Browsing by Author "Şahin, H. Güler"
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Article Amnion Sıvısında Mekonyum Olan Gebeliklerde Fetal Eritropoietin Düzeyleri(2004) Üstün, Yusuf; Şahin, H. Güler; Üstün, Engin Yaprak; Zeteroğlu, Şahin; Sürücü, Ramazan; Şahin, H. AvniAmaç: Amnion mayisinde mekonyum varlığının fetal eritropoetin ve kan gazları ile ilişkisinin araştırılması.Gereç ve Yöntemler: 01.11.2001 ile 15.05.2002 tarihleri arasında doğumları kliniğimizde gerçekleştirilen, gebelik yaşı 37-41 hafta arasında olan 28 normal gebe (grup 1) ve 25 mekonyumlu gebe (grup 2) çalışmaya dahil edildi. Umbilikal arterden alınan kan örneklerinden eritropoietin ve kan gazı analizleri yapıldı.Bulgular: Gruplar arasında maternal yaş, gravida, parite ve gebelik yaşları açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Mekonyumlu grupta umbilikal arter pH değeri anlamlı olarak daha düşük (7.19±0.14’e karşılık 7.35±0.05, p<0.001), sO2 daha düşük (p=0.003), pCO2 daha yüksek (p=0.001), baz açığı daha fazla (p<0.001) ve laktat anlamlı olarak daha yüksek (p<0.001) bulundu. Birinci ve beşinci dakika Apgar skorları arasında da anlamlı farklılık olup, her ikisi de mekonyumlu grupta daha düşük olarak saptandı (p<0.05). Bebek doğum ağırlığı birinci grupta 3489.29±420.18, ikinci grupta 3177.27±784.5 gram olarak saptandı ve aradaki farklılık anlamlı değildi (p=0.073). Umbilikal arter eritropoietin düzeyleri birinci grupta 32.25 (9.7-125)mIU/ml ve ikinci grupta 124 (10.2-911) mIU/ml olarak saptandı ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001).Sonuç: Amnion mayideki mekonyum varlığı fetal hipoksi ile ilişkilidir ve yüksek eritropoietin düzeyleri de olayın kronik bir zeminde geliştiğine işaret edebilir.Specialist Thesis Comparing the Efficacy of Intrauterine Lidocaine, Paracervical Block and Oral Etodolac Applications for Decreasing Pain in Endometrial Biopsy(2006) Güler, Ayşe; Şahin, H. GülerAmaç: Bu çalısmada birincil olarak, jinekoloji pratiginde sıkça basvurulan ve agrılı bir teshis yöntemi olan endometrial biopside paraservikal blok, intrauterin lidokain ve oral etodolakın agrıyı azaltmadaki etkinliklerinin karsılastırılması amaçlandı. Çalısmada ikincil olarak ise bu yöntemlerin yan etkileri ile nabız ve kan basıncı üzerindeki olası etkilerinin belirlenmesi ve karsılastırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalısma Nisan 2006 ve Ekim 2006 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arastırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Dogum kliniginde gerçeklestirildi. Çalısmaya herhangi bir endikasyonla endometrial biopsi alınması gereken ve çalısma kriterlerine uyan 120 hasta dahil edildi. Hastalar randomize olarak paraservikal blok (1. grup), intrauterin lidokain (2. grup), oral etodolak (3. grup) ve herhangi bir yöntemin uygulanmadıgı kontrol (4. grup) gruplarına ayrıldılar. Birinci gruba 3 ml %2'lik prilokain (Citanest flakon; AstraZeneca, stanbul, Türkiye) ile paraservikal blok, 2. gruba ise intrauterin olarak 5 ml %2'lik lidokain (Aritmal ampul %2; Biosel, stanbul, Türkiye) uygulandı. Üçüncü gruba biopsi isleminden 1-1.5 saat önce oral olarak 400 mg etodolak (Etol fort film tablet; Nobel, stanbul, Türkiye) verildi. Dördüncü