Tıpta Uzmanlık Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/13
Browse
Browsing Tıpta Uzmanlık Tezleri by Subject "Abnormalities"
Now showing 1 - 6 of 6
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine.listelement.badge Congenital Abnormalities of Central Nervous System and Their Relationship To Clinical Signs(2009) Kızılyıldız, Baran Serdar; Çaksen, HüseyinBu çalışmada çeşitli nörolojik yakınmalar ile kliniğimize başvuran vakalarda beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile konjenital santral sinir sistemi (SSS) malformasyonları araştırıldı. Amacımız, SSS'nin gelişimsel anomalilerinin dağılımını ve bunların klinik bulgularla ilişkisini ortaya koymaktır.Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı'nda Ocak 2007 ile Eylül 2009 tarihleri arasında epilepsi ve mental-motor retardasyon gibi çeşitli nörolojik yakınmalar ile başvuran ve beyin MRG incelemesinde konjenital SSS malformasyonu saptanan 79'u (%69.2) erkek ve 35'i (%30.7) kız olmak üzere toplam 114 vaka alındı. Diffüz serebral atrofi vakaları, prematürite veya perinatal asfiksi öyküsü olup MRG'de periventriküler lökomalazi, korpus kallozum hipoplazisi veya disgenezisi saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. Genellikle fetal veya neonatal dönemde kaybedilen anensefali, aprozensefali ve atelensefali gibi ağır gelişimsel malformasyonlar ile daha çok cerrahi birimler tarafından takip ve tedavi edilen ensefalosel, meningosel ve meningomiyelosel gibi orta hat anomalileri ve ensefalosel ve Chiari malformasyonları gibi anomaliler çalışmamız dışında tutuldu.Vakalar demografik bulgular, başvuru yakınması, perinatal öykü, anne-baba akrabalığı, ailede benzer hastalık öyküsü, konvulsiyon varlığı, mental motor gelişim gibi parametreler açısından sorgulandı. Ayrıntılı nörolojik muayeneleri yapıldı. Tüm vakalarda beyin MRG incelemesi yapıldı.Olgular SSS'nin etkilendiği bölgeler göz önüne alınarak iki gruba ayrıldı. Grup 1'de izole korpus kallozum (KK) anomalisi ve/veya izole kortikal gelişimsel malformasyonu (KGM) olan vakalar; grup 2'de izole veya diğer malformasyonlarla birlikte seyreden posterior fossa anomalisi olan vakalar bulunmaktaydı.Yenidoğan dönemi dışındaki hastaların başvuru yaş ortalamaları grup 1'de 4.46±4.61 yıl ve grup 2'de 5.23±4.19 yıl idi. Grup 1'de dokuz ve grup 2'de sekiz vaka yenidoğan dönemi içinde başvurdu. Grup 1'de beyin MRG incelemesinde 74 vakadan 18'inde (%24.3) izole agiri-pakigiri kompleksi, 11'inde (%14.8) izole korpus kallozum agenezisi (KKA), 11'inde (%14.8) KKA ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, sekizinde (%10.8) korpus kallozum disgenezisi (KKD) ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, yedisinde (%9.45) izole şizensefali, beşinde (%6.75) KK anomalisi olmadan birden fazla tipte kortikal anomali, beşinde (%6.75) izole heterotopi, dört olguda (%5.4) sınıflandırılamayan veya fokal kortikal anomali, üçünde (%4.05) izole KKD, birinde (%1.35) izole polimikrogiri (PMG) ve birinde (%1.35) izole holoprozensefali saptandı. Grup 2'deki 40 vakanın beyin MRG bulguları değerlendirildiğinde 15 (%37.5) vakada serebellar hemisfer ve vermis atrofisi; yedi (%17.5) vakada Dandy-Walker ve Dandy-Walker varyantı; altı (%15) olguda serebellar hipoplazi; 3 (%7.5) vakada izole molar diş görünümü (MTS); 3 (%7.5) vakada rombensefalosinapsis; iki (%5) vakada izole vermis agenezisi/hipoplazisi; bir vakada (%2.5) total