Doktora Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/12
Browse
Browsing Doktora Tezleri by Language "ar"
Now showing 1 - 20 of 25
- Results Per Page
- Sort Options
Doctoral Thesis The Abrahamic Religions in the Light of the Quranic Verses and Contemporary Calls(2024) Huseyin, Abdurrahim; Sönmezsoy, Selahattinİslam şeriatı, asr-ı saadetten günümüze dek yıkım ve değişim girişimlerine maruz kalmaktadır. Nitekim günümüzde islamı yıkmak için feminizm, sekülerizm ve hristiyanlık-yahudilik-islam dinlerini 'İbrahimî Dinler' ismi altında toplamak gibi planlanan birçok proje görmekteyiz. Bu konu, İslam şeriatını yakından ilgilendirdiği için araştırmacı, bu meseleyle ilgili şüpheleri toplayıp cevaplayarak bu konuyu Kur'an ayetlerine arz etmek ve onu Kur'an terazisinde tartmaya ihtiyaç duymuştur. Araştırmacımızın bundan maksadı, şüpheleri, kur'anla ilgili yanlış yorumları yayarak, bazı hükümet ve oluşumlardan yardım alarak İslam'a zarar vermek isteyen akımlara engel olmaktır. Bu araştırma, giriş, sonuç ve 5 bölümden oluşmaktadır. Şöyle ki; giriş bölümünde araştırmanın hedefi, takip edilen metod, araştırmanın sorunları, konunun tercih edilme sebebi ve bu alanda yapılan çalışmalar anlatılmıştır. Birinci bölümde, diyanet kelimesinin sözlük ve terim anlamından ve dinlerin tahrif edilmesinden bahsettim. İkinci bölümde yahudilik ve hristiyanlığın tahrif olmalarının sebebinden, bu dinlerin her zaman ve mekan için geçerli olamayacaklarından, İslam dininin mahiyetinden ve diğer dinleri neshettiğinden söz edilmiştir. Üçüncü bölümde ise özelde ehl-i zimmet genelde ise müşriklerden bahsettim. Ehl-i kitab ile ilgili ayetler ve müfessirlerin bu ayetlerle ilgili görüşlerini serd ettim. Dördüncü bölümde İbrâhimî Dinler Projesi ve İslamı tahrif etmek için hazırlanan çağdaş fikirleri zikrettim. Bunun yanı sıra kadıyanilik, dinler arası diyalog, İslam dinini diğer dinlerle karıştırmak veyahut Seküler İslam, demokrasi gücü gibi bu projeye uyan düşünsel projeleri de aktardım.Beşinci ve son bölümde İbrâhimî Dinler Projesi, tarihi süreci, bu projeyi üstlenenlerin dayanakları ve Kur'an'ın İbrâhimî dinlere bakışını tanıttım. Sonuç bölümünde ise araştırma sırasında vardığım önemli neticeleri okuyuculara sundum.Doctoral Thesis Aile Hayatında Kur'ân Metodu 'makasıdî Bir Araştırma'(2024) Saeed, Alı Rafeq; Sönmezsoy, Selahattinİslam toplumunun inşasında Müslüman aile ilk ve temel yapı taşı olarak kabul edilir. Ailenin salahı ve kenetlenmesi ışığında toplumun salahı, ardında da ümmetin salahı oluşur ve belirginleşir. Bu nedenle toplumun temel birimi olan aileye odaklanmak, onu korumak ve yaşatmak zorunlu bir durum olmuştur. İslam'ın, dini öğretileri içerisinde ilk andan itibaren sağlam temeli ve inşası, aile içinde yıkıcı tartışmalara yol açacak muhtemel gerginlikleri gidermek için koruyucu ve tedavi edici yöntemler geliştirmesi, sonra da devamlılığını sağlamaya çalışması, aile sözleşmesinin bozulmasına ve ailenin parçalanmasına doğrudan veya dolaylı katkıda bulunan sosyal hastalıkların sirayet etmesine izin vermemesi çerçevesinde aileye önem vermesi şaşırtıcı değildir. Bu nedenle İslam, makâsıd ve beş ilkesinden Müslüman ailenin ırz ve şerefini korumak için temel prensipler oluşturmuştur. Bu çalışmada İslam hukukunun ana kaynağı olan Kur'ân metodunu tercih etmemiz, sosyal mevzuatı, özellikle de aile hayatını ilgilendiren konuları türetmek için gerekli olmuştur. Dolayısıyla bu mütevazı çalışma, aile hayatının başlangıcından sonuna kadar ilgili Kur'ân âyetlerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, ailenin bir yönünü ilgilendiren Kur'ân âyetlerinin makâsidî bir incelemesine odaklanmaktadır ve konu, üç ana aşamaya ayrılmaktadır:Birinci aşama: Aile kurulmadan önce bir eşin diğerine seçilmesi ve seçim için arzu edilen kriterlerin belirtilmesine dair Kur'ân-ı Kerîm'in metodu. İkinci aşama: Ailenin kurulmasından sonra ve normal hayat sırasında Kur'ân-ı Kerîm'in metodu. Üçüncü aşama: Ailenin yıkılması durumunda Kur'ân-ı Kerîm'in metodu ve tedavisi. Ayrıca çalışmada Kur'ân-ı Kerîm'in aileyi kurma, koruma ve yıkılmaktan kurtarmadaki en belirgin ve önemli makâsıd ve hedefleri ele alınmaktadır. iyi anlaşılması adına en önemli makasıdî tefsirlere işaret etmiştir. Çalışmada genel olarak şunlar açıklanmıştır: Kur'ân-ı Kerîm, hayatın tüm meselelerine bütüncül bir metot olarak kabul edilmektedir. Bu meselelerin en önemlileri arasında kamusal yaşamın kendisine dayandığı ve kendisiyle devam ettiği aile hayatı yer almaktadır. Bu da hayat arkadaşı seçimi şeklinde bu projenin başlangıcından itibaren aile ve oluşumuna yönelik Kur'ân'da yer alan eksiksiz ve kapsamlı yönlendirme ve kurallar ile gerçekleşmektedir. Kur'ân-ı Kerîm bu aşamayı dini esasları içerisinde tasvir etmiş ve bu aşama için Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilen temel ve arzu edilen dini ve ahlaki standartlar dâhilinde eşlerden her birinin birbirini nasıl seçmesi gerektiğini açıklamıştır. Daha sonra evlilik projesinin pratik aşaması yani günlük aile hayatı gelir. Kur'ân-ı Kerîm bu konuyu detaylandırmış, eşlerin sahip olduğu tüm hak ve görevleri açıklamış, ayrıca aile hayatı kervanının nihai varış noktasına ulaşana kadar güvenli ve huzurlu bir şekilde ilerlemesi için çocukların haklarını, leh ve aleyhlerinde olan şeyleri de zikretmiştir.Dünya hayatının, problemlerden, sıkıntılardan ve engellerden uzak, mükemmel bir hayat olmadığını biliyoruz. Aile hayatı, hukuki bir temele ve toplumsal kural ve yönlendirmelere dayanmasına rağmen, yaşamın doğasının bir parçası olan dünyevi sorun ve engellerden yoksun olmayan büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Nitekim Yüce Allah (cc) 'Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz (Enbiyâ, 21/35)' şeklinde buyurmaktadır. Aile, eş ve çocuklar da dâhil olmak üzere tüm üyeleriyle birlikte, toplumdaki gerek aile hareminde gerekse aile haremi dışındaki aile yaşamlarında engellere ve zorluklara maruz kalabilmektedir. Bu sorunların mutlaka çözülmesi ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere Kur'ân-ı Kerîm, zikretmediği veya atıfta bulunmadığı hiçbir şey bırakmamıştır. Nitekim Yüce Allah (cc) 'Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır (Kamer, 54/53)' şeklinde buyurmuştur. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerîm, sorunlar, ister eşler ve çocuklar arasındaki duygusal boşluk, aile içi şiddet, zihâr, îlâ', kazıf, li'ân, boşanmaya ve ayrılığa yol açan eşler arasındaki geçimsizlik gibi dâhili olsun, ister şartlar yerine getirilmediği takdirde bazen aile ve toplumda kaos ve karışıklığa yol açan çok eşlilik gibi toplum meydanında harici olsun aile hayatında ailenin karşılaştığı sorunlardan ve engellerden bahsetmiştir.Toplumsal aile sorunlarından biri de evlilikteki sadakatsizliktir ve maalesef her geçen gün acı verici sebeplerden dolayı artmaktadır. Aile sorunları arasında genç erkeklerin bahsettiğimiz nedenlerden ötürü evlenmek istememeleri The third stage: The Holy Qur'an's approach and treatment of the family at the time of its collapse.This is with great emphasis on the most prominent and important purposes and objectives of the Holy Qur'an in forming the family, protecting it and preserving it from collapse.Kur'ân-ı Kerîm, bu ümmetin ebedi kitabı, kapsamlı anayasası, gerçek ve sadık rehberidir. Çalışmamın ortasında evlilik projesinin oluşması, ailenin inşası, yeryüzünün iskân edilmesi, insan neslinin korunması, toplumun kötülüklerden ve ahlaki bozulmalardan korunması, sosyal tanışıklık, eşler ve aile bireyleri arasında sosyalleşme, sevgi ve şefkatin sağlanması ve buna benzer konularda Kur'ân-ı Kerîm'in en önemli amaç ve hedefleri mümkün mertebe geniş bir şekilde ele alınmıştır. Aileyi korumayı ve oluşturmayı hedeflediklerini öne süren pozitivist teoriler tarafından ortaya atılmış, ancak gerçekte birçok kusur ve eksiklikle dolu olan ve arkasında Müslüman aileyi yok etmeye, yolsuzluğu teşvik etmeye ve toplumu çökertmeye çalışan habis bir niyete karşın Kur'ân-ı Kerîm'in açıklamalarında İslam ümmeti için kifayet ve şifa vardır. Anahtar Kelimeler: Tefsîr, Aile, Kur'ân-ı Kerîm, Metot, Evlilik, Makâsıd. Sayfa sayısı: 278+VIII Danışman: Prof. Dr. Selahattin SÖNMEZSOYDoctoral Thesis Arap Edebiyatında Çiçek Mufaharaların Diyalog Yapısı(2022) Morad, Hasan; Çınar, Mehmet ŞirinBu çalışma, diyaloğun dilsel yapısıyla ilgilenen, anlatı diyaloğunun en önemli biçimlerini takip eden 'Arap Edebiyatında Çiçek Mufaharaların Diyalog Yapısı' konusunu objektif olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Çünkü diyalog herhangi bir roman, kısa hikâye, fahr veya tiyatronun üzerine inşa edilen en temel tekniklerden biridir. Diyaloğun içten ve dıştan başarılı olabilmesi için uygulanması gereken bazı şart ve kuralları vardır. Kültürler ve medeniyetler diyaloğa önem vermiş ve tarih bunun eşsiz görüntülerini korumuştur. Diyalog farklı ifade biçimlerinden biridir ve en önemli temel hitap ve iletişim aracı olduğu için günlük hayatımızda kullandığımız yöntemlerden biridir. Mufahara Arap edebiyatında büyük bir yere sahiptir. Araştırmacı ve eleştirmenler önceleri onu müstakil bir sanat türü olarak değerlendirmeyerek diğer edebiyat sanatlarından ayıran özelliklere sahip bağımsız bir dal olarak görmemişlerdir. Mufahara, bazen Makame bazen de Risale veya Münazara ya da Müarada olmak üzere övünen kişilerin hikmet sahibi olanlar veya sıradan insanlar olduğu ayırt edilmeden farklı isimler altında işlenmiştir. Hatta modern çalışmalarda da olduğu gibi; Mufahara Makamelere dahil edilmiştir. Mufaharalar okuyucunun hayal gücünü keskinleştirme kudretine sahip olduğunu gösteren cansız nesnelerin kişileştirilmesi ve ilgi çeken bir edebi diyalogu ihtiva etmektedir. Araplar bunu daha önce bilselerdi, yeni biçimiyle çocuklar için hayal gücünü besleyen hikayeler çıkarabileceklerdi. Mufahara, muhatapların karşılıklı konuştuğu ve birbirine karşı olduğu, uygun gördüğü delillerle hasmını susturmaya çalışan iki veya daha fazla insan dışındaki varlıklar arasındaki bir konuşmadır; bu da edibin övünmek için gerçekleşmesini istediği şeydir. Sanki yazar, Mufaharada iki veya daha fazla hayali varlıktan oluşur. Edip mücadele ve kavgasını tek bir metinde yazarken zihninde bu karakterleri konuşturur, tartıştırır ve birbirine nefret ettirir. Diyalog iki biçimde gerçekleşir: dış diyalog; roman olayları boyunca birbirleriyle temas halinde olan karakterlerin diyaloglarında, bazı işlerin bu kapsamda yürütülmesinde, birbirlerine karşı tepkilerini göstermelerinde, olaylar, vakalar vb. durumlarla karşılaşıldığında ağızlarından çıkan sözlerdir. İç diyalog; dış diyaloğun zıddıdır. Şöyle ki, taraflar arasında karşılıklı konuşma için iki veya daha fazla kişiye ihtiyaç yoktur. Tek taraflı bir diyalogdur. Herhangi bir konuda kişinin kendisiyle konuşması, geçmiş anıların hatırlanması ya da başkalarının duymasından ve karşı tarafın katılımından uzak bir konuşmadır. Eleştirmenler diyalog işlemi için iki vasıf şart koşmuştur: Birincisi; roman karakterlerine müdahale eden yabancı bir unsur gibi görünmemek için, diyaloğu hikâyenin merkezine yerleştirmek. İkincisi: diyalog akıcı, zarif, karakterin kişiliğine ve söylendiği duruma uygun, olayı, karakterlerin özünü, fiziki ve ruhsal hayatlarının derinliklerini izah edebilme gücüne sahip olmalıdır. Muhataplar arasında anlayışı derinleştirmek, toplum bireyleri arasında fikir alışverişinde bulunmak gerekir. Ta ki; birey, başkalarının bilmediği bilgi, değer ve adetlerle donansın. Böylelikle diyalog netleşir ve resim ortaya çıkar. Diyalog, bilgiyi canlandırma ve güncellemekle beraber kültürel mirasın nesilden nesile aktarılmasında etkin bir role sahiptir. Kendisinde iki temel rukün bulunması gerekir: muhatap iki taraf ve üzerinde diyaloğun gerçekleştiği konu veya problem. Mufahara, Cahiliye döneminden başlayarak Emeviler, Abbasiler ve Endülüs dönemine kadar birçok merhale geçirmiştir. Mufaharanın birden fazla çeşidi bulunmaktadır. Çiçekler ve güller arasında, meyveler arasında, bağ ve bahçeler arasında, şehirler arasında, insanın ten renkleri arasında ve bunlar dışında kalan eşyalar arasında vuku bulan üstünlük tartışması mufahara çeşitleri arasında yer alır. Bazı araştırmacılar, bu sanatın mucidi ve ilk defa yazıya geçiren kişinin İbn Burd el-Asğar olduğunu söylemişlerdir. Fakat çiçek çeşitleri arasındaki mufaharanın meydana çıkması İbn Rûmî'ye dayanmaktadır. Çiçeklerin mufahara yapısına gelince; mufahara sanatsal yapısına giriş açısından, mufahara genellikle Allah'a hamd Rasulullah'a salavatla başlar. Edip buradan tabiat hakkındaki hayali düşüncelerini betimlemeye geçer. Mukaddime hitaba giriş sayıldığı için büyük bir öneme sahiptir. Mukaddimenin yaratıcı, güzel, zarif ve arkasından geleni dinlemeye davet etmesi şart koşulmuştur. Mufaharada ibaresi süslü, musikisi uyarlı, sanatsal tasvir ve bazen semboller yer aldığı tasnî' üslubu kullanılmıştır. Ancak bu üslûp bazen daha üstün veya yumuşak yahut yazar, zorlaştırabilir. Fusha ve ammi olmak üzere diyaloğun iki biçimi vardır: insanı diğer canlılardan ayıran bir olgu olan sözlü diyalog. Kendisiyle her türlü iletişimi cisimleştirmeyi hedefleyen bilinçli etkileşim kast edilir. Bireyler arasındaki günlük diyalog, bu rolü mükemmel bir şekilde temsil eder. Çünkü toplumsal hayat