gruba herhangi bir yöntem uygulanmadı. Endometrial örnekleme pipelle endometrial örnekleme aleti ile tüm hastalara aynı kisi tarafından yapıldı. Biopsi islemi tamamlandıktan sonra spekülum çıkarılmadan önce hastalardan islem esnasında duydukları agrının siddetini ?6-nokta VRS (Verbal Rating Scale)? ye göre derecelendirmeleri istendi. Biopsi isleminden önce, islem esnasında ve islemden yarım saat sonra hastaların nabız ve tansiyonları aynı kisi tarafından ölçüldü. Biopsiden sonra 1 saat boyunca klinikte gözlem altında tutulan hastalara 1. saatin sonunda ilave bir analjeziye ihtiyaç duyup duymadıkları soruldu. Alınan endometrial doku örnekleri hastanemizin patoloji laboratuvarında degerlendirildi. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 13.0 for Windows paket programı kullanılarak Student's-t , Kruskal-Wallis, Post-hoc LSD, Chi-square testleri ve Tek Yönlü Varyans analizi ile Spearman korelasyon ve ordinal regresyon analizi uygulanarak yapıldı. statistiksel anlamlılık için p degerinin 0.05'ten küçük olması kabul edildi. Bulgular: Çalısmaya katılan 120 olgunun yasları 20-67 arasında olup ortalama yas 46.1±9.3 yıl idi. Yüz yirmi olgunun 92 (%77)'si premenopozal, 28 (%13)'i ise postmenopozal dönemde idi. Çalısma grupları arasında yas, gravida, parite ve yasayan çocuk sayısı veya menopoz durumu bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Agrı skorları bakımından karsılastırıldıgında, intrauterin lidokain grubunun (2. grup) agrı skorları diger 3 grubun agrı skorlarından istatistiksel olarak anlamlı sekilde daha düsük bulundu (p>0.05). Paraservikal blok (1. grup) ve etodolak (3. grup) gruplarının agrı skorları arasındaki fark ile etodolak ve kontol gruplarının skorları arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0.05), paraservikal blok ve kontrol gruplarının skorları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.004). Endometrial biopsinin endikasyonu, endometriumun 5 mm'den ince veya kalın olması ve kullanılan anestezi tipi agrı skorunu etkileyen faktörler olarak bulundu. Endikasyonun menoraji olması ile endometriumun 5 mm'den kalın olması agrı skorunu arttırırken, intrauterin lidokain veya paraservikal blok uygulanması agrı skorunu önemli derecede azaltmaktaydı (p<0.05). Hastaların islem öncesinde, islem esnasında ve islem sonrasında ölçülen sistolik kan basınçları ortalaması sırasıyla 125.3±11.7 mmHg, 123.9±11.6 mmHg ve 123.2±9.9 mmHg idi. Diastolik kan basıncı ortalamaları sırasıyla 79.9±7.4 mmHg, 80.6±7.6 mmHg ve 78.7±9.3 mmHg; nabızları ise ortalama 83.9±7.1 vuru/dakika, 82.8±5.2 vuru/dakika ve 83.8±4.2 vuru/dakika olup kan basınçları ve nabızlar bakımından gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. Kan basıncı ve nabızlar bakımından islem öncesi degerler ile islem esnası ve islem sonrasında ölçülen degerler arasında klinik bakımdan anlamlı fark saptanmadı. Biopsi isleminden 1 saat sonra olguların ek analjeziye ihtiyaç duyması bakımından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Hiçbir hastada islem esnasında veya islemden sonraki 1 saat süresince herhangi bir komplikasyona rastlanmadı. Sonuç: Pipelle ile endometrial biopsi alınmasında intrauterin lidokain anestezisi, paraservikal