Doktora Tezleri

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/12

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 937
  • Doctoral Thesis
    Sulu Çözeltilerde Bulunan Kirleticilerin Adsorpsiyonunda Modifiye Aktif Karbon ve Kil Kullanımının İncelenmesi
    (2025) Alayont, Esra Kulaksız; Durak, Halil; Bayrak, Yüksel
    Bu çalışmada, Kochia scoparia L. bitkisi ve bentonit kili kullanılarak sulu çözeltilerde bulunan Reaktif Black 5 tekstil boyar maddesi ve 5-Florourasil kanser ilacı etken maddesi adsorpsiyon yöntemi ile giderilmiştir. Yapılan çalışmada adsorplayıcı maddelere çeşitli modifikasyon işlemleri uygulanmıştır. Adsorpsiyon ve modifikasyon işlemlerinde optimum şartlar belirlenerek, adsorpsiyon işlemi; adsorpsiyon izotermi, adsorpsiyon kinetiği ve adsorpsiyon termodinamiğine göre incelenmiştir. Modifikasyon ve adsorpsiyon işlemlerine TGA, FT-IR, BET, EDX, SEM, UV-vis. Spektrofotometresi analizleri uygulanarak açıklanmıştır. Modifiye aktif karbon ile Reaktif Black 5 tekstil boyar maddesi giderimi pH 2'de adsorpsiyon dengeye ulaştığında %97.23 oranında gerçekleştiği hesaplanmıştır. Gerçekleşen adsorpsiyon izoterminin Temkin izotermine, adsorpsiyon kinetiğinin yalancı ikinci mertebeden kinetik hız modeline uygunluk gösterdiği, adsorpsiyon prosesinin endotermik olduğu ve kendiliğinden gerçekleşmediği belirtilmiştir. Modifiye aktif karbon ile 5-Florourasil kanser ilacı etken maddesi gideriminin pH 4'te, adsorpsiyon dengeye ulaştığında %66.24 oranında gerçekleştiği hesaplanmıştır. Gerçekleşen adsorpsiyon izoterminin Langmuir izotermine, adsorpsiyon kinetiğinin yalancı ikinci mertebeden kinetik hız modeline uygunluk gösterdiği, adsorpsiyon prosesinin endotermik olduğu ve kendiliğinden gerçekleşmediği belirlenmiştir. Modifiye bentonit ile Reaktif Black 5 tekstil boyar maddesi gideriminin pH 2'de adsorpsiyon dengeye ulaştığında %92 oranında gerçekleştiği hesaplanmıştır. Gerçekleşen adsorpsiyon izoterminin Temkin izotermine, adsorpsiyon kinetiğinin yalancı ikinci mertebeden kinetik hız modeline uygunluk gösterdiği, adsorpsiyon prosesinin endotermik olduğu ve kendiliğinden gerçekleşmediği anlaşılmıştır. Modifiye bentonit ile 5-Florourasil kanser ilacı etken maddesi gideriminin pH 6'da adsorpsiyon dengeye ulaştığında %51.21 oranında gerçekleştiği hesaplanmıştır. Gerçekleşen adsorpsiyon izoterminin Langmuir izotermine, adsorpsiyon kinetiğinin yalancı ikinci mertebeden kinetik hız modeline uygunluk gösterdiği, adsorpsiyon prosesinin endotermik olduğu ve kendiliğinden gerçekleşmediği sonuçlarına ulaşılmıştır.
  • Doctoral Thesis
    Türkiye'de Yetişen Helvella L. Türlerinin Morfolojik ve Moleküler Karakterizasyonu
    (2025) Terman, Şuheda Sümeyye; Tekpınar, Ayten; Akçay, Mustafa Emre
    Helvella, Ascomycota bölümünün Helvellacae familyasında yer alan; düzensiz loblu, eyer, kadeh ya da fincan şeklinde apotezyum yapılarıyla karakterize edilen bir mantar cinsidir. Türkiye, zengin bir mikobiyotaya sahip olmasına rağmen, Helvella cinsi üzerine kapsamlı çalışmalar oldukça sınırlıdır. Türkiye'nin farklı ekolojik bölgelerinde hâlâ keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda tür bulunduğu düşünülmekte; bu nedenle Helvella cinsine yönelik güncel ve kapsamlı bir taksonomik revizyona ihtiyaç duyulmaktadır. Doktora tez çalışmasında, 2022-2024 yılları arasında gerçekleştirilen arazi çalışmalarıyla doğadan toplanan ve çeşitli fungaryumlardan temin edilen örnekler morfolojik ve moleküler yöntemlerle değerlendirilmiş; tür teşhisleri yapılarak filogenetik ilişkileri ortaya konmuştur. Tez kapsamında elde edilen örneklerin, makroskobik ve mikroskobik özellikleri dikkate alınarak morfolojik tanımlamaları yapılmıştır. Makroskobik karakter olarak apotezyum, sap, reseptakulum ve himeniyum yapıları, mikroskobik karakter olarak ise askus, askospor, parafiz, excipulum gibi tanısal özellikler incelemiştir. Mikroskobik seviyede yapılan çalışmalar için distile su, melzer, pamuk mavisi, Congo red ve KOH (potasyum hidroksit) gibi belirteçlerden yararlanılmıştır. Ayrıca, çalışmada tanımlanan Helvella türlerinin tamamı için genişletilmiş morfolojik betimlemeler yapılmış; daha önce eksik ya da yetersiz şekilde belgelenmiş bazı türlerin tanımlamaları güncellenmiştir. Buna ek olarak, Türkiye'de yayılış gösteren Helvella türlerinin ayırt edilmesine olanak tanıyan, morfolojik ve ekolojik karakterlere dayalı yeni bir teşhis anahtarı oluşturulmuştur. Moleküler sistematik çalışmaları kapsamında, beş farklı DNA barkod bölgesine ait [Transkribe edilen aralayıcı bölgeler (ITS), büyük alt ünite (LSU), uzama faktörü 1-alfa (TEF1-α), RNA polimeraz 2 (RPB2) ve ısı şok proteini 90 (HSP90)] DNA dizileri elde edilerek filogenetik analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu bölgelere ait ayrı ayrı diziler elde edildikten sonra birleştirilmiş veri setleriyle dörtlü (ITS/LSU/TEF1-α/HSP90) ve beşli (ITS/LSU/TEF1-α/RPB2/HSP90) çoklu lokus analizleriyle kombine filogramlar oluşturulmuştur. Elde edilen diziler üzerinden Bayesian Inference (BI) yöntemine dayalı filogenetik ağaçlar oluşturularak, morfolojik verilerle desteklenen tür sınırları ve kladal yapılar ortaya konmuştur. Çalışma kapsamında analiz edilen 50 örnekten 26 farklı tür tanımlanmış olup, bu türler Helvella cinsinin Acetabulum, Crispa, Elastica ve Lacunosa kladları içerisinde sınıflandırılmıştır. Tanımlanan türlerden; Acetabulum kladında yer alan H. arctoalpina, Elastica kladında bulunan H. capucina, H. pubescens, H. rivularis ve Lacunosa kladına ait H. alpina, H. dryophila, H. pseudoalpina, H. sublactea türlerinin ülkemiz mikotası için yeni kayıtlar olduğu belirlenmiştir. Bu tez çalışmasıyla, Helvella cinsinin Türkiye'deki taksonomik çeşitliliği ve filogenetik ilişkilerine yönelik şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı değerlendirme yapılmıştır. Morfolojik ve moleküler verilerin birlikte kullanılması sayesinde, tür teşhislerinde karşılaşılan problemlerin büyük oranda çözümlendiği, bazı geleneksel tür tanımlarının ise moleküler veriler ışığında yeniden ele alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca elde edilen bulgular, yalnızca Türkiye mikobiyotası için değil, Helvella cinsinin küresel ölçekte sistematik konumlandırılması açısından da önemli katkılar sunmaktadır. Sonuç olarak, bu çalışma yalnızca mevcut bilgi boşluklarını doldurmakla kalmayıp, gelecekte yapılacak ekolojik, evrimsel ve koruma temelli mikolojik araştırmalara da güçlü bir zemin hazırlamaktadır. Türkiye'nin mantar çeşitliliğine dair farkındalığın artırılması ve mikofloristik envanterlerin güncellenmesi açısından bu tez, temel bir başvuru kaynağı niteliğinde olmaktadır. Anahtar kelimeler: DNA barkodlama, Helvella, HSP90, ITS, LSU, RPB2, TEF1-α, Yeni kayıt
  • Doctoral Thesis
    Pirolotriazinon Yapısı İçeren Yeni Heterobisiklik Bileşiklerin Tasarımı, Sentezi, Teorik Hesaplamaları ve Çeşitli Biyolojik Aktivitelerinin Araştırılması
    (2025) Kuzu, Eylem; Genç, Hasan
    Bu tez çalışması, pirrolotriazinon iskeletine sahip yeni bileşiklerin sentezi, karakterizasyonu ve farmakolojik potansiyellerinin araştırılmasına odaklanmaktadır. Heterosiklik bileşikler, özellikle pirrol ve triazinon türevleri, ilaç keşfi alanında önemli biyolojik aktiviteler sergileyebilen yapılar arasında yer almaktadır. Bu doğrultuda, farklı fonksiyonel gruplarla zenginleştirilmiş çeşitli pirrolotriazinon türevleri sentezlenmiş ve bu türevlerin biyolojik aktiviteleri kapsamlı bir şekilde değerlendirilmiştir. Bileşiklerin yapısal doğrulamaları, ¹H NMR, ¹³C NMR ve LC-MS/MS gibi ileri düzey spektroskopik ve spektrometrik yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, bileşiklerin moleküler özellikleri ve reaksiyon mekanizmaları, yoğunluk fonksiyonel teorisi (DFT) hesaplamaları ile teorik olarak incelenmiş, bu sayede bileşiklerin kararlılığı ve etkileşim potansiyelleri hakkında derinlemesine bilgi sağlanmıştır. Tasarlanan moleküllerin sentezi başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Biyolojik testler sonucunda, sentezlenen bileşiklerin çeşitli kanser hücre hatları üzerinde antiproliferatif etkiler gösterdiği tespit edilmiştir. Etkin bulunan bileşiklerin kanser hücrelerindeki PI3K seviyeleri ELISA yöntemiyle değerlendirilmiş ve bazı bileşiklerin PI3K seviyelerini düzenleyerek kanser hücrelerinin büyümesini engellediği gözlemlenmiştir. Ayrıca, moleküler docking yöntemiyle yapılan in vitro doğrulamalar, bu bileşiklerin hedef proteinlerle etkileşimlerini ve biyolojik aktivitelerinin mekanizmalarını anlamada önemli bir katkı sağlamıştır. Sonuç olarak, bu çalışma, yeni pirrolotriazinon türevlerinin farmakolojik potansiyelini hem deneysel hem de teorik açıdan detaylı bir şekilde inceleyerek, bu bileşiklerin kanser tedavisi gibi terapötik uygulamalarda önemli adaylar olabileceğini ortaya koymaktadır.
