Browsing by Author "Akdeniz, Emrah"
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Master Thesis The Concept of Freedom in Sartre's 'being and Nothingness'(2019) Yazğan, Aydın; Akdeniz, EmrahSartre'ın felsefesinin ana konusu, insan varoluşu ve insanın bu dünya ile olan ilişkisinde açığa çıkan ve hiçbir zaman güncelliğini yetirmeyen özgürlük kavramıdır. Sartre felsefesine ilişkin bir tezin, bu nedenle, özgürlük kavramını ele alması zorunlu görünmektedir. Dolayısıyla, bu çalışmada genel olarak Sartre'ın düşüncesinin temelinde nelerin yattığından hareketle onun özgürlük anlayışına ve varlık görüşüne değinilecektir. Bu bağlamda ilkin Sartre'ın etkilendiği felsefe tarihindeki kimi önemli figürlere değinilecek, daha sonra Sartre'ın Varlığı nasıl yorumladığına bakılacak ve bununla bağlantılı bir biçimde insanın nesneler dünyası ile olan ilişkisinin derin anlamının sorgulanması doğrultusunda ortaya çıkan 'hiçlik' kavramının üzerinde durulmaya çalışılacak ve insanın eylemselliğinin ve beraberinde ortaya çıkan 'iç daralması' ve 'bırakılmışlık' gibi kavramların özgürlükle ne gibi bir bağlantı içerisinde oldukları ele alınacaktır. Sonuç olarak, özgürlük, Sartre'a göre, insan varlığının temelidir ve insan varoluşunun anlaşılması özgürlüğün anlaşılması ile eş-güdümlüdür. Çünkü Sartre, özgürlük dediğimiz şeyin insana sonradan eklenen ya da sonradan elde edilen/kazanılan bir insan niteliği olmadığını; bu özgürlük insanın hiçliği sayesinde ortaya çıkan ve hep insanın varoluşuna bağlı olan bir özgürlük olduğunu ifade eder. Anahtar kelimeler: İnsan, Varoluş, Özgürlük, Varlık, Hiçlik, İç-daralması, Bırakılmışlık. Sayfa sayısı: 111 Tez danışmanı: Doç. Dr. EMRAH AKDENİZDoctoral Thesis Hakikat ve Kurgu: Antik Yunan ve Shakespeare Tragedyalarında Anlam Arayışı(2025) Yorgun, Faruk; Akdeniz, Emrah'Bu çalışmada, insanın anlam arayışı hakikat ve kurgu arasında kurulan ilişkiden yola çıkarak Antik Yunan ve Shakespeare tragedyaları ekseninde incelenmiştir. Bu bağlamda hakikat, felsefi hakikat olarak sınırlandırılır. Felsefi hakikat, filozofun düşünsel sürecinin sonucunda kurgulanan nihai anlama işaret eder. Böylece felsefi hakikat, anlamı işaret eden bir kurgu olarak tanımlanır. Edebiyat, şiir, resim ve diğer sanat formlarında anlamı işaret eden kurgular felsefi içeriğe sahip kurgular olarak felsefi kurgudan ayrıştırılır. Felsefi içeriğe sahip kurgular, felsefi hakikatin anlaşılmasına, somutlaştırmasına ve nihayet ete kemiğe büründürülmesine olanak sağlar. Çalışmada, sanat ve Felsefe arasındaki bağlantı araştırılarak felsefenin sanat olduğu iddia edilir. Buradan hareketle, sanat ve felsefe arasında kurulan ilişkinin insanın anlam arayışına katkı sağladığı öne sürülür. Sanat olarak felsefe aracılığıyla anlamın Antik Yunan ve Shakespeare tragedyalarında nasıl açımlandığı tezin merkezi problemi olarak çözümlenir. Bu çözümleme, tragedyalarda sıklıkla işlenen kader, kibir, hırs, kıskançlık, aşk, ölçüsüzlük, başkaldırı, ihanet, yabancılık ve kimlik gibi kavramların felsefi bir açıdan yorumlanmasıyla yapılır. Buradan hareketle, felsefi içeriğe sahip kurgular olarak tanımlanan tragedyaların teorik felsefi hakikatlerin anlaşılmasına olanak tanıdığı belirtilerek sanat ve felsefe ilişkisinin anlam arayışı açısından bir imkân olduğu iddia edilir. Bu çalışma, en genel anlamıyla edebi bir form olan tragedyaların hem felsefi hakikati nasıl anlaşılır kıldığını hem de insanın varoluşsal anlam arayışına nasıl katkı sağladığını araştırır. 