blok veya oral etodolaktan daha etkin biçimde agrıyı azaltmaktadır. Menoraji endikasyonuyla biopsi alınacak hastalarda ve endometriumu 5 mm'den kalın olgularda agrı skorlarının rölatif olarak yüksek olması öngörülebilir. ntrauterin lidokain anestezisi pipelle ile endometrial örneklemede komplikasyonlara yol açmadan yeterli anestezi saglayabilen, uygulanması kolay ve agrısız olan bir anestezi yöntemi olmakla birlikte yöntemin rutin olarak endometrial biopsi ve diger jinekolojik-obstetrik müdahalelerde de güvenle kullanılabilmesi için daha ileri klinik çalısmalara ihtiyaç vardır.Article Ektopik Gebeliklerde Risk Faktörleri ve Tanı Yöntemlerinin Değerlendirilmesi(2004) Şahin, H. Güler; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Sucaklı, M. Haki; Sürücü, RamazanAmaç: Bu retrospektif çalışmada kliniğimizde 1996-2001 yılları arasında görülen ektopik gebelik olgularının genel olarak risk faktörleri açısından incelenmesi ve tanı yöntemlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde tanıları konulan ve tedavileri yapılan 31 ektopik gebelik olgusu risk faktörleri, semptomlar, fizik muayene bulguları, ultrasonografi bulguları, idrarda ve kanda bakılan gebelik testleri, douglas ponksiyonu bulguları ve operasyon bulguları açısından değerlendirildi. İstatistik inceleme SPSS paket programı kullanılarak yapıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı p<0.05 olarak kabul edildi.Bulgular: Bu çalışmaya 31 dış gebelik olgusu dahil edildi. Hastalarımızın yaş ortalaması 29.74±5.92 yıl, gravida 3.83±1.98, parite 2.61±1.74 idi. Risk faktörleri sıklık sırasına göre rahim içi araç (RİA) öyküsü (%16.10), geçirilmiş abdomino-pelvik cerrahi öyküsü (%6.4), pelvik inflamatuar hastalık öyküsü (%3.2) ve geçirilmiş ektopik gebelik öyküsü (%3.2) idi. Hastalardaki en sık semptom abdomino-pelvik ağrı (%77.40), daha sonra sırasıyla vajinal kanama (%45.20), kanama ve ağrı birlikte (%35.50), bulantı ve kusma (%12.90) idi. Başvuru anındaki fizik muayenede sıklık sırasına göre; batında hassasiyet (%80.64), vajinal kanama (%48.4), kollum gerilmesine karşı hassasiyet (%45.20), douglas'ta dolgunluk (%41.93) olarak saptandı. Çalışmamızda USG'nin ektopik gebeliği öngörmedeki başarısı %92.59 olarak saptanmıştır. ßHCG düzeyi ölçümleri ise, uygulandığı hastaların % 92.85'inde pozitif sonuç vermiştir. Kuldosentez yapılan 20 olgunun (%64.5) 13'ünde (%65) pozitif sonuç alınmıştır. Sonuç: Bu çalışmadan elde ettiğimiz bulgular tanıda en güvenilir tetkiklerin serum ßHCG düzeyi ölçümü ve USG olduğunu göstermiştir.Other Gebeliğin Iı. Trimesterinde Görülen Unilateral Orta Üreter Taşı: Olgu Sunumu(2001) Kamacı, Mansur; Çeçen, Kürşat; Şahin, H. Güler; Güvercinci, MehmetGebelikte görülen ürolitiyazis, etiolojisi tam olarak bilinmeyen ve genellikle 2 ile 3. trimesterde semptom veren nadir karşılaşılan bir hastalıktır. Ürolitiyazisin enfeksiyon riski (%60) dışında gebelik seyrine olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Çok nadiren üriner sistemde obstrüksiyon geliştiğinde lokalize olduğu yerle uyum gösteren medikal tedaviye yanıt vermeyen hipokondrium ağrısına sebep olurlar. 