diyalogla ayakta kalır. Şahıslar bu iletişimi kesemezler; çünkü farklı maslahatları elde edebilmek için yaşamları aralarındaki anlayışa dayalıdır. Sosyal etkileşim, insanların düşünce, duygu ve tepki alışverişi yoluyla birbirlerini etkileme ameliyesidir. İkinci tür sözsüz diyalogdur; ister bilinçli ve kasıtlı hareketler olsun, ister kendiliğinden ve kasıtsız olsun, günlük konuşmamıza eşlik eden sözsüz bir dil olan konuşan taraflar arasındaki bedensel hareketleri temsil eder. Bu çeşitli işaretler ve jestler, sağır ve dilsizlerin dilini temsil eder, bu sayede bu bireyler toplum içinde başkalarıyla onun aracılığıyla iletişim kurabilirler. Mekân, karakterlerin genel çerçevesinin, diyalogların ve olay örgüsünün şekillenmesinde büyük rol oynar. Mekan, diyaloğu sunan karakterlerin bilincinde etki eder. Mekan, olayı ilerletme ve roman karakterleri arasındaki diyaloğu yoğunlaştırma işlevi görür. Mekan ile diyaloğun gerçekleştiği zaman arasındaki alaka; diyalog, öyküleyici metinde sanatsal ve dilsel bir yapı sayılır ve konuşma sırasında değişebilen zamanla güçlü bir ilişkisi vardır. Romancı bize hayali bir hikayeyi geçmiş zaman kullanarak iki veya daha fazla kişi arasında geçen bir diyalog sunduğunda, geçmiş zaman şimdiki zamana dönüşür. Bu da okuyucunun hikayenin şimdiki zamanı içinde yaşadığı vehmini artırır. Çünkü hikaye geçmişte kaldığı için anlatım genellikle geçmiş zamanla ifade edilir. Diyalog, doğrudan diyalog şeklinde iletişim kuran iki karakter arasındadır.Doctoral Thesis Câhız'ın El-buhala Adlı Eserinde Sofra Anlatıları(2023) El-husseini, Alı Jıhad Hamdoon; Çınar, Mehmet ŞirinBu tez, Cahız'ın el-Buhala/Cimriler adlı eserindeki anlatı öğelerini ortaya koymayı açmaçlamaktadır. Bunu yaparkende, yazara etkileyici, düşündürücü tabirler kullanmasını sağlayan yapının temel dinamiklerinden biri olan 'Sofra' anlatıları çerçevesini temel alacağız. Zira bununla Cahız, toplumda cimri şahsiyetler olarak öne çıkanlar üzerinden, genel ve özel hayatlarında karşılaşılan, düşünmeye sevkeden cimriliği okuyucuya açık bir şekilde sunmuştur. Nitekim Cahız tarafından sunulan karakterlerin davranışları hakkındaki gerçeklik, okuyucuya sunulan karakterlerin cimriliği, düşünce ve ilişkilerini açıklığa kavuşturacak ve onları elinde bir araç olarak kullanacak şekilde yapısal performans tekniklerini çizdiği anlatıcının diliyle edebi bir şekilde okuyucuya sunmaya gayret etmiştir. Bu yüzden bu çalışma, yemek, pişirilme ve sunulma şekli açısından onunla ilgili her şey üzerine, anlatı tekniklerinin varlığının ifadesine odaklanmış ve cimrilerin gerçek resmini çizmede onlardan yararlanmanın yanı sıra okuyucu için anlatı sunum sürecindeki rollerini ortaya çıkarmaya odaklanmıştır. Zira büyük bir edebi şahsiyet olan Cahız tarafından sunulan bir şekilde, diyalog kurma, karakterlerin varlığı ve tasvirinin yanı sıra yer ve zamanların çizimi açısından el-Buhala'nın bir edebi eser olduğu unutulmamalıdır. Kitabta anlatılan olayların, yazıldığı günden bu yana ilim insanlarını meşgul eden, üzerine inşa edilecek verimli bir zemin olarak gerçekleştiği, birçok edebi, tarihi, psikolojik, ekonomik ve hatta dini araştırmalara konu olmuştur.Doctoral Thesis El-bakûlî'ye Göre Nahiv İlletleri- Şerhu'ı-luma' Eseri Bağlamında-(2022) Muhammedoğlu, Suheyb; Çınar, Mehmet ŞirinNahiv illetleri, klasik ve modern nahivcilerin çalışmalarının büyük bir bölümünü kapsayan en belirgin konulardandır. Neredeyse nahiv ta'lilden ibaret olarak görünmeye başlanmıştır. Bu konunun önemi sebebiyle, bu araştırmada el-Bâkūlî Şerhu'l Lüma' adlı eserinde geçen nahiv illetlerini gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Araştırmamızda kitapta yer alan nahiv illetlerinden en önemlilerini seçerek nahivin ilgili bölümlerinde sundum. Her birini ayrı ayrı araştırıp tartışmaya yöneldim. Bakuli'nin ta'lil metoduna vakıf olabilmek için mutekaddimin ve müteahhirin alimlerinin nahiv illetlerini ortaya koyarak onun lehinde ve aleyhinde olan görüşleri açıkladım. Nahiv ilminin çoğu konulardaki zengin birikimi vasıtasıyla nahiv illetlerini bilimsel bir şekilde tenkit ettim. Dil bilgisi dersine ve dilin doğasına en yakın olanı tercih ettim. Bazen da yeni illetleri ortaya koydum. Araştırmada Bakuli'nin bazı illetleri açıklarken yalnız kaldığı, diğer bir kısmını tercih ederken de bilimsel ve güçlü delillere dayanarak başka görüş tercih ettiği sonucuna vardım. Bakuli'nin kitabında sayısını elli beş olarak tespit ettiğim illetler arasında en çok Şibih (benzerlik) illetine yer verdiğini gördüm. Bu Aştırmamız altı fasıldan oluşmaktadır Birinci Bölüm: Nahivdeki illet kavramı, tarihçesi ve aşamaları, İkinci Bölüm: İsimlerde irab ve bina illetleri, Üçüncü Bölüm: Fiillerde irab ve bina illetler Dördüncü Bölüm: İsimler konusundaki nahiv illetleri, Beşinci Bölüm, Nevasih, harf, sayı ve tevabi'lerin illetleri, Altıncı Bölüm: Bakuli'nin nahiv talilindeki metodu ele alınmıştır. Araştırmanın sonucunda bazı öneri ve tavsiyeler ve araştırmada ulaştığım en belirgin hususlar yer almaktadır.Doctoral Thesis Günümüz Hukuku ile İslâm Hukukunun Karşılaştırılması (kaynaklar, Ceza Hukuk ve Kazaî Deliller Açısından)(2018) Shakır, Najıb Muhsın Shakır; Beroje, SahipAraĢtırmamızda, Ġslâm hukuku ile günümüz hukuku kaynaklar, ceza hukuk ve kazaî deliller açısından karĢılaĢtırılması yapılmıĢtır. Birinci bölümde geçmiĢ milletlerin inanç ve hukuklarına değinilmiĢtir.Tarih ve Kur‟ân-ı Kerîm perspektifinde Sümerler, Babiller, Asurlular, Yunanlılar, Romalılar, Eski Mısırlılar ve Câhiliye döneminde yaĢamıĢ olanların hukuklarının ele alındığı bu bölüm Ġslâm hukukunun ortaya çıkma sürecinin anlatılmasıyla sonlandırılmıĢtır. Ġkinci bölümde de Ġslâm hukuku ve günümüz hukukunun kaynakları incelenmiĢtir. Ġslâm hukukunun kaynaklarına öncelik verilerek bu kaynakların aslî (birincil) ve fer„î (ikincil) Ģeklinde ikili ayırımı üzerinde durulmuĢtur. Aslî kaynakların sırasıyla Kur‟ân, sünnet, icmâ ve kıyastan ibaret olduğu vurgulandıktan sonra Kur‟ân lafzının delâlet açısından kat„î ve zannî olarak ikiye ayrıldığı konusu ele alınmıĢtır. Bu bölümde sünnetin Ġslâm hukukunun ikinci dayanağı olduğu özellikle de Kur‟ân‟ın sünnetle nesh edilebileceği meselesine etraflıca iĢlenmiĢtir. Ġcmâ ve kıyas dayanaklarının da ele alındığı bu bölümdeyasama, örf, geleneksel ilkeler ve adalet kurallarından ibaret olan vaz„î/beĢeri hukuk (ilgili ve yetkililer tarafından oluĢturulmuĢ hukuk kurallarına) da yer verilerek bir karĢılaĢtırmaya gidilmiĢtir. Üç ayrı baĢlık altında ele alınan üçüncü bölümde ise genel bir Ģekilde suç kavramının Ġslâm hukuku ve beĢerî hukuk boyutu incelenmiĢtir. Hadd cezalarının anlatıldığı birinci baĢlığın altında gerek Ġslâm hukuku gerekse beĢeri hukuk bazında haddin tanımı, çeĢitleri ve boyutları ele alınmıĢtır. Sonrasında ilgili alandaki söylemlerin bir arada toplanılabilmesi hasebiyle Malikilerin görüĢüne öncelik verilerek yedi tane suç unsuru sırasıyla incelenmiĢtir. Zina suçu, zina suçunun tespitine yönelik deliller, Ġslâm ve beĢeri hukuka göre cezası karĢılaĢtırmalı bir Ģekilde aktarıldıktan sonra fıkhî mezheplerin yaklaĢımları ile günümüz hukukunun öngörüleri bağlamında kazif, içki içme, hırsızlık,yol kesme, irtidâd (Ġslâm dininden çıkma), zülüm ve haksızlık suçları mukayeseli bir Ģekilde incelenip değerlendirmeye tabî tutulmuĢtur. Üçüncü bölümün ikinci baĢlığı altında kısas ve diyet gerektiren suçlara değinilerek 'katl' yani öldürme fiili ve fıkıh kitaplarında yer alan tüm benzeri eylemler tanıtılmıĢtır. Katl fiilinin üç çeĢidinin irdelendiği bu baĢlıkta her bir çeĢidi iki hukuk açısından mukayeseli olarak değerlendirilmiĢtir. Ayrıca varis olma ve vasiyet etme durumlarına da değinilmiĢtir. Üçüncü bölümün üçüncü baĢlığında ise ta„zîr gerektiren suçlar incelenmiĢ ta„zîrin ne olduğu, meĢruiyeti, çeĢitleri ve yargıdan sorumlu en üst kimlikli hâkimin, hakkında herhangi bir nassın olmadığı suçlarda yetkisini kullanarak uygun bir ceza verebileceği konusu üzerinde durulmuĢtur. Dördüncü bölümde ispat konusu Ġslâm hukuk ve beĢeri hukuk açısından incelenmiĢtir. Ġspat yollarından biri olan ikrar (itiraf) dan baĢlanarak tanımı, meĢruiyeti, Ģartları, rükünleri ve ilgili hükümler mukayeseli bir Ģekilde ele alınmıĢtır. Daha sonra Ģahitlik, tanıklığın reddi, yeminin reddi, yazı, parmak vs. izi, ip uçlar, yemin, hâkimin bilgisi, tanık ve bilir kiĢi raporları gibi diğer ispat delilleri detaylı bir Ģekilde ele alınmıĢtır. Bu bağlamda modern yöntemler olarak anestezi, hipnotize, yalan makinesi, eğitimli köpekler ve DNA‟nın ispattaki rolü üzerinde de ayrıca durulmuĢtur. Gâib (kaybolmuĢ-kendisinden haber alınamayan) kiĢinin Ġslâm ve beĢeri hukuka göre konumunun irdelendiği beĢinci bölümde gâibin tanımı, gâib sayılma süresi, gâible ilgili ilahi ve beĢerî hükümler mukayese edilmiĢtir. ÇalıĢmamızın sonunda araĢtırmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar özetlenerek araĢtırma sonlandırılmıĢtır.Doctoral Thesis The Impact of Complex Principles on Financial Matters on the Iraqi Civil Code(2019) Sedeeq, Sadradın Qader; Aslan, Mehmet Selimİslam hukuku bütün zaman ve mekânlara uygundur ve uygun olmaya da devam etmektedir. İslam hukuku bünyesinde geniş ve esnek faktörleri barındırmaktadır. Kuşkusuz İslam âleminin İslam hukuk kurallarını hayata tatbik etmeye ve fıkıh ile amel etmeye ihtiyacı vardır. Bu ise hâkimlerin hüküm vermede işlerini kolaylaştırmak, dava meselelerinde tarafların davalarında dayandıkları hükmü kolay kılmak ve hüküm vermede kadıların verdikleri kararlar arasında birliği sağlamak fıkhın kanunlaştırılması ile daha kolay olmaktadır. Söz konusu olgu, âlimlerden oluşan bir heyetle herhangi bir mezhebe bağlı kalmadan mahza maslahatı gözetmekle yerine getirilebilir. Bu heyet, ciddi ve azimli uğraşla fıkıhtan istifade ettiği kanunu ortaya çıkararak Kur'an ve sünnete müracaat edip insanların sorunlarına cevap bulacaktır. Bu ise, egemen sistem, din ve hayat arasındaki çift başlılığı gidererek gönüllere sekînet ve huzur verecektir. Fıkhın birbirinden farklı hükümlerinden istifade etmek, Müslümanların gücüne güç katmakta ve onların önünü genişletmektedir. Ayrıca aslı itibariyle mübah olan şeylerden Allah tarafından kendilerine verilen mal ve hayattan mahrum olmamaktadırlar. Bütün bunlar zor ve ağır olan hükümlerden uzak durup tamamen Müslümanların maslahatını gözeterek kolay hükümlerle ortaya çıkar. Nitekim ayette 'Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın' (Enfal, 60) buyrularak içerden ve dışardan saldırılara maruz kalmış İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların hayatlarını kolaylaştırmak adına bu hususa riayet edilmelidir. Bu durum İslam hukukunu bütün zaman ve mekânlara uygun hale getirmektedir. Bu faktörlerden bir tanesi de müctehid fakihlerin zannî delillere dayanarak ortaya koydukları hükümlerdeki ihtilaflardır. Bu asır, İslam hukukunun hayatın her alanına hâkim olması açısından, asrın ihtiyaçlarını ve hukuk sisteminin taleplerini karşılayabilmesi için geniş bir kanunlaştırma hareketine tanık olmuştur. Aslında kanunlaştırmaya duyulan zaruri durum da böyle bir hareketliliği zorunlu kılmaktadır. Biz de şer'î hükümlerin kanunlaştırılmasının gerekliliğini ortaya koymak için bu çalışmayı ele aldık. Günümüz Irak Medeni hukuku farlı alanlarda olmak üzere büyük ölçüde fıkıh kurallarını almış ve bu kuralları İslam hukukunda olduğu gibi kanunlaştırmıştır. Bu uygulamayla kanun fıkıh kurallarında yaşanan ihtilafı dikkate aldığından herhangi bir eleştiri ya da itirazla karşılaşmamıştır. 