serebellar agenezi; bir (%2.5) vakada subtotal serebellar agenezi; bir (%2.5) olguda serebellar displazi ve bir (%2.5) vakada MTS ve serebellar displazi saptandı. İlaveten sekiz (%20) vakada KKD, altı (%15) vakada agiri-pakigiri kompleksi, iki (%5) vakada KKA, bir (%2.5) olguda heterotopi ve bir (%2.5) vakada holoprozensefali bulunuyorduGrup 1'de izole KK anomalisi, izole agiri-pakigiri kompleksi, izole şizensefali, izole heterotopi ve fokal yada sınıflandırılamayan kortikal anomalisi olan vakalar arasında başvuru yaşı bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KKA veya izole KKD'ne sahip vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KK anomalisi olan vakalar ile KK anomalisine herhangi bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldı. KKA veya KKD'e eşlik eden bir veya daha fazla KGM'a sahip vakalarda nöromotor geriliğin ve epilepsinin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla görüldüğü saptandı (p<0.05). Major anomali olarak izole posterior fossa anomalisi olan vakalar ile posterior fossa anomalisine KK ve/veya bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluatıon of Serum Nt-Probnp, Troponin-I and Hs-Crp Levels in Children With Congenital Heart Dısease(2011) Ay, Metin; Üner, AbdurrahmanKonjenital kalp hastalıkları; gelişmiş tanı ve tedavi yöntemlerine rağmen, halen doğum sonrası ilk bir yıl içerisindeki ölüm nedenleri arasında önemli yer tutan bir hastalık grubudur. Bundan dolayı bu hastaların tanı ve takibinde çeşitli prognostik faktörlere ihtiyaç duyulmuştur. Son yıllarda kardiyovasküler sistemin çeşitli patolojilerinde prognostik olarak natriüretik peptidler, kardiyak troponinler ve high sensitif C-reaktif protein (Hs-CRP) düzeylerinin ölçümüne dayalı araştırma çalışmaları giderek artmaktadır.Bu tez çalışmasında yaşları 3ay?16 yaş arasında değişen toplam 66 konjenital kalp hastası ve kontrol grubu olarak herhangi bir kronik hastalığı olmadığı bilinen 38 sağlıklı çocuk dahil edilerek serum kardiyak troponin I (cTnI), Hs-CRP ve NT-proBNP düzeyleri incelendi. Çalışmaya alınan konjenital kalp hastalıklı olgulardan 16'sı siyanotik ve 50'si asiyanotik grupta değerlendirildi. Solunum sıkıntısı, siyanoz, pulmoner hipertansiyon, kardiyomegali ve kalp yetmezliği gibi şikayet ve klinik bulguları olan hastalar semptomatik grupta (n=23), herhangi bir şikayet ve klinik bulgusu olmayan hastalar asemptomatik grupta (n=43) değerlendirildi. Sadece 3 semptomatik ve 2 asemptomatik hasta digoksin tedavisi almaktaydı. Ayrıca izole olarak VSD bulunan hastalar VSD grup, izole olarak ASD bulunan hastalar ASD grup olarak ayrıldı. Çalışma sonucundaki veriler kullanılarak siyanotik grup asiyanotik grup ile, semptomatik grup asemptomatik grup ile ve VSD grup ASD grup ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı.Yaş ortalama olarak siyanotik grupta 3,34 ± 3,43 asiyanotik grupta 2,89 ± 3,72 kontrol grubunda 4,44 ± 2,82; semptomatik grupta 2.03 ± 3.39 asemptomatik grupta 3,51 ± 3,68; VSD grubunda 3,47±3,72 ASD grubunda 2,53 ± 3,23 bulundu. NT-proBNP ortalama olarak siyanotik grupta 1535,42 ± 2887,28 asiyanotik grupta 715,60 ± 1247,84 kontrol grubunda 45,29 ± 46,11; semptomatik grupta 2016,26 ± 2572,03 asemptomatik grupta 324,94 ± 708,57; VSD grubunda 555,41 ± 1283,05 ASD grubunda 417,60 ± 561,26 bulundu. Troponin I ortalama olarak siyanotik grupta 0,04 ± 0,12 asiyanotik grupta 0,08 ± 0,14 kontrol grubunda 0,01 ± 