'Master Thesis The Handling and Criticism of Aletheia and Paideia in Heidegger's Exegesis of Plato(2021) Orhan, Yakup; Akdeniz, EmrahHeidegger, 'Platon'un Hakikat Doktrini' adlı makalesinde, Platon'un aletheia kavramını saklı olanın açılması bağlamından kopararak aletheia'yı ideanın boyunduruğu altına almak suretiyle, bilginin konusu olan şey ile karşılıklı olarak uygun düşmesi bakımından 'doğruluk' olması itibarıyla ele aldığını iddia eder. Bu temelde paideia'nın da, paradigma esası itibarıyla ideanın model alınarak, eğitim alacak olana form kazandırma esasına dayandırıldığını savunmaktadır. Heidegger'e göre Platon açısından özgürleştirici bir amaç gütmesi gereken paideia etkinliği, ideanın normatif olana yükseltilmesinden dolayı, tam anlamıyla amacına ulaşmaktan çok uzakta kalmaktadır. Heidegger Platon'un aletheia ve paideia arasında kurmuş olduğu bu bağ nedeniyle aletheia'nın, saklı olanın açılması bakımından hakikat olması anlamından koparılarak varlığın en temel karakteri olan aletheia ve varlık arasında yarığın açılmasına neden olarak varlığın unutulmasına zemin hazırlamış olduğunu ileri sürmektedir. Bu tezin amacı Heidegger'in Platon yorumuna eleştiri sunmanın yanı sıra, Platon felsefesinde örtük kalmış bazı kavram ve düşünüş biçimleri hakkında, modern bir filozof üzerinden yeniden düşünme imkânları aramaktır. Bu bağlamda felsefe tarihi boyunca sürekli olarak tartışılagelmiş olan aletheia kavramının Heidegger için önemi ve Heidegger'in Platon yorumu dâhilinde bu kavramı ele alış biçimi ve bunun yanı sıra Platon düşüncesinde aletheia ve paideia kavramlarının iç içe geçen yapısı gereği, Platon'un aletheia ve paideia kavramları arasında kurmuş olduğu bağ ele alınacaktır. Nihai olarak ise Heidegger'in Platon yorumunda takip etmiş olduğu yöntemin sorunlu yanlarını ibraz ederek Heidegger'in Platon yorumunu değerlendireceğiz.Article Heidegger’de Dış Dünyanın Varlığı Sorununun Çözümlemesi(2023) Akdeniz, EmrahFelsefe tarihi, Heidegger’e göre, varlık sorusu etrafında inşa edilmiştir. Büyük filozofların neredeyse tamamı yüzeydeki tümfarklılıklara rağmen esasında bu ontolojik soruyla ilgilenmişlerdir. Bununla birlikte özellikle özgün düşünce geleneğinde bir kırılmanın yaşandığı Platon’la birlikte “varlık sorusu”, gitgide sahihliğinden uzaklaşmış ve Descartes’ın modern felsefenin de başlangıcı olmak bakımından tepe noktasını oluşturduğu bir çizgide, özne ile nesnenin karşılıklı konumlandırılarak yorumlandığı bir epistemolojik soru haline dönüşmüştür. Epistemolojik yaklaşımın öne çıkan özelliği, özne-nesne ilişkisinde bilginin koşullarını belirleyerek öznenin bilme sınırlarını saptamaya çalışmaktır. Bu yaklaşımda nesne özneye aşkındır; dolayısıyla öznenin nesneyi bilmesi ancak kendinden yola çıkmasıyla olanaklıdır; çünkü