı edinsel NLKT olan hastalarda EDSR sonrası klinik sonuçlarımızı değerlendirmektir.Göz polikliniğine epifora şikayeti ile başvuran ve yapılan oftalmolojik muayene ile çekilen lipiodollü dakriosistografi sonucunda kronik dakriyosistit tanısı ile KBB polikliniğine yönlendirilen ve yapılan EDSR ameliyatı sonrası düzenli kontrol muayenelerine gelen 80 hastanın klinik sonuçları değerlendirildi. Hastaların 70'i kadın 10'u erkekti. Kadın hastaların 12'sine bilateral EDSR yapılmış olup 82 kadın hasta gözü ve 10 erkek hasta gözü olmak üzere toplam 92 hasta gözü çalışmaya alındı. Hastaların 72'sine bikanaliküler silikon tüp, 5'ine keseye insizyon yapılarak T tüp yerleştirilirken, 15 hastanın da sadece lakrimal kesesi nazal pasaja ağızlaştırıldı. Şikayetleri 60 ve 120 aydır devam eden 20 hastadan lakrimal keseden biyopsi, lakrimal kese insizyonu esnasında belirgin püy gelen 10 hastadan da kültür alındı. Hastalar en az 6 ay ve en çok 36 ay takip edildi. Silikon tüp uygulaması yapılan 72 hastanın silikon tüpleri en az 3 ay ve en çok 6 ay olmak üzere ortalama 4.64 ay yerinde bırakıldı. Lakrimal keseye T tüp uygulaması yapılan 5 hastanın T tüpü 6 ay sonra çıkarıldı ve hepsinde tam başarı sağlandı.Çalışmaya alınan 92 hasta gözünün 72'sinde (%78.3) tam başarı, 14'ünde (%15.2) kısmi başarı sağlanırken, 6'sında (%6.5) ise EDSR başarısızlıkla sonuçlandı. Genel başarı oranımız %93.5 olarak literatürdeki çalışmalarla uyumlu bulduk. Çalışmamızda görülen en sık komplikasyon ve başarısızlık nedeni nazal sineşi ve ostium etrafındaki granülasyon dokuları oldu.Sonuç olarak; çalışmamızda EDSR'nin hastalar tarafından iyi tolere edilebilen, dışarıdan görülebilir insizyon skarına neden olmadığı için de kozmetik açıdan tercih edilen, travma potansiyelinin az ve başarı oranının yüksek olduğu fonksiyonel bir operasyon olduğu kanısına vardık.Article Parotis Pleomorfik Adenomlarının Cerrahi Tedavisi(2005) Bozkus, Ferhat; Çankaya, Hakan; Bayram, İrfan; Kıroğlu, A. Faruk; Yuca, KöksalAmaç: Pleomorfik adenom en yaygın olarak parotis bezinden kaynaklanan yavaş büyüyen benign bir tükrük bezi tümörüdür. Bu tümörün etyolojisi bilinmemektedir. Fakat malign dejenerasyonla ilişkili olması cerrahi endikasyonlarından birini oluşturmaktadır. Yüksek tümör, rekürrensi ve komplikasyonları nedeniyle parotis pleomorfik adenomunun uygun cerrahi tedavisi önemlidir. Tedavide geçerli ve en yaygın uygulama süperfisyal parotidektomi yoluyla bu tümörlerin eksizyonu ve operasyon sonrası takibidir. Yöntem: Çalışmamızda Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Kliniğinde parotis pleomorfik adenoma tanısı ile öpere edilen 11 hastanın dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Klinik bulgular, preoperatif araştırmalar, operasyon yöntemi, hiştopatolojik tanı ve postoperatif komplikasyonlar kaydedilerek literatür eşliğinde tartışıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 11 hastanın dokuzu kadın ve ikisi erkekti (yaş aralığı 13-51, ortalama yaş 33.3±13,4). Tüm vakalarda tümör parotis bezinin yüzeyel lobunda bulunmaktaydı ve ince iğne aspirasyon biyopsisi parotis pleomorfik adenomunu destekliyordu. Yedi hastada (% 63.6) sağ taraf ve 4 hastada (%36.4) sol taraf tutulmuştu. Tüm vakalara süperfisyal parotidektomi uygulandı. Ortalama takip süresi 1.2 yıldı. Hiç bir vakada kalıcı fasial sinir disfonksiyonu ve rekürrens gözlenmedi. Sonuç: Parotis bezinin yüzeyel lobunda yer alan pleomorfik adenomlarda, fasial sinir korunarak süperfisyal parotidektomi yoluyla tümörün intakt kapsülle birlikte eksizyonu uygun tedaviyi sağlar ve genellikle rekürrensin önlenmesi mümkün olabilir.Other