0,04; semptomatik grupta 0,053 ± 0,111 asemptomatik grupta 0,080 ± 0,145; VSD grubunda 0,050 ± 0,079 ASD grubunda 0,061 ± 0,076 bulundu. Hs-CRP ortalama olarak siyanotik grupta 1,017 ± 0,801 asiyanotik grupta 1,458 ± 2,357 kontrol grubunda 0,32 ± 0,43; semptomatik grupta 1,84 ± 2,43 asemptomatik grupta 1,07 ± 1,84; VSD grubunda 1,08 ± 2,14 ASD grubunda 1,03 ± 0,88 bulundu. Siyanotik, asiyanotik ve kontrol grupları arasında; semptomatik ve asemptomatik gruplar arasında; VSD ve ASD grupları arasında yaş açısından anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). NT-proBNP sırasıyla siyanotik grupta asiyanotik ve kontrol grubuna göre, asiyanotik grupta kontrol grubuna göre, semptomatik grupta asemptomatik gruba göre, hasta grupta sağlıklı kontrollere göre anlamlı yüksek bulunurken (p<0,05) VSD ile ASD grupları arasında fark yoktu (p>0,05). Troponin I sırasıyla siyanotik grup ile asiyanotik grup, semptomatik grup ile asemptomatik grup, VSD ile ASD grupları arasında anlamlı fark yok iken (p>0,05), hasta grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05). Hs-CRP sırasıyla siyanotik grup ile asiyanotik grup, semptomatik grup ile asemptomatik grup, VSD ile ASD grupları arasında anlamlı fark yok iken (p>0,05), hasta grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05).Sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildiğinde özellikle hasta grupta sonuçlar sağlıklı kontrollere göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Bu sonuç literatür ışığında hipoksi ile ilişkilendirilmiştir. NT-proBNP özellikle siyanotik ve semptomatik gruplarda anlamlı olarak yüksek bulunduğu için bu sonuç net olarak görülmekteyken Hs-CRP ve troponin I için daha fazla çalışma ve daha fazla hastaya ihtiyaç olduğu görülmüştür. Gelecekte KKH' nın klinik yönetiminde NT-proBNP, Hs-CRP ve troponinin mevcut stratejileri değiştirebileceği ancak bu parametrelerin tanı ve tedavi girişimleri sırasında yol gösterici olarak kullanılabilmeleri için de daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğu görülmektedir.Anahtar Kelimeler: Konjenital kalp hastalıkları, NT-proBNP, cTnI, Hs-CRPspecialization-in-medicine.listelement.badge Phenotype and Genotype Analysis of Our Patients With Congenitally Factor X Deficiency(2010) Epçaçan, Serdar; Öner, Ahmet FaikAmaç: Çalışmamızın amacı, FX eksikliği olan hastalarımızın klinik ve laboratuar bulgularını değerlendirmek ve mutasyon analizi çalışması yaparak hastalığın klinik bulguları ile genetik analiz sonuçları arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemektir.Materyal ve metodlar: Çalışmamıza Yüzüncü Yıl üniversitesi tıp fakültesi pediatrik hematoloji ünitesinde konjenital faktör X eksikliği tanısı ile izlenen 13 hasta alındı. Çalışmamıza Yüzüncü Yıl üniversitesi tıp fakültesi pediatrik hematoloji ünitesinde konjenital faktör X eksikliği tanısı ile izlenen 13 hasta alındı. Her hasta için, tanı yaşı, başlangıç belirtisi, takipte kanama belirtileri ve sıklığı, kanamanın yeri ve şiddeti, kanama anında veya varsa proflaktik olarak almakta olduğu tedavi, kan veya taze donmuş plazma transfüzyonu ve ayrıntılı aile öyküsü not edildi. Tüm hastalarda PT, APTT, FX aktivitesi ve antijen düzeyi çalışıldı. Periferik kan lökositlerinden DNA ayrıştırılarak mutasyon analizi yapıldı.Bulgular: Şiddetli faktör X eksikliği (FX:C <%1) olan hastaların kanama belirtilerinin başlama yaşı 2 ay ile 48 ay arasında (17.66 ± 13.95 ay), tanı