Akademik Tezler
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/10
Browse
Browsing Akademik Tezler by Type "Specialization in Medicine Thesis"
Now showing 1 - 20 of 335
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Acute Hepatitis Due To Brucellosis: 13 Years of Experience(2020) Arslan, Yusuf; Baran, Ali İrfanBruselloz neredeyse her organ sistemini tutabilen zoonotik bir enfeksiyondur. Karaciğer (KC) tutulan organların başında gelmektedir. KC tutulumu genellikle hafif derecede aminotransferaz yükseklikleri ile kendini göstermekledir. KC fonksiyonu ise sıklıkla normaldir ve klinik hepatit gelişimi nadirdir. Bu çalışma ile 13 yıl boyunca yatırılarak takip edilen bruselloza bağlı akut hepatit kliniği olan olgular değerlendirmiş, kliniğimizin takip ve tedavi deneyimi sunulmuştur. Materyal ve Metod: Bu çalışmaya Ocak 2008 ile Haziran 2020 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji servisinde yatan ve yaşı 18'den büyük bruselloz hepatit tanılı hastalar dahil edilmiştir. Çalışmada 61'i erkek, 42'si erkek olmak üzere 103 erişkin hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bruselloz tanısı için klinik şüphe varlığında; bruselloz standart tüp agglütinasyon (STA) titresinin 1/160 ve üzerinde olması ve/veya kan ve doku kültürlerinde Brucella spp. üremesi ve/veya bruselloz polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testinin pozitif olması kriterlerinden en az birinin olması baz alındı. Hepatit varlığı için aminotransferazların normal üst sınırının (NÜS) ≥ 5 katı olması ve/veya total bilirubin seviyesinin ≥2 mg/dl olması ve/veya lokal hepatik lezyonun gösterilmiş olarak kabul edildi. Hepatik tutulum tipi laboratuvar ve radyolojik bulgularına göre yapıldı. Laboratuvara göre ayırımda klinik hepatit için alanin aminotransferaz (ALT) ve/veya aspartat aminotransferaz (AST) ≥ 5 kat NÜS olması, kolestaz (kolestatik hepatit) için alkalen fosfataz (ALP) ≥ 3 kat NÜS ve/veya gama glutamil transferaz (GGT)≥1,5 kat NÜS ve/veya total bilirubin≥2 mg/dl olması baz alındı. Radyolojik ayırımda ultrasonografi (USG) bulgularına göre; granülomatöz hepatit: USG ile KC'de granülomatöz lezyonları bulunması ve diffüz hepatit: USG'de granülomatöz lezyonun bulunmaması şeklinde belirlendi. Bulgular: Biyokimyasal laboratuvar düzeylerine göre olguların %35,9'unda klinik hepatit, %17,5'inde kolestatik hepatit ve %46,6'sında bu iki durumun birlikteliği vardı. Radyolojik değerlendirmede tüm olguların %88,3'üne USG yapılmış olup bunların %5,5'inde granülomatöz hepatit saptandı. Olguların 91'ine (%88,3) batın USG yapılmış olup 24'ünde (%26,4) USG'de herhangi bir bulgu yoktu. 46 olguda (%50,5) hepatosplenomegali (HSM), 15 olguda (%16,5) hepatomegali (HM), 5 olguda (%5,5) ise splenomegali (SM) saptandı. Olguların %83,5'i akut, %14,6'sı subakut ve %1,9'u kronik bruselloza sahipti. Olguların en sık yakınmaları ateş (%85,4), terleme (%84,5), halsizlik (%84,5), iştahsızlık (%79,6) ve kas eklem ağrıları (%72,8) idi. Hemogram incelemelerinde olguların 10'unda (%9,7) lökositoz, 47'sinde (%45,6) lökopeni, 57'sinde (%55,3) anemi, 55'inde (%53,4) trombositopeni ve 35'inde (%34,0) pansitopeni görüldü. En sık kullanılan tedavi rejimi bir aminoglikozidin (AG) doksisiklin (DOX) ve rifampisin (RIF) ile üçlü kombinasyonuydu. Sonuç: Çalışmamız hepatit varlığında dahi tedavi ile klinik yanıtın ve laboratuvarda düzelmenin yüksek oranlarda olduğu gösterildi. Çalışmamızda hastaneye yatış süresine etki eden bir parametre saptanmadı fakat ALT, AST ve total bilirubin değerlerinde düzelmenin kan kültüründe pozitifliğinde, sekonder organ tutulumu varlığında ve ALT/AST>1 olması