1951 senesine ait 40 numaralı Irak medeni kanunu birbirinden farklı birçok alanda İslam hukukundan hükümler almıştır. Irak medeni kanunun Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyeden etkilendiği görülmüştür. Daha sonra 1976 senesine ait 43 numaralı Ürdün medeni hukuku, bu hususta Irak medeni kanununu takip etmiştir. Daha sonraları ise diğer Arap ülkeleri birbirlerini izlemiştir. Mesela Sudan 1984, Birleşik Arap Emirlikleri 1985, Filistin ve Yemen 2012'de medeni muamele hukukunu kanunlaştırmıştır. Bu kaideleri biçim ve içerik bakımından karşılaştırmalı ve tenkit olan fıkhi- hukuki bir araştırmada ele aldık. Fıkhi kaideleri bilimsel ve nesnel olarak sınıflandırdık. Böylece tek bir başlık altında, tek bir konuyu oluşturacak şekilde kaideleri birleştirdik. Öyle ki bu kaidelerin hepsi akit teorisi gibi bir başlık altında toplanabilir. Bununla birlikte bazı kaideler birden fazla konunun altına girmektedir. Örneğin: 'Kelam ve te'vilin tefsiri', 'İrade ve ifadeyle istidlal', 'Örf', 'İstishab', 'Zarar', 'İhtiyaç', Kolaylık ve sıkıntının giderilmesi', 'Zararın İzalesi', 'Başkasının mülkünde tasarruf yetkisi', 'Damân', 'Tevabî ve İğtifâr', 'Şart ve Manî', 'Zan ve Tevehhüm', 'Haram', 'Telazüm', 'İçtihad', 'Şer'i Siyaset', 'Müteferrika' kaidesi gibi. Mali alışverişlere hükmeden ve kendisinden kurallar bütünü oluşturulan ve medeni hukuku etkilediğinden dolayı mali fıkhi kaideleri önceden zikrettik. Bu kurallar ışığında meydana gelen alışverişler ya hukuka uygunluk arz eder ya da sonradan ortaya çıkmış ve muasır olduğu için hukuka uygunluk arz etmez. Kurallar sayesinde siyasi hedefler, stratejiler, plan ve programlar çizilip belirlenmektedir. Kurallar alışveriş ve finansal yapıları destekler ve gözetler, meydana gelebilecek problemleri en güzel şekilde İslam hukuku ışığında çözüm üretir ve o sıkıntıyı gidermeye çalışır. Bu bağlamda kanunlaştırmanın en önemli ve faydalı kural ve kaidelerini zikrettik. Bununla birlikte araştırmada kanunlaştırma hareketinin tarihinden söz ettik. İslam ülkelerinde İslam hukuku alanında yapılan kanunlaştırma hareketini ve bunun neticesinde meydana getirilen kanunları ortaya koymaya çalıştık. Öte yandan İslam hukukunun kanunlaştırılması yönünde olumlu ve olumsuz görüş beyan eden İslam hukukçuların görüş ve gerekçelerini irdelemeye çalıştık.Doctoral Thesis İslam Hukuku Cezasından Bilirkisi ve Bilimsel Kanıtların Yargısal İspattaki Rolü(2022) Abdulla, Abdulla Sulaiman; Beroje, SahipBu çalışma, deneyime ilişkin konuların ayrıntılarının yanı sıra uzmanlık konusuna ilişkin bazı hukuki ve hukuki konuların ve yeni bilimsel yöntemlerin izlenmesine dayanan analitik ve uygulamalı bir yaklaşımla karakterize edilmiştir. Olay mahallinde bilirkişilerin görev ve sorumluluklarına göre atanmalarından başlayarak, hakim ve dava taraflarının teknik bilirkişilik ile ilişkisinden, yargının tarihsel sunumu ile konunun çözümlenmesine yönelik nihai işlemlere kadar. Araştırmanın konusunu ve amacını, konunun önemini ve soruşturma araçlarının geliştirilmesi ve suçları tespit etmek için yeni araçların kullanımına uygun başlığın seçilmesinin nedenlerini tartıştığımız bir giriş ve önceki deneyimle ilgili çalışmalar ve bunları diğerlerinden ayıran özellikler, araştırmamızı yazarken güvendiğimiz ve yararlandığımız en önemli referanslar ve çalışmaya yaklaşımımız. Deneyim ve cezai delille bağlantısı ve uzmanlık çalışmasının mahiyetindeki hukuki ve çeşitli teorilerden hukukî kavramı farklı kılan unsurların neler olduğunu ve ayrıca Bilirkişilerin nasıl görevlendirileceğini ve bilirkişinin misyonunun uyarlanmasından, bilirkişinin özelliklerinden bahsettik. ve tecrübe ve diğer kavramlardan farkı, ispattaki rollerinin önemi ve meşruiyeti, ayrıca hukuk ve ceza davalarında uzmanlık türleri ve ardından uluslararası ve iç tahkimdeki deneyim ve uzmanları sınıflandırdık ve bu konuda konuştuk. içtihat ve hukukta bilirkişide bulunması gereken uygunluk Hak ve görevleri, bilirkişi raporunun tartışılması, gerçekliği ve ispat değeri ve hâkimin mahkemelerde bu raporlara bağlılığının derecesidir. Bu önsözü, şeylerden ve insanlardan çıkarsanan ispat vasıtaları hakkında bir konuşma izledi ve üç bölümden oluşuyor, birincisi: Bilimsel araçların ispattaki otoritesinin beyanı ve bu tür delillerde hâkimin kanaatinin ölçüsü. ve ikincisinde modern araçların ikna gücü, yani hakimin yetkisi ve takdiri ve bu araçları değerlendirmesi ve karar üçüncüsü elektronik delillerle cezai ispat tecrübesi, elektronik delil elde etmenin hukuki açıdan hukukiliği. müfettiş, cihazın yeri, arama nedeni ve maddi olmayan nesnelerde dijital delil arama konusundaki yasal konumudur. Bir sonraki bölümde, olay yerinin ve olay mahallinin, olayların fotoğraf veya videolarla belgelenmesi ve ardından kayıt altına alınması veya kaza mahallinin planlanması ve olay yerindeki eski eserlerle nasıl başa çıkılacağı hakkında konuştuk ve ardından polisin rolünden bahsettik. Uzmanlar, parmak izi, ayak gibi her türlü parmak izinin kalkması gibi bu etkileri kaza mahallinde incelemeye başlar ve olay mahallindeki bu izlerin sonuncusu daha sonra sıvılarla nasıl başa çıkılacağından bahseder. Dördüncü bölümde, failin suç işlerken kullandığı yerlerin, nesnelerin, malzemelerin ve makinelerin tespiti, ardından belge, belge ve hatların incelenmesi, eşleştirilmesi ve sahtecilikle nasıl mücadele edileceği konusunda uzmanın rolünü anlattık. Bir yanda para ve menkul kıymetler ve bunların uzman uzmanlar tarafından tespit edilmesi, diğer yanda silah, araba ve cam izlerine ve silah, mermi, zarf izleri de dahil olmak üzere toz ve bilgi suçlarına ve bunların nerede tespit edileceğine değindik. Suçlu kir izlerinden geliyor. Beşinci ve son bölümde ise bazı maddi ve manevi konuların incelenmesi ve ortaya çıkarılmasında doktorların rolünden, zehir suçları, tecavüz, ceset diseksiyonu, dayak ve kürtajın etkileri, yangın suçları gibi maddi olaylardan bahsettik. İntihar vakalarının tespiti, failin yaşının tespiti ve diğer konular. Sonrasında ise şu şekilde bazı sonuçlara ve önerilere ulaştığımız sonuçla mesajımızı sonlandırdık: Sonuç olarak, Kanun koyucu, cinayet, yağma veya soygun gibi çeşitli suçlarda olay mahallerinin fotoğraflanması, tıbbi cihaz kullanımı gibi güvenilir delillerin ortaya çıkarılması için modern ve gelişmiş bilimsel araçların kullanılmasında hâkimin yeterli miktarda menfaat ve menfaat elde etmesine izin vermiştir. Delil elde etmede ispat yöntemlerinin çokluğu ve bunlardan biri de müphem gerçeğe ulaşmak için bilirkişilerin kullanılmasıdır ki bu da kanun koyucunun delili değerlendirmede hâkimden bilirkişi rolünü olumlu ve etkili bir şekilde beyan etmesini ve talep etmesini sağlamıştır. Teknik veya bilimsel nitelikteki davalarda gerekli raporları mahkemelere sunarak birçok suçun ispatında ve teşhirinde bilirkişinin, doktorun, mühendisin, bilim adamının veya her neyse, rolü önemsiz değildir. Durumunda yardım, reddedilemez. Bilimsel köklere bağlı olması ve sağlam bir süreç olması nedeniyle özellikle genetik parmak izi olmak üzere parmak izi alanında bilirkişi raporlarından elde edilen bilgiler doğrudur. Öneri olarak ise, Çeşitli konularda ve davalarda bilirkişiliğin önemi ve gerçeğe ulaşmadaki rolü hakkında bilgi sahibi olmak için karakollarda, soruşturma hâkimlerinde ve müfettişlerde sorumlu pozisyonda bulunan ceza soruşturmasına yetkin kişileri dâhil edin. Bilirkişi delil alanında, özellikle de suç teşkil edenlerle ilgili olarak araştırma yapar.Doctoral Thesis İslam Hukukuna Göre Üretim Faaliyeti ve Çağdaş Uygulamaları Production Activity İn Islamic Law And İts Contemporary Economic Applicaton(2023) Alı, Faez Azız; Aslan, Mehmet Selim; Al-quradaghı, Ali Muhyealdın A.Bu çalışma, İslam hukukundaki üretim faaliyetini ve üretim faaliyetlerinin üretimin büyümesini ve gelişmesini teşvik etmede önemli bir rol oynadığı, ancak ekonomi politikalarının artan yatırımları teşvik eden bir ekonomik iklimin sağlanmasına yardımcı olduğu çağdaş ekonomik uygulamalara ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bu araştırmada İslam hukukunun üretime ve gelişime önem vermesinden, insanları maddi ve beşeri enerjilere dikkat etmeye teşvik ettiğinden ve hepsini üretim için seferber ettiğinden, doğadan maksimum fayda sağlayarak üretimi geliştirmeye önem verdiğinden bahsettik. Üretim teriminin de diğer ekonomik terimler gibi gelişimini ve ekonomik görüş ve fikirlerin gelişimi doğrultusunda gelişim sağladığını ifade ettik. Nitekim Orta Çağ'da tarım ve önemli el sanatları yoluyla ihtiyaçların karşılanması sınırlı olmuştur. Üretimin, maddî veya manevî bir fayda üretmeyi veya artırmayı amaçlayan organize bir ekonomik faaliyet olduğuna dikkat çektik. Daha sonra İslam hukukunun üretime teşvik ettiğini ve kendini tamamen ibadete verme ile tembellik ve gevşeklik sebebiyle olsa bile çalışmamayı yasakladığını açıkladık. Çünkü kâinattaki nimetlerin herhangi bir kısmının ortaya çıkarılması, hukuktaki ekonomik doktrinin bireylere ve topluma yüklediği temel bir hedeftir. Ayrıca İslam hukukunun, kendisiyle hedeflerine ulaşmak için üretime yönelik koymuş olduğu kural ve kaideler ile üretimin verimliliğini artırmak için geliştirdiği yollardan bahsettik. Bu kurallardan en önemlileri şunlardır: Temel kurallar ve ekonomik kurallar. Üretimin öncelikleri önce insanın zarurî ihtiyaçlarının karşılanmasıyla, sonra haciyât olarak ifade edilen mallarla ve son olarak da tansînî hizmetleriyle başlar. Bu nedenle İslam'da üretim süreci, İslam hukukunun belirlediği maslahat sırasına göre düzenlenmiş kurallara göre yürütülmektedir. Ayrıca İslam hukuku gölgesinde üretimin hedeflerinden, yeniden yapılanmayı gerçekleştirmekten ve mutluluğu sağlamak ile her insan için yeterli ölçüde geçim sınırından çıkmaktan bahsettik. Çünkü bu, kapsamlı bir gelişmeyi gerçekleştirmek için birey, toplum, topluluk ve devlet üzerindeki dini bir görevdir. Tarımsal üretimden, öneminden, amaçlarından ve gelişmelerinden, çiftliklerde üretilen tüm bitkisel veya hayvansal ürünlerden, bunların nelerden oluştuğundan bahsettik ve bunu bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretimi için üretim birimlerindeki toprak ve insan kaynağından yararlanma bilimi, sanatı, endüstrisi veya mesleği olarak tanımladık. Tarımsal üretim, yeryüzünde uygarlık var olduğundan beri var olmuştur. Tarımsal üretim, dünyadaki en önemli ve kapsamlı ekonomik faaliyetlerden biri olmuştur ve hala da öyledir. Aynı zamanda insanların hayatta kalmasını sağlamak için gerekli olan en önemli temel faktörlerden biridir. Onun ekonomik boyutu, politik boyutu ve sosyal boyutu olmak üzere birçok boyutu vardır: Ayrıca, tarım devriminin rolünü ve sanayi devrimi ile gelişimini ve tarımda üretimi artırmak, nicel ve nitel olarak çok büyük ölçüde geliştirmek için uygulanmasını açıkladık. Daha sonra Batı dünyası ile Arap dünyasındaki endüstriyel üretimi ve on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda ortaya çıkışını inceledik. Onu farklı kılan en önemli şey makinelerin ve büyük fabrikaların ortaya çıkması ve bazen işçilerden vazgeçilmesiydi. Hayvansal üretimin kapsamlılığı, hayvanlar, sığırlar, kuşlar, balıklar ya da bunun dışında insanların ya kendisinden ya ürünlerinden ya da hayvan olarak yaratılışlarından fayda sağladıkları bütün canlı hayvanlar tarımsal gelirin ve dolaysısıyla devletin milli gelirinin arttırılmasında önemli bir rol oynar. Bu da onu ülkelerin ekonomik kalkınmasının bir ölçüsü yapar. Daha sonra madenler kavramını, onunla ilgili şeri hükümleri, konuyla alakalı âlimlerin görüşlerini ve madenlerin çıkarıldığı yerleri sunduk. Bu bağlamda şunları ifade ettik: Madenler üç çeşittir: Altın ve gümüş gibi katı, eriyen ve ateşle yumuşayan madenler, kireç gibi erimeyen ve ateşle yumuşamayan madenler, su gibi sert olmayan madenler. Zirai ekonomi ilminin dallarından biri olan su kaynaklarının önemini beyan ettik. Ki bu ilim tarım ekonomisinin temel kural ve teorilerinden yola çıkarak toplumun bütün fertlerinin yararına uygun olan su kaynaklarının önemini, su kaynaklarının miktarlarının artırılmasını, kalitesinin iyileştirilmesi ve yönetim verimliliğinin yükseltilmesi konusunu araştırmaktadır. Üretim faaliyetinde bilimsel üretimin önemini ve İslam hukukundaki önemini ortaya koyduk, âlimlerin ve fakihlerin bu konudaki ifadelerine değindik. Ayrıca bunun İnsan aklının şimdiye kadar üstlendiği en zor ve en güzel faaliyet olduğuna işaret ettik. Bu hayat sanatı, gelişim ve kalkınmayı sağlamak için bir tür kutsal cihattır. Ayrıca, teknoloji teriminden, İslam hukukundaki önem ve rolünden ve toplumdaki gelişiminin öneminden, mal ve hizmetlerin üretim ve geliştirilmesinde doğal ve beşeri kaynaklardan istifade etmekten, bu ilmi zaman ve emekten tasarruf sağlamak gayesiyle üretimi geliştirmek için kullanmaktan bahsettik. Sermaye kavramına, türlerine ve İslam ekonomisindeki büyük önemine, insan onurunu koruma ve yaşam ihtiyaçlarını karşılamasına aracı olduğuna, başkalarıyla menfaat alışverişinde bulunmak için bir sebep olduğuna, İslam dışı sistemlerde olduğu gibi kendi başına bir son olmadığına değindik. Ayrıca İslam hukukunun çevreyi korumasından, medeniyeti geliştirmesinden, sağlık ve sosyal hayata verdiği önemden, bilim adamlarının, temiz ve kirlilikten arındırılmış bir çevre olmadan bir toplum için gelecekten bahsedilemeyeceğinden, su veya maden olsun, kaynakların kirlenmesinin ve bunların irrasyonel kullanımının, bu kaynaklar üzerinde meşru bir hakka sahip olan gelecek nesillerin mahrum kalmasına yol açacağından bahsettik. İslam hukukunun rolünü ve tüketimin en akılcı yolunu belirleyen, lüks, savurganlık, israf ve saçıp savurmayı yasaklayan ve zararlı malların tüketimini yasaklayan kurallara k verdiği önemi ele aldık. Dağıtım ve üretim arasındaki ilişkiden, dağıtımın üretimdeki rolünden ve üretim hedeflerinden bahsettiğimiz gibi, araştırmanın kendisiyle sonuçlandığı en önemli sonuçlara ve önerilere ulaşmak için zorunlu ve isteğe bağlı olan üretim araçlarından bahsettik. Anahtar Kelimeler: İslam Hukuku, Faaliyet, Üretim, Ekonomi.Doctoral Thesis İslam Hukukunda Örfün Delil Değeri ve Âm Lafızların Örfle Tahsisi(2019) Othman, Abdulbari Aziz; Beroje, Sahipİslam şeriatının temel kaynakları, Kur'an, Sünnet, icma ve kıyastır. Bu kaynaklar konusunda âlimler ittifak etmişlerdir. Ancak âlimlerin ihtilaf ettikleri bazı kaynaklar vardır. Bunlar da mesâlih-i mürsele, istihsan, örf ve öncekilerin şeriatı gibi kaynaklardır. Örf, geçmişten günümüze kadar fıkıh ve fıkıh usulü araştırmalarında büyük bir öneme sahiptir. Âlimlerin örfe olan ilgileri, ihtilaf konusu delillerden feri bir delil olmasından kaynaklanır ve bu konumu bakımından belirgindir. Örfün dikkate alınmasını gerektiren en önemli özelliği, İslam hukukunun bütün zaman ve mekânlarda salahiyet ve geçerliliğini sağlamasıdır. Örf, fakihler nezdinde şeri delillerden bir delil olarak sayılmaktadır. Onun üzerine farklı mezheplerde birçok fıkhi meseleler terettüp etmektedir ve ondan birçok fıkhi kaide doğmuştur. Müçtehit ve fakihlerin mezheplerine baktığımızda kendisinde örfün uygulandığı birçok meseleyi