  • Doctoral Thesis
    Farklı Makroalg Türlerinden Elde Edilmiş Biyoaktif Bileşiklerin Antikanser ve Antioksidan Özelliklerinin Araştırılması
    (2025) Babat, Ceylan Fidan; Yılmaz, Can; Arslan, Şevki
    Yeni antikanser ajanların keşfi kanser tedavisinde önemli bir yer tutar. Deniz yosunları (makroalgler) kimyasal olarak aktif ve sitotoksik özelliklere sahip metabolitlerin doğal kaynakları arasındadır. Bu nedenle kahverengi, yeşil ve kırmızı deniz yosunlarından izole edilen daha güçlü ve seçici antikanser bileşenlerinin tanımlanması ve bunların etki biçimlerine ilişkin çalışmalar son zamanlarda dikkat çekmektedir ve bu çalışmalar farmakolojik uygulamalar için önemli bir ilerleme niteliği taşımaktadır. Bu tez çalışmasının amacı bazı makroalg türlerinden elde edilen ticari olarak mevcut, saflaştırılmış ve karakterize edilmiş bazı ikincil metabolitler olan hordenin, tiramin ve 2-feniletilaminin kanser hücre hatları üzerindeki anti-kanser etkisini, ayrıca antioksidan ve anti-inflamatuar aktivitelerini araştırmaktır. Bu doğal kaynaklı maddelerin in silico ADME/T analizlerinin sonuçları hem gastrointestinal sistemden hem de kan-beyin bariyerinden (KBB) geçebildiklerini ve görece yüksek ilaç skorları ile farmakolojik açıdan aktif gruplara ve özelliklere sahip olduklarını göstermiştir. Çalışmanın ilk aşamasında hordinin, tiramin, 2-feniletilamin metabolitlerinin ve pozitif kontrol olarak çalışmaya dahil edilen paklitakselin sitotoksik aktivitesi 10 insan kanser hücre hattı (HCT-116, CaCo-2, HT-29, HepG2, PANC-1, Ishikawa, HeLa, A172, A549 ve TT) ve 2 kontrol hücre hattı (HEK293 ve CCD-18Co) üzerinde test edilmiştir. Hordininin test edilen kanser hücre hatlarının hiçbirinde sitotoksik aktivitesi tespit edilmemiştir. Diğer yandan tiramin ve 2-feniletilamin kolon kanseri hücre hatları (HCT-116, CaCo-2 ve HT-29) ile endometriyal kanser hücre hattı (Ishikawa) üzerinde en yüksek sitotoksik aktiviteyi göstermiştir. Tiramin ve 2-feniletilamin için EC50 değerindeki konsantrasyonları HCT-116 hücre hattında sırasıyla 64.63 μM ve 84.50 μM, CaCo-2 hücre hattında 126.90 μM ve 156.23 μM, HT-29 hücre hattında 204.90 μM ve 208.71 μM ve Ishikawa hücre hattında 169.40 μM ve 212.30 μM olarak hesaplanmıştır. Tiramin uygulaması HCT-116, CaCo-2 ve HT-29 hücre hatlarında koloni oluşumunu sırasıyla %92, %95 ve %62 oranında ve 2-feniletilamin sırasıyla %60, %30 ve %17 oranında inhibe etmiştir. Yara iyileşme testi sonuçları tiramin ve 2-feniletilamin uygulamasının HCT-116 hücre migrasyonunu sırasıyla %20 ve %18 oranında ve CaCo-2 hücre migrasyonunu %49 ve %43 oranında inhibe ettiğini göstermiştir. Hesaplamalı analizler bu etkinin MMP-9 enziminin inhibisyonu ile gerçekleşmiş olabileceğini işaret etmektedir. Tiramin ve 2-feniletilamin bileşiklerinin apoptotik aktivitesinin tayini iki farklı yöntemle gerçekleştirilmiştir. Akış sitometrisi sonuçları bu bileşiklerin EC50 değerindeki konsantrasyonları uygulanan HCT-116, CaCo-2 ve HT-29 hücrelerinde canlı, ölü, erken ve apoptotik hücre popülasyonlarının sayısında negatif kontrol grubuna göre anlamlı bir fark oluşturduğunu göstermiştir. qRT-PCR analizleri, antikanser potansiyelini ortaya çıkaracak şekilde CASP 3, CASP 8, CASP 9, BAX, P53 gen ifadelerinin uyarıldığını ve BCL-2 gen ifadesinin baskılandığını ortaya çıkarmıştır. Griess testi, LPS ile indüklenen RAW264.7 hücrelerindeki artmış NO düzeylerinin hordinin, tiramin ve 2-feniletilamin uygulamasıyla pozitif kontrol grubuna göre anlamlı bir düşüş gösterdiğini ve qRT-PCR analizleri iNOS, COX2, IL-6 ve TNF-α gen ifadelerinin anti-inflamatuar etkiyi işaret edecek biçimde anlamlı şekilde baskıladığını, IL-10 gen ifadesini ise artırdığını göstermiştir. Hordinin, tiramin ve 2-feniletilaminin antioksidan aktiviteleri DPPH, ABTS, Galvinoksil, FRAP ve Fosfomolibden olmak üzere beş farklı metotla test edilmiştir. Test edilen bileşiklerin antioksidan aktiviteye sahip olduğu yalnızca ABTS metodu ile tespit edilmiştir. Bu metodla standart antioksidanlar troloks ve askorbik asit için EC50 değerleri sırasıyla 5.23 μM ve 6.52 μM olarak hesaplanırken, hordinin, tiramin ve 2-feniletilamin için sırasıyla 15.78 μM, 9.09 μM ve 137.64 μM olarak hesaplanmıştır. Tiramin ve 2-feniletilaminin EC50 dozları ile muamele edilen HCT-116, CaCo-2 ve HepG2 hücrelerinin toplam GST ile GSTT1 ve GSTM1 izozimleri, GPX ve SOD enzim aktiviteleri ve toplam tiyol düzeyleri kontrol grubuna göre karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Bu alkaloidler ile muamele HCT-116 hücre hattında toplam GST, GPX ve SOD enzim aktivitelerinde artışa ve toplam tiyol düzeylerinde ise düşüşe neden olmuştur. Bu tez çalışmasının sonuçları makroalglerden elde edilmiş metabolitler olan tiramin ve 2-feniletilaminin anlamlı düzeyde sitotoksik, anti-metastatik, apoptotik etki gösterdiğini, bu yolla antikanser potansiyellerinin yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bu gerçeği destekleyecek şekilde hordinin, tiramin ve 2-feniletilamin anlamlı düzeyde anti-inflamatuar ve antioksidan özellik göstermiştir.