durumunda daha geç olduğu gözlendi. Verdiğimiz tedavi rejimlerin bu süre üzerine bir etkisi bulunmadı. Literatürde tedavide AG'li rejimlerin seçilmesi durumunda daha hızlı düzelme sağladığını bildiren retrospektif çalışmalar olsa da daha büyük hasta gruplarında yapılacak prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Akyol F. Evaluation of Maternal Kidneys With 'acoustic Radiation Force Impulse Exitation (arfi)' Ultrasound Elastography in Hypertensive Disease of Pregnancy(2021) Akyol, Filiz; Gül, AbdulazizObjective: To determine the diagnostic efficiency of ultrasound elastography in preeclampsia by comparing renal cortical elasticity between pregnant women diagnosed with severe preeclampsia and the control group. Materials and Methods: 80 pregnant women who applied to Van Yüzüncü Yıl University Medical Faculty Gynecology and Obstetrics Clinic in 2020 were included in the study as two separate groups. 40 healthy pregnant women between the ages of 22-38 and without systemic pathology at 28-40 weeks of gestation were determined as control group(Group A) whereas 40 pregnant women who met the criteria for preeclampsia with severe features according to ACOG criteria were determined as the study group (Group B). The tests for Complete Blood Count, AST, ALT, Albumin, Total Protein, LDH, GGT, Total Biluribin, Direct Bilirubin, Urea, Creatine, uric acid TSH, CRP, Na, K, Cl, Ca, Mg, Protein-spot protein in 24-hour urine and creatinine-spot creatinine in 24-hour urine from all pregnant women who meet the study criteria are studied. Each group member participating in the study also underwent OGTT 75-gram screening, indirect ophthalmoscopy technique and peripheral blood smear evaluation as well as routine abdominal ultrasonography evaluation. As an ultrasound elastographic evaluation, 3 different real-time shear wave elastography (SWE) values were measured from both renal cortex at the upper, middle and lower levels, and the average of these 3 values was accepted as the final SWE value. The groups participating in the study were compared in terms of age, body mass index, gestational week, nulliparity, laboratory test results, renal cortex SWE elastography values. Results: The renal cortex mean SWE were found in control and study groups as 2.380 ±0.43 m/sn and 2.935 ±0.55 m/sn respectively. A statistically significant difference was found between the two groups (p<0.005). The SBP, DBP, OAP, protein in 24 hour urine, protein in spot urine, uric acid, LDH, GFR, creatinine in 24 hour urine, creatinine in spot urine were measured in gruop A and Group B, respectively as follows: 110.75±8.28mmHg –175.87±12.75 mmHg, 69.00±7.77 mmHg –110.87±6.39 mmHg, 82.79±7.75 mmHg –131.92 ±10.4 mmHg, 173.20±53.5 mg/day – 2666.60 ±311.98 mg/day, 11.32±4.73 mg/dl –157.00 ±233.30 mg/dl, 3.26±0.63 mg/dl – 6.61 ±1.07mg/dl, 192.6±22.66 U/L–303.7±12.62 U/L, 144.42 ±9.65 ml/dk – 84.42±6.57 ml/dk, 1167.54±105.10 mg/day –837.27±157.66 mg/day, 75.41 ±21.85 mg/dl –42.43±15.9 mg/dl. . A statistically significant difference was found between the groups (p<0.001 –p<0.03) Conclusion: Our study shows that maternal renal cortical stiffness is increased in preeclamptic pregnants with severe symptoms. In this context, our findings shows that ultrasound elastography is a reliable and clinically applicable diagnostic method that can be used in the diagnosis of severe preeclampsia.