görürüz. İslam, örfün insanların çıkarlarını sağladığı ve şeriatın herhangi bir hükmüne aykırı olmadığı sürece, insanlara menfaati sağlamak amacıyla onu hükümlerin verilmesinden esas bir merci kılmıştır. Bu bakımdan, insanlar üzerindeki zorluk ve sıkıntıların kaldırılmasını sağlar, çünkü zorluk ve sıkıntılar insanların geleneğine uymadığı gibi Şeriatın amaçlarına da aykırıdır. Fakat gelenek ve görenekler tek tip bir formda değildir, iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır. Fıkhi hükümleri etkileyen örf, şeriatın maksatlarını gerçekleştiren örftür. Kötü ve fasit örflerin hükümler üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Dolaysıyla iyi örfün önemi hukukçu, hâkim ve müftü tarafından tahsis edildiğinde veya kısıtlandığı zamanda ortaya çıkar. Hukukçu ve âlimlerde örfün hiçbir zaman Allah ile şari olmadığına dikkat edilmelidir. Şeriatın gelenek ve göreneklere uyması, ümmet için bir kolaylaştırma ve merhamet meselesidir. Aksi takdirde, hükmün kaynağı şeriatı indiren yüce Allah'tandır; yoksa hükmü içeren nassa muvafık gelen örf değildir. Eğer yüce Allah örfü tanıtmaya ve onunla ilgili hükümlerin oluşturulmasına izin vermişse, Allahtan alınan bu izin kaynaktır, örfün bizzat kendisi değil. İslam hukuku hükümlerinin bazılarıyla uyuşmazsa, insanların alışkanlıkları ve gelenekleri geçerli değildir. Örf, nefis ve akılları etkilemekte büyük bir rol oynar. Eğer insanın nefsi ve aklında yerleşmişse, artık yaşamın bir gereği olarak kabul edilir. Psikologların ifade ettikleri gibi, bir işi tekrar etmek ve onu sürekli uygulamakla özellikle bu örfün kaynağı hacet ise, sinir, nefis, akıl ve organlar bu işe alışmış bir hale gelir. Şariin örfe olan değeri, Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin naslarının, vahinin indiği zamandaki Araplar nezdinde yaygın kavram ve onlar tarafından bilinen manalara uygun olmasında açığa kavuşmaktadır. Usulculara göre örf, sebep, alaka düzeyini, metnin mastarı veya örfün dilsel anlamının ışığında, birkaç bölüme ayrılır. Zira örf, sebep ve alaka düzeyi ışığında kavli ve ameli olmak üzere ikiye ayrılır. Ameli örfün, hüküm, fetva verme ve sözleşmelerin etkilerini kısıtlama gibi bir yetkiye sahiptir. Aynı zamanda örf, kaynak olarak has ve umuma ayrılır. Şeriat kurallarına ve metinlerine uygunluğu açısından ise, sahih ve fasit şeklinde ikiye ayrılır. Örf, Kuran'ın metni, Sünnet veya icma gibi kendi başına var olan bağımsız bir kanıt değildir, ancak kuralın bir tezahürüdür. Fakihler arasında örfün dikkate alınması, aşağıdakileri içeren bir takım şartlar gerektirir: galip ve yaygın olması, eylem ve işlemlerin oluşturulduğu zamanda var olması, kanun ve yasalara kesinlikle aykırı olmaması gibi şartlara uymalı. Örfün önemine gelince, Fakihlerin örfe dayalı birçok hükmü verdikleri nakledilir. Bir kısmı, (Muhkem örf) ve (zaman geçimiyle hükümlerin değişmemesi inkâr edilmez) hükümleridir. Şeriat ayrıca, bu şeri metinlerin, teşrin geldiği zamandaki olağan anlamları ışığında anlaşılmasını gerekli kılmıştır. Bu durumun gereği olarak, o zamanda Araplarda yaygın olan yaygın olan örfle umumun tahsisinin yapılmasıdır. Bunula birlikte, bu mesele, tahsise salahiyeti olan örfün türü, kriterleri ve coğrafi sahası gibi bazı sorunları yaratmıştır. Bu nedenle, âlimler umama tahsis olacak örfün türü ve dikkate alabilmesi için gerekli olan şartları belirletmişler. Böylece, beşeri örfler İslam şeriat metinlerinin nasihi olmayacaktır. Âlimler tahsis edilebilecek örfün türünde ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, tahsisi sadece semavi vahyin nüzulüyle paralel olan örf ile sınırlandırmıştır Diğerlerine göre ise, tahsis edilecek olan örf, vahiy nüzul zamanında umumun nassına karşılaştırmalı olduğu sürece kavli ve ameli örfü birlikte değerlendirmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Ancak fakihler, nübüvvet zamanından sonra meydana gelen örfün umuma tahsis etmediği konusunda ittifak etmişlerdir. Buna binaen, şariden umuma has bir şeriat nassı geldiği sırada insanlara has bir örfü varsa veya umumun metininde birbirleriyle olan ilişkilerinde belirli bir örfe sahipse, cumhura göre, umumun nassı bu yaygın olan örfle tahsis edilemez. Hanefi ve Maliki âlimlerine göre ise, bu tür örfün umumun nassını tahsis edilebileceği görüşündeler. Aynı zamanda fakihler, insanlar arasındaki konuşmalarında olan umumun kavli örfle ve insanlar arasında yaygın olan ameli örfle tahsis edildiğine ittifak etmişler. Örfün umumla tahsisi, İslam hukukunun önemli kaidelerinden biri olarak sayılır. Öte yandan, Hanefi ile cumhur arasında görülen ihtilaf, aslında cumhurla aynı mezhebinin âlimleri arasında bir ihtilaftır. Örfün meşru bir metinle çeliştiği zaman, bu çelişki derecesi külli veya cüzi olması dikkate alınmalıdır. Çelişki külli olduğunda, bu örfle amel edildiği zaman şeri nassı geçersiz olacağından dolayı bu örfle amel etmek batıldır. Böylece, şeri nassa aykırı olmasından dolayı o örfle amel etmek caiz değildir. Ancak çelişki cüzi derecedeyse, zira nas umumlu örfte cüzi olup nasla bir cüzinde ihtilaflı oluyorsa, bu durumda örf umumun nassına tahsis edilip edilmeye de bilir. Çünkü örfün hükmü bu durumda türüne göre değişir. Kavli, ameli, nassın indiği zamanda var mıydı yoksa sonradan ortaya çıkan türü üzerinde değerlendirilir. Şeri bir nassın umumunu örf ile tahsis etmek için, fıkhın çeşitli bölümlerinde çeşitli uygulamaları vardır. Annenin çocuğunu emzirmemesi buna örnek olarak verilebilir. Annelerin çocuklarını emzirmesini gerektiren Kur'an metninin umumi bir tahsisidir. Bunun nedeni ise, cahiliye dönemin ve hatta İslam'ın gelişinden sonraki zamanlarda Arapların çocuklarını bir sütanneye vermeleridir. Buna benzer bir şekilde, sende olmayan bir şeyi satma hadisine tahsis etmek, şartlı satışın nehyinin insanlar arasında yaygın bir şartı içeren satışın cevazı ile tahsisi ve âlimlerin umumu örfle tahsis etme konusuna buna benzer verdikleri örnekler gibi.Doctoral Thesis Kur'ân-ı Kerim'de Mali Hükümlerle İlgili Âyetler ve Bunların Fakirlik Sorununun Çözümündeki Rolü(2024) Hasan, Ameer Mohammed; Güneş, AbdulbakiÇalışmamız, Kur'ân'ın iktisat ve malî konular ile ilgili olarak belirlediği ilkelere göre yapılan ticari faaliyetler ve bu ticarî faaliyetlerin Kur'ân-ı Kerim'in belirlediği usûl ve esaslara göre yapılmasını konu edinmektedir. Bunun yanında, kalkınma, yatırım, üretim, dağıtım ve harcama konularında, Kur'ân'ın gösterdiği yolda ilerleme sağlamanın ve bu ilerlemenin fakirlik sorununa çözüm olmasını ele almaktadır. Çalışmamızın esas araştırma alanı; finansal krizler, ticarî daralmalar, üretim ve sanayi eksikliği, kalkınma ve yatırım düzeyinin düşük olması, insan kaynaklarının istihdamındaki yönetim sorunu gibi ekonomik problemlere çözüm bulup işsizlik ve toplumdaki yoksulluk oranlarının yükselmesinin önüne geçmektir. Çalışmada; mal ile ilgili zikredilen ahkâm âyetlerinin, şer'î kurallarla desteklenen çağdaş ekonomi teorilerine ve İslâm ekonomisi ilminin kendisiyle inşa edildiği bir dizi usul ve kaidelere dikkat çekilmiştir. Ayrıca zekât, miras, borç, kazanç ve finansal faaliyetlerin nasıl yürütüleceğine ilişkin davranışları düzenleme vasıtasıyla toplumdaki yoksulluk sorununun azaltılmasına yönelik mâlî ahkâm âyetleri de ele alınmıştır. Çünkü yoksulluğun etkileri ve olumsuz yönleri dinî, sosyal, düşünce, ekonomik ve sağlık hayatının çeşitli alanlarını kapsamakta olup, bu da özellikle çağımızda bireylerin ve toplumların yaşadığı en büyük sorunlardan biridir. Çalışmamız, Kur'ân-ı Kerîm'in mâlî konulara verdiği önemi de ele almıştır. Kur'ân-ı Kerîm, zekâtı kanunlaştırarak İslâm'ın üçüncü şartı haline getirmiştir. Aynı zamanda şeriatın makâsıtlarından beş zaruretten biri olarak kabul etmiştir. Mal, geriye kalan dört zaruretin (din, nefis, akıl ve nesil) oluşmasına vesiledir. Dolayısıyla bu zaruretler ancak Allah'ın (c.c.) insanlara geçim vesilesi kıldığı mal ile olur. projelerde, Kur'ân-ı Kerîm birçok âyette çalışmayı ve helâl rızık arayışını teşvik 1 etmiştir. Kazanmak, hayatın ihtiyaç ve gereklerinden biridir, çünkü işsizlik ve 2 başkalarından geçinmek ekonomik ve üretim bunalımına yol açtığı gibi çeşitli suç 3 türlerinin, sosyal ve ekonomik sorunların ortaya çıkmasına da sebep olmaktadır. 4 Haram kılınmış mâlî işlemler, tüm şekilleriyle Müslüman toplumlarda yoksulluğun 5 yayılmasının en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Aynı şekilde aylık maaşlara 6 bağımlılık da, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, toplumdaki yüksek yoksulluk 7 oranının nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu çağda yoksulluk 8 oranlarındaki artışın büyük bir kısmı insanın kendisinden kaynaklanmaktadır. Bu, ister 9 yaratıcısı ile olan ilişkisindeki kanaat, şükür, rızık gibi bazı tasarruflarından; ister 10 tefecilik, dolandırıcılık, sahtecilik gibi haram satışlar, ya da hırsızlık, gasp, rüşvet gibi 11 insanların paralarını haksız yere yemek şeklinde insanlarla olan ilişkisinden, bir başka 12 ifade ile günlük eylem ve işlemlerinden kaynaklanmaktadır. 13 Bu çalışmamızda ayrıca mâlî ahkâm âyetleri doğrultusunda zekât meselesi ve 14 çeşitleri, borç ve hükümleri, mirasın taksimi ve önemi gibi yoksulluk sorununun 15 çözümüne ilişkin en önemli konulara bilimsel ve pratik yöntemlerle ışık tutmaya 16 çalıştık. 17 Zekât; birey, toplum ve devlet için en önemli finansman kaynaklarından biri olup, 18 yoksulluk, finansal dengesizlik, piyasa canlılığının, kalkınmanın ve yatırımların 19 azalması sorununun çözümünde en önemli dayanak ve araçlardan biridir. İşsizliğin, 20 yoksulluğun, karaborsacılığın ve sosyal sorunların azaltılmasına katkıda bulunur. 21 Ayrıca nefsin kibirden, cimrilikten, açgözlülükten, tamahtan ve kötü ahlaktan 22 arındırılmasına da yardımcı olur. Zekâtın harcama yerleri ve türleri toplumun temel 23 ihtiyaçlarını karşılar. Bunlar da, yurt içinde ve yurt dışında ekonomik sistemin 24 istikrarını korumak için finanse edilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması gereken 25 gruplardır. 26 Zekâtın ve uygulama mekanizmasının yönetilmesi, zekâtın hukukî ve pratik bir 27 şekilde toplanması ve dağıtılması konusunda kurum ve kuruluşların birlik içinde 28 olmayışı, zekâtın hükmü ve önemi konusunda keyfi ve geleneksel bir bakış açısına yol 29 açmıştır.Zekâtın hukukî ve pratik bir şekilde toplanması ve dağıtılması hususunda 30 zekât ve uygulama mekanizmasının yönetilmesinde kurum ve kuruluşların birlik 31 içinde zekâtın hükmü ve önemi konusunda keyfi ve geleneksel bir bakış açısına yol 2 açmıştır. Dolayısıyla yoksulluk düzeyinin azaltılmasına çare olacağına, özellikle zekât 3 harcama yerlerinden yedinci sınıf olan 'fî Sebîlillah' kavramının anlamının 4 genişletilmesi bizzat para kaybının sebeplerinden biri haline gelmiştir. 5 Çalışmamızda zekâtın önemini ve yoksulluk sorununun çözümündeki rolünü 6 açıklayarak çeşitli hükümlerini ortaya koyduk. Aynı şekilde yoksulluk sorununun 7 çözümündeki etkilerinin ortaya çıkması için İslâm milletinin bu ilâhî sistemlerden 8 gerektiği gibi yararlanamamasının nedenlerine de işaret ettik. Önem açısından zekâttan 9 sonra ikinci sırada olan sadaka, yani gönüllü yardımlaşma yer almaktadır. Toplumdaki 10 yoksulluk düzeyinin azaltılmasında büyük rol oynar. Yoksullar ve toplum için en 11 önemli finansman kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Nefisleri tamahkârlık ve 12 cimrilikten arındıran, sevgiyi ve fedakârlığı güçlendiren, toplum bireyleri arasında 13 dayanışmayı geliştiren bir araçtır. Çalışmada; dinî bir kurul tarafından desteklenen, 14 birden fazla şubesi olan tek bir kurumun tesisi, toplumun neye ihtiyacı olduğunu 15 belirlemek için araştırma ve takip komitesi kurulması ve finansal kaynakların ticarî ve 16 yatırım projelerinde kullanılmasına yönelik mekanizmanın geliştirilmesi amacıyla 17 uzmanların ve yatırımcıların bir araya getirilmesi gibi bu çağda infak konusunun 18 uygulanmasında en önemli pratik araçlar ve bilimsel yöntemler açıklanmıştır. İnfak 19 yapanların paralarını her türlü elektronik iletişim yoluyla harcamalarını kolaylaştıracak 20 bir teknik komitenin ve çağdaş bir altyapının oluşturulmasının da gerekli olduğu 21 vurgulanmıştır. 22 Miras sistemleri, ekonomide ve finansal faaliyetlerde etkin rol oynamakta, yatırım 23 ve üretim için uygun bir zemin oluşturmaktadır. Çünkü çoğu miras malı intikalden 24 sonra daha güç kazanmaktadır. Bunun yanı sıra mal tutumlu kişilerin elinden yeni 25 sahiplerin eline geçer, böylece piyasadaki canlılık ve ticaret artar, aynı anda da adalet 26 ve sosyal dayanışma gerçekleşir, bundan dolayı ekonomi, üretim ve yatırım faaliyetleri 27 olumlu yönde etkilenir. Mirasın dağıtımını ertelemek, birey ve toplum üzerinde büyük 28 etkiler bırakmakta, toplum bireyleri arasındaki ilişkiyi, yakınlığı ve sevgiyi 29 koparmakta, yoksulluk ve işsizlik oranını artırmaktadır. Böylece piyasada alım- 30 satımda durgunluğa, üretim ve geliştirme faaliyetlerinin azalmasına yol açmaktadır. 31 Özellikle ticaret ve yatırım alanında, ister büyük ister küçük ölçekli borçlanma ve borçlanmaya başvurmanın önemi, çağın bir gereği haline 1 gelmiştir. Toplum üyeleri, muâmele ve yatırımlar gibi ihtiyaç duydukları şeyleri satın 2 almak için buna ihtiyaç duyabilirler. Borçlanma, ticarî ve kalkınma projeleri sektörünü 3 güçlendirmenin, durgunluk ve daralma aşamasından canlılık ve yatırım aşamasına 4 geçmenin etkili bir aracı olarak değerlendirilmektedir. 