  • Doctoral Thesis
    Deneysel Psöriazis Modelinde Bergenin ve Mezenkimal Kök Hücrelerin Kombine Terapötik Etkinliklerinin Araştırılması
    (2025) Keskin, Seda; Açıkgöz, Eda; Çakır, Mustafa
    Psöriazis, keratinosit ve immün hücre etkileşimleri sonucu epidermal hiperplazi ve inflamasyona neden olan kronik inflamatuvar bir otoimmün hastalıktır. Mevcut tedaviler semptomları hafifletse de uzun süreli kullanımda ciddi yan etkilere yol açabilmektedir. NLRP3 inflamazom aktivasyonu ve Nrf2/KEAP1/SIRT1 sinyal bozukluklarının psöriazis şiddetini artırması, yeni anti-inflamatuvar ve immunsüpresör tedavilere olan ihtiyacı doğurmuştur. Sunulan çalışmada, anti-inflamatuvar etkili bergenin (BER) ve immünosüpresif özellikteki mezenkimal kök hücrelerin (MZKH) kombinasyonuyla translasyonel bir tedavi stratejisi hedeflenmiştir. Çalışmada imiquimod (IMQ) ile indüklenen psöriazis fare modelinde, BER ve MZKH'lerin kombine uygulamasının, NLRP3 inflamazomu ile Nrf2/Keap1/SIRT1 ekseni üzerindeki terapötik potansiyelinin aydınlatılması amaçlandı. 48 adet BALB/c fare: Kontrol, Serum Fizyolojik+Vazelin (SF+VAZ), BER, MZKH, IMQ, IMQ+BER, IMQ+MZKH ve Kombine olmak üzere sekiz gruba ayrıldı. Farelerin sırt ve kulak derilerine yedi gün boyunca IMQ uygulamasıyla psöriazis modeli oluşturulduktan sonra psöriazis şiddeti ve yaygınlığı PAŞİ skoruyla, deri ve dalak dokularındaki değişiklikler histopatolojik analizlerle, epidermis/dermisteki hacim yoğunlukları ise stereolojik yöntemlerle belirlendi. İmmünohistokimya ile Ki-67, NLRP3 inflamazom bileşenleri, Nrf2, Keap1 ve SIRT1'in immünoreaktif yoğunlukları ImageJ ile değerlendirildi. Serum örneklerinde TNF-a, IL-1β, IL-17A, IL-6, IL-22 ve IL-23 seviyeleri ELISA ile ölçüldü. Veriler, IMQ grubuna kıyasla BER, MZKH ve kombine tedavilerin; i) PAŞİ skoru ve epidermal kalınlığı azalttığını, ii) hiper/parakeratozis ve Munro mikroapse oluşumlarını hafiflettiğini, iii) dermal immün hücre infiltrasyonunu ve vaskülarizasyonu azalttığını, iv) epidermal/dermal hacim yoğunluğunu düşürdüğünü ve v) dalaktaki splenomegali, ektstrameduller hematopezi ve beyaz pulpa artışını önemli ölçüde azalttığını göstermiştir. BER, MZKH ve kombine uygulamaların Ki-67, NLRP3, ASC, Kaspaz-1, IL-1β ve Nrf2, Keap1'in immünreaktivite yoğunluğu ile psöriazis ile ilişkili sitokin seviyeleri anlamlı derecede azalttığı ve SIRT1 ifade seviyelerini IMQ grubuna kıyasla önemli ölçüde arttırdığı tespit edildi. Sonuçlarımız, BER, MZKH ve kombine tedavilerin; NLRP3 inflamazom aktivasyonunu baskıladığını, KEAP1/NRF2 sinyal yolunu modüle ettiğini ve SIRT1 aktivasyonunu artırarak psöriazis patogenezini hafiflettiğini göstermektedir. Bulgular, BER'in anti-psöriatik etkilerinin, MZKH'lerin immünmodülatör özellikleriyle birleşerek psöriazis tedavisinde potansiyel bir terapötik ajan olabileceğini ortaya koymaktadır. Anahtar Kelimeler: Bergenin, Mezenkimal Kök Hücre, NLRP3 inflamazomu, Nrf2/Keap1/SIRT1 aksı,Psöriazis
  • Doctoral Thesis
    Cumhuriyet Dönemi Kültür Ekseninde İstanbul'da Yeme İçme Alışkanlığının Mutfak ve Mekânlar Üzerinde Değişimi(1923-1960)
    (2025) Yargun, Ferit Ercan; Yücebaş, Ferit
    İstanbul'da mutfak kültürü, esasında orta Asya'dan Anadolu'ya, farklı tarihi evrelerinde değişime uğrayan ve değişimle gelişen Türk mutfak kültürünün uzantısıdır. Bahsi geçen Türk mutfağı geçmişindeki değişimi sağlayan ve Anadolu'ya aksetmesinde en büyük unsurlardan biri de göçler olmuştur. Türkler göçebe bir topluluk olarak tarihin muhatap aldığı birçok alanda iz bıraktıkları gibi yeme içme kültüründe de boy göstermişlerdi. Çadırdan başlayıp imparatorluğa uzanan ve üç kıtada boy gösteren Osmanlı'nın dünya tarihinde etkin rol oynadığı gibi İstanbul'un fethi ile mutfak alanında kültürel izler bıraktığı ve Cumhuriyet dönemi mutfak temellerinin asıl yapı taşının oluşturduğu tartışılmaz bir gerçektir. Osmanlı döneminde İstanbul'un başkent olması ve imparatorluğun en önemli ticari merkezlerinden olmasının avantajını kullanabilmesi, geniş yelpazede zengin gıda çeşitliliğini erişebilme kolaylığına sahip olmasını sağlamıştır. Aynı zamanda saray mutfağının ayrıcalıklı bir mutfak olması İstanbul mutfağının zenginliğini sağlayan en önemli unsurlardan biri olmuştur. Yapısı itibari ile Osmanlı İmparatorluğu birçok farklı etnik köken, farklı ulus ve medeniyetleri bünyesinde bulundurmuş olması, mutfakta 'çeşitliliği' sağlamıştır. Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar uzanan bir mutfak deneyimini bünyesinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu, çağlar boyunca zenginleşmiş ve 'sürekliliği' baz alarak çok kültürlü kozmopolit bir mutfak yapısıyla İstanbul mutfağını zengin kılmıştır. Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte modern İstanbul mutfağı, Osmanlı medeniyetinin geleneksel mutfak mirasını koruyarak Osmanlı mutfağı temelleri üzerinde hep yol almıştır. Asimile olmaya kapalı fakat yeniliklere 6 hep açık bir anlayışla İstanbul mutfağı şekillenmiş, farklı evrelerden de geçerek büyük değişimler ve yeniliklere şahit olmuştur. Zengin Osmanlı mutfağının mirası üzerine inşa edilen bu yeni dönem, modern ile geleneksel olanın arasında bir denge kurarak İstanbul'un kendine has bir lezzet yelpazesini oluşturmuştur. Cumhuriyet ile birlikte yaşanan sosyal ve kültürel değişimler, İstanbul'un gastronomik kimliğini birçok yönüyle etkilemiştir. Günümüz oturma düzenine sahip olmayan ve modernlikten uzak aş evleri, yemek dükkânları, kahvehaneler ve meyhaneler dışında pek fazla sosyal mekânlara sahip olmayan Osmanlı İstanbul'unun son evrelerinde Tanzimat ve Islahat Fermanları sonucu azınlıklara imtiyazlar ve geniş haklar sunulmuştur. Yaşanan bu hadise yabancı etkisini İstanbul'un sosyal hayatında göstermeye başlamıştır. Kırım Savaşı'nda ise Avrupalı devletlerden yardım alınması ve Avrupa'dan gelen askerlerin aileleriyle İstanbul'a yerleşmesi sonucunda İstanbul'da adeta bir yabancı istilası olmuştu ve İstanbul yoğun bir Levanten kültürü etkisi altına girmiştir. Alaturka-Alafranga mutfak tarzı gibi yeni denklemlerle tanışmıştır. Bu uzantının sonucunda tabureli mekânların yerini Avrupai masa ve sandalyeler düzeninin olduğu mekân anlayışına bırakması ile İstanbul yeme-içme, eğlence ve sosyal mekânları açısından yeni bir kimlik kazanmıştır. 1917 tarihi itibari ile Rusya'da yaşanan ihtilal sonrası, Rusya'da yaşayan belli bir kitlenin göç hareketine sebep olmuştu. Dünyanın birçok yerine yayılan Beyaz Ruslar olarak tabir edilen bu göçmenler arasında İstanbul'u tercih edenlerin sayısı neredeyse yüzbinleri bulmaktaydı. Beyaz Rus göçü furyası ile İstanbul mutfağı menüsü mekân çeşitliliği ile zenginliğin doruğuna çıkmıştı, zira Ruslar hizmet sektöründe büyük bir tecrübeye sahiptiler. Özellikle İstanbul, lokantalar pastaneler dışında eğlence, kumar ve gece hayatına dair yeniliklerle tanışmıştı ve zengin yemek çeşitliliği ile İstanbul menü yelpazesi genişlemiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle beraber, Cumhuriyetin modern dinamiği her alanda kendini göstermiş, bu durum mutfak ve mekân anlayışı üzerinde de etkili olmuştur. Bu süreçle birlikte mutfaktaki gelişim ivme kazanmış, mutfak ve yeme içme kültüründeki bu gelişim sürekli hale gelmiştir. Örnek olarak gerek zengin bir içeriğe sahip yemek kitaplarının basılması gerekse de yemek okulları ve enstitüler vasıtası ile öğrenilen birçok yeni tarif ve pişirme teknikleri sayesinde mutfak kültür anlayışı da bir gelişim içerisine girmiştir. Cumhuriyet dönemi ile birlikte Beyoğlu, bir zamanların gözdesi olan Galata'ya 7 nispeten daha da tercih edilir hale gelmiştir. Ayrıca hem Rus mutfak kültürünün hem de Levanten kültürünün etkisinin devam ettiği bu dönemde İstanbul'da birçok mekân açılmıştır. Bu kapsamda içinde restoranı olan oteller, çok sayıda insanın bir arada oturabileceği geniş ve müzik eşliğinde yemek yenilen mekânlar, opera, balo salonları ve kumarhaneler