öznenin kendisine ilişkin bilgisi doğrudan gerçekleşen, içkin bir bilgidir. Dolayısıyla bu yaklaşımdaki temel varsayım, özne ile nesnenin birbirini dışladığı, nesnenin özneye tâbi kılındığı ikili bir dünya varsayımıdır ve bu varsayımda ortaya çıkan karakteristik sorun, dış dünyanın varlığının kanıtlanması/bilinmesi sorunudur. Sonuç olarak bu makalede Heidegger’in bu problemi “varlık sorusu” bağlamında nasıl bir çözüme kavuşturduğu gösterilmeye çalışılacaktır.Article Heidegger'in Düşüncesinde Farklılaşan Kavramlar Bağlamında Varlığı Düşünmenin Sürekliliği Üzerine(2023) Akdeniz, EmrahHeidegger, felsefî düşüncenin, tarihi boyunca Varlık Sorusu etrafında inşa edildiğini iddia eder; dolayısıyla felsefe, ilkin Sokrates-öncesi dönem ile ortaya çıkan ve zamanla bir çeşit bozulma olarak düşünülebilecek bir dönüşümle sonlanan bir süreç şeklinde düşünülür. Bu haliyle felsefe tarihi, aynı zamanda metafizik tarihidir ve metafizik tarihini Heidegger, düşüncenin kökenine işaret etmesi nedeniyle ilk başlangıç olarak adlandırır. Bununla birlikte ilk başlangıç, Heidegger için akıp gitmiş ölü bir geçmiş değildir; tam tersine tekrar düşünülmesi ve yeniden yorumlanması gereken, şimdiye ve geleceğe ilişkin bir evredir; çünkü düşüncenin, varlıkla ilgili sahih bir açılımı, ancak geriye dönük alışılmadık bir yorumlama etkinliği aracılığıyla gerçekleştirmesi söz konusudur. Böylece Heidegger, sahih düşünmenin olanağı olarak yorumladığı öteki başlangıç kavramına ulaşır. Bu aşamada düşünür için takınılması gereken tutum, bu iki başlangıç arasında sürekli bir gidip gelme hâlidir; çünkü Heidegger’in özellikle ikinci büyük yapıtı olarak görülen Felsefeye Katkılar’da merkeze aldığı Varlığın Hakikati ya da Olagelme gibi terimler, bizzat başlangıçlar arasındaki bu hareketlilik bağlamında kavranabilecek olan temel bir oluşa işaret etmektedir. Bu nedenle Heidegger’in düşüncesini anlamada kilit rol oynadığı düşünülen, fakat Varlık ve Zaman’a göre daha arka planda kalmış olan bu metne bakmak ve oradaki yaklaşımı görmek, böylece ortaya çıkan yeni kavramları ele almak önem arz etmektedir. Sonuç olarak bu makalenin amacını, Heidegger’deki temel sorunun, onun erken dönemi olarak düşünülen Varlık ve Zaman döneminde de, sonrasında da değişmediğini göstermeye çalışmak oluşturmaktadır. Bu bağlamda Heidegger’in anlaşılmaz görünen ve yorumlanması zor olan ve mistik tınısı bulunan kimi terimleri açıklanmaya çalışılacak, böylece Heidegger’in değişen terminolojisine rağmen düşüncesindeki devamlılığın varlığı gösterilmiş olacaktır.Master Thesis In the Text of Being and Nothingness Jean Paul Sartre's Concept of Dialectics(2020) Arvas, Mehmet Şakir; Akdeniz, EmrahBu çalışmada; diyalektik kavramının Varlık ve Hiçlik adlı kitapta nasıl işlendiği ve felsefe tarihindeki yansımaları incelendi. Herakleitos'un oluş ve bozuluş yöntemi, Platon'un diyalektik yöntemi, Alman İdealizminin diyalektik yöntemi incelendi. Çağdaş ve Varoluşçu felsefede etkili olan Varlık ve Hiçlik adlı kitap, diyalektiğin bağlamında incelendi. Jean – Paul Sartre'ın varoluş kavramında, diyalektiğin işlevi müşahede edildi. Kendinde varlık