5 İslâm'da mâlî işlemlere ilişkin hükümlerin meşruiyetinden kastedilen, bireyin 6 ve toplumun hayat bütünlüğünü sağlamak, işlerini ve geçimlerini iyileştirmek, yaşam 7 koşullarını kontrol etmek, adaletsizliği ve haddi aşmayı önlemek ve muâmelelerde 8 neyin helâl ve neyin haram olduğunu açıklığa kavuşturmaktır. Çünkü haram ve şüpheli 9 şeylere düşmemek için para kazanmaya dikkat etmek her Müslümana farzdır. Zira 10 Cenâb-ı Hak, kullarına sadece helâl şeyler yemeyi meşru kılmıştır. Belli bir plan 11 dahilinde kazanmak, malı korumanın ve artırmanın yollarından biridir. Çünkü mal, 12 Cenâb-ı Hakk'ın kullarına bir lütfudur. Bu açıdan ona gerekli ilgi ve itinanın 13 gösterilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Yüce Allah (c.c.) malı korumak, iyi 14 yönetmek, israf ve kayıplardan korumak için hükümler ve kurallar koymuştur. 15 Çalışmamızda şu sonuçlara ulaşılmıştır: 16 Mâlî ahkâm âyetleri, hükmün delâleti ister nass olan mantûk olsun, ister 17 istinbât ile mefhûm olsun, meşru mâli işlemlerdeki kural ve ilkelerden ibarettir. Bu 18 hükümler ayrıntılı veya kısa olabilir. 19 Mâlî hükümler, kolaylaştırma, insanları sıkıntıdan kurtarma ve mâlî işlemlerde 20 şer'î yöntemler ve alternatifler bulmak amacıyla meşru kılınmıştır. Amacı, mâlî 21 işlemlerde davranışsal ve organizasyonel maslahatları elde etmek, yolsuzlukları ve 22 adaletsizlikleri önlemektir. 23 Helâl ve haramın bilgisini araştırmak her Müslüman için bireysel bir farzdır. 24 Dolayısıyla ticaret ve mâlî işlemlere başlayacak kişinin alım-satım hükümlerini ve 25 bunlara ilişkin şer'î kaideleri öğrenmesi gerekir. 26 Cenâb-ı Hak, yoksulluğu bir taraftan fitne ve zulme engel olarak yaratmış, 27 diğer taraftan birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerine rağmen, hayat dengesi ve 28 hayatın devamlılığı için temel sebep kılmıştır. Yüce Allah, yoksulluktan üç şeyi 29 gerçekleştirmeyi murat etmiştir: Birincisi imtihan, ikincisi yaşamı kurmak ve sürdürmek, üçüncüsü de cezalandırmak ve azap etmektir. Hile ve aldatmanın pek çok türü bulunmakla beraber en kötüsü siyasi olmayışı aldatmadır. Siyasi aldatma, birey ve toplum için günümüz aldatmanın en kötü 1 ve en iğrenç türlerinden biridir. Bu; açlık, yoksulluk ve göçün başlıca nedenidir. 2 Savurganlık ve israf, yoksulluğun sebepleri arasındadır. İsraf sadece 3 zenginlerle sınırlı olmayıp fakirler de paralarını gereksiz yere harcayarak savurganlık 4 ve israf yapabilirler. Savurganlık ve israf kelimeleri eş anlamlı olmayıp Kur'an-ı 5 Kerîm'de anlamları farklı ele alınmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de yirmi bir kez geçen israf; 6 para, eylem veya sözün -ister helâl dairede isterse haramda olsun- olması gerekenden 7 fazla sarf edilmesidir. Savurganlık ise parayı gereğinden fazla harcayıp bunu Allah'a 8 itaatsizlikte kullanmak anlamına gelir. 9 Nimete karşı şükür, her Müslüman'ın Allah'a karşı bir sorumluluğudur. 10 Nimete karşı şükür, refah ve zenginliğin nedenlerinden biridir. 11 Zekât fonlarını ekonomik yatırım projelerine veya cami, okul ve hastane inşa 12 etmek gibi topluma yönelik kamusal ve topluma fayda sağlayan hayır işlerine 13 yatırmak, Yüce Allah'ın (c.c.) zekâtın 'fî Sebilillah' sınıfındaki muradıyla bağdaşmaz. 14 Selefin yanında bu uygulama yoktu, ancak sahabe ve tâbiîn, zekâtın 'fî Sebilillah' 15 kısmının mücahidler ve sınırlarda bulunanlarla sınırlı olduğu konusunda ittifak 16 halindeydiler. 17 Zekâtın sarf yerlerinden biri olan 'fi sebillilâh' kapsamının genişletilmesi, 18 toplumda yüksek oranda yoksulluğun ve işsizliğin artmasına yol açar. 19 Kur'an-ı Kerîm, miras konusunu Nisa Suresi'nde üç ayette ayrıntılı ele 20 almaktadır. Bu ayetler, mirasın mirasçılara dağıtılmasıyla ilgili insan hakları açısından 21 en adil hükümlerini temsil eder. Her birine -şüphecilerin iddia ettiği gibi cinsiyete göre 22 değil- paraya olan ihtiyaç düzeyine göre az veya çok belirlenmiş payını verir. Çünkü 23 kadınların ve erkeklerin payı yarım veya iki kat ile sınırlı değildir. Mirasçıların 24 çocukları ve (baba tarafından) akrabaların varlığına göre değişir. Ancak çoğu durumda 25 kadınlar erkeklerden daha fazla alır. 26 İnsanlar arasındaki ticarî ve mâlî sorun ve anlaşmazlıkların çoğu, vadeli 27 satışlardan kaynaklanmaktadır. Yüce Allah (c.c.) bu sorunun çözümü için Kur'ân-ı 28 Kerîm'in en uzun suresindeki en uzun âyetini indirmiştir. Bu da borçların âyette 'yazı, 29 şahitlik ve ipotek' şeklinde belirtilen araçlarla belgelenmesiyle yapılır. 30 Borç, finansal işlemlerin düzenlenmesinde ve insanlar arasındaki ticarî 31 sözleşmelerin belgelenmesinde en büyük ticarî uygulamalardan biri olarak kabul edilmektedir. Gönümüzde borç alıp verme alım satım piyasasına hâkim olan ekonomik bir gereklilik haline gelmiştir. Müdâyene/Borçlanma ilgili ayetin kapsamına giren murabaha, taksitli satış, selem gibi işlemler, finansman ve yatırım gibi hususların gelişmesine katkı sağlamakta ve toplumdaki yoksulluk düzeyini azaltmaktadır.Doctoral Thesis Kur'ân-ı Kerim'de Medeniyet Eğitiminin Temelleri(2019) Mousa, Mousa Smaıl; Güneş, AbdulbakiŞüphesiz ki medeniyet eğitimi Kur'ân-ı Kerim'de önemli bir yere sahiptir. Kur'ân medeniyetin inşası için bireyi yetiştirecek ve yeteneklerini geliştirecek yöntemler sunmaktadır. Medeniyet eğitimi, bedeni ve ruhu aynı anda eğittiği için, insanlığın birçok yönünü içeren geniş bir süreçtir. Bu kapsamda, binalar ve endüstri gibi kültürün maddi yönü de ele alınmaktadır. Öte yandan medeniyet eğitiminin kültürle güçlü bir bağı vardır. Zira kültür, medeniyetin manevi yüzüdür. Eğitimin işlevi sadece 'terbiye/eğitim' kavramıyla sınırlandırılamaz, çünkü aynı işlevi gören başka kavramlar da söz konusudur. Örneğin insan davranışını temizleyen ve değiştiren anlamındaki 'tezkiye' ile 'te'dib' ve 'tehzib' kavramları da bu konunun anlam sahiptir. Psikolojik etkenler, insana onurunu hissettirir, dengesini sağlar ve insanlık için medeni yaşamı geliştirmek adına tüm gücünü kullanmasına yardımcı olur. Kur'ân-ı Kerim'deki medeniyet eğitiminin birçok gayeleri ve hedefleri vardır. Bunlardan bazılar şunlardır: Medeniyetlerin doğuş noktası olan düşünceleri, duyguları ve hisleri ele alan manevi hedefler. Öte yandan, beden ile ilgilenen, insanı çalışmaya teşvik eden, tembellikten uzaklaştıran, sağlıklı olması için destek veren medeniyet eğitiminin duyusal hedefleri de vardır. Manevî ve duyusal hedeflere ulaşmak için, birçok yöntem izlenebilir: Doğru düşünce ve hayalden uzak olan bilimsel yöntem. Müslüman bireyi, gerek toplumsal gerek bireysel yönden ele alıp bütün yönleriyle oluşturmak için çabalayan beşeri yöntem. Sözü geçen bilimsel ve beşeri yöntemlerin mekanizmalarının çalıştırılmasında kullanılan tekniklerle medeniyet eğitiminin sürekliliği ve bekası garanti edilmelidir. Hiçbir medeniyet çalışmadan ve emek sarf etmeden gelişemez, dolayısıyla medeniyetin ilerlemesi başarılı ve etkin çalışmaya bağlıdır. Medeniyet eğitiminin uygulanabileceği farklı alanlar vardır. Örneğin bayındırlık, sağlık, ticaret, tarım ve sanayi gibi medeni toplumda somut şekilde ortaya çıkan, medeniyetin görsel yönleriyle ilgilenen maddi alanlar; insan ilişkisini iyileştiren, sanat, etik davranışlar ve düşüncelerle ilgilenen manevî alanlar ile toplum ve birey yaşamında yasama, politik ve idari yönleri ele alan ıslahat alanları gibi. Kur'ân-ı Kerim'de Müslüman bireyi islâm medeniyetini inşa etmeye yönlendirecek, bilimsel, beşeri ve teknik yöntemler gibi değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de medeniyet eğitimi, ortaya çıkacak sorunların çözümü ve medeniyetin yükselişinin korunması için belirli bir takım kurallara bağlı olması gerekir. Örneğin; insanın yaşadığı çevresini ve bütün dünyayı etkileyecek olan davranışları sınırlayacak kurallar; vefa, sabır, dürüstlük, doğruluk, tevazu, işbirliği, eşitlik, adalet, bağışlamak ve anlayışlı olmak gibi toplum, aile ve birey arasındaki bağların pekişmesini sağlayacak kurallar gibi. alanına girmektedir. Medeniyet genel anlamda üç ana faktörden oluşur: insan, hayat ve evren. Ayrıca din, medeniyetin oluşturulmasında büyük bir rol oynamaktadır. Çünkü dinî düşünceler, medeniyetin doğuşuna neden olan, medeni toplumu inşa eden ve tarihin rotasına ışık tutan temellerdir. Medeniyet eğitimi, niteliklerini Kur'ân-ı Kerim'den almaktadır. Dolayısıyla o, insanları yaratan Allah'ın koymuş olduğu semâvî bir metoda işaret eden Rabbanî bir eğitimdir. Ayrıca insanın dünya ve ahiret hayatını bir araya getiren kapsamlı bir eğitimdir. O, yaşamın her yönünü ele alan bütüncül, ihmal ve abartıdan uzak dengeli ve orta yollu bir eğitimdir, insana ve doğasına gerçekçi bakar, net ve pürüzsüzdür. Gerek ibadetlerde gerek ahkâmda insanoğlunun ihtiyaçlarına riayet eden kademeli bir eğitimdir. islâmî perspektifte medeniyet eğitimi aşağıdakilerin de içinde olduğu birçok temelden oluşur,Entelektüel Temeller: Evrenin doğru bir resmini yansıtan Kur'ân-ı Kerim'in evrene, insanın var oluşunun esas amacına ve ölümden sonraki ebedî hayata olan bakışaçısına ve hayatı medeniyetin vazgeçilmez bir unsuru olarak gördüğü zaman Kur'an'ın hayata bakışna odaklanmaktadır. Öte yandan Kur'ân-ı Kerim'in, evrene, insana ve yaşama olan bakışı, medeniyetin ve uygarlığın inşasını doğrudan etkilemektedir. Zira olumlu algılar insanların gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bilimsel Temeller: ilim elde etme araçlarına ve bu araçların farklı yaşam alanlarında medeniyeti inşa etmek amacıyla insan hizmetine sunulmasına odaklanır. lim, toplumlardaki gelişme düzeyini ölçmek için sağlam bir ölçü olarak kabul edilir. Bunun için Kur'ân-ı Kerim, insan zihnini doğru bilimsel iklime yerleştirmiştir. inanç Temelleri: insana, varlığın gerçeğini doğru olarak görmesine yardımcı olur. insanlık hayatında Kur'ân inancının önemi, medeniyetlerin inşa edilmesinde kendini gösterir. Zira o, insanı eğitir ve onu mükemmelliğe yönlendirir, doğru yola iletir ve onu kaostan korur. Aynı zamanda insanı disiplinsizlikten uzaklaştırır, hayat felsefesini aydınlatır, medeniyetin gelişimine ve ilerlemesine yön veren azim ruhunu yerleştirir. ibadet Temelleri: insanın Rabbiyle olan bağını tesis eden temellerdir, Bu temeller duygulardan ve tepkilerden oluşan yaşamın tüm yönlerini kapsar; ihlas, tevekkül ve muhabbet gibi bazıları kalbi ibadet iken; diğer bazıları da zikir, öğretim ve doğru söz söylemek gibi kavli ibadetlerdir. Öte yandan namaz, zekât ve hac olarak tarif edilen fiili ibadetler de söz konusudur. ibadetler, medenî toplumları inşa etmek için önemli bir faktördür; zira insanı, dinî ve dünyevî işlevlerinde dengeyi sağlayan bir bireye dönüştürür. Yasama Temelleri: Kur'ân-ı Kerim'den çıkartılan hükümlerdir. Esnek ve geniş olan bu hükümler, bir taraftan insanın yaratanıyla olan bağını tesis ederken, diğer yandan Müslümanlar arasında kardeşlik bağını kurar. Ayrıca toplumu ve medeniyetlerin kazanımlarını yok olmaktan korur insanın aklını, canını ve malını güvence altına alır, kişiyi disipline alıştırır, güven ve istikrara yardımcı olur. Ahlâkî Temeller: insan davranışlarını, adalet, eşitlik, sevgi, sempati, fedakârlık ve dürüstlük gibi bireysel ve toplumsal düzeyde belirleyen ilkelerdir. Bu ilkelere göre hareket edildiği takdirde suç oranları düşür ve toplum daha fazla mutlu olur, dolayısıyla medeniyet sağlam temeller üzerine kalmaya devam eder. Psikolojik Temeller: Medeniyetin inşa edilmesi ve dengesini koruyabilmesi için önemli bir unsurdur. Çünkü insan psikolojik etkenler ardından sürüklenebilir, nefis de, isyankar ve inatçı olmasına rağmen iyi veya kötü eylemleri yapma gücüneDoctoral Thesis Makbûl El-'allâvî Ve Can Dost'un Biyografik Romanlarda Tarihî Kurgu Historical Imagination in the Biography of the Heterosexual Novelist, a Comparative Study Between the Novles of Maqbool Al-Alawi and Jan Dost(2023) Othman, Shazad Kareem; Timurtaş, Abdulhadi; Hanawı, NadyaBu çalışmada Makbûl El-allavî ve Can Dost'un biyografik romanlarından üçer tanesini örnek alarak 'tarihsel kurgu' inceleyeceğiz. Giriş bölümünde araştırmacı tarihi kurgunun değişim ve sorun arasındaki tarihsel kurgu kavramını sunmuş ve bu kavramın Arap edebiyatındaki tarihî roman ve ona ilişkin eleştirel görüşlerin yerine geçmesini önermiştir. Bu bağlamda romanın tarihle ilişkisinin teori yönüne, tarihi kurgu teriminin oluşumuna ve daha sonra onun yerine nasıl konulacağına değinmiş, Romanda tarihi çağrıştırmak, onu incelemek, romancı tarafından yeniden okumak ve romanı formüle etmek için, tarihçi Abdullah İbrahim'in tarihi kurgu görüşü etrafında dönen eleştirmenlerin görüşleri üzerinden en önemli sorunlardan bahsetmiştir. Aşağıdakiler de dahil olmak üzere bir dizi soruyu yanıtlamaya yönelik bir çalışma: Tarihsel hayal gücü kavramı nedir? Bu terimin değiştirilmesindeki sorun nedir? Arap ve Kürt romanlarında bu tarz var mı? Ve nasıl kullanılır ve kabul görmüş romancılarda nasıl kullanılır? Ve ne kadar uyumlular? Roman metinleri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? Bu benzerlik ve farklılık mı, tesadüf mü yoksa düşüncelerin telepatisi mi? Ya da dini miras ve ortak kültür nedenidir. Araştırmacı bu konuyu önemi ve yeniliği nedeniyle seçti, ancak her iki yazar