Peritonsiller Apse Tanı ve Tedavisi(2002) Seçkinli, Tahir; Kiris, Muzaffer; Çankaya, Hakan; Yuca, KöksalPeritonsiller apse, yetişkinlerde ortaya çıkan baş ve boyunun en sık derin enfeksiyonudur. Tipik olarak aerobic ve anaerobic bakterilerin kombinasyonuyla oluşur. Ateş, boğaz ağrısı yutma güçlüğü ve trismus en sık görülen yakınmalardır. İğne aspirayonu peritonsiller apsenin tanı ve tedavisinde halen altın standart yöntemdir. Ultrasonografi ve Komputerize Tomografi tanı koymada yardımcıdır. Ponksiyon ve aspirasyondan sonra uygun antibiyotik tedavisi (penisilin, klindamicin, cefalosporinler, metranidazol) başlanmalıdır, ilerlemiş vakalarda, insizyon ve drenaj veya acil tonsillektomi gerekebilir.Bu çalışmada Ekim 1999-Şubat2002 tarihleri arasında Erciş Devlet Hastanesi KBB polikliniğine başvuran ve peritonsiller apse tanısı alarak tedavileri yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek peritonsiller apse tanı ve tedavisi gözden geçirildi.Article Servikal Süperfisyal Anjiomiksoma(2005) Kiris, Muzaffer; Kıroğlu, A. Faruk; Çankaya, Hakan; Yuca, Köksal; Kösem, MustafaSüperfisyal anjiomiksoma (Kutanöz miksoma) nadir görülen, benign, dermal ve subkutanöz yumuşak doku tümörüdür. Çoğunlukla orta yaş kadınların perinelerinde ortaya çıkmaktadır. Metastatik potansiyeli olmamasına rağmen yüksek lokal rekürrens riski taşımaktadır. Anjiomiksomalar, pituiter adenom ve endokrin hiperaktivite ile birlikte görülen klinik komplikasyonlar ‘'Carney kompleksi'' olarak adlandırılır. Carney kompleksi klinik bulguları olmayan ve cerrahi eksizyon ile tedavi edilen 50 yaşında bir kadın hastada servikal süperfisyal anjiomiksoma olgusunu sunuyoruz.Article Spontan İnternal Juguler Ven Trombozu; Bir Olgu Sunumu(2004) Kıroğlu, A. Faruk; Çankaya, Hakan; Yuca, Köksal; Etlik, Ömer; Kiris, MuzafferSpontan internal juguler ven trombozu (IJVT) oldukça nadir, potansiyel hayatı tehdit edici, kolaylıkla gözden kaçabilen veya yanlış tanı konulabilen vasküler bir rahatsızlıktır. Bu makalede malignensi, koagülasyon bozukluğu veya herhangi bir enfeksiyon kaynağı saptanamayan, renkli doppler ultrasonografi (USG) ve manyetik rezonans inceleme (MRI) ile tanısı konulan spontan IJVT’lu bir vakayı sunuyoruz. Daha ileri tetkik ve tedavi önerilerini reddeden hastada altı ay içinde herhangi bir komplikasyon gelişmedi ve yakınmanın geçtiği belirtildi.Other Tonsillektomi Sonrası Ağrı Kontrolünde Uzun Etkili Lokal Kortikosteroid Kullanımı(2002) Çankaya, Hakan; Kiris, Muzaffer; Yuca, KöksalTonsillektomi sonrası ağrının azaltılmasında steroidlerin etkisini araştırmak için tonsillektomi yapılan 10'u kadın 24 hastanın sağ tonsilier fossasına uzun etkili bir steroid olan triamsinolon asetonid (Kenakort- A) enjeksiyonu yapılırken, serum fizyolojik enjeksiyonu yapılan sol taraf kontrol olarak alındı. Post operatif ağrı birinci, onikinci saatler ile birinci, yedinci ve onuncu günlerde ağrı şiddeti ağrı yok, hafif ağrı, orta ve şiddetli ağrı olarak değerlendirildi. Hastaların büyük çoğunluğunda ağrı şiddeti steroid uygulanan tarafta kontrol tarafından daha az idi. Bu yöntem kolay uygulanabilirliği, maliyetinin düşük ve komplikasyonu olmaması nedeniyle tonsillektomi sonrasında ağrı palyasyonu için önerilebilir.Article Trakeobronşial Obstrüksiyonlarda Multidedektör Bt Sanal Bronkoskopi(2004) Sezgi, Cengizhan; Yuca, Köksal; Temizöz, Osman; Sakarya, M. Emin; Harman, Mustafa; Uzun, Kürşat; İşlek, AytenAmaç: Trakeobronşial stenozu bulunan hastalarda multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) ile yapılan sanal bronkoskopinin fiberoptik bronkoskopi ile karşılaştırılması ve