anında yaşları 8 ay ile 60 ay arasında (34.25 ± 16.31 ay) idi. Orta derecede FX eksikliği (FX:C %4) olan vakanın (Hasta H1) ise ilk kanama belirtisi süt dişlerinin düştüğü dönemde, yaklaşık 7 yaşında iken başlamış, hastalığın tanısı 15 yaşında iken konulmuştu. En sık başlangıç kanama belirtisi burun kanaması idi (%50). Takipte en sık görülen kanama belirtisi burun kanaması (%92) ve kolay morarma (%92) idi. Hastaların tümünde PT ve PTT uzaması mevcuttu. Ortalama PT: 171.2 ± 69.9 saniye (Min.: 55.4 saniye, Max.:247.7 saniye ), ortalama APTT: 104.3 ± 22.8 (Min: 60.4 saniye, Max: 141.6 saniye). Faktör X aktivite düzeyi 12 hastada <%1 iken, bir hastada %4 idi. FX:Ag düzeyleri tip I FX eksikliği ile uyumlu olarak tüm hastalarda azalmıştı. On iki hastada Gly262Asp mutasyonu, bir hastada ise ilk kez tarafımızdan tanımlanan c.526_559del mutasyonu tespit edildi.Sonuç: Şiddetli faktör X eksikliğinin hayatı tehdit edici ciddi kanamalara yol açabilmektedir. 12 hastada tespit ettiğimiz ve literatürde şu ana dek beş hastada tanımlanan Gly262Asp mutasyonunun şiddetli kanama semptomları ile ilişkili olabileceği, buna karşın ilk kez tanımladığımız c.526_559del mutasyonunun ise hafif kanama semptomları ile ilişkili olabileceği tespit edildi. Bizim vakalarımız ile birlikte literatürde yayınlanan toplam 17 Gly262Asp (Gly222Asp) mutasyonu taşıyan hastalardan 16'sının ülkemiz ve İran'ın ülkemize komşu bölgelerinden oluşması nedeni ile bölgemizde tespit edilen yeni vakalarda ilk taranması gereken mutasyonun Gly262Asp mutasyonu olması gerektiğini düşünüyoruz.specialization-in-medicine.listelement.badge Photogram Anthropometric Comparison of Two Bilateral Cleft Lip Treatment Techniques With Control Group: Turkish Tulip and Mulliken Techniques(2011) Tekeş, Lütfi; Atik, BekirYarık dudak anomalisi dünyada ve ülkemizde en sık görülen doğumsal anomalilerdendir. Bilateral yarık dudak deformitesinin düzeltilmesi için birçok cerrahi yöntem kullanılmaktadır. Bilinen birçok cerrahi yöntem olmasına karşın halen standart bir yöntem üzerinde fikir birliğine varılamamıştır. Çünkü ameliyatların sonuçlarını objektif olarak değerlendirmek uzun takiplere ve objektif antropometrik değerlendirmelere ihtiyaç vardır. Bu çalışmada iki ayrı merkezde yapılan iki ayrı teknikle ameliyat edilen hastalar 24 ay boyunca takip edilerek, fotogram antropometrik olarak normal çocuklar ve kendi aralarında karşılaştırıldı.YYÜ Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğinde Türk lalesi metod (grup 2) ile ameliyat olmuş 15 bilateral yarık dudak hastası, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğinde Mulliken metod (grup 3) ile ameliyat olmuş 10 bilateral yarık dudak hastası ile Van ili merkezinde ikamet eden aynı yaş grubundan 40 sağlıklı çocuktan kontrol grubu (grup 1) çalışmaya dahil edildi. Altışar ay ara ile 24 ay boyunca tüm deneklerin fotografları çekildi. Photoshop programında dudak, burun ve yüze ait 15 ayrı ölçüm yapıldı.Grup 2'de üst dudak uzunluğu ile nazal tip projeksiyonu birlikte değerlendirildiğinde kontrol grubu ile aynıydı. Ancak grup 3'te bu değerler normalin altındaydı. Grup 3'te buruna müdahale edildiği için burun genişliği normaldi ancak grup 2'de daha genişti. Sağ ve sol nostril yükseklikleri grup 2 ve grup 3'te kontrol grubundan daha kısaydı. Kolumellar yükseklik her iki çalışma grubunda da kontrol grubuna göre kısa kalmıştır. Ancak ameliyat sonrası erken dönemde Mulliken