30 yaşındaki multipar gebede 27'nci gebelik haftasında sol üreter orta kısmında obstrüksiyona bağlı hipokondrium ağrısına neden olan ve medikal tedaviden yararlanmayan laparotomik ureterolitotomi operasyonundan olumlu sonuç alınan ve gebelikte nadir görülen bu olgunun literatür ışığı altında tartışılarak sunusu yapılmıştır.Other Hellp Syndrome and Impact of Extended Period of Corticosteroid Administration(2002) Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniUzun süreli kortikosteroid kullanımının HELLP sendromuna etkisini değerlendirmek. Haziran 1998 ile Haziran 2001 tarihleri arasında tedavi edilen 46 antenatal HELLP tanısı konan hastanın verileri incelenerek aldıkları kortikosteroid tedavisinin doz ve süresine göre 3 çalışma grubu oluşturdu. 1. gruptaki 18 hastaya serebral ödem nedeniyle günde toplam 24 mg dexamethasone 72 saat süreyle verilmişti ve sonra doz azaltılarak kesilmişti, 2. gruptaki 11 hastaya 12 saat arayla 2 defa 12 mg betamethasone verilmişti ve 3. gruptaki 17 hastaya steroid verilmemişti. Hastaların yaş, gravida, parite, gestasyonel yaş, HELLP sendromunun klası, yatış ve postpartum kan basınç değerleri, 1. ve 3. gün trombosit sayısı, AST, ALT, BUN, kreatinin değerleri, rebound fenomeni, kan transfüzyonu gereksinimleri, doğum şekilleri, hastanede kalış süreleri, mortalite ve komplikasyon oranları kaydedildi. Grupların özellikleri benzer idi. Steroid ile tedavi edilen gruplarda trombosit sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı yükselmeler saptandı. Rebound fenomeni oranı uzun süreli steroid kullanan grupta anlamlı olarak düşük idi. Uzun süreli steroid kullanılan HELLP tanılı hastalarda trombosit sayısı anlamlı olarak daha hızlı düzelmiş ve daha düşük oranda rebound fenomeni saptanmıştır. Bu bulgular bu tedavi şeklinin seçilmiş ağır hastalarda daha stabil bir durum oluşturmada faydalı olabileceği kanaatini uyandırmıştır.Article Hiperemezis Gravidarum Olgularında Tiroid Fonksiyon Testleri Değerlendirilmeli mi(2004) Şahin, H. Güler; Zeteroğlu, Şahin; Kolusarı, Ali; Şahin, A. Hüseyin; Sürücü, RamazanAmaç: Bu çalışmada kliniğimizde yatarak tedavi gören hiperemezis gravidarum olgularında tiroid hormonlarının ve antitiroid tedavinin etkilerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Bu çalışma prospektif olarak planlandı. Haziran 2000-Nisan 2002 tarihleri arasında kliniğimizde yatarak tedavi gören, öncesinde herhangi bir medikal problemi olmayan, hiperemezis gravidarum tanısı almış hastaların demografik verileri, laboratuar bulguları, uygulanan tedaviler ve sonuçları hazırlanmış olan formlara kaydedildi. Bulgular: Çalışmanın sonunda 44 olgu değerlendirildi. Yaş, gravida ve parite ortalamaları sırasıyla; 27.24±4.12, 3.04±2.25, 1.58±1.88 idi. Standart tedaviye yanıt alınan 31 olguda tiroid hormon profili normal sınırlarda iken, standart tedaviye yanıt alınamayan 10 olguda (%22.72) ise hipertiroidi bulguları mevcuttu. Endokrinoloji kliniğince konsülte edilen bu hastalara propiltiurasil tedavisi başlandı. Bu gruptaki hastaların hepsinde klinik olarak olumlu cevap gözlendi.Sonuç: Özelikle standart tedaviye yanıt vermeyen hiperemezis gravidarum olgularında, tiroid hormon profiline bakılması ve hipertiroidi saptananlarda antitiroid tedavinin eklenmesi klinik olarak anlamlıdır.Article İntrapartum Fetal