ve kendisi-için varlığın karşıtlığında diyalektik sorgulama yapıldı. Kendisi-için varlığın özgürlüğünü, diyalektik yöntemle nasıl kazandığı incelendi. Jean-Paul Sartre, varlığın hiçlikle nasıl münasebet kurduğunu ve kendisi-için varlığın mutlak özgürlüğünü nasıl temellendirdiği görüldü.Master Thesis Mimesis as a Philosophical Problem(2024) Yokuş, Yalçın; Akdeniz, EmrahKopya, taklit ve yansıma olarak bilinen mimesis kavramı aynı zamanda 'anlatıların' değişip dönüştüğü bir sürece tekabül etmektedir. Bu sürecin nasıl bir serüvene sahip olduğu üzerine olan bu çalışma, öncelikle söz sahibi filozofların düşüncelerine başvurmaktadır. Yapılan incelemelerle 'yaşamın mimesisi' ve 'metinler arası mimesis' olmak üzere iki kavramla süreç tamamlanır. Bu iki kavram Antik Yunan'dan günümüze Batı edebiyatının geçirmiş olduğu değişim ve dönüşümleri göstermektedir. Yaşamın mimesisi ile başlayan anlatılar zamanla birikerek metinler arası mimesisi ortaya çıkartır ve gelinen son aşamada analizler romanlar arası bir düzlemde ilerler. Bunlar olurken kahramanın da kendisine has bir yolculuğu ve evrimi söz konusudur. Antik Yunan anlatılarında kahramanlar Tanrılar iken Prometheus miti ile insanların da anlatıların kahramanı olma yolu açılır. Daha sonra İsa ile birlikte Tanrı tekleşip gökyüzüne çekilir ve anlatıların kahramanı en sıradan insan olmaya başlar. Bu süreç Tanrının uzaklaşması ve insanın gittikçe onun yerini alması ile devam ederek günümüz roman kahramanlarına kadar evrilir. Mimesis bu serüvenin kendisidir.Master Thesis The Problem of Oppression and Liberation in the Philosophy of Herbert Marcuse(2024) Çiçek, Ferdi; Akdeniz, EmrahBu çalışmanın amacı Herbert Marcuse'nin çalışmalarından yola çıkarak İleri Endüstri Toplumunda bireyin maruz kaldığı baskı durumunun içerdiği aygıtları çözümlemek ve onu içinde olduğu durumdan kurtaracak yolları öğrenmek olacaktır. Bunu yapmaya çalışırken Marcuse'nin Hegel, Marx, Freud, Weber ve Lukâcs gibi isimlerin düşüncelerini sentezleyerek kültür, teknoloji, politika, toplum ve bilim üzerine ortaya koyduğu düşünceleri izlemek ve düşüncelerine konu ettiği yeni toplumsal düzenin bireyi etkileme biçimlerini ve bununla beraber bizlere sunduğu geniş sonuçların bir değerlendirmesini de eklemeye çalışacağız. Karl Marx tarihi 'sınıfların çatışması tarihi' olarak ifade ederken Sigmund Freud ise tarihi 'toplumların baskılanışı' tarihi olarak ifade eder. Bu açıdan bireyin ve toplumun bu baskıdan kurtulup özgürleşmesi gerekliliği tarihin belki de en önemli aşaması olarak karşımızda duruyor. Bu kurtuluş birçok açıdan insanın yeni toplumdaki durumuyla yakından ilişkilidir. Marcuse bu ilişkiyi çözümlemek adına ileri endüstri toplumunda insan ihtiyaçlarının belirlenmesinin bir bakıma insanı da belirlediğini söyler. Dolayısıyla ileri endüstri toplumunun baskıcı ihtiyaçlarından kurtulmak için yeni bir insan tipinin yaratılması ve biyolojik boyutta bir değişimin olması bu yolun açıcısı olacaktır. Marcuse'nin esas olarak yeni bir insan tipine ve biyolojik bir boyuta odaklanması, özgürlük alanının yerleşik toplumlardan niceliksel bir ayrım değil niteliksel bir