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Analysis of Developmental Hip Dysplasia According To Graph in Ultrasonographic Imaging With Deep Learning Techniques(2023) Çelik, Ramazan; Gündüz, Ali Mahir; Yokuş, AdemAmaç: Bu çalışmada, Gelişimsel Kalça Displazisi tanısında kullanılan ultrasonografik Graf yöntemi verilerinin derin öğrenme teknikleri kullanılarak analiz edilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2018-Eylül 2021 tarihleri arasında kalça ultrasonografisi yapılan, normal ve kalça çıkığı saptanan hastalar retrospektif olarak taranmıştır. 450 kadın ve 487 erkek olmak üzere toplam 947 hasta görüntüleri incelenmiştir. Graf yöntemine göre görüntü üzerinden işaretleme yapılmadan normal-çıkık kalça şeklinde 2 sınıf ve α açısına göre Graf yöntemi 4 sınıf şeklinde sınıflandırma yapılarak iki ayrı çalışma grubu oluşturuldu. Sınıflandırma yapılırken güncel derin öğrenme modellerinden EfficientNet modelinin 3 versiyonu kullanılmıştır. Bu modeller kullanılarak görüntülerden özellik çıkarımı gerçekleşmiş, çıkarılan derin özellikler makine öğrenmesi sınıflandırma algoritmaları yardımıyla sınıflandırılmıştır. Çıkarılan özellikler üzerinden en etkili özelliklerin çıkarılması için Temel Bileşenler Analizi kullanılarak özellik seçimi yapılmıştır. Bulgular: Derin öğrenme modelleri ile sınıflandırma aşamasında 1. grupta 2 sınıf için EfficientNetB1 modeli ile 0.9577 doğruluk değeri elde edilirken, 2. Grupta 4 sınıf için EfficientNetB0 modeli ile 0.8571 doğruluk değeri elde edilmiştir. Derin özellik çıkarımı yapıldıktan sonra sınıflandırıcılar ile elde edilen en yüksek doğruluk oranı 1. grupta EfficientNetB1 ile 0.99 iken, 2. grupta EfficientB0 ile 0.97 değeri elde edilmiştir. Sonuç: Gelişimsel Kalça Displazisi teşhisinde kullanılan Graf yöntemine göre ultrason bulgularınının derin öğrenme yöntemleriyle değerledirilmesi teşhis kolaylılığı sağlayarak radyoloji hekiminin iş yükünü önemli ölçüde azaltabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Analysis of Modic Degenerations Detected in Magnetic Resonance Imaging With Deep Learning Techniques(2022) Yüksek, Mehmet; Arslan, Harun; Yokuş, AdemBu çalışmamızda, manyetik rezonans görüntülemede(MRG) saptanan modic dejenerasyon bulgularının derin öğrenme teknikleri kulllanılarak analiz edilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2016-2021 yıllarında Lomber MRG tetkiki uygulanan, yaşları 19-86 arasında değişen 125'i kadın ve 182'si erkek toplam 307 hastada sagittal T1, sagittal ve aksiyel T2 ağırlıklı lomber MRG görüntüleri incelendi. Modic dejenerasyonlar(MD) sinyal değişikliklerine göre kategorize edilip işaretlendi. Çalışmamız sınıflandırma ve segmentasyon olmak üzere birbirinden bağımsız iki aşamadan oluşmaktadır. Kategorize edilen veriler ilk aşamada DenseNet-121, DenseNet-169, VGG-19 gibi ESA(evrişimli sinir ağı) mimarileri ile sınıflandırılmıştır. Daha sonraki aşamada ise işaretlenen resimler üzerinden resim işleme programlarıyla ESA mimarisi olan U-Net ile segmentasyon yapılarak maskeler çıkarılmıştır. Bulgular: Sınıflandırma aşamasında Modic-1, Modic-2, Modic-3 dejenerasyonlarda başarı oranı sırasıyla DenseNet-121'de %98, %96, %100 , DenseNet-169'da %100, %94, %100 , VGG-19'da %98, %92, %97 bulunmuştur. Segmentasyon aşamasında U-Net mimarisi ile başarı oranı %71 bulunmuştur. Sonuç: Bel ağrısı etiyolojisinde yer alan modic dejenerasyonların MRG bulgularının derin öğrenme mimarileriyle değerledirilmesi teşhis kolaylılığı sağlayarak radyoloji hekiminin iş yükünü önemli ölçüde azaltabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Analysis of Shunt Infections in Patients With Neural Tube Defect (meningomyelocele) and Hydrocephalus Who Underwent Ventriculoperiostoneal Shunting; 13 Years Experience of Our Clinic(2024) Aslan, Rabia; Yürektürk, EyyüpMeningomyelosel (MM) nöral tüp defektlerinin (NTD) en sık