gibi birçok mekân faaliyete geçmiştir. Geleneksel meyhaneler yerini içkili restoran, bar ve birahanelere; tabureli kahvehaneler ise yerlerini artık masa sandalye düzeninin olduğu, bayan ve erkeğin bir arada oturabildiği sosyal mekânlara bırakmıştır. Bütün bu unsurlar günümüz modern dünyasında, tercih ettiğimiz menü ve rağbet gösterdiğimiz mekânların temel taşını oluşturmuştur. Bu gelişmelerin yanında Cumhuriyet'in henüz ilk dönemlerinde 1929 yılında dünya geneline nüfuz eden ekonomik buhran, gıda ekonomisini ciddi anlamda tesiri altına almıştır. Bu tarihten sonra krizin etkileri daha tam anlamıyla atlatılamamışken, II. Dünya Savaşı'nın vuku bulması gıdaya erişimi zorlaştırmış ve yeme içme kültürünü olumsuz yönleriyle etkilemiştir. Türkiye her ne kadar II. Dünya Savaşı'na fiilen katılmamış olsa da savaşın birçok sıkıntısını en derin bir şekilde yaşamıştır. Bu sıkıntıları bertaraf edebilmek amacıyla bazı ek vergiler çıkarılmıştır. Bu vergilerden biri olan Varlık Vergisi ile yeme içme sektörünün önemli bir kısmını elinde bulunduran azınlıkların etkisi azalmaya başlamıştır. Diğer taraftan artmakta olan gıda fiyatlarının ardından ekmek ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla ekmeklik buğday unuyla yapılan ürünlerin (pasta çörek, kek, sandviç ekmeği) imalatı ve satışında sınırlamalar getirilmiş ve yaptırımlar söz konusu olmuştur. Bu durum pastane, lokanta gibi sektörlerin menü çeşitliliğini olumsuz etkilemiştir. Aynı şekilde ekmek karnesi uygulamasıyla günlük tüketilmesi gereken ekmek miktarı devlet tarafından belirlenmiş ve kişi başına düşen gıda miktarı ve kalitesi düşmüştür. Diğer taraftan bu dönemde elektrik verilen bölge sayısında artış gözlenmiştir. Elektrik dağıtımı yavaş yavaş şehir geneline yayılınca mutfak alanındaki teknolojik yenilikler de bu duruma kayıtsız kalamamış, buzdolabı ve gazlı fırınlar İstanbulluların mutfağında yerini almaya başlamıştır. Bunun sonucunda da yemek yapımında ve muhafazasında yeni pratikler doğmuştur. Savaş sonrasında yemek ve mutfak kültüründe gelişmeler artarak devam etmiştir. Özellikle CHP döneminde başlayıp Demokrat Parti döneminde de devam eden Amerika ile olan ikili ilişkiler neticesinde dolaylı olarak Amerika kültürlü hippi modasının İstanbul'u etkisi altına aldığı görülmektedir. 8 Amerikanvari sandviç, hamburger gibi fastfood tarzı yiyecekler menülerde yer bulmaya başlamış ve Amerika filmlerinde gördüğümüz bar ve fastfood hizmeti sunan mekânlar açılmıştır. Cazz müziği ve Cazz barlar da 1950'lerden sonra özellikle İstanbul'da rağbet görmeye başlamıştır. 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olayları nedeniyle Beyoğlu'nda istenmeyen bazı olayların yaşanmasına neden olmuştur. Bütün bu yaşananlar, yeme içme sektörünün belli bir kısmını elinde bulunduran bazı azınlıkların, yavaş yavaş İstanbul'dan ayrılmalarına ve yol açmış ve farklı bir mutfak kültürünün oluşmasına da zemin hazırlamıştır. DP iktidarının özellikle imara verdiği önem ile İstanbul'da ulaşım, eğitim, sağlık gibi sosyal hayata dair olanakların gelişmesi, İstanbul'un hep bir cazibe merkezi olmasını ve dolaylı olarak da birçok bölgeden göç almasını tetiklemiştir. Özellikle çoğunlukla Güney, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'dan (Hatay, Antep, Urfa, Diyarbakır, Van) İstanbul'a göçler vasıtası ile Doğu, Güneydoğu ve Güney Bölgesi kültürüne has lahmacun, Adana kebap, içli köfte, yöresel mezeler gibi birçok lezzetlerle tanışılmıştır. Ayrıca bu bağlamda ocak başı, ciğerci, kebapçı ve lahmacuncu gibi sundukları lezzetleri ile özdeşleşmiş yerel lokantalar açılmaya başlanmıştır. Böylece İstanbul'da özellikle Doğu ve Güney bölgesi kültürü ile harmanlanmış bir mutfak sentezi doğmuştur. Bunun yanında Rusya'ya göç etmiş olan Karadenizlilerin yurda geri dönmesi ve orada öğrendikleri pastacılık, fırıncılık ve hamur işleri deneyimleri ile İstanbul'a hamur işleri zevkini de yaşatması da İstanbul mutfağı için ayrıca bir zenginlik kaynağı olmuştur. Bu göçler neticesinde de İstanbul farklı kültür ve coğrafyaların da hayat bulduğu merkez odağı haline getirmiştir.
  • Doctoral Thesis
    Akciğer Kanseri Biyobelirteci Olan CEA'nın Elektrokimyasal Olarak Belirlenmesi
    (2025) Çiftçi, Müge Yayla; Kazıcı, Hilal Çelik
    Bu çalışma kapsamında vücudun herhangi bir organ ya da dokusunda beliren anormal hücrelerin düzensiz ve kontrolsüz olarak çoğalması sonucu ortaya çıkan kanser hastalığın bir çeşidi olan akciğer kanserinin elektrokimyasal olarak nasıl incelendiği ele alınmaktadır. Akciğer kanserinin hızlı tespiti için sensör geliştirilmesi amacıyla gerekli olan katalizör tasarlanmış ve bu katalizörün incelenmesi için yüzey karakterizasyon yöntemleri belirlenmiştir. Bu tez çalışmasında akciğer kanseri biyobelirteci olan karsiyoembriyonik antijen (CEA)'nın tespiti için solvotermal sentez yöntemi kullanılarak Fe3O4, Fe3O4/rGO ve Pt/Fe3O4/rGO nanoyapıları sentezlenmiştir. Sentezlenen yapılar elektrokimyasal analiz yöntemleri ile incelenmiş ve en iyi olanı belirlenmiştir. Pt/Fe3O4/rGO elektrokatalizörünün karakterizasyonu, X-ışını kırınımı (XRD), Taramalı electron mikroskobu (TEM) ve taramalı elektron mikroskobu enerji dağılımlı X-ışını analizi (SEM-EDX) ile yapılmıştır. Elektrokatalizörlerin etkinlikleri dönüşümlü voltametri (CV) ve diferansiyel puls (DPV) yöntemleri kullanılarak belirlenmiştir. Geliştirilen sensörün anticea – cea etkileşimi için çalışma şartları optimize edilerek gerçek numunelerde tanınması amacı ile ölçümler alınmış ve başarı ile uygulanmıştır. Ayrıca sensör çalışmasının uygulanabilirliği için tekrarlanabilirlik, tekrar üretilebilirlik, seçicilik ve kararlılık çalışmaları yapışmış ve başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu tez çalışması sonucunda 0.0000942 ng/ml düşük algılma sınırına sahip diğer bileşenlerle girşim etkisi göstermeyen fiziksel adsorpsiyon yöntemi ile başarılı sonuçlar elde edilen bir sensor geliştirilmiştir.
  • Doctoral Thesis
    İş Becerikliliğinin İş Akış Deneyimi Üzerindeki Etkisinde Kişi-İş Uyumu ve Kişi-Örgüt Uyumunun Aracılık Rolü
    (2025) Kabak, Aykut; Kalay, Faruk
    İlgili literatürde çalışanların iş akış deneyimlerini ele alan çalışmaların olduğu bilinmektedir. Önceki çalışmalardan farklı olarak bu çalışmanın amacı, iş becerikliliğinin iş akış deneyimi üzerindeki etkisini ve bu etkide kişi-iş uyumu ile kişi-örgüt uyumunun aracı rolü olup olmadığını incelemektir. Kolayda örnekleme ve yüz yüze anket kullanılarak 921 sağlık çalışanından veri toplanmıştır. Elde edilen verilerin analizinde SPSS, Process Makro ve Jamovi programları kullanılmıştır. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda pek çok sonuca ulaşılmıştır. İş becerikliliğinin, kişi-iş uyumu, kişi-örgüt uyumu ve iş akış deneyimi üzerinde doğrudan olumlu ve anlamlı bir etkisi vardır. Ayrıca, iş becerikliliğinin tüm boyutları (görev becerikliliği, bilişsel beceriklilik ve ilişkisel beceriklilik) kişi-iş uyumu, kişi-örgüt uyumu ve iş akış deneyimi boyutları olan kendini işe verme, işten zevk alma ve içsel iş motivasyonu üzerinde doğrudan olumlu ve anlamlı bir etkiye sahiptir. Kişi-iş uyumu ve kişi-örgüt uyumunun hem iş akış deneyimi hem de iş akış deneyimi boyutları olan kendini işe verme, işten zevk alma ve içsel iş motivasyonu üzerinde doğrudan olumlu ve anlamlı bir etkisi vardır. Öte yandan, hem kişi-iş uyumu hem de kişi-örgüt uyumu, iş becerikliliğinin iş akış deneyimi üzerindeki dolaylı olumlu ve anlamlı etkisinde aracı bir role sahiptir. Aynı zamanda, hem kişi-iş uyumu hem de kişi-örgüt uyumu, iş becerikliliğinin her bir boyutunun (görev becerikliliği, bilişsel beceriklilik ve ilişkisel beceriklilik) iş akış deneyiminin boyutları (kendini işe verme, işten zevk alma ve içsel iş motivasyonu) üzerindeki dolaylı olumlu ve anlamlı etkisinde aracı bir role sahiptir. Sonuçlar tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur.