Monitorizasyonun Etkinliği(2005) Üstün, Yusuf; Üstün, Yaprak E.; Zeteroğlu, Şahin; Şahin, H. Güler; Kamacı, Mansur; Kolusarı, Ali; Sürücü, RamazanAmaç: İntrapartum elektronik fetal monitorisazyonun (EFM) fetal asidozu ve yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki etkinliğinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Kliniğimize doğum amacıyla başvuran, gebelik yaşı 37-42 hafta arasında olan 100 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar eylem süresince eksternal olarak kardiotokografi ile monitorize edildi. Variabilite kaybı, değişken deselerasyon ve geç deselerasyon varlığı non-reaktif test olarak kabul edildi. Doğum sonrası çift klemplenmiş umblikal arterden fetal kan gazı analizi yapıldı ve Apgar skorları değerlendirildi. pH<7.20 ve baz açığı <-12 mmol/L, sınır değerler alınıp, çapraz tablolar oluşturularak, anormal EFM varlığının belirtilen durumları ve asfiksi ön tanısıyla yenidoğan yoğun bakıma yatırılan bebekleri saptayabilmedeki değeri araştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS 9.05 paket program kullanılarak gerçekleştirildi. Bulgular: Anormal fetal kalp hızı paternlerinin düşük Apgar skorlarını belirlemedeki sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değeri birinci dakika için sırasıyla; %61.9, %91.1, %65.0 ve %90.0, aynı değerler beşinci dakika için sırasıyla; %75.0, %87.5, %45.0 ve %96.3 olarak bulundu. Aynı değerler pH<7.20 için sırasıyla; %58.8, %88.0, %50.0 ve %91.3 olarak saptandı. Baz açığı <-12 olması için aynı değerler sırasıyla; %45.5, %83.1, %25.0 ve %92.5 olarak saptandı. Yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki sensitivitesi %75.0, spesifitesi %84.8, pozitif prediktif değeri %30.0 ve negatif prediktif değeri %97.5 olarak saptandı. Sonuç: Travayda saptanan normal kalp hızı paternleri yüksek oranda olumlu fetal iyilik haliyle birliktedir. Ancak anormal paternlerin varlığı aynı şekilde yüksek oranda kötü fetal sonuçla birliktelik göstermemektedir.Article Natural Anticoagulants in Preeclampsia(2003) Şahin, İdris; Şahin, H. Güler; Onbaşı, Kevser; Şahin, Hüseyin AvniNormal gebelerle preeklampsi tanısı konmuş gebelerin serum doğal antikoagulan (protein C, protein S, antitrombin III) seviyelerini kıyaslamak ve doğal antikoagulanların eksiklikleri nedeniyle oluşabilecek hiperkoagulabilitenin preeklampsi etiolojisinde bir etken olup olmadığını araştırmak amaçlandı. Benzer yaş ve gestasyonel yaştaki 40 preeklampsi tanısı konmuş gebe ile üçüncü trimesterde ki 20 normal gebenin protein C, protein S ve Antitrombin III seviyeleri ölçüldü. Mann Witney U ve Ki kare testi kullanılarak veriler arasında anlamlı bir fark olup olmadığı araştırıldı. P<0.05 değeri anlamlılık sınırı olarak kabul edildi. Çalışma grubunu oluşturan preeklampsi tanısı konmuş gebelerin ortalama protein C düzeyi %103.95, protein S düzeyi %106.75 olup, kontrol grubunda bu değerler sırayla % 109.60, %116.49 olarak ölçülmüştür. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark mevcut değildir (p=0.263, p=0.310). Ortalama serum antitrombin III seviyeleri ise çalışma grubunda %92.43, kontrol grub unda %104.50 olarak ölçülmüştür ve arada istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttur (p=0.008). Düşük serum antitrombin III seviyeleri neticesinde meydana gelebilecek hiperkoagülabilite preeklampsi patogenezinde bir etken olabilir.Article Preeklamptik Gebelerde Umbilikal Arter Eritropoetin Değerleri(2006) Üstün, Yusuf; Kamacı, Mansur; Şahin, H. Güler; Kolusarı, Ali; Üstün, Y. Engin; Zeteroğlu, Şahin; Sürücü, RamazanAmaç: Bu çalışmada preeklamptik gebelerde umbilikal arter eritropoetin (EPO) değerlerinin saptanması ve klinikle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod: Prospektif olarak planlanan bu çalışmaya gebelik yaşı 37-42 hafta arasında değişen 26 normal (1. Grup), 25 hafif preeklamptik (2. Grup) ve 17 ağır preeklamptik gebe (3. Grup) dahil edildi. Hastalardan doğum sonrası çift klemplenmiş umbilikal kordonda, umbilikal arterden kan gazı ve EPO ölçümleri için kan örnekleri alındı. Sosyodemografik veriler, eylem ve doğum özellikleri ile yenidoğan muayene bulgular› kaydedildi. Gruplar arasındaki kan gazı parametreleri ve EPO düzeylerinin birbirleriyle ve klinik bulgular ile ilişkileri araştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS paket programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Gruplar arasında gravida, parite ve gebelik yaşları açısından farklılık yoktu (p>0.05). Maternal yaş 2. grupta diğer iki gruba göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sistolik ve diastolik kan basınçları açısından her üç grup arasında anlamlı farklılık olup (p<0.05), en yüksek değerler 3. grupta saptandı. Bebek doğum kilosu bir, iki ve üçüncü grupta sırasıyla; 3480.76±431.75, 3373.20±846.83 ve 2497.05±859.83 gram olarak saptandı (p<0.05). Birinci dakika Apgar skoru değerleri sırasıyla; 8 (7-10), 8 (3-9) ve 6(3-9) olarak saptandı (p<0.05). pH değerleri sırasıyla 7.35±0.06, 7.25±0.11 ve 7.19±0.09 olarak, baz açığı (BA) değerleri -4.71±2.02, -6.53±3.98 ve -9.29±3.82 mmol/L olarak, EPO değerleri ise 30.0 (9.2-122), 62.5 (11.0-549) ve 167.4 (10.1-908) mU/ml olarak saptandı ve gruplar arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Spearman ikili bağıntı analizinde maternal yaş ile EPO değerleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. EPO değerleri ile sistolik, diastolik kan basıncı ve pCO2 değerleri arasında pozitif yönde, birinci ve beşinci dakika Apgar skoru, doğum kilosu, pH ve BA değerleri arasında ise negatif yönde anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç: Doğumda umbilikal arter EPO düzeyleri preeklampsinin şiddetiyle, perinatal hipoksinin klinik ve biyokimyasal belirleyicileri ile anlamlı bir ilişki göstermektedir. Bulgularımız eritropoetinin preeklampsinin neden olduğu kronik fetal hipoksinin biyokimyasal bir belirleyicisi olarak kullanılabileceği fikrini desteklemektedir.Other Preeklamptik Ve Komplike Olmayan Gebeliklerde Serum Lipid Profili(2002) Sürücü, Ramazan; Güvercinci, Mehmet; Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniAmaç:Preeklamptik eklamptik ve normal gebelerdeki serum Kolesterol, Trigliserid, HDL, LDL ve VLDL düzeylerini karşılaştırmak ve hastalığın şiddeti ile ilişkisini araştırmak. Gereç ve Yöntem:45 hafif, 36 ağır preeklamptik ve 50 normal gebe çalışma gruplarını oluşturdu. Gebelerin doğum öncesi ve postpartum 72. saatte serum