görülen tipidir. Kese tamiri sırasında veya sonrasında hidrosefali eşlik eden vakaların önemli bir kısmına şant takılması gerekmektedir. Şant enfeksiyonu uzun dönem prognozu etkileyen parametrelerden biridir ve hemen her zaman menenjit kliniği ile prezente olmaktadır. Çalışmamızda nöral tüp defekti (meningomyelosel) tanılı yenidoğan hastaları inceleyerek şant enfeksiyonu/menenjit olan hastaların risk faktörlerini, sebeplerini, hastalık yönetimini belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde 01.01.2010 - 11.10.2023 tarihleri arasında doğan ve/veya hastanemize sevk ile gelen meningomyelosel tanılı yenidoğan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastane otomasyon sisteminden hastaların dermografik bilgileri, hastanede yatış süresi, operasyon günü, laboratuvar tahlillerinden; beyin omurilik sıvısının (BOS) glukoz ve protein değerleri, kültür ve kültür antibiyogramları tarandı. Beyin bilgisayarlı tomografi (BT), beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve transfontanel ultrasonografi (USG) raporları incelenerek hidrosefali ve eşlik eden ek anomaliler belirlendi. Ameliyat notlarından; flep ve şant uygulanıp uygulanmadığı, hasta epikrizlerinden ise meningomyelosel kese çapı ve yeri, kullanılan antibiyotikler, hastada olan diğer ek anomaliler, hastanın menenjit ve exitus olup olmadığı ile ilgili veriler taranmıştır. Bulgular: Meningomyelosel tanılı 430 hasta çalışmaya dahil edildi. Otuz dört hasta (%7.9) şant enfeksiyonu/menenjit olarak saptandı. Hastalarda kız cinsiyet oranı %52.8 idi. Şant enfeksiyonu/Menenjit olan hastalarda şant enfeksiyonu/menenjit olmayan hastalara göre anne yaşı anlamlı (p<0.05) olarak daha düşüktü. Hidrosefali oranı ve hastane süresi şant enfeksiyonu/menenjit olan hasta grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Çalışmamızda en çok üreyen patojenler Klebsiella Pneumoniae ve Staphylococcus Haemolyticus idi. Tedavide en sık kullanılan antibiyotikler ise Vankomisin ve Meropenem'di. Vakalardan 15 hasta (%3.5) exitus oldu. Şant enfeksiyonu/menenjit olan grupta menenjit olmayan gruba göre mortalite anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Sonuç: Meningomyelosellerde şant enfeksiyonu/menenjit olan hastaların, şant enfeksiyonu/menenjit olmayan hastalara göre hastane yatış süresi ve exitus oranı anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Flep kapama yapılan hastalarda ve/veya operasyon zamanı 72 saatten uzun olan hastalarda da hastane yatış süresi daha uzun olduğu saptandı. Ortalama anne yaşı şant enfeksiyonu/menenjit olan grupta anlamlı olarak daha düşük bulundu. En sık üreyen BOS kültür patojeni Klebsiella Pnemoniae'ydı. Hastaların mümkün olan en erken dönemde opere edilmesi, genç yaş gebeliklerin önlenmesi için gerekli planlamaların yapılması ve hastane kaynaklı enfeksiyonları azaltacak tedbirlerin alınması büyük önem taşımaktadır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Analysis of the Socioeconomic and Educational Status of Patients Diagnosed With Stomach or Esophagus Cancer With Tuik Data(2023) Çiftçi, Ümit; Aydın, MesutAmaç: Birçok onkolojik hastalığın sosyoekonomik durumu iyi olmayan toplum ve bireylerde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Sosyoekonomik durumu iyi olmayan toplumun ve hem sağlık bilinci hem de sağlık hizmetine ulaşma imkânı daha kısıtlıdır. Bu bireylerin çoğu sosyal güvence açısından devlet desteğine muhtaçtır. Ülkemizde devletten sosyal sigorta desteği alanlar yıllardır uygulanan Yeşilkart sistemi ile sağlık hizmetinden faydalanmaktadır. Yeşilkart sisteminde maddi durumu elveren bireyler cüzi bir ücret öder iken bunu