  • Doctoral Thesis
    Cemîl Sıdkî Ez-Zehâvî'nin Şiirlerinde Kadın
    (2025) Güler, Murat; Akbaş, Rıfat
    Kadın meselesi, edebiyat tarihinde her dönemde yazar ve şairlerin ilgisini çeken temel temalardan biri olmuştur. Hem nesir hem de nazım türü eserlerde yer bulan bu tema, modern dönemde de önemini sürdürmüştür. Özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren 20. yüzyılla birlikte kadın hakları üzerine yürütülen tartışmalar, dönemin entelektüel çevrelerini derinden etkilemiştir. 1863-1936 yılları arasında yaşamış ve Osmanlı bürokrasisinde görev almış Iraklı düşünür ve şair Cemil Sıdkî ez-Zehâvî de bu tartışmalara kadınları savunma amacıyla dâhil olmuştur. Kadın taraftarları ile karşıtları arasında süregelen bu münakaşalar, kadınların mahrum bırakıldığı haklar, bu hakların nasıl elde edileceği ve kadının toplumsal konumunu belirleyen ölçütler etrafında şekillenmiştir. Zehâvî, bu çerçevede kadının ailevi, toplumsal ve dinî konumunu da şiirlerinde işlemiştir. Kadını bir eş ve anne olarak değerlendiren şair, onun aile içindeki yerine vurgu yapmış; toplumsal bağlamda ise kadının çalışma hayatına katılımı, eğitim alma hakkı ve toplumsal kalkınmadaki rolü üzerinde durmuştur. Şair, kız çocuklarının erken yaşta yaşlı erkeklerle evlendirilmesi, çok eşlilik ve boşanma gibi dönemin kronikleşmiş sorunlarını da eleştirel bir bakışla gündeme getirmiştir. Din adamlarının kadınlara bakışını ve din adına savunulan bazı yanlış inanç ve gelenekleri de şiirsel dille sorgulamıştır. Kadın meselesini Doğu-Batı ekseninde ele alan Zehâvî, Doğulu kadının Batılı hemcinsine kıyasla değersizleştirilmesini sert bir dille tenkit etmiştir. Zehâvî'nin şiirlerinde dikkat çeken bir diğer mesele ise kadına yönelik şiddettir. Ataerkil Irak toplumunda erkek egemen zihniyetin kadını ötekileştirmesi ve bir meta gibi görmesi, şairin şiirlerinde ele aldığı başlıca sorunlardan biridir. Ancak Zehâvî kadını yalnızca mağdur yönüyle değil, yaratılışın bir parçası olarak fiziksel güzelliğiyle de tasvir etmiştir. Nitekim yüz, yanak, göz, boy ve saç gibi unsurlar onun kendine has üslubuyla betimlenmiştir. Bu çalışma, Zehâvî'nin kadın konusuna dair şiirlerini esas alarak, metin analizi ve tahlil yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.
  • Doctoral Thesis
    Herakleios Hanedanlığı Dönemi'nde Bizans-Müslüman İlişkileri (610-711)
    (2025) Karakuş, Burcu; Duman, Abdullah
    Herakleios Hanedanlığı (610-711), Bizans İmparatorluğu tarihi içerisinde siyasî, sosyal, kültürel ve dinî dönüşümlerin yaşandığı kritik bir dönemi temsil eder. Kartaca Eksarhosu'nun oğlu Herakleios'un, 610 yılında selefi Phokas'ı devirerek Bizans tahtını ele geçirmesiyle birlikte Herakleios Hanedanlığı dönemi başlamıştır. İmparator Herakleios, tahta geçtikten sonra karşılaştığı en önemli tehditlerden biri olan Sâsânîlerle yürütülen uzun ve zorlu savaşları 628 yılında kazandı. Ancak bu askerî başarı, imparatorluğun derin bir nefes almasına yetmedi. Çok geçmeden güneyde, Arap Yarımadası'nda ortaya çıkan ve kısa sürede siyasî birliğe kavuşan İslâm Devleti ile karşı karşıya kaldı. Herakleios Hanedanlığı'nın Müslümanlarla ilişkileri, Hz. Muhammed (sav) döneminde başladı. Başlangıçta diplomatik düzeyde seyreden temaslar, zamanla askerî çatışmalara dönüştü. İki devlet arasındaki ilişkiler, Herakleios'un torunu II. Konstans (641- 668) döneminde de devam etti. Konstans'ın saltanatı sürecinde İslâm Devleti'nin başında ilk halife Ebû Bekir (632-634) ve halefi Ömer (634- 644) vardı. Bizans'ın, Müslümanlarla kara mücadeleleri devam ederken 655'te yapılan ilk büyük deniz savaşında (Zâtüssavârî) imparatorluk Doğu Akdeniz'deki üstünlüğü kaybetti. İmparator II. Konstans'dan sonra tahta, oğlu IV. Konstantinos (668- 685) geçti. IV. Konstantinos döneminde, Muaviye'nin liderliğinde kurulan Emevîlerle Bizans arasındaki ilişkiler daha çatışmalı bir hâl aldı. Süreçte Anadolu toprakları, Müslüman akınlarına sık sık hedef oldu ve bölge sürekli bir askerî baskı altında kaldı. Müslüman saldırılarından en çok etkilenen şehir, Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis oldu. 668-679 yılları arasında şehir, kara ve denizden olmak üzere Müslüman kuşatmasına maruz kaldı. Son deniz kuşatmasında ise Bizans'ın deniz gücünü ve 'Grajuva' olarak bilinen su üzerinde yanan ateşin kullanımı sayesinde Müslümanlar ağır bir yenilgiye uğratıldı. IV. Konstantinos'tan sonra 685 yılında II. Justinianos (685-695/705-711) hanedanlığın başına geçti. Herakleios Hanedanlığı'nın son temsilcisi olan II. Justinianos, Bizans tahtına iki kez çıktı. Bu dönemde, Emevîler ile yoğun diplomatik temasların yanı sıra iki devlet arasındaki askerî mücadeleler de devam etti. Bu çalışmada, Herakleios Hanedanlığı döneminde Bizans ile Müslümanlar arasındaki ilişkiler, askerî çatışmalar, diplomatik girişimler ve kültürel etkileşimler bağlamında çok boyutlu olarak ele alınmıştır.
  • Doctoral Thesis
    Göllerin Kentsel Termal Konfor Üzerine Etkisi:Van Gölü Örneği
    (2025) Yuca, Nursevil; Alp, Şevket; Irmak, Mehmet Akif
    İnsanlar tarih boyunca iklim koşullarını göz önünde bulundurarak yerleşim alanlarını belirlemiş; özellikle büyük su kütlelerinin çevresindeki kıyı bölgeleri, ılıman iklim koşulları, tarım ve hayvancılığa elverişlilikleri ile ekonomik potansiyelleri nedeniyle öncelikli tercihler arasında yer almıştır. Ancak, son yüzyılda hız kazanan kentleşme ve yapılaşma süreçleri, bu bölgelerin doğal işlevlerini yitirmesine neden olarak kentsel ısı adalarının oluşumu ve mikro ölçekte iklim değişiklikleri gibi çeşitli olumsuz etkilere yol açmıştır. Bu çalışmada, büyük bir su kütlesi olan Van Gölü'nün, Van ili özelinde hem bölgesel hem de mikro ölçekte iklim koşulları ve kentsel termal konfor üzerindeki düzenleyici etkileri analiz edilmiştir. Bölgesel ölçekte, göle kıyısı olan ve iç kesimlerde yer alan ilçelere ait uzun yıllara dayalı iklim verilerinin analiz edilmesi ile elde edilen Fizyolojik Eşdeğer Sıcaklık (FES) değerleri temel alınarak zamansal ve mekânsal analiz haritaları oluşturulmuştur. Mikro ölçekte ise, Van Gölü'ne farklı uzaklıklarda ve farklı kentsel dokulara sahip beş lokasyonda, 2024 yılı boyunca 1.5 metre yükseklikten meteorolojik veriler toplanmış; ENVI-met mikroiklim modeli kullanılarak iki lokasyon için yaz ve kış mevsimlerine ait toplam 36 farklı iklim uyumlu tasarım senaryoları gerçekleştirilmiştir. Senaryo sonuçlarına göre; birinci lokasyonda bitki örtüsünün %50 oranında azaltıldığı iklim uyumlu tasarım senaryosu 7'nin, yaz aylarında öğle saatlerinde FES değerini 0.7 °C azaltmış, rüzgâr hızını 0.4 m/s artırmış; kış aylarında ise hava sıcaklığını öğle saatlerinde 0.7 °C yükseltmiş, FES değerini saat 10:00'da ve 12:00'de 1.7 °C artırarak olumlu sonuçlar verdiği tespit edilmiştir. Bu nedenle söz konusu bu senaryo, iklimle uyumlu potansiyel uygulama senaryosu olarak değerlendirilmiştir. İkinci lokasyonda, su yüzeyinin eklendiği Senaryo 5'in; yaz aylarında hava sıcaklığını 1.1 °C azaltırken, kış aylarında sıcaklığı gün içerisinde 2.2 °C ile 8.3 °C arasında artırmış; FES değerlerini 1 °C ile 1.5 °C arasında yükseltmiş, rüzgâr hızında ise %7.2 oranında azalma sağlamıştır. Ayrıca, bitkilendirmenin %75 oranında olduğu iklim uyumlu tasarım senaryosu 7,'nin; yaz aylarında öğle saatlerinde FES değerlerini 0.9 °C ile 1.2 °C arasında düşürerek başarılı sonuçlar vermiştir. Bu iki senaryo da öncelikli iklim uyumlu tasarım senaryoları arasında değerlendirilmiştir. Bu çalışma, Van Gölü'nün hem bölgesel hem de mikro ölçekte kent iklimi ve termal konfor üzerinde önemli bir iklim düzenleyicisi olarak rolü olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle kıyı bölgelerinde, yazın serinletici, kışın ise ısıtıcı etkiler oluşturarak mikroiklim koşullarını iyileştirdiği tespit edilmiştir. FES analizleri ve ENVI-met simülasyonları, bitki örtüsü yoğunluğu ve su yüzeyi varlığının termal konfor üzerinde belirleyici etmenler olduğunu göstermiştir. Bu bulgular, sürdürülebilir ve iklime duyarlı ii kentsel açık alan tasarımlarında su ve bitki unsurlarının stratejik biçimde kullanılmasının önemine işaret etmektedir.