tanı değerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Nisan 2003 ile Nisan 2004 tarihleri arasında trakeobronşial stenozu bulunan 29 hastaya multidedektör BT ile sanal bronkoskopi ve fiberoptik bronkoskopi incelemeleri yapıldı. BT incelemesi 4x1 kolimasyon kullanılarak multidedektör BT cihazı ile yapıldı. Sanal bronkoskopi bulguları fiberoptik bronkoskopi bulguları ile karşılaştırıldı. Bulgular: Obtrüksiyon yapan 36 lezyohun 33'ü sanal bronkoskopi ile belirlendi. Trakeobronşial stenozun belirlenmesinde sanal bronkoskopi bulgularının duyarlılığı yüksek bulundu (sensitivitesi %92, spesi-fisitesi %96). Sonuç: Multidedektör BT sanal bronkoskopi trakeobronşial stenozların değerlendirilmesini sağlayan noninvaziv güvenilir bir yöntemdir. Bununla birlikte, çevre yapıların değerlendirilmesi ve optimal oryantasyonun sağlanması için aksial ve multiplanar rekonstrükte BT görüntüleriyle birlikte değerlendirilmelidir.Article Van Gölü Suyunun Normal Orta Kulak Mukozasına Etkisi: Tavşanda Deneysel Çalışma(2003) Kiris, Muzaffer; Kıroğlu, Faruk; Yuca, Köksal; Sakin, Y. Feyyat; Çankaya, Hakan; Kösem, MustafaAmaç: Kulak zarı bütünlüğünün bozulduğu ancak orta kulak mukozasının sağlam olduğu olgularda Van Gölü suyunun etkileri tavşan modeli üzerinde araştırıldı. Çalışma Planı: Herhangi bir kulak hastalığı belirlenemeyen New Zealand türü 16 tavşandan dört grup oluşturuldu. Sıvı uygulaması için ayrılan kobayların kulak zarları anestezi altında perfore edildi ve gruplara göre bir hafta süreyle günde iki kez normal göl suyu, steril edilmiş göl suyu ve steril serum fizyolojik uygulandı. Bir grupta hiçbir işlem yapılmadı. Tüm kobayların yaşamları sekizinci günde aşırı anestezi verilerek sonlandırıldı. Orta kulak mukozaları patolojik incelemeye alındı. Mukoza epitelinde sıralanma artışı, mukozada meydana gelen kalınlık artışı, damar dışına çıkan eritrosit ve nötrofil lökosit varlığı değerlendirildi. Bulgular: Normal ve steril edilmiş göl suyu uygulanan gruplardaki histopatolojik değişiklikler kontrol gruplarına göre anlamlı farklılık gösterdi. Normal göl suyu verilen grupta incelenen parametreler steril göl suyu uygulanan gruba göre çok belirgin olmasına rağmen, aralarında anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Serum fizyolojik grubunda ise mukozal kalınlıkta hafif artış ve çok hafif miktarda nötrofil lökosit infiltrasyonu izlendi. Sonuçlar: Tavşan orta kulak mukozasındaki değişikliklerde, göl suyu bileşiminin bakteriyolojik kirlilikten daha fazla etkili olduğu sonucuna varıldı.Article Yüzde Kronik Yara Enfeksiyonu Şeklinde Seyreden Preauriküler Sinüs Olgusu(2004) Akdeniz, Necmettin; Metin, Ahmet; Yuca, Köksal; Çankaya, Hakan; Çalka, ÖmerAmaç: Preauriküler sinüs embriypnik gelişimde kulağı oluşturan birinci ve ikinci brankial yarığın birleşmesi sırasında meydana gelen bozukluk sonucu oluşan konjenital bir anomalidir. Birinci brankial yarıktan köken alan anomaliler tüm brankial anomalilerin %1'den daha azını oluşturur. Dıştan bakıldığında preauriküler bölgede deriden başlangıcını alan ve iç kısımlara uzanan bir traktüse sahip küçük bir delik şeklinde görülür. Genellikle semptomsuz olup, nadiren tekrarlayan yara enfeksiyonlarıyla bir arada olabilmektedir. Olgu: Sağ kulak önünde iki yıldır tekrarlayan yara enfeksiyonu bulunan 10 yaşındaki bir kız çocuğunda preauriküler sinüs saptandı ve literatür eşliğinde konu tartışıldı. Sonuç: Yüzde özellikle preauriküler bölgenin iyileşmeyen ve tedavilere cevap vermeyen deri enfeksiyonu ve yaralarının zemininde preauriküler sinüsün de olabileceğinin vurgulanması amacıyla olgunun sunumu uygun bulundu.