Kolesterol, Trigliserid, HLDL, LDL ve VLDL düzeyleri kaydedildi. Buldular: Benzer demografik özelliklere sahip grupların doğum öncesi ortalama serum Kolesterol, Trigliserid, HDL, LDL ve VLDL değerleri sırasıyla hafif preeklamptik grupta 246,42 mg/dl, 251,0 mg/dl, 45,9 mg/dl, 134,6 mg/dl, 45,0 mg/dl, ağır preeklamptik grupta 251,15 mg/dl, 313,90 mg/dl, 51,11 mg/dl, 149,62 mg/dl, 92,0 mg/dl, 169,0 mg/dl, 167,36 mg/dl, 40,98 mg/dl, 85,18 mg/dl, 40,90 mg/dl olarak saptandı. Postpartum 72. saatteki değerler ise sırasıyla hafif preeklamptik grupta 238,04 mg/dl, 237,66 mg/dl, 44,33 mg/dl, 131,46 mg/dl , 40,66 mg/dl, ağır preeklamptik grupta 266,23 mg/dl, 273,18 mg/dl, 49,73 mg/dl, 138,50 mg/dl, 56,42 mg/dl, eklamptik grupta 216,16 mg/dl, 308,71 mg/dl, 43,0 mg/dl, 116,27 mg/dl, 83,57 mg/dl normotansif gebelerde 152,42 mg/dl, 151,58 mg/dl, 34,44 mg/dl, 82,32 mg/dl, 31,86 mg/dl, olarak saptandı. Preeklamptik ve eklamptik gruplarda hem doğum öncesi hem de doğum sonrası serum Kolesterol, Trigliserid, LDL-K değerleri normal gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. HDL seviyeleri arasındaki farklar ise anlamlı değildi.VLDL-K değerleri ise sadece eklamptik grupta anlamlı olarak yüksek idi. Preeklamptik gruplar ile eklamptik grubun lipid düzeyleri birbirleri ile karşılaştırıldığında arada anlamlı farklar mevcut değildi. Sonuç: Preeklamptik ve eklamptik gebelerde HDL haricindeki serum lipid düzeyleri normal gebelerle kıyaslandığında daha yüksek bulunmuş olup, bunun preeklampsi patofizyolojisinde bir faktör olabileceğini düşünmekteyiz. Ancak hastalığın şiddeti ile korelasyon saptanmamıştır.Article Prenatal Ureteropelvik Obstrüksiyon Tanısı ve Fetal Renal Fonksiyonların Değerlendirilmesi: Olgu Sunumu(2006) Kamacı, Mansur; Şahin, H. Güler; Erdemoğlu, Evrim; Kolusarı, AliFetal obstruktif renal anomaliler en sık rastlanan üriner anomalilerdir. Obstruksiyon özellikle üreteropelvik bileşkede, vesikoureteral bileşkede ya da üretrada görülmektedir. Fetal intrauterin yönetimde ve prognoz için obstrüksiyonun lokalizasyonu ve fetal böbreklerin durumu net olarak değerlendirilmelidir. Otuz üç yaşında, G6P5A0, 20. gestasyonel gebelik haftasında olan, anhidroamnios- üriner obstrüksiyon tanısıyla Yüzüncü Yıl Üniversitsi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum birimine refere edilen olguya yapılan B-mod ultrasonografik incelemede obstrüksiyonun posterior üretral valfden kaynaklanabileceği, ancak renkli ve pulse doppler ultrasonografik incelemesinde obstrüksiyonun mesane üstünde olduğu değerlendirildi. Fetal böbrek fonksiyonlarını değerlendirmek için pyeloureterosentez ve amnioinfuzyon yapıldı; sağ böbrekte korteks incelmiş, toplayıcı sistem dilate ve görülen parankimde yer yer hiperekojenite tespit edildi. Sol böbrektede toplayıcı sistem daha az olmak üzere dilate izlendi. Ponksiyon sıvısında yapılan biyokimyasal parametreler ve anhidroamnios geri dönüşümsüz böbrek hasarı geliştiğine işaret etmekteydi ve terminasyon kararı alındı. Postmortem incelemede solda renal duplikasyon, sağda ureteropelvik stenoza bağlı grade 4 hidronefroz saptandı. Mesane ve uretra ise doğaldı. Obstruktif renal anomalilerde renkli ve pulse doppler kullanımı obstrüksiyonun lokalizasyonunu