  • Doctoral Thesis
    Siirt İli ve Yöresinde İnsan ve Buzağılardan Elde Edilen Dışkı Örneklerinde Cryptosporidium Türlerinin Mikroskobik ve Moleküler Yöntemlerle Araştırılması
    (2025) Özbek, Asım; Yılmaz, Hasan
    Bu çalışmanın amacı, Siirt yöresinde insanlarda ve buzağılarda Cryptosporidium tür ve alt türlerinin görülme oranlarını araştırmaktır. Çalışmaya başlamadan önce, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmaları Etik Kurulundan çalışma onayı alındı. Çalışma, Nisan 2024- Aralık 2024 tarihleri arasında 200 gönüllü hasta ve 200 adet buzağı üzerinde yürütüldü. Sindirim sistemi şikayetleri ile Siirt Eğitim ve Araştırma Hastanesinin çeşitli polikliniklerine başvuran 18-85 yaş aralığındaki ishalli hastalardan alınan dışkı örnekleri toplandı. Siirt merkez ve ilçelerinde buzağılardan toplanan 200 dışkı örneği buzağıların rektumundan direkt olarak alındı. Elde edilen tüm dışkı örnekleri, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Araştırma Laboratuvarına ulaştırıldı. Laboratuvarda bütün dışkı örnekleri, modifiye asit fast boyama (mAF), immünokromatografik kaset test (İKT) ve moleküler yöntemler ile incelendi. İnsanlardan alınan dışkı örneklerinin 10'unda (%5), buzağılardan alınan dışkı örneklerinin ise 22'sinde (%11) Cryptosporidium spp. saptandı. Modifiye asit-fast boyama yöntemi ile Cryptosporidium spp. görülen tüm örnekler, İKT ve nested-PCR yöntemi ile de pozitif saptandı. Ancak mAF boyama yöntemi ile parazit görülmeyen beş örnekte, İKT ve nested-PCR yöntemi ile parazit saptandı. Cowp geni PCR-RFLP sonuçlarına göre pozitif örneklerdeki tüm Cryptosporidium spp. izolatlarının C. parvum olduğu belirlendi. gp60 gen bölgesinin sekans analizi sonuçlarına göre ise buzağı izolatlarının IIa, insan izolatlarının ise IId alt tip ailesine ait olduğu belirlendi. Sonuç olarak, Siirt ili ve yöresinde insanlarda da ilk defa Cryptosporidium spp. prevalansı belirlenmiş olup hem insanlarda hem de hayvanlarda cryptosporidiosis'e sebep olan etkin türün C. parvum olduğu saptandı. Ayrıca hastanelerde Cryptosporidium spp. teşhisinde kullanılan mAF boyama yöntemine ilave olarak nested PCR veya İKT yönteminin de rutin tanıda kullanılmasının oldukça önemli olduğu kanaatine varıldı.
  • Doctoral Thesis
    Türkiye'de Afet Yönetimi: Risk Yönetimi Ekseninde Bir Model Önerisi
    (2025) Erol, Fırat; Kalay, Faruk
    Dünyada meydan gelen afetler her geçen gün çok sayıda insanı, çok boyutlu şekilde etkilemekte ve çeşitli yönleriyle ülkelere ekonomik bir yük yüklemektedir. Bu durum doğal olarak insanoğlunu afetler ile mücadele etmeye, afetlere karşı bir tepki geliştirmeye zorlamaktadır. Başta depremler olmak üzere yaşanan afetlerin can ve mal kaybı ile ekonomik yükünü en azından, minimum seviyeye indirme isteği ancak ve ancak etkin, verimli ve sürdürülebilir bir yönetim anlayışıyla mümkün olabilecektir. Bu anlayışla yürütülen tez çalışmasının amacı, Türkiye'de Afet Yönetimi bağlamında son dönemlerde sıkça tartışılan ve genel kabul görmüş 'Risk ve Risk Yönetimi' odağında bir model önerisi sunmaktır. Türkiye'de afet denilince akla ilk gelen yöntemler; 'mutlak müdahale', 'iyileştirme' ve 'yara sarma' anlayışlarıdır. Her ne kadar son yıllarda risk yönetimine ilişkin birtakım işleyişler veya 'kıpırdamalar' söz konusu ise de, bu anlayışın sahaya yansıması, eksiklikler ve yetersizliklerle doludur. Ancak dünyada yaşanan afetlere karşı uygulanmakta olan yönetim anlayışlarına dair örnekler incelendiğinde, tam aksi bir durum da söz konusudur. Yani, evvela yönetilmesi gereken bir 'risk' söz konusudur. Risk yönetiminin ön planda olduğu Japonya gibi ülkeler, henüz afetler olmadan önce afetlerin yıkıcı etkilerini önleme ya da azaltma yoluna gitmiş, başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Bu durum, afetlere karşı hazırlıklı olabilmesi amacıyla Türkiye'nin de risk ve risk yönetimi anlayışını, afet yönetiminde hâkim bir uygulama olarak sahaya yansıtmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye'de afet yönetimiyle ilgili risk yönetimi ekseninde bir model önerisini konu edinen bu tez çalışması, genel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümü; afet ve afet yönetimine ilişkin kavramsal çerçeveyi kapsarken, ikinci bölümünde de; afetlere sürekli maruz kalan ülke örnekleri ile bu ülkelerdeki uluslararası kuruluşların afetler üzerindeki rolleri incelenmiştir. Yani söz konusu ülkelerin afet yönetim sistemleri ile Türkiye'deki afet yönetim sistemleri karşılaştırılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü ise, risk yönetimi ekseninde bir model önerisi sunmaya yöneliktir. Araştırmanın üçüncü bölümünde, 'karma yöntem tekniği'yle oluşturulan bir çalışma süreci söz konusudur. Bu süreç, üç aşamadan oluşur. Aşamalar; 'tümevarım tekniği' yle ilerler ve model önerisi geliştirme ile son bulur. Aşamalar sırasıyla; nitel araştırma teknikleri, nicel veriler, SWOT analizleri ve bu çalışmalar neticesinde elde edilen verilere dayalı olarak model önerisini sunma hiyerarşisi içinde gelişmektedir. Çalışmada kullanılan veri toplama yöntemi ise şöyledir: Çalışmanın ilk aşaması olan nitel araştırma tekniğinde, 'amaçlı örnekleme' ile konu uzmanlarından; İstanbul/İstanbul çevresi, Ankara ve Van illerinden afet –risk yönetimi olarak saha çalışmasında / yönetim kadrolarında yıllarca fiilen yer alan toplam 25 kişi ile yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda elde edilen veriler yer almaktadır. Görüşme verileri, metinlere dönüştürülerek MAXQDA 24 programıyla analiz edilmiş ve sonuçlandırılmıştır. Araştırmanın ikinci aşaması olan nicel veriler ise; AFAD, Kızılay, UMKE, EM-DAT, OECD, TUİK, ÇŞİB, DASK gibi kurum ve kuruluşlardan gerek resmi taleplerle gerekse de resmi web sitelerinde yer alan verilerden elde edilmiştir. Elde edilen bu nicel veriler, çalışmadaki 'Türkiye'nin risk profili' ni ortaya çıkarmaktadır. Üçüncü ve son aşama olan SWOT matrisleri de görüşmeci katılımcılardan elde edilen verilere dayalı olarak geliştirilen, SWOT matrislerin analizine dayanmaktadır. Elde edilen tüm bu veriler ışığında önerilen model ile, risk faktörlerinin önlenmesi ya da risklerin en aza indirilmesine yönelik bir 'çalışma mekanizması' oluşturulmuştur. Bu bağlamada tez çalışmasında önerilen model; 'Acil Durum ve Afet Bakanlığı'nın kurulması, önerilen modeldeki Bakanlığın kendine has ayrı bir bütçesinin olması, il/ilçe teşkilatlanmasının sağlanması, bilimsel istişare kurulunun oluşturulması, paydaşlı ve çok katmanlı güçlü bir çalışma mekanizmasına dayanmaktadır. Önerilen modelin çalışma mekanizması, olağan durumlarda kent ve toplum direncini arttırmak amacıyla riskleri belirleyip en aza indirmeyi amaçlayan 'risk yönetimi' odaklı çalışmanın yanı sıra olağan dışı durumlarda ise; afetlere karşı etkin, verimli ve sürdürülebilir afet yönetimini yürütebilmek için, müdahale ve kriz yönetimi çalışmalarının tek elden yönetimini esas alan uygulamalar geliştirmeyi hedeflemektedir
  • Doctoral Thesis
    İklim Krizi Bağlamında Türkiye'de Akarsu Yönetimi: Van Gölü Havzası Üzerine Bir Araştırma
    (2025) Gözcü, Ali Can; Turan, Abdulmenaf
    İklim krizi, küresel ölçekte tüm canlı yaşamını etkileyen en büyük ortak sorunlardan biri haline gelmiştir. Bu kriz bağlamında, doğal su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi giderek daha fazla önem kazanmakta, özellikle akarsu yönetimi ekolojik denge, sosyoekonomik sürdürülebilirlik ve toplum sağlığı açısından kritik bir rol üstlenmektedir. İklim krizine yönelik çok sayıda bilimsel çalışma yapılmış, uluslararası toplantılar düzenlenmiş ve bu toplantılar sonucunda çeşitli sözleşmeler ile eylem planları hayata geçirilerek ülkelerin ulusal politika ve stratejilerine yön verilmiştir. Ancak, iklim krizinin akarsular üzerindeki etkilerine dair yapılan araştırmalar görece sınırlı kalmıştır. Bu çalışmada, öncelikle iklim krizi ve akarsu yönetimi başlıkları altında literatürdeki temel yaklaşımlar ve ilgili çalışmalar değerlendirilmiş, sonrasında Türkiye özelinde Van Gölü Havzası örneği üzerinden derinlemesine bir analiz gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın temel amacı, iklim krizi bağlamında Türkiye'deki akarsu yönetiminin mevcut durumunu Van Gölü Havzası örnekleminde incelemek ve bu çerçevede alternatif bir yönetim modeli önerisi sunmaktır. Araştırmada, literatür taraması, belge ve doküman analizi, Devlet Su İşleri (DSİ)'den edinilen toplantı tutanaklarının incelenmesi ve yarı yapılandırılmış mülakat yöntemleri kullanılmıştır. Mülakat soruları, çalışma sürecinde ön plana çıkan beş tematik başlığa göre tasarlanmıştır: (1) iklim krizinin akarsu yönetimine etkisi, (2) mevcut mevzuat, (3) kurumsal koordinasyon ve işbirliği düzeyi, (4) uygulamadaki güçlü ve zayıf yönler ile (5) toplumsal bilgi ve farkındalık düzeyi. Elde edilen bulgular, Türkiye'de akarsu yönetiminin entegre havza yönetimi ilkeleri doğrultusunda yapılandırılması gerektiğini göstermektedir. Her havzanın özgün özellikleri ile iklim krizine ilişkin projeksiyonlar dikkate alınarak, katılımcı ve çok aktörlü bir yönetişim süreci benimsenmelidir. Türkiye'de akarsu yönetimiyle ilgili yetki ve sorumluluğa sahip birçok kurumun varlığı, yönetim süreçlerinde karmaşaya yol açmaktadır. Bu nedenle, ilgili kurumların görev tanımları yasal düzenlemelerle netleştirilmeli; benzer sorumluluklar birleştirilerek kurumlar arası koordinasyon ve sürekli iletişimi sağlayacak bir üst yapı oluşturulmalıdır. Ayrıca, Su Kanunu çalışmaları kapsamlı biçimde yeniden ele alınarak yürürlüğe konulmalı; denetim ve kontrol mekanizmaları, geliştirilmelidir.