ayrım gerektirdiği fikriyle alakalıdır. Bu yüzden Marcuse kapitalizmin restorasyonunun değil bir devrimle onun tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini söyler. Peki, tüketim toplumu kapitalizmin son basamağı, mezar kazıcısı olacak mıdır? Bunun kapsamlı bir cevabını Marcuse'nin geniş yelpazeli düşüncelerinde bulmak mümkün olacaktır.Master Thesis A Review on Superman Declaration of Zarathustra in Friedrich Nietzsche's Philosophy(2019) Emre, Meltem; Akdeniz, EmrahBu tez, Nietzsche felsefesinde merkezi bir yer işgal eden 'üstinsan' kavramının yaslandığı tüm arka planı ayrıntılarıyla incelemeyi ve bunu takiben 'üstinsan' kavramıyla işaret edilen konseptin nasıl bir gereklilikten doğduğunu, hangi nitelikleri barındırdığını ve yaşam karşısındaki rolünü vermeyi amaçlamaktadır. Nietzsche, felsefesi boyunca esasında bizlere bir kültür eleştirisi sunar ve bu eleştirilerini ortaya koyarken temelde tek bir izlek üzerinden hareket eder. Bu ise yaşamın en yüce değer olarak kabul edilmesidir. Böyle bir düşünce ile felsefesini icra eden Nietzsche, yaşamın soluğunu kesen tüm anlayışlara karşı büyük bir protesto geliştirir ve bu protestonun temel kahramanı, Sokrates ve Platon'cu öğelerle beslenen Hıristiyanlık ve bunun bir uzantısı olan öte dünyacı görüştür. Nietzsche ekseninde Hıristiyanlığın gelişiminde etkili olan ve sonrasında Hıristiyanlığın etkide bulunduğu tüm düşünceler temelde mutlak hâkîkat ülküsü ile geçerli olan yaşamı yozlaştırıp kurgusal bir öte dünya fikrini topluma aşılamayı kendilerine biricik edim saymışlardır. Fakat Nietzsche için daimi bir oluşa karşılık gelen yaşamda mutlak bir hâkîkatten söz etmek imkânsızdır. Nietzsche, tüm hâkîkat nitelendirmelerini esasında varoluşun belirsizliği karşısında sığınılan bir liman olarak görmektedir. Öyle ki bu liman, kişileri yaşamda etkisizleştirir, hissizleştirir, var oluşun gerçeğiyle yüzleşmekten alıkoyar. Böylece insan tüm yaşamını belli otoriteler etrafında sürdüren itaatkâr bir köleye dönüşür. Bu ise yaşamın tüm değerleriyle hastalıklı bir duruma dönüşmesini imleyen 'decadence' durumudur. Nietzsche, yaşadığı yüzyılı decadence'ın en ateşli tezahürü olarak değerlendirir. Ona göre bu tezahürün varacağı nihai nokta tüm yaşamlarını uğruna sürdürdükleri tanrının ölümüdür. Bu ölüm aslında insanın ölümüne de gebedir. İnsan, tüm var oluşun anlamını yüklediği tanrının ölümüyle kendi var oluşunun sancısı karşısında nihilistik bir krize düşer. Artık yaşamın bir anlamı kalmamıştır. Bu noktada Nietzsche, bir kriz olan nihilizmi yaşamın kurtarılmasında ve dolayısıyla üstinsana ulaşılmasında son bir ümit olarak görüp nihilizmin en aşırı hali olan aktif nihilizmi öğütlemektedir. Ona göre aktif nihilizm ile insan, tüm değerleri yerinden eder ve bu da en yüce değer olan üstinsana kapı aralar. Nietzsche ekseninde bu üstinsan yeryüzünün yeni anlamıdır. Bu insan bir oluş olan yaşamın bağrına tüm edimleriyle saplanan yaratıcı güçtür. O, tüm değerlerin, egemenlerin, sınırların ötesinde olan ve içgüdüleriyle dolup taşan yegâne yaşam pratiğidir. Bu pratiğin tahayyülü bile yaşamın yeniden doğuşuna katkı sağlayacaktır.