grupta yüksek olan kolumella son bir yıllık ölçümlerde Türk lalesi grubu ile istatistiksel olarak benzer çıkmıştır. Nazal tip açısı ve nazolabial açı her iki grupta da kontrol grubundan daha genişti. Mulliken grupta üst dudak yüksekliği hem kontrol grubundan hem de Türk Lalesi grubundan daha kısa kalmıştır. Türk Lalesi grubunda üst dudak yüksekliği kontrol grubuna daha yakındır.Bu çalışma, dünyada sık görülen bir doğumsal anomali olan bilateral yarık dudak onarımında kullanılan yöntemlerden ikisinin cerrahi sonuçlarını antropometrik olarak karşılaştırarak, sonuçları sayısal olarak ortaya koymuştur. Bununla birlikte bu çalışma bundan sonra yapılacak antropometrik çalışmalara ışık tutacak verilerin ortaya konması açısından önemlidir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Role of Matrix Metalloproteinases on the Development of Neural Tube Defect(2018) Akyol, Mehmet Edip; Arslan, MehmetNöral Tüp Defekti (NTD) en yaygın ve en ağır klinik özelliklere sahip konjenital malfarmasyonlardan biridir. Embriyogenez sırasında nöral plağın nöral tüpü oluşturamaması sonucu NTD oluşur. NTD'nin birbirinden faklı özellik gösteren birçok tipi vardır. NTD gelişiminde genetik ve çevresel faktörler rol oynamaktadır. Beslenme (folik asit ve B vitaminleri eklenmesi) gibi çevresel faktörlerle NTD oluşumu engellenmeye çalışılsa da bu yaklaşım yeterli olamamaktadır. NTD'nin önlenmesi için prognostik, prediktif ve/veya terapötik genetik faktörlerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. NTD gelişimini ve oluşumunu gösteren biobelirteç bulunmamaktadır. NTD gelişiminde ektstraselüler matriksin (ECM) oluşumu, nöral krest hücrelerinin göçü önemli rol oynamaktadır. Matriks metalloproteinazlar (MMP) ECM yapılanmasında, hücre göçünde, hücre invazyonunda ve diğer hücresel davranışların belirlenmesinde majör rol oynamaktadır. MMP ekspresyonlarının ve aktivasyonunun NTD'deki rolü bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı insan NTD gelişimindeki MMP-1, -2 ve -9 genlerinin ekspresyonlarının rolünün araştırılması amaçlanmıştır. NTD tanısı konan yeni doğan 40 bebek hastadan periferik kan ve NTD dokusu ile sağlıklı doğan 4 bebekten periferik kan alınmıştır. Periferik kan ve dokulardan total RNA izolasyonu ve kantitatif Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Q-RT-PZR) ile MMP-1, -2 ve -9 gen ekspresyonları araştırılmıştır. İstatistiksel analiz için SPSS 20.0 kullanılmıştır. MMP-1,-2 ve -9 gen ekspresyonları açısından hasta ile sağlıklı bireylerin kan örnekleri arasında ekspresyon farklılıkları saptanmıştır. NTD dokularındaki MMP'lerin ve özellikle MMP-1 ve MMP-9 gen ekspresyonlarının periferik kan örneklerine göre ortalama 2 ile 5000 kat yüksek olduğu saptanmıştır. NTD'nin alt tipleri arasında MMP-2 ekspresyonu açısından anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0,012) Hastaların Ca+2, B12 ve Folat seviyeleri ile NTD gelişimi ve MMP genlerinin ekspresyonları arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>0,05). Bu çalışmada NTD araştırmalarında periferik kan yerine NTD dokusu kullanılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu çalışma NTD gelişiminde MMP'lerin önemli rollerinin olabileceğini ve MMP-1, -2 ve -9 genlerinin ekspresyonlarının NTD' patogenezinde rol oynayabileceğini gösteren literatürdeki ilk çalışmadır.specialization-in-medicine.listelement.badge Urogenital System Anomalies in New Borns in the Region