  • Doctoral Thesis
    Türkiye'de Bulunan Endemik Abies Türlerinin Makine Öğrenme Teknikleri Kullanılarak İklim Değişikliği Senaryoları Altında Habitat Dağılımlarının Modellenmesi
    (2025) Yeler, Sevim Tuğçe; Şatır, Onur
    Ekosistemler ve türler üzerindeki en belirleyici ekolojik etkenlerden biri iklimdir. Günümüzün en önemli sorunlarından birisi olarak tanımlanan iklim değişikliği, orman ekosistemleri üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Biyolojik çeşitlilik ve karbon tutma yönünden önemli olan orman ekosistemlerinin, iklim değişikliği baskısıyla yayılımı, bileşimi ve fonksiyonlarının büyük oranda değişeceği tahmin edilmektedir. Bu çalışmanın amacı; Türkiye'de endemik olan ve orman ekosistemine ekolojik katkısıyla öne çıkan göknar taksonlarının (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani, Abies cilicica subsp. cilicica, Abies cilicica subsp. isaurica, Abies nordmanniana), günümüz ve gelecekteki potansiyel dağılımının tür varlığı verisi ve çevresel değişkenler ile modellenmesidir. Bu doğrultuda, tür dağılımı günümüz için 1970-2000 yıllarına ait iklim verileri ile gelecek için SSP2 4.5 ve SSP5 8.5 senaryolarına göre 2081-2100 zaman aralıklarını kapsayacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu analizlerin gerçekleştirilmesi için tür dağılımlarının modellenmesinde günümüzde sıkça kullanılan bir yöntem olan makine öğrenme yöntemleri, Coğrafi Bilgi Sistemleri yazılımları yardımıyla kullanılmıştır. Bu tez çalışmasında kullanılan makine öğrenmesi yöntemleri; Maksimum Entropi (MaxEnt), Çoklu Lojistik Regresyon, Multi Layer Perceptron ve Doğrusal Karışım Modeli yöntemleridir. Model sonuçlarının tahmin doğruluğunu ifade eden Receiver Operating Characteristic (ROC) eğrisi, çalışmanın doğruluk analizinin gerçekleştirilmesinde kullanılarak her iki tür içinde 0.999 Area Under Curve (AUC) değeriyle MaxEnt modeli en doğru yöntem olarak belirlenmiştir. MaxEnt modeli gelecek senaryolara uygulanarak türün gelecekteki durumu ve değişim analizleri tespit edilmiştir. Ayrıca, türlerin geleceğe yönelik planlama kararlarına doğrudan etki edebilecek antropojenik etkiler de (nüfus yoğunluğu ve yol ağlarına erişim) analiz edilmiştir. Bu çalışmada elde edilen bulguların, göknar taksonlarının gelecekte sürdürülebilmesi ve korunmasına yönelik güçlü stratejilerin belirlenmesi için kullanılmasına ve tür dağılımlarının belirlenmesi amacıyla yapılacak çalışmalara katkı sağlaması açısından önemli olduğu belirlenmiştir.
  • Doctoral Thesis
    XVIII. Yüzyıl Osmanlı Devleti'nde Göç ve Sürgün (1700-1789)
    (2025) Gök, Uğur; Qasımov, Cavid
    Çalışmada, Osmanlı Devleti'nde XVIII. yüzyılda meydana gelen göç ve sürgün hareketleri ele alınmıştır. Osmanlı Devleti'nin geniş coğrafyası ve farklı etnik ve dini grupları barındırması, bu yüzyılda çeşitli nedenlerle yoğun göç ve sürgün olaylarının yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Savaşlar, isyanlar, doğal afetler ve ekonomik sıkıntılar, insanların yer değiştirmesine yol açan başlıca faktörlerdendir. Özellikle Osmanlı-Rus savaşları ve Balkanlardaki ayaklanmalar, büyük nüfus hareketlerine neden olmuştur. Kırım Tatarları ve Balkan Müslümanları gibi topluluklar, savaşların etkisiyle Osmanlı topraklarına doğru kitlesel göçler gerçekleştirmişlerdir. Devlet, iskân politikalarıyla bu göçleri yönlendirmeye çalışmış ve yeni gelenlerin yerleşim yerlerini belirlemiştir. Ancak bu süreç zaman zaman sorunlara ve yerel halkla çatışmalara da yol açmıştır. Sürgünler ise devletin otoritesini sağlama ve muhalif unsurları uzaklaştırma amacıyla uyguladığı bir yöntem olmuştur. Siyasi suçlular, isyancılar ve bazı durumlarda topluluklar, imparatorluğun farklı bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Bu sürgünler, sürgün edilenlerin sosyal ve ekonomik hayatlarını derinden etkilemiştir. XVIII. yüzyılda yaşanan göç ve sürgün hareketleri, Osmanlı Devleti'nin demografik yapısını, ekonomik dengelerini ve sosyal ilişkilerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Devletin iskân politikaları ve sürgün uygulamaları, merkezi otoritenin gücünü gösterme çabası olarak değerlendirilebilir. Çalışmanın amacı, XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde yaşanan göç ve sürgünlerin iç ve dış dinamiklerini incelemek, bu hareketlerin Osmanlı toplumu ve devleti üzerindeki etkilerini ortaya koymaktır
  • Doctoral Thesis
    Tüm Genomu Kapsayan Slico Dart ve SNP Belirteçleriyle Dünya Şeker Pancarı Gen Kaynaklarında Genetik Çeşitliliğin Belirlenmesi
    (2025) Alqalus, Noor Maiwan Bahjat; Yıldız, Mehtap; Baloch, Faheem Shahzad
    Şeker pancarının (Beta vulgaris ssp. vulgaris) nispeten kısa evrimsel geçmişi göz önüne alındığında, genotip/çeşitler arasındaki genetik çeşitlilik ve işlevsel genler hakkındaki bilgimiz sınırlıdır ve bu da ıslah çalışmalarındaki ilerlemeleri yavaşlatmıştır. Bu sorunu ele almak için, 4609 SNP ve 6950 SilicoDArT markırı kullanılarak 16 ülkeden toplam 94 genotipte popülasyon yapısı ve genetik çeşitliliği araştırılmıştır. Bu tez çalışmasında şeker pancarı genotipleri arasında yüksek düzeyde genetik çeşitliliğin var olduğu tespit edilmiştir. Ancak, SNP markırlarına ait veri seti, SilicoDArT markır sistemine kıyasla daha yüksek çeşitlilik değerlerine sahip olmuştur. Elde edilen veri ile yapılan analizlerde şeker pancarı çeşit/genotipleri üç ana kümeye ayrılmıştır: S-I, S-II ve S-III. S-I kümesi, 35 şeker pancarı çeşit/genotipini kapsamaktadır ve bunların %51'i ABD kökenlidir. Avrupa genotipleri kümenin %14'ünü oluşturmaktadır. Ayrıca, ABD orijinli çeşit/genotipleri de içeren S-III-B Kümesinin %80'den fazlası Orta Doğu ülkeleri orijinli genotiplerden oluşmaktadır. SilicoDArT markırlarının kullanımından elde edilen sonuçlar, NSL 176303 (Sırbistan) ve PI 140355'te (Karadağ) genotiplerinin en uzak genotipler olduğunu ortaya koymuştur. Şeker pancarı çeşit/genotipleri, D-I ve D-II olmak üzere iki gruba ayrılmıştır, D-I kümesi ABD'den gelen çeşit/genotiplerin %90'ını içermekte. D-II kümesi, İngiltere, Türkiye, İran ve Irak'tan gelen çeşit/genotipleri kapsayarak çeşitlilik göstermektedir. SNP tabanlı kümeleme, D-I kümesini desteklemiştir ve SilicoDArT markırlarına dayalı PCA kümeleme sonuçları, UPGMA ve STRUCTURE sonuçlarıyla örtüşmektedir. AMOVA sonuçları, şeker pancarı germplazmındaki genetik varyasyonların büyük ölçüde genotipler arasındaki veya kümeler içindeki farklılıklardan kaynaklandığını ve toplam varyasyonun %74.5-77.6'sını oluşturduğunu doğrulamıştır. Sonuç olarak, Ames 2644 ve Ames 8297 numaralı genotiplerin genom düzeyindeki analizler sonucunda elde edilen yüksek farklılığı, bu genotiplerin şeker pancarı ıslahında kullanımı için ideal olacağını düşündürmektedir.