da romanın bu stilini yazmakta ve ayrıca entelektüel ve üslup yakınsaması, dilsel benzerlik ve anlatı tekniklerinin teknik kullanımında mükemmeldi. romanda anlatının sürdürülmesinde büyük rol oynayan anlatı tekniklerinin kullanılmasındaki benzerlikler ve farklılıklar. Arapça ve Kürtçe kütüphanelere hizmet vermektedir ve daha önce hiçbir araştırmacı ve bilim adamı onu ele almamıştır. Tarihi Kurgu kavramı, sorunlardan ve onunla ilgili farklı eleştirel görüşlerden muzdarip olduğundan, araştırma, en önemli eleştirmenlerin görüşlerine değinerek bunu açıklamaya çalışmıştır. Romanlarda din ve siyaset, entelektüel ve güç, hüzünlü aşk, kıskançlık ve imrenme, su ve susuzluk, suikast yoluyla cinayet ve intihar ve üç numarayı kullanma teması gibi bir dizi temayı incelemenin yanı sıra. Bu temalar tarihsel biyografinin hizmetindeydi ve her iki romancı tarafından kullanımlarındaki yakınlık ve benzerliklerle ayırt edildi. Çalışma, araştırmacının biyografi, miras, dini, kişisel ve şiirsel referanslardan her birine değindiği kurgusal metin ve tarihsel hayal gücü için en önemli referansları ortaya çıkardı. Metinlerarasılık ve onun tarihsel tahayyüldeki rolüne değinmenin yanı sıra, metinlerarasılığı başlıkla, metinlerarasılığı başlangıçla, metinlerarasılığı dini miras ve edebi mirasla ve tarihsel metinlerarasılığı ele aldı. tasavvurdan bahsedilmiş, yer ve yer betimlenmiş ve bunların tarihsel tasavvur üzerindeki etkileri anlatılmış ve sonuç bölümünde araştırmanın en önemli bulgularını vurgulayan bir takım epistemolojik sonuçlara yer verilmiştir. Ardından kaynaklar ve referanslar listesi ve ardından 'Ek' gelir.Doctoral Thesis Male Figure in the Novels of Qasem Tawfiq(2021) Kafi, Murad; Çıkar, Mehmet Şirin'Kasım Tevfîk'in Romanlarında Erkeklik Olgusu'' adlı bu çalışmada Ürdünlü yazar Kasım Tevfîk'in yazmış olduğu romanlarda ortaya konulan çeşitli erkeklik olguları ele alınmaya çalışılmıştır. Buradan hareketle erkeğin statüsünü kullanarak, ailede, toplumda veya iş yerinde karşısındaki zayıf erkek ya da kadın bireyi yönlendirmesi veya baskılaması ile ilgili yaşanılan toplumsal sorunlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu çalışmada erkeklik olgusunun başkalarına baskı uygulama, haklarını gasp etme, fikirlerini göz ardı etme ve dışlama konusundaki bireysel olarak verdiği kararları ve düşünce tarzını yönlendiren sebepler, mercek altına alınmaya çalışılmıştır. Kasım Tevfik'in romanlarına konu olan toplumlardaki erkeklik olgularının baskın düşünce tarzı ve bu düşünme şeklinin yansımaları ortaya konulmaya çalışılırken kendini kanıtlama ve üstünlük sağlama eğilimindeki erkeğin uyguladığı yersiz baskı ve şiddete maruz kalıp onun haksız egemenliğinden mustarip olan kadın tarafı ele alınmıştır. Bununla beraber çalışmada romanların, gerçek ortam ve olaylardan pek uzak olmayan hayali ortamlardaki toplumsal sorunlara çözüm getirme konusundaki rolüne yer verilmiştir. Nitekim roman; materyalini, olay ve olay örgüsünü gerçeklerden esinlenerek oluşturan bir edebiyat dalıdır. Romancı, gizlenmiş gerçeklere dokunabilme, sebep ve sonuç ilişkisinin fert ve topluma dair yansımalarına ulaştıracak analizleri yapma ve toplumdaki sakıncalı tabuları kırma yetkisini kendisinde görür. Bu çalışmada tanımlayıcı, analitik ve eleştirel yöntem takip edilmiş kimi zaman da psikolojik metotlar esas alınmıştır. Ayrıca Kasım Tevfik'in romanlarında geniş yelpazede anlatılan erkeklik olguları ele alınmaya dikkat edilmiş ve anlatılan olguların ortamları ve tarzları değişse de hepsi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Söz konusu çalışma önsöz, giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Önsöz bölümünde çalışmanın amacı, önemi, ele aldığı sorunları, gereklilikleri ve çalışmada takip edilen metot ortaya konulmuş ardından da benzer çalışmalara değinilmiştir. Bununla birlikte çalışmanın diğer çalışmalara göre farklı yönleri anlatılmıştır. Giriş kısmında ise genel olarak Arap romanı ve Ürdün romanı hakkında kısaca bilgi verilmiş ardından da Arap romanlarındaki ataerkillik-erkeklik meselesine değinilmiştir. Devamında ise, Kasım Tevfik'in kişisel, meslekî ve edebî hayatı hakkında bilgiler verilmiştir. Ayrıca yazarın, farklı olgularla erkeklik meselesini romanlarında genel olarak olumsuz bir şekilde sunuşu ele alınmış olup eserlerindeki erkeklik olgularının olumsuz yansımalarından örnekler verilmiştir. Erkeklik olgularının yansıttığı olumsuzluk ise çalışmamızın ana konusunu oluşturmuştur. Bu olguların yarattığı olumsuzluklar, özellikle de doğu toplumlarının günlük yaşantılarının detaylarında kaybolmayan ve kendini aşikâr bir şekilde belli eden toplumsal bir sorunu teşkil etmektedir. Güçlü erkeğin, zayıf erkeğe veya kadına iktidar veya otorite kurması konusunu canlandıran örneklerin tek bir yazarın -ki o da Kasım Tevfik'tireserlerinde yoğun bir şekilde geçmesi üzerine araştırmanın seçimi bu konudan yana olmuştur. Aynı şekilde çalışmada Kasım Tevfik'in Arap ve Ürdün romanı konusundaki yeri ve konumu ele alınmış ve bir romancı olarak sahip olduğu üslûbu ortaya konulmuştur. Çalışmanın teorik kısmı olarak görülen birinci bölümde çalışmanın ana başlıklarının sözcük anlamlarına göre dağılımı yer almış olup, bunlar: Ataerkilerkeklik sistemi, erkeklik, olgu ve bunlara ek olarak ''erkeklik olgusunun'' kazanılmış anlam ve kavramı açıklanmıştır. Ardından da Ataerkil-erkeklik sistemi başlığının altında bunun anlamı, oluşumu, özelliklerinden ve ayrıca bu kavramın Araplar ve batıdaki tarihsel köklerinden bahsedilmiştir. Ayrıca bu çalışmada Anaerkil sisteminin, iktidar erkeğe karşı olan taassup, taraf tutma ve kadına uygulanan şiddet gibi birçok açıdan ataerkil sistemiyle ilişkisine değinilmiştir. Bu teorik kısımda amaçlanan hedef; Ataerkil-erkeklik sistemindeki erkeklerin, kadın veya erkek olsun zayıf olan karşı tarafa iktidar kurmasına yetki veren ve aynı zamanda toplumsal, kabileci veya kurumsal düzen tarafından mubah kılınan zihniyetin arka planına ışık tutmaktır. Çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümlerinde çalışmanın pratik kısmından ibarettir. İkinci bölümde; Kasım Tevfik'in, romanlarında hayali karakterlerle canlandırarak sunduğu çeşitli erkek olguları ele alınmıştır. Baba, dede, erkek kardeş, eş, oğul, erkek torun gibi aile bireyleri ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, Müslüman veya Hristiyan gibi din adamı ve öğretmen, muhtar gibi resmi bir statüye sahip olan farklı çevrelerdeki karakterler, bu karakterlere ek olarak iş sahibi, iktidarla bağlantısı olanlar, devletin yüksek rütbeli adamları tarafından desteklenenler gibi iktidar sahibi ve devlet adamları statüsündeki olgular da ele alınmıştır. Bu karakterler çalışmanın bilimsel ana konusu olarak belirlenerek sıralanmıştır. Uygulama kısmındaki olguların içinde devlet adamları ve tayfalarından söz edilmesi üzerine iktidardaki erkek olguları birinci taraf, iktidarın otoritesine tabi olan diğerleri özellikle de kadınların oluşturduğu grup ise ikinci taraf olarak belirlenerek her iki taraf arasındaki ilişki ve bu ilişkiyi etkileyen faktörler araştırılmıştır. Yine uygulama bölümlerinde, erkeklik olgularının zayıf ve kendisine mahkûm olan karşı tarafa dair tutum ve davranışlarını etkileyen ve yönlendiren psikolojik yapılarını inceleme suretiyle konunun derinlerine inilmiştir. Sosyal ve psikolojik çalışmalara dayanarak her olgunun davranış biçimi analiz edilmiş olup ben ve o arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışılarak bu ilişkinin zihinsel yapısı anlaşılmaya çalışılmıştır. Erkek otoritesinin ve iktidarının kurbanı olan; isimleri, özellikleri, ailedeki veya toplumdaki yerleri faklı olan birçok olgu sunulmuş olup birinci kurban olarak anne, kız kardeş, eş, kız… gibi ıstırap çeken kadına odaklanılmıştır. Çalışmada bu ilişkilerin ve sonuçlarının boyutlarını belirleme konusunda analitik ve eleştirel yöntem kullanılmıştır. Bu yöntemler kullanılırken Kasım Tevfik'in kendi bakış açısıyla olayları görme ve okuma konusundaki sanatsal kişiliği ortaya konulmuştur. Yazarın bu yeteneği ona, adaleti gözetmeksizin özellikle kadının evlilik, eğitim ve özgürlük konusundaki en basit haklarını hiçe sayarak erkeğe yüksek rütbeler ve yetkiler veren doğu toplumlarının kırmızı çizgilerini aşmasına imkân vermiştir. Sonuç kısmında ise; çalışmayla ilgili varılan sonuç ve konuyla ilgili öneriler sunulmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi: edebiyatçının, toplumdaki rolünün büyük önem arz etmesinden ötürü, bu rolünü icrâ ederken toplumun gizli kalmış veya gözler önünde olan sorunlarını açığa çıkarmak için bazen kırmızı çizgileri aşması, bazı örf ve adetlere karşı çıkması gerektiği, bazı edebiyatçıların da bu konuda pek cesur davranmadığıdır. Bu çalışmada erkeğin, kadın üzerinde kurduğu iktidar meselesi, henüz aşılmamış engebeli bir yol olduğu ve birçok inançsal, dini değer ve hükümlerin erkeğin, kadının üzerindeki otoritesinin devamlılığını garanti altına almaya yönelik olduğu görülmüştür. Bu otorite, çoğu zaman din, namus ve iffet kisvesi altına bürünmüş olup edebiyat alanında kaleme alınması pek kolay olmayan konulardır. Bu yüzden Arap edebiyatının daha geniş ve özgür bir ortama ihtiyacı var ki edebiyatçıya gizliyi keşfetme, sahte gerçekleri yıkma, ortamı gerici örf ve adetlerden temizleme yetkisi verilsin. Ayrıca bu konuları ele alan edebiyatçının, bu meselelerinin isimlerini ima yoluyla değil de aşikâr bir şekilde zikredebilmesi gerekmektedir. Kasım Tevfik de çağımızın kapalı kapıları çalarak gerçeği arayan, cesur roman akımının yeni haritasını çizen sayılı edebiyatçılarından biri olmuştur.Doctoral Thesis The Meaning of Human Freedom According To Sheikh Mohammed Saeed Ramadan Albouti(2019) Charif, Murad; Yıldız, MetinBu tez Şeyh Muhammed Said Ramazan el-Butî'nin düşüncesindeki insan hürriyeti konusu etrafında dönmektedir. Bu, ihtiyar ve cebir adı altında eskiden beri kelam âlimlerinin araştırdığı bir konudur. Bu mesele etrafında görüşler çoğalmıştır. Her birinin kendine göre delilleri vardır. Ben bu tezde bu görüşlere, bu meselenin tarihine ve geçtiği aşamalara değindim. Davetçileri ve bu ilimle uğraşan kimselerin kalbini meşgul eden en önemli konulardan biri olduğundan bu konuyu araştırdım. Bu konulardan bazıları şunlardır: insan fiillerinin gerçek yaratıcısı kimdir, insan tüm tasarruflarında ve fiillerinde hür mü yoksa mecbur mu? Şeyh Butî'nin bu konuya değindiği metot gibi. Butî'nin değindiği tüm konulara değindim. Bu tezde Eş'arî ve Maturî olarak ehlisünnetve'l-cemaat'tan ve diğer kelamî mezheplerden görüşleri zikrettim. Butî'nin diyalektik, materyalizm ve komünizm görüşünde olan batı ve doğudaki şüphe ehline olan cevaplarını ve Müslümanların akidesiyle ilgili birçokfikhîictihadlarını da naklettim. Bu tezde, araştırmanın öneminin Müslümanları ilgilendiren herhangi bir konuyu açıklamada gizli olduğunu, Allah(cc) hakkında cebr ve zulüm gibişeyleri hiç düşünmemesi gerektiğini ortaya koydum. Nice insanlar var ki bilgilerinin azlığından dolayı kaza ve kader hakkında hayrete düşmüşler ve nice gruplar var ki Allah(cc)'ın sıfatlarını ve zatını yaratılmışların sıfatlarına kıyasladıkları için teşbih ve ta'tile girmişlerdir. Araştırmanın hedefi hürriyyetin gerçek manasını açıklamak, insanın hürriyyetini ve kerametini müdafaa etmek, insan iradesinin Allah iradesi önündeki gidişatını açıklamak ve hürriyet ve İslam'ın bu konudaki konumu hakkındaki problemleri açıklamaktır. Örneğin: tabir etme hürriyetinde İslam'ın konumu nedir? Mürteddin ölümünün vucübiyyeti karşısında şahsi hürriyyet nerede? Farklı grup ve taifelerden dolayı İslam'ın gölgesinde hürriyyet genişler mi? Şura sistemi hâkim için gerekli mi? Şeyh Butî'nin eserlerini okurken tüme varım yöntemine tabi oldum. Sonra onun görüşlerini, eserlerini, insan hürriyetiyle alakalı en önemli konuları arz ederken ve insan tüm fiillerinde hür mü yoksa bazı filleri yapmada mucber mi? gibi konularda onun tutumunu ince bir şekilde tahlil ettim. Bu araştırma bir mukaddime, bir temhid, iki bab, sonuç ve en önemli kaynakların listesinden oluşmaktadır. Mukaddime bölümünde örneğin konunun önemi, bu konuya iten sebepler, bu araştırmanın hedefleri, metodu, beklentileri, bu konu hakkında önceden yapılmış çalışmalar ve şeyh Butî'nin hayatı, fikri ve metoduyla alakalı çalışmalar gibi konulara değindim.Doctoral Thesis Mekke Döneminde Kur'an-ı Kerim'in İnanç Meselelerini Arz Etmedeki Yöntemi(2024) Ameen, Khalıd Othman Hamad; Güneş, AbdulbakiBu çalışma; Mekke döneminde inanç ilke ve esaslarını pekiştirmede Kur'ân-ı Kerîm'in metodunu açıklamak için itikat âyetleri etrafında şekillenmektedir. Müminler, İslam'ın özünü teşkil eden temel hususları Mekke döneminde inen âyetlerden öğrenmişlerdi. Şöyle ki bu kâinatın, ortağı olmayan bir yaratıcısının varlığı, O'nun ibadete ve tevhide müstahak olduğu, Hz. Peygamberin (sav), İslam'ın adaletini sağlama ve dünyayı ihya etmeye devam etme gayesiyle insanları bu yegâne dine davet etmek ve güzel ahlakı yaymak için gönderildiğine iman etme gibi inanç konuları bu dönemde inen âyetlerin temelini oluşturmaktaydı. Özellikle Mekke dönemindeki Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini tefekkür eden kişiye, tevhidin ispatına yönelik Kur'ân'daki yaklaşımların çokluğu ve çeşitliliği belli olur. Zira Allah (cc) her kavme akli melekelerine uygun bir şekilde hitap etmiştir. Böylece hitap, onların duygularını, vicdanlarını ve akıllarını etkilemeye yönelik olmuştur, bu nedenle bu dönemde indirilen âyetlerin insanları kâinatı, nefsi ve etrafındaki varlıklarını tefekkür etmeye teşvik etme gayesini güttüğünü görmekteyiz. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Arap çölündeki okuma yazma bilmeyen bir insanın kavrayabileceği ve anlayabileceği birçok somut örnek verilmiştir. Çoğu âlim, Mekkî âyetleri, 'ister Mekke'de ister Mekke dışında olsun Hicretten önce Kur'ân'dan vahiy edilen âyetler' şeklinde tanımlamışlardır. Kur'ân-ı Kerîm'in bu dönemde inen âyetleri, davet aşamalarının büyük bir kısmını temsil eden bu zamansal ve mekânsal çerçevede yaşayan insanların durumlarını ele almış; nefisleri tedavi edip hakikate yönlendirmeyi ve onları doğru inancın temsil ettiği İslami ilke ve değerlere ikna etmeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla bu dönemdeki âyetlerin özellikleri, putperestlik ve şirki reddedip tevhide çağıran gerçeklikten doğmuş olan Mekke toplumunun özellikleriyle örtüşmektedir. Mekkî ve Medenî olan her sürede inanç konuları mevcuttur. Bu da bu konunun, yani Allah'a (cc) ve vahdaniyetine iman etmenin ne kadar önemli olduğunu ve bunun insan ve toplumların hayatlarındaki temel taş olduğunu göstermektedir. Zira insanlar dünya ve ahiret mutluluğunu ancak bununla elde ederler. Mekke döneminden itibaren Kur'ân-ı Kerîm metodunda genel bir değişikliğin ancak tedrici bir şekilde gerçekleştiği görülmektedir. Bundan ötürü Kur'ân-ı Kerîm hazırlık ve eğitim aşamalarının her birine uygun olan farklı örneklerle insanlara ara sıra hitap etmiştir. Hayatın tüm alanlarında cahiliye izlerini taşıyan halkı İslam toplumuna dönüştürmeyi amaçlayan bu süreç son derece zordu. Kur'ân-ı Kerîm'in akideyi açıklamaya yönelik yaklaşımı gerçekçi ve pratik bir metottur. Çünkü insanın vicdanına, aklına ve şahsî fıtratına hitap etmektedir. Aynı şekilde Mekke döneminde insana yaşadığı ortamda bu yaklaşımla nasıl hitap ettiği de görülmektedir. Hakikat ve Allah'a (cc) iman karşısında bulunan kuruntu ve hurafeleri ortadan kaldırmada duyusal ve pratik gerçekliği ölçüt olarak almıştır. Dolayısıyla müşriklere hitapta duyusal ve gerçekçi bir metot mevcuttur. Hz. Resulullah'ın (sav) Risalet'inden önce Araplar Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as) dini üzerindeydiler. Hz. İbrahim (as) Irak Babil'de doğmuştu, fakat orada kalmadı. Eşi Hacer ve oğlu Hz. İsmail ile birlikte Mekke'ye göç edip yerleşti. Allah'ın (cc) emriyle Kâbe'nin, yani Allah'ın Kutsal Evi'nin temellerini attılar. Bu nedenle Araplar, Hz. İbrahim (as) ve diğer peygamberlerin davet ettiği Allah'ın yegâne tevhit dininin üzerindeydiler. Araplar bir süre sonra tevhitten putperestliğe geçerek atalarının dini, yani tevhit inancı yerine putlara tapındılar. Daha sonra Allah'a şirk koşma ve putlara tapınma hususunda kendilerinden önceki ümmetlerin durumuna düştüler. Putları dikme, putperestlik şeklindeki değişiklik Amr bin Luhay el-Huzâî'nin eliyle başlamıştır. Bu nedenle İslam nurunun gelmesinden önce Arapların akidesinde birçok yanlış inanç, kuruntu ve hurafe vardı. Câhiliye toplumu ve onda meydana gelen şirk ve inançsızlığı ıslah etmek için Kur'ân'ın metodu çeşitlilik göstermiştir. Toplumda ahlaki, sosyal ve erdemli değerlerde açık bir sapma vardı. Busapmaların ıslah edilmesi birden fazla yaklaşımı gerektirmektedir. Müşrikleri tevhide davet etmede kullanılan metotlardan biri de his ve müşahedeye dayanan duyusal yaklaşımdır. Zira o, insan düşünsün ve bu evrenin büyük bir yaratıcısı -ki O da Allah'tır (cc)- olduğunu bilsin diye karşılaştığı ve gördüğü O'nun harika mahlûkatlarını tefekkür etmeye davet eder. Duyusal yaklaşımdan Kur'ân-ı Kerîm'deki darbımeseller ortaya çıkmaktadır. Bu metot, insanların gördüğü, dokunduğu ve akıllarıyla kabul ettiği somut şeyler hakkında verilen değişlerde açıkça görülmektedir. Aynı durum soyut şeyler için de geçerlidir. Zira çoğu insanın zihninde kolayca yerleşemeyen manalar ancak anlamaya yakın duyusal bir şekle büründürerek daha anlaşılır hale getirilir. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerîm mesellere önemli bir yer vermiştir. Çünkü bu mesellerin kalp ve nefis üzerinde harika bir etkisi vardır. Allah-u Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de meselleri tefekkür ve tedebbür için vermektedir. Bu meseller, bazısı inancı tashih etmekle ilgili ve bazısı da şirk, küfür ve putlara tapınmayı açıklamak ve tanrıları küçümsemeye yönelik yüce bir amaç için getirilir. Zalimlerin akıbetlerinden ders almak amacıyla geçmiş kavimlerin izlerini müşahede etmek için yeryüzünü dolaşıp orada araştırma yapmak da duyusal metotların içine girmektedir. Yeryüzünde dolaşma isteği Kur'ân-ı Kerîm'de altı defa emir, yedi defa da soru şeklinde geçmektedir. Bu da yaratılış hakkında bilgi edinmek, Allah'ın (cc) yeryüzünü ve yedi göğü yaratmadaki kudreti müşahede etmek, O'nun geçmiş kavimler ile şer ve zulüm ehli olan halk ve medeniyetleri helak etmedeki sünnetini tanımak gibi birçok gayeyi barındırmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'deki akıl, pratik ve gerçekçi bir akıldır. Kur'ân-ı Kerîm'de akideyi yerleştirmeye yönelik akılcı yaklaşımın kapsamı geniştir. Vahiy ve Risalet'le beraber aklıselim nerede bulunursa orada iman ve sahih akide olur. Çünkü Allah (cc), aklı doğru düşünme yollarına yönlendirir. Böylece insanın, Allah'a (cc) ve ahiret gününe inanması için kapsamlı bilginin sebeplerine sahip olmasını sağlar. Mekke döneminde Kur'ân-ı Kerîm'de kullanılan metotlardan birisi de müşrikleri tevhit inancına çağırmak için kullanılan akılcı metottur. Bu nedenle Kur'ân, insanları aklı kullanmaya teşvik etmiş, aklı kısıtlamaktan ve devre dışı bırakmaktan da sakındırmıştır. Çünkü akıl, Allah'ı (cc), nebi ve resulleri tanıma gibi pek çok şeyi kavrar. Allah'ın varlığı, birliği, peygamberlerin doğruluğu ve diriliş meselesi gibi dinin en önemli konularının ortaya konulmasında akla itimat edilmiştir. Akıl, doğru bir inancı inşa etsin diye insana verilen temel bilgi vasıtalardan biridir. Akılcı metot, Kur'ân-ı Kerîm'in Mekke döneminde insanları tevhit inancına davet ettiği metotlarından biri olmuştur. Özellikle Mekke döneminde Kur'ân kıssalarının anlatılmasındaki amaç, insanların, peygamberlerinin öğretilerine uymayan ve gerçekliklerinden ibret almayan geçmiş kavimlerin akıbetinin ne hale geldiğini görmeleridir. Böylece kendilerinden önce gelip geçen kavimlerin akıbetlerini, itaatsizliklerinin ve Allah ile peygamberlerinin yoluna boyun eğmemelerinin sonucunu akıl ve hisleriyle anlarlar. Dolayısıyla bu müşrikler ve diğer muhataplar, Allah'ın ve kendilerine gönderilen peygamberlerin yaklaşımına teslim olmamalarının, acı bir sonucu olacağını hesaba katarlar. Kur'an-ı Kerîm'de peygamberlerin ve eski kavimlerin kıssalarının arz edilmesi kâfirlerin hidâyetine, hakikati kabul etmelerine ve Allah'a teslim olmalarını sağlamıştır. Kur'ân-ı Kerîm incelendiğinde, geçmiş kavimlerin kıssalarının çoğu Mekkî âyetlerde olmakla birlikte Medinî âyetlerde de yer aldıkları görülecektir. Hatta âlimler bir sûrede kıssaların görülmesini Mekkî sûrelerinin alametleri arasında saymışlardır. Mekkî Kur'an'da Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve diğer peygamberlerin kıssaları yer almaktadır. Bu dönemde zikredilen kıssalar, sûrenin detaylarıyla ilgilidir. Çünkü müşriklerin mücadelesini ve onların Allah Resulüne (sav) karşı inatçılıklarını ele alma yönüyle bu sürelerdeki inanç yönünü ele almaktadır. Bu nedenle Kur'an-ı Kerîm'de peygamber kıssaları tevhidi, peygamberlere ve ahiret gününe iman etmeyi açıklamayla başlamıştır ve bu metot, Hz. Âdem'den son peygambere dek bütün peygamberlerin kavimlerine karşı uygulaması olmuştur. Kur'an-ı Kerîm'in, kıssaları sunma yöntemi Tevrat kıssalarında olduğu gibi tarih ve anlatım adına kıssadan bahsetmek değil aksine Allah'ın âyetlerini hatırlatıp O'na ibadet etmeye davet ettikten ve şirk ile dalaleti reddettikten sonra kıssalar yoluyla bir ibret ve uyarı şeklinde gelmiştir. Bu şu demektir ki Mekke döneminde kıssanın amacı, müşrikleri ve tüm insanları hayatın her meselesinde saf tevhide ve Allah'a (cc) tam bir teslimiyete çağırmaktır. Kur'an-ı Kerîm'in tarihsel metodu, Allah Resulünü (sav) desteklemek, davet meydanında onu güçlendirmek ve sahabilerinin ruhlarına ve kalplerine huzur ve sükûneti yerleştirmekti. Çünkü bütün resul ve nebilerin Allah'a davet yolu birdir ve bu, kendi kavimlerine karşı şefkatli, onların eziyetleri karşısında sabırlı olmaları ve iman üzerine sabit kılmalarında açıkça görülmektedir. Ayrıca Allah'ın, Peygamberler ve onlara uyanların yardımcısı olduğunu, peygamberleri ve resulleri yalanlayanların ve onların yolundan başka bir yöntem ve yol izleyen zalim ve yalancıları helak ettiğini beyan etmelerinde de anlaşılmaktadır. Belirlediğimiz bilimsel çerçeveye göre çalışmamız; giriş, dört bölüm ve elde edilen sonuç kısmından oluşmaktadır. Giriş bölümünde konunun önemi, seçilme nedenleri, önceki çalışmalar ve araştırma planı ortaya konulmuştur. Birinci bölümde çalışmanın temel kavramları, Mekkî sûrelerinin Kur'ân-ı Kerîm'deki üslup ve özellikleri, âlim ve müfessirlere göre menhec/metot ve akide kavramları, Kur'ân-ı Kerîm'in Mekke dönemindeki metodunun özellikleri, akideyi yerleştirmedeki yöntem çeşitliliği, Hz. Resulullah'ın (sav) risaletinden önce dini durum ele alınmış, Arapların bazı putları tanıtılmış ve Mekkî sûrelerinin bu gerçeği nasıl ele aldığı açıklanmıştır. İkinci bölümde çalışmanın analitik ve uygulamalı yönü aktarılmaya çalışılmıştır. Şöyle ki 'akidenin yerleştirilmesinde Kur'ân'daki duyusal metod' konusu ele alınmıştır. Duyusal metottan kasıt Kur'ân-ı Kerîm'deki darbımesellerdir. Dolayısıyla Kur'ân'da yer alan ve Allah'ın tevhidinin gerekliliğini, müşriklerin ilahlarının acizliğini ispat eden darbımesel kavramı, kâfir ve mümin için verilen meseller, müşriklerin davranışlarını örümcek ağına benzetilmesi gibi konular ele alınmıştır. Ardından müşrik ve tevhit için verilen meseller açıklanmıştır. Daha sonra da Peygamberlik ve peygamberler hakkında verilen Kur'ân meselleri ve diğer konularda verilen meseller incelenmiştir. Sonda da geçmiş kavimlerin izlerini görmek için yeryüzünü dolaşma konusu ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Kur'ân-ı Kerîm'in, inancı açıklamaya yönelik rasyonel metodu, itikat meselelerinde aklın yeri, Kur'ân'daki rasyonel metot türleri incelenmiştir. Şöyle ki Mekke dönemindeki cedel ve diyalog, Kur'ân-ı Kerîm'in Allah'ın birliğini, ahiret gününe imanı, dirilişi, cezayı, haşrı, hesabı ve Hz. Muhammed'in (sav) peygamberliğini ispat etmek için müşriklerle tartıştığı konular ele alınmıştır. Dördüncü bölüm, Mekke döneminde Kur'ân'ın tarihsel metoduna ayrılmıştır. Bu dönemde peygamber kıssalarındaki en önemli iman konularını açıklığa kavuşturmak ve inancın temellerini sağlamlaştırmak amaçlanmıştır. Ardından Kur'ân kıssalarına tarihsel yorumlayıcı yaklaşımı ve âlimlerin bu konudaki tutumu incelenmiş, Hz. Âdem (as), Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as) ve Hz. Musa (as) gibi Mekke döneminde adı geçen peygamberlerden bazılarının kıssaları ve bu kıssaların amaçları anlatılmıştır. Bununla inanç metodu, tevhit, rubûbiyetin sadece Allah'a (cc) ait olduğu, peygamberlere ve resullere iman gibi konuların açıklanması amaçlanmıştır. Sonuç kısmında ise çalışma boyunca tesbit edilen önemli noktalar ele alınmış, tezin varılan sonuçlara değinilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse bu araştırmamız, Mekke döneminde Kur'ân-ı Kerîm'in inanç konularını ve temellerini arz etmede farklı metot ve yaklaşımlar içerdiğini göstermiştir. Çünkü Mekke dönemindeki bazı inanç konuları, başta Allah'ın birliği ve varlığının açıklanması, ahiret hayatına ve bütün peygamberlere iman gibi çeşitli konularda müşriklerle yapılan tartışmaları kapsamaktadır. Her ne kadar belli bir zaman diliminde inmişse de Mekke döneminde Kur'ân-ı Kerîm'in metodu, hedefleri, kuralları ve aşamaları itibariyle her zaman ve mekân için geçerlidir; dolayısıyla insan aklına hitap etmek için aynı anda hem bilimsel hem de pratik olan bir yöntemdir. Mekkî ve Medenî Kur'ân-ı tanımaya çok ihtiyaç vardır. Bu, İslam davetinin aşamalarını incelemek, nâsih ve mensûh, ilk inen ve sonra inen âyetleri bilmek için de son derece önemlidir. Bu da sahabe ve tâbiinin sözlerine başvurularak bilinebilir. Allah'ın tevhidi, şirkin inkârı ve Allah'ın kozmik, duyusal, aklî ve tarihle ilgil âyetleri gibi bütün meselelerin ortaya çıkarılması genellikle Mekkî âyet ve sûrelerinin ele aldığı konular içerisindedir. Kur'ân'ın, itikadı açıklamaya yönelik yaklaşımı gerçekçi ve pratik bir metottur. Çünkü insanın vicdanına, aklına ve şahsî fıtratına hitap etmektedir. Mekke döneminde insana, yaşadığı ortamda bu metotla nasıl hitap ettiği açıkça görülmektedir. Nitekim Allah'a imanın karşısında bulunan hurafe ve kuruntuları geçersiz kılmada, pratik ve duyusal gerçeği ölçüt almıştır. Dolayısıyla müşriklere hitapta gerçekçi ve duyusal metot kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'deki aklın pratik ve gerçekçi bir akıl olduğu görülmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de akideyi ispat etmeye