tespit etmede incelemeye katılmalı ve fetal böbreklerin prognozunu değerlendirmek için ponksiyon ve amnion sıvı indeksi değerlendirilmelidir.Article Preterm Eylem, Prematüre Membran Rüptürü ve Alt Ürogenital Sistem İnfeksiyonları(2004) Zeteroğlu, Şahin; Güvercinci, Mehmet; Deveci, Aydın; Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Preterm doğum ve prematüre membran rüptürü ile alt ürogenital infeksiyonlar arasında bir ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi. Gereç ve Yöntem: Preterm eylem (grup I, n:37) ve prematüre membrane rüptürü (PEMR) (grup II, n:42) şikayetiyle kliniğimize başvuran hastalar ile miadında gebeler (grup III, n:20) kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan kadınların vajinal ve idrar kültürleri ile vajen yan duvarından alınan örnekler candida, bakteriyel vajinozis ve Trikomonas vaginalis açısından incelendi. Vajenin pH ölçümü yapıldı. Bulgular: Üç grup arasında candidal ve Trikomonas vaginalis infeksiyonları açısından anlamlı bir istatistiksel farklılık saptanmadı. Bakteriyel vaginozis, pH ve vajinal kültür pozitifliği kontrol grubuna göre her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı bir yüksekliğe sahipti. İdrar kültürü pozitifliği oranı kontrol grubuna göre preterm eylem grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir yüksekliğe sahipken prematüre membran rüptürü olan gruptaki yükseklik istatistiksel açıdan anlamlı değildi. Sonuç: Preterm eylem ve prematür membran rüptürü ile alt ürogenital sistem infeksiyonları arasında anlamlı bir ilişki mevcut olup, gebeliğin antenatal kontrolleri sırasında asemptomatik infeksiyonların bile dikkate alınması ve tedavilerinin yapılması önemlidir.Article Ruptured Rudimentary Horn Pregnancy: a Case Report(2005) Çelebi, Hacer; Zeteroğlu, Şahin; Kamacı, Mansur; Şengül, Muzaffer; Şahin, H. GülerMultipar 28 yaşında 3 aylık adet gecikmesi, on gündür şiddeti artarak devam eden pelvic ağrı ile acil servise başvurdu. Rupture uterusun sol kenarında rupture horn ölü masere fetus saptandı. Sol hemi histerektomi + sol salpenjektomi + sağ tubal ligasyon uygulandı.Article Tanatoforik Displazi; Olgu Sunumu(2004) Şahin, H. Güler; Şengül, Muzaffer; Kamacı, Mansur; Zeteroğlu, Şahin; Harman, MustafaTanatoforik displazi antenatal takipte tanınabilen iskelet displazileri içinde en yaygın olanıdır. Letal bir kondroplazi olup, 10000 doğumda 0.2- 0.5 oranında görülmektedir. Klinik bulguları homozigot akondroplazi ile benzerlik gösterir. Boy kısa (ortalama 40 cm), alın geniş, burun kökü basık ve yüz küçüktür. Ekstremiteler kısa ve yassıdır, göreceli olarak intervertebral disk aralığı genişlemiş ve spinal kaudal genişlemesi yoktur. Bu hastalar doğumdan kısa bir süre sonra göğüs kafesinin dar ve akciğerlerin hipoplazik olması nedeniyle ölmektedirler. Bu makalede, prenatal ultrasonografik incelemede kısa ekstremiteler tespit edilen, doğum sonrası da klinik ve radyolojik olarak tanatoforik displazi tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.Article Uterine Ruptures in Emergency Departments: Two Case Reports(2003) Şahin, H. Güler; Şahin, Hüseyin AvniAcil serviste görülen künt ve delici travma ile meydana gelen iki uterin rupture vakası sunularak tartışıldı.