  • Doctoral Thesis
    Afghans' Migration Routes and Urban Insertion Strategies: the Example of Van, Istanbul, and Paris
    (2025) Nargül, Semih; Deniz, Orhan; Fournet-Guerın, Catherıne
    Afganistan 50 yılı aşkın süredir hem sınırları içinde hem de ulus-ötesi hareketliliklere kaynaklık eden bir ülkedir. Binlerce kilometrelik mesafeleri aşarak çeşitli ülkelere ulaşmaya çalışan ve hareketlilikleri artık bir kültür haline gelen Afganların yolculukları uluslararası göç rejimi sebebiyle büyük ölçüde düzensiz yapıdadır. Bu çalışma, Türkiye'de ve Fransa'da önemli bir yer tutan Afgan düzensiz göçünün çok katmanlı ve dinamik yapısını anlamayı amaçlamaktadır. Afganistan'dan başlayarak Türkiye ve Fransa'ya uzanan göç rotaları boyunca göçmenlerin deneyimlerine, karşılaştıkları yapısal engellere ve kentlerde geliştirdikleri stratejilere odaklanmaktadır. Göç rotalarını ve kente tutunma stratejilerini Van, İstanbul ve Paris kentlerinde ele alan çalışma, çeşitli aktörlerle (Afgan göçmenler başta olmak üzere göçmen kaçakçıları, akademisyenler, göç uzmanları, güvenlik birimi çalışanları, STK temsilcileri, gazeteciler ve yerel halk) yapılan yüzden fazla görüşme, kentsel mekanlardaki gözlemler ve düzensiz göç literatürünün kapsamlı incelenmesi neticesinde ortaya çıkan verilerin analizine dayanmaktadır. Araştırma, göçün yalnızca mekânsal bir hareketlilikten ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal ilişkiler, devlet politikaları ve küresel göç rejimi çerçevesinde şekillenen karmaşık bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda, Afganların düzensiz yolculukları ve rotaları belirsiz süreli, döngüsel ve parçalı bir görünüme sahiptir. Kente tutunma stratejilerinde ve hareketliliğin ileriye yönelik devamlılığında ise kentlerin altyapıları, sosyo-ekonomik imkanları, göçmen karşılama kapasiteleri, devletlerin göç politikaları, yerel halkın tutumları ve Afgan topluluklarının dayanışma ağları etkili olmaktadır. Düzensiz göçmenlerin hem kentsel mekanlarda hem de hareketlik boyunca karşılaştığı hususları merkeze alan bu çalışma, göç politikalarının sadece nihai yerleşim üzerine değil, göç rotaları ve ara mekanlarda yaşanan dinamikleri de içerecek şekilde genişletilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Tez, göç süreçlerini daha güvenli ve düzenli hale getirecek uygulamaların geliştirilmesi amacıyla devletlere, uluslararası kuruluşlara ve STK'lara politika geliştirme ve çözüm üretme konusunda farklı veçhelerden bir kaynak sunmaktadır.
  • Doctoral Thesis
    Meme Tümörü Ultrason Görüntülerinin Yapay Zekâ Teknikleri ve İstatistiksel Yöntemlerle Sınıflandırılması
    (2024) Abdullah, Mohammed Othman; Altun, Yener; Ahmed, Rizgar Maghded
    Meme kanseri, erken teşhisin hasta sonuçlarını iyileştirmek için kritik öneme sahip olduğu, küresel bir sağlık sorunu olarak kalmaya devam etmektedir. Girişimsel olmayan bir tanı aracı olan ultrason görüntüleme, tümör özelliklerine dair değerli bilgiler sunmaktadır. Ancak, görsel özelliklerin örtüşmesi nedeniyle iyi huylu ve kötü huylu tümörleri ayırt etmede zorluklar yaşanmaktadır. Yapay zeka (YZ) teknikleri, tıbbi görüntülemede sınıflandırma doğruluğunu artırmada umut vaat etmektedir. Bu çalışma, ultrason görüntülerinden meme tümörlerini sınıflandırmada dört YZ modelinin Yapay Sinir Ağları (YSA), Destek Vektör Makineleri (DVM), Karar Ağaçları (KA) ve k-En Yakın Komşu (k-NN) etkinliğini araştırmaktadır. Çalışmada, her biri 150 iyi huylu ve 150 kötü huylu olmak üzere toplamda 300 ultrason görüntüsünden oluşan bir veri seti, her bir YZ modelinin değerlendirilmesi için kullanılmıştır. Sonuç olarak, YSA %87.78 ile en yüksek doğruluğu sağlarken, DVM %86.67, KA %83.33 ve k-En Yakın Komşu %72.22 bunu takip etmiştir. Özgüllük en yüksek DVM için %95.56, duyarlılık ise YSA için %86.67 olarak tespit edilmiştir. YSA, ayrıca %88.64 ve %86.96 ile pozitif ve negatif öngörü değerlerinde de olumlu sonuçlar vermiştir. Eğri Altındaki Alan (EAA) değerleri YSA %87.80 ve DVM %86.70 için güçlü bir performans göstermiş, k-En Yakın Komşu ise çoğu metrikte en düşük performansı sergilemiştir. Son olarak, bu çalışma, kötü huylu tümörlerin iyi huylu tümörlere kıyasla daha fazla heterojenlik ve düzensizlik sergilediğini, iyi huylu tümörlerin ise daha yuvarlak bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bulgular, YSA ve DVM'nin meme tümörü sınıflandırmasında sağlam doğruluk ve güvenilirlik sunduğunu ve KA ile k-NN'nin üzerinde bir performans gösterdiğini ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: Destek vektör makineleri, Görüntü işleme, Karar ağaçları, k-en yakın komşu, Meme tümörü, Ultrason, Yapay sinir ağları
  • Doctoral Thesis
    Determination of Antioxidant Capacity and Cytotoxic Effects of Astragalus Davisii (Erek Geveni) and Astragalus Gymnalopecias (Müküs Geveni) Plant Extracts on Cancer Cell Lines
    (2024) Yaren, Zafer; Kartal, Deniz İrtem
    Astragalus cinsi, tıbbi etkileri olan ve kullanımı 2000 yılı aşkın bir süre öncesine dayanan, Fabaceae (Baklagil) ailesindeki çiçekli bitkilerin en büyük cinslerinden biridir. Literatürde Astragalus cinsinin çeşitli türlerinin, antioksidan, antikanser, antidiyabetik, antiviral, immünomodülatör, kardiyoprotektif, hepatoprotektif gibi özellikleri bildirilmiştir. Astragalus davisii (Erek geveni) ve Astragalus gymnalopecias (Müküs geveni), Van İli'nde yayılış gösteren endemik türlerdendir ve Van ilinde bu türlerin potansiyel tedavi edici etkilerinin araştırıldığı herhangi bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Bu çalışmada, A. davisii ve A. gymnalopecias türlerinin çeşitli organlarından (kök, yaprak, çiçek) elde edilen hidrometanollü özütlerinin antioksidan potansiyellerini belirlemek ve bu özütlerin, kanserli hücre hatları üzerinde sitotoksik etkilerini açığa kavuşturmak amaçlanmıştır. A. davisii ve A. gymnalopecias bitki özütlerinin antioksidan aktivitelerinin belirlenmesinde, iki raikal süpürme deneyi (DPPH ve ABTS), toplam fenolik ve toplam flavonoid madde miktarlarının belirlenmesi ve metal şelatlama aktivitesi deneyleri uygulanmıştır. Ayrıca özütlerin potansiyel sitotoksik etkileri, MCF-7 (meme kanser hücresi) ve HT-29 (kolon kanser hücresi) hücreleri üzerinde değerlendirilmiş ve bunun için XTT deneyleri yapılmıştır. Özütlerin DPPH. ve ABTS.+ radikallerini süpürme aktiviteleri göz önünde bulundurulduğunda, konsantrasyona bağlı artış görülmüştür. Ayrıca en düşük IC50 değeri DPPH için A. gymnalopecias yaprağında (5.58±0.22 mg/ml), ABTS.+ için ise A. davisii yaprağında (5.54±1.06 mg/ml) bulunmuştur. En yüksek toplam fenolik içerik, A. davisii'nin çiçek özütünde (217.97±2.82 μg gallik asit eşdeğeri /mg özüt) görülmüştür. En yüksek toplam flavonoid içerik, yine A. davisii'nin çiçek özütünde (1303.47±20.13 μg kuersetin eşdeğeri/mg özüt) bulunmuştur. Metal şelatlama aktivitesi göz önünde bulundurulduğunda, en düşük IC50 değeri A. gymnalopaecias çiçeğinde (2.80±1.39 mg/ml) tespit edilmiştir. MCF-7 ve HT-29 üzerindeki sitotoksik aktivitelerin incelenmesinde A. davisii ve A. gymnalopecias bitkilerinin hidrometanol çiçek özütleri kullanılmıştır. Bitki özütlerinin MCF-7 hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisinin, uygulanan doza ve inkübasyon süresine bağlı olarak arttığı ve kanser hücrelerinin canlılığını düşürdüğü tespit edilmiştir. En düşük IC50 değeri, 72 saatlik inkübasyon süresi ve maksimum konsantrasyon (12.5 mg/ml) ile A. davisii'de (6.49±0.53 mg/ml) görülmüş olup, A. davisii'nin en yüksek sitotoksik etkiye sahip olduğu bulunmuştur. Özütlerin HT-29 hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisi 24 saatlik uygulama süresinde ve yine A. davisii'de (IC50, 3.93±0.51 mg/ml) yüksek bulunmuştur. ii Bu çalışmada elde edilen verilere göre çalışılan konsantrasyonlarda A. davisii ve A. gymnalopecias özütlerinin, yüksek antioksidan ve sitotoksik aktivite gösterdiği ve tamamlayıcı tedaviye katkı sağlayabilecek potansiyele sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler: Antioksidan, Astragalus davisii, Astragalus gymnalopecias, Sitotoksisite, Toplam fenol, Toplam flavon