yönelik rasyonel yaklaşımın kapsamı oldukça geniş olmuştur. Nitekim vahiy ile aklıselimin bulunduğu her yerde iman ve doğru akide meydana gelir. Çünkü Allah (cc), aklı doğru düşünme yollarına yönlendirir ki böylece Allah'a ve ahiret gününe iman etmesi için insanın kapsamlı ilim sahibi olmasını sağlar. Kur'ân-ı Kerîm'in iman konularını sunmadaki metodu her seviyedeki insana uygundur. Bazen rasyonel, bazen duyusal ve bazen de tarihsel yaklaşımı kullanır. Böylece tüm insanların ihtiyaç duyduğu bilgiyi içerir. Anahtar Kelimeler : Kur'ân-ı Kerîm, Akide, Akıl, Mekke, His, Kıssa, Metot. Sayfa Sayısı: 198+X Danışman: Prof. Dr. AbdulbakiDoctoral Thesis Molla Hüseyin El-mârûnisî ve Dilciliği(2022) Alı, Abdulsalam Hajı Alı; Timurtaş, AbdulhadiArap dili, Hz. Peygamberimizin mucizesi olan Kuran-ı Kerimin dilidir. Yüce Allah onu Kuran-ı Kerim'in dili ve yegâne açıklayıcısı olarak kılmıştır. Bu nedenle Arapçanın diğer dillerden olan üstünlüğü Kuran-ı Kerim'in kutsallığından kaynaklıdır. Zira İlimlerin en şereflisi ve en güzeli Allah'ın Kitabı'dır. Kur'ân-ı Kerîm, hidayet kaynağı olan Hz. Peygamberin (s.a.v) mucizesidir. Yüce Allah, Kuran-ı Kerim'i İnsanları karanlıklardan bilimin ve ilmin aydınlığına kavuşturmasını, tefsirini anlamasını ve ilimleri araştırmasını sağlamıştır. Müslümanlar, Kuran'ın nazil olduğu andan itibaren kıraat, ezber, tedbir, anlama, belagat, içtihat ve tümdengelim ile onun üzerinde çalışmışlardır. Her milletin Kuran'ı okuması, anlaması ve ona göre amel etmesi zorunludur ve buradan Arap dilini öğrenmenin her Müslüman erkek ve kadını fark etmeksizin bir zorunluluk olduğu anlaşılır. Dolaysıyla Arapça bilmeden Kuran-ı Kerim-i ve Hz. Peygamberin sünnetini anlamak pek mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca âlimlerin dediği gibi: (Vacibin onsuz olmadığı şey vaciptir). Böylelikle Arap dili onu diğer dillerden ayırt eden birçok özelliklere sahip olduğunu görmekteyiz. Bu dile, asırlar boyunca hizmet eden birçok âlim olmuştur. Bu âlimler, Arap diline hizmet etmek ve onu kaidelerini muhafaza etmek için zaman, emek ve mallar harcamışlardır. Bu âlimlerin eserleri, Arap dili korumak için gösterdikleri muazzam çabaya tanıklık ediyor. Arap medeniyetinin inşasına katkıda bulundukları gibi Arap dilinde de büyük bir miras oluşturan Kürt âlimler vardır. Bu nedenle Irak Kürdistan bölgesinde dini okulların şehir ve köylerinde yaygınlaşması ve Kürtlerin okullara büyük özen göstermesi nedeniyle Arapçanın yeniden öğrenilmesi ve ikinci bir temel dil olarak yeniden öğretilmesine dönülmüştür. Böylece, Her köyü kapsadığı gibi on evden oluşsa dahi içine bir mescit inşa edip çocuklarına Kur'an-ı Kerim'i okumayı ve ezberlemeyi, Hz. Peygamberin Hadisleri ezberlemeyi ve İslam dinin usullerini öğretilmekteydiler. Arap dilinin hizmetinde yadsınamaz çabalar gösteren âlimler arasında Kürt asıllı âlim Molla Hüseyin b. Yusuf b. Abdülkadir el-Marunsi de yer almaktadır. Şeyh El-Marunsi, eğitmenlik ve yazarlık alanında iz bırakan Kürt âlimlerinden biridir. Döneminde yüzlerce talebesi olan bir âlimdi özellikle Tefsir, Fıkıh, Hadis ve Arap dilinin sarf ve nahiv alanlarında birçok talebesi olmuştur. Marunsi, özellikle yaşadığı çağda, Irak ve Duhok şehri bölgesinde kötüleşen siyasi ve sosyal koşullara rağmen, erken yaşta öğretmenlik ve yazarlığın ön saflarında yer aldı. Bu âlim, İslami araştırmalarında, özellikle de Arap dilinde büyük çabalar sarf eden bir âlimdir. İlmî eserleri, âlimler arasındaki yüksek itibarını ve yüksek değerini tasdik eder. Marunsi, çeşitli dallardaki İslâmî ilimlerde ilimleri ve kültürleri çeşitlenen en seçkin âlimlerden biri olarak kabul edilir. Çeşitli İslami ilimlerde çaba sarf eden bir âlimdir. Zira kendisi, Tefsir, Nahiv, Mantık ve Belaget alanında büyük bir âlim olarak kabul edilmektedir. Bu çok yönlü alanlarda Pek çok eseri mevcuttur. Ayrıca onun bilgisinin derinliğini doğrulayan ve büyük bir bilgiye sahip olduğu bilimler arasında Arap dilinin bilimleri de vardır. Bu nedenle, çalışmamızda 'Molla Hasan el-Marunsi ve Dilbilim Çalışmaları' başlığını seçtik. Çalışmanın amacı ise, dilin gramer, sarf ve belagat gibi çeşitli dallarında katkıları bulunan ve üzerine bir kitabı bulunan âlim Molla Marunsi'nin dil çabalarını ortaya koymaktır. Bu araştırmanın konuları Şeyh'in katkılarına göre değişmektedir. Bu çalışmanın nihai amacı ise, bu çabaları ve Şeyh'in çeşitli dallarının dilsel yönlerindeki katkılarını ortaya çıkarmaktı. Ancak çalışmamızın amacı âlim Marunsi'yi tanıtmak değildir. Zira Meşhur olmuş, ünü ufuklara ulaşmış, kitapları Doğu'da ve Batı'da basılmış büyük bir âlimdir. Marunsi, her ne kadar halk arasında bilinen bir âlim olmasa da bilim ortamında bilgisi, itibarı ve yüksek statüsü ile tanınmaktadır. Ancak bilimsel çalışma gereği Marunsi'nin hayatını bir bölümde ele almamız gerekmekteydi. Çalışmamız, Giriş ve dört bölümden oluşmaktadır: Giriş bölümünde, çalışmanın önemi, metodu, kaynak ve önceki çalışmaları ele alınmaktadır. Ardından çalışmanın başlangıcında Marunsi'nin hayatını, ilmini, tefsir, fıkıh, akaid, belaget, nahiv alanındaki çalışmaları, sonrasından Marunsi'nin dil, nahiv ve sarf kaynaklarıyla olan görüşü, sonraki bölümlerde sözlük, ses, sarf ve seviyeleri ele alınmaktadır. Çalışmanın son bölümlerinde ise, en önemli bilimsel sonuçlar ve kaynaklara yer verilmektedir. Anahtar Kelimler: Marunsi, Nahiv, Sarf, Ses ve Sözlük Seviyeler, Marunsi'nin Görüşleri.Doctoral Thesis Müfessirlerin İhtilafında Müşterek Lafızların Etkisi(2023) Bukır, Abdulbasıt Khthır; Sönmezsoy, SelahattinKur'an-ı Kerim'de geçen müşterek lafızlar, Arapçada olduğu gibi geniş manaları içine alacak şekilde kullanılmıştır. Müşterek lafızlar, sadece kullanıldığı anlam çerçevesinde kalmayarak aynı zamanda birden fazla anlama gelecek şekilde manası vardır. Kur'an'da geçen müşterek lafızların değişik manalara gelmesi, ihtilafı ortaya çıkaran durum olarak karşımıza çıkar. Birden fazla mana taşıyan Kur'an lafızları alanında müfessirler arasındaki ihtilaf, müfessirlerin kitaplarında belirgin bir özellik olarak yer almaktadır. Nitekim dilde esas olan, her lafzın kendine özgü bir manasının olmasıdır. Lafızlar karşılıklı iletişim kurmanın bir aracı olduğundan, iletişimin gerçekleşmesi için ve dilin görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için her lafzın anlamının açık, bağımsız ve spesifik (kendine özgü) olması gerekir.Ancak dilde bunun aksi bir durum da ortaya çıkabilmektedir. Zira lafızlar iki ve daha fazla mana İçin kullanılabilir bir hüviyete sahiptir. Buna da müşterek lafızlar denilmiştir.Müfessirler, usulcüler ve dilbilimciler müşterek lafızlara çok önem vermiş, müşterek lafızlarla ilgili araştırmaya, yazmaya, bunun sebeplerini açıklamaya ve mahiyetini tanımlaya özen göstermişlerdir. Bunun nedeni, Arap dilinde çok sayıda ifadenin yer aldığı metinlerden anlam çıkarmanın önemli hususlardan biri olmasıdır ki bu da şeri hükümlerin istinbatındaki ihtilafların sebeplerinden biridir. Dildeki her ihtilafın, elimizdeki tefsir kitaplarında da gördüğümüz etkilerini yarattığı bilinmektedir. Bu ihtilafların bir kısmı fikir ve fıkıh ekollerinin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmuştur. Araştırmacı, Allah'ın Kitabı'ndaki müşterek lafızları aktarır ve ardından müfessirlerin bu konudaki sözlerini zikreder.Araştırmayı bir giriş ve beş bölüme ayırdım. Giriş bölümünde kelimenin konulduğu manayı dikkate alarak konuştum. Birinci bölümde tez başlığıyla ilgili tanımları açıkladım, dilbilimciler ve usulcüler arasındaki müşterek lafız gibi.Doctoral Thesis Muhammed Said Ramazan El-bûtî'nin Fıkhî Görüşleri ve Metodu(2019) Murad, Shawısh; Aslan, Mehmet SelimBu çalışma müceddid, usûlcü ve çağdaş bir fakîh olan Muhammed Sa'îd Ramazan el-Bûtî'nin fıkhî metodunu ve görüşlerini örneklerle incelemeyi esas almaktadır. Onun kitapları ve araştırmaları, fıkıh ve fıkıh usûlü alanında son derece önemli meseleleri içermektedir. el-Bûtî, usûlî ve fıkhî meselelerdeki görüşlerini ortaya koyarken ilmî bir yöntem takip etmektedir. Onun eserlerinde zikrettiği furû' ve usûl meselelerini inceleyerek fıkhî görüşlerini ve metodunu tümevarım yoluyla ele aldık. Onun bir hükme ulaşırken takip ettiği merhaleleri ve bu merhalelerin en önemli niteliklerini açıkladık. Çalışmamız mukaddime, giriş üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Mukaddime kısmında araştırmanın konusu, önemi, amacı ve problematiği ele alınmaktadır. Keza bu kısımda konuyla ilgili yapılan çalışmalara temas edilmekte ve araştırmanın bu çalışmalardan farklı yönlerine değinilmektedir. Bunun dışında araştırmanın kaynakları ve yöntemi ele alınmaktadır. Giriş bölümünde el-Bûtî'nin doğumu, yetişmesi, ilmî ve sosyal hayatı, siyasetle ilişkisi, davet yöntemi, ahlakı, zühdü, âlimlerin onun hakkındaki görüşleri ve vefatına değinilmektedir. Ayrıca yöntem (metot) kavramı ve, içeriğiyle birlikte önemine değinilmektedir. Bir ilim ne kadar önemli ise, o ilmin metodu da bir o kadar önemlidir. Araştırmacının meseleleri nasıl çözdüğünü takip ettiği metotla gerçekleşmektedir. İlmî bir araştırma takip edilen metotla ilintilidir. Bu sebeple ilmî bir araştırmanın başarısı veya başarısızlığı araştırmacının takip ettiği metotla ortaya çıkmaktadır.Doctoral Thesis The Readings of Obin Omair and Ibn Kathir –acomparative Grammatical Studyl–(2023) Salıh, Hawre Salam; Çınar, Mehmet ŞirinKur'ân Kıraat ilmi, Arap dilinin en önemli kaynaklarından biri sayılır. Zira kıraatler dil alimleri için bir delil olmuştur. Bu çalışma, daha önce Mekke'de yaygın ve en popüler kıraatlerden biri olduğu için mütevatir on kıraat imamından biri olan İmam İbn Kesîr el-Mekkî ile aynı şekilde alanında önde gelen alimlerden olan Ubeyt b. Umeyir'in kıraatlerini yakından ele alamayı amaçlamaktadır. İbn Kesîr'in kıraatinin hükümleri kolay ve anlaşılır olduğu için birçok kişi tarafından okunmuş ve tatbik edilmiştir. İbn Kesîr, dil alimi, belâgat ehli, fesahat sahibi, çağının önderlerinden, güvenilir ve sahih hadisler rivayet etmede mahir olan birisidir. Çalışmamızın diğer ayağını oluşturan diğer alim ise, hicri birinci asırda yaşamış ve hatta İmam Buhârî gibi bazı muhaddislerin zikrettiği üzere Hz.Peygamber'i (sav) gördüğü için ashab-ı kiramdan sayılan Ubeyt b. Umeyir el-Leysî el-Mekkî'dir. Ubeyt b. Umeyir tanınmış müffesirlerden ve önde gelen kadılardan biri olduğu için yüksek bir statüye sahip olmuştur. Zira Mekke'de kadı olarak da çalışmıştır. Aynı zamanda, hadis-i şeriflerin meşhur râvilerinden, dolayısıyla güvenilir hadis âlimlerinden birisi olarak da anılır. Senedin sıhhati, Arapçaya uygunluğu, ihtimale dayalı olsa bile Hz. Osmân Mushaf'ına uygun olması gibi kabul edilen kıraat şartlarına hayiz olmadığı için şaz kıraatlerden sayılmakla beraber kıraatte kendine has bir mezhebi vardır. Bahsi geçen Ubeyt kıraati, şaz bir kıraat olmasına rağmen tefsir, fıkıh ve dil âlimleri arasında seçkin bir konuma sahiptir ve onun kıraati delil olarak kabul edilmiştir. Araştırma aynı zamanda 'Kıraat ilmine genel bir bakış ve Kur'ân kelimelerinin zikredildiği, kıraatlerinin kendi aralarında farklılık gösterdiği ayetlerin ele alınması' konusu içerisinde çalışmaya ilişkin temel terimleri belirledikten sonra mevzu bahis iki imam Ubeyt b. Umeyir ve İbn Kesîr'in hayatını da ele almayı amaçlamıştır. Çalışma, nahiv kitapları ve tefsir kitaplarına dayalı mukayeseli bir gramer çalışması olup, daha sonra nahivcilerin ve tefsir âlimlerinin bu farklılıklar hakkındaki sözlerini aktarması ve incelemesi üzerine kuruludur. Bu bağlamda, aralarında gramer farkının meydana geldiği konuların açıklığa kavuşturulması gerektiğinden dolayı bizde bu konularda yoğunlaştık. İsim, zamir, mebni kelimeler, özel isimler, ism-i fâil ve ism-i mefulün kalıp farklılığı, tekil, çoğul, çoğul kalıpları, fiiller, irab, tahfif ve teşdid gibi her iki alimin ayrışma nedeni olarak detaylı bir şekilde ortaya kondu. Araştırmada, zamir ve mebni kelimeler arasındaki farkın 6 yerde, isimlerin irâbı hususunda 7 yerde, ism-i fâil ve ism-i mefûl, tekil, çoğul, çoğul kalıpları ve benzeri konularda 7 yerde meydana geldiğini örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ayrıca farklılıkların çoğunun malûm ve mechûl kalıplarda, mastarlarda, isimlerde ve isimlerin irâbında olduğu vurgulanmıştır. Tüm bu farklı yönler ve aralarında farklılık gösteren kıraatler, araştırma için zengin bir kaynak oluşturmuştur. Bu nedenle hepsinde gerekli açıklamalar yapılmıştır. Sonuç kısmında ise araştırmanın en önemli bulgularına değinilmiştir. Kapsamlı ve derinlemesine yapılan araştırmadan sonra iki kıraat arasındaki karşılaştırmanın Kur'ân-ı Kerim'de 62 yerle sınırlandırılabileceği, bu iki âlimin 61 yerde birbirine ihtilaf ettiği ve tek bir yerde ittifak ettikleri ortaya çıktığı tespit edilmiştir. İttifak ettikleri ayet ise مَا نَنسَخۡ مِنۡ ءَايَةٍ أَوۡ نُنسِهَا şeklindeki âyettir. Her iki âlim de birinci nûn harfinin fethası, ikinci nunun sükûnu, sîn harfinin fethası ve sâkin hemze şeklinde نَنسَأْها kelimesinde ittifak etmişlerdir. Çalışma, iki kıraat arasındaki farkın diğer tüm yerlerde açık ve net olduğunu ve bu farkın irâb farklılığından kaynaklandığını göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Arap dili Belagatı, Kıraatler, Ubeyt b. Umeyr el-Leysî, İbn Kesîr, Mukârane, Nahiv, İrâb, İhtilâf, Şuzûz.,