of Van(2014) Şimşek, Metin; Melek, MehmetAmaç: Bu çalışmada 2009-2012 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üiversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde doğumu gerçekleşen bebeklerin ürogenital organ anomali sıklığını ve çeşitliliğini belirlemek ve aynı zamanda tespit edilen bu ürogenital sistem anomalilerinin doğum haftası, doğum ağırlığı, akraba evliliği, gebelikte ilaç kullanılması gibi parametrelerle olan ilişkilerini belirlemeyi amaçladık. Materyal ve metod: Yüzüncü Yıl Üiversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Doğum Servisinde doğumu gerçekleşen 250 bebek çalışmaya alındı. Bebekler Kadın Doğum ve Yenidoğan servislerinde muayene edildi. Saptanan dış genital organ bozuklukları kay¬dedildi. Ayrıca servis kayıtlarından yaralanılarak bebeğin doğum ağırlığı ve doğum haftası, anne-baba akrabalık dereceleri, annenin kaçıncı gebeliği olduğu, annenin gebeliğinde kullandığı ilaçlar ve bebeğin kardeşlerinde ürogenital anomali olup olmadığı araştırıldı. Bulgular: 250 vakalık serimizde 12 inmemiş testis (%8,44) saptadık, bunların 5 tanesi sağ (%3,73), 4 tanesi sol (%2,98) ve 3 tanesi ise bilateral (%2,24) inmemiş testis olarak belirlendi. Çalışmamızda 7'si sağ (%5,45), 4'ü sol (%3,1) ve 3 ü bilateral (%2,36) olmak üzere 14 olguda (%10,91) inguinal herni; 3'ü sağ (%2,24), 1'i sol (%0,74) ve 3'ü de bilateral (%2,24) olmak üzere 7 hidrosel (%5,22); 2 olguda fimozis (%1,50); 2 olguda penil kordi (%1,50); 1 olguda hipospadias (%0,74); 1 olguda mea darlığı (%0,74); 2 olguda mikropenis (%1,50); 1 olguda labial anomali (%0,86); 4 olguda labial füzyon (%3,45); 2 olgudada klitoromegali (%1,72) saptadık. Çalışmamıza dahil edilen 41 olgunun doğum ağırlıkları 2500 gr'ın altında idi ve bu bebeklerden 5 tanesinde inmemiş testis (%12,19), 5 tanesinde de ingünal herni (%12,19) mevcuttu. 209 olgunun ise doğum ağırlıkları 2500 gr'ın üzerinde idi. Bu olgulardaki inmemiş testis oranı % 3,34 (n:7 olgu), ingüinal herni oranı ise %4,30 (n:9 olgu) olarak belirlendi. Toplam 41 olgunun gestasyon yaşları 28-35 hafta arasında değişmekteydi ve bu olgulardaki inmemiş testis oranı %17,07 (n:7 olgu), İngünal herni oranı %17,07 (n:7 olgu) olarak tespit edildi. 209 olgunun gestasyon yaşları ise 36-42 hafta arasında idi. Bu olgulardaki inmemiş testis oranı %2,40 (n:5 olgu), inguinal herni oranı ise %3,35 (n:7 olgu) olarak saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmamızdan elde ettiğmiz sonuçlar değerlendirildiğinde; bebeklerin doğum ağırlığı azaldıkça inmemiş testis ve inguinal herni gibi ürogenital anomali sıklığının arttığı; gebelik haftaları arttıkça -özellikle inmemiş testis ve inguinal herni başta olmak üzere- ürogenital anomalilerin sıklığının azaldığı; inmemiş testis, inguinal herni ve hidroselin anlamlı olarak kardeşlerde de görüldüğü tespit edilmiştir. Akraba evlilikleri ve gebelikte ilaç kullanımı ile ürogenital anomali görülme sıklığı arasında bir ilişki saptanmamıştır. Dış genital organ anomalilerini erken yaşta saptayarak tedavi etmek gerekir. Bu nedenle temel sağlık görevlilerinin çocukların dış genital organ muayenelerini tam olarak yapmaları ve bir patoloji saptadıklarında uzmana sevk etmeleri gerekmektedir. Sorunun çözümünde; toplumun bilgilendirilmesi, eğiticilerin bu konuda eğitilmesi ve tüm hekimlerin yenidoğan bebeklerin genital muayenesine dikkat etmesi ve gereken önemi vermesinin çok önemli olduğu kanaatindeyiz.