da ödeyemeyecek durumda olan kişilerin bu primini devlet ödemektedir. Çalışanlar Sosyal Sigortalar kurumuna sağlık primi yatırırken (kendisi veya işveren tarafından), esnaf ise Bağ-Kur ismi verilen sistemle kendileri prim yatırmaktadır. Dolayısıyla sağlık primi ödeyemeyecek bireylerin sosyoekonomik açıdan alt gelir seviyesine dahil olduğu açıktır. Çalışmamızdaki amaç bu bilgilerden yola çıkarak bölgemizde ülkemizdeki diğer bölgelere nazaran daha sık görüldüğünü bildiğimiz özofagus ve mide kanserlerinin tespit edildiği bireylerin sosyoekonomik durumları, eğitim düzeyleri, yaşları, okuryazarlık durumları ve sosyal güvencelerinin tespit edilip hangi gelir grubunda bu hastalıkların daha sık görülebileceğini ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışmamıza Haziran 2013 ile Haziran 2022 arası Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Kliniği'ne başvuran ve patolojik olarak hastanemizde ya da dış merkezde mide veya özofagus kanseri tanısı almış 100 hasta dahil edildi. 100 hastaya ek olarak, herhangi bir onkolojik tanısı olmayan 100 sağlıklı insanı da yine çalışmamıza dahil ettik. İletişime geçilen hasta veya yakınları ile kontrol grubundan yaş, primer tanı, ikamet ettikleri yerleşim birimi, medeni durumları, meslekleri, öğrenim durumları, aylık gelirleri, yaşadıkları evin mülk veya kira durumu, evin ısınma şekli, birinci derece yakınlarının mesleği ve öğrenim durumları sorgulandı ve kayıt altına alındı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 100 hastanın 60' ı mide kanseri, 40'ı özofagus kanseri olup %62' si erkek, (hastaların %56' sı, sağlıklıların %68' i) %38'i ise kadın idi (hastaların %44' ü, sağlıklıların %32' si). Hastaların ortalama tanı yaşı 60,26 iken sağlıklıların ortalama yaşı 37,3 olarak saptanmıştır. Hastaların %33 'ü şehir merkezinde yaşarken %25 'i ilçe merkezi, %42 'si ise köyde yaşamaktaydı. Kontrol grubunda ise bu oranlar %66-30-4 olarak tespit edildi. Hastaların meslekleri ise şu şekilde idi; 56 kadından 45'inin ev hanımı (toplamın 5 %45'i, kadınların %80'i), genelde ise %12 işçi, %12 serbest, %8 emekli, %8 çiftçi, %8 işsiz, %7 diğer meslekler olarak ayrılmakta idi. Kontrol grubunda ise %43 memur, %19 ev hanımı, %15 esnaf, %9 işçi, %7 emekli ve %7 çiftçi olarak tespit edildi. Öğrenim durumu olarak hastaların %40'ının okuryazar dahi olmadığı, %13 okuryazar, %35 ilkokul mezunu, %4 ortaokul mezunu, %7 lise mezunu, %1 üniversite mezunu olduğu görüldü. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hastaların eğitim düzeylerinin anlamlı şekilde düşük olduğu görüldü. (p: 0,001) Hasta ve kontrol grubu birinci derece yakınlarının mesleği ve eğitim durumları incelendiği zaman da yine benzer sonuçlar elde edilmiştir. Hastaların ailelerindeki toplam birey sayısı ortalama 5.99 olarak hesaplanmış, 18 yaş altı çocuk sayısı ise ortalama 1.82 olarak hesaplanmıştır. Bu oran kontrol grubunda ise 3.3 toplam birey, 0.93 çocuk sayısı olarak hesaplanmıştır. Hastaların evlerinin mülk ya da kira durumu sorgulandığında ise %84 ev sahibi (köyde yaşayanların çoğunun derme çatma köy evi olduğu belirtilmekte), %16 kira olarak görülmüştür. Hasta ve kontrol grubunun evlerinin mülk durumunun ev sahibi-kira açısından p değeri 0,001 olarak hesaplanmıştır. Evlerin ısınma düzeni sorgulandığında %21 doğalgaz ile, %79 soba ile ısındığı görülmüştür. Hasta ve kontrol grubunun evlerinin ısınma durumunun doğalgaz-soba açısından p değeri 0,001 olarak hesaplanmıştır. Hastaların aylık ortalama gelirleri sorgulandığında ise 2022 yılı aylık gelirlerinin ortalamasının 3520 TL olduğu görülmüştür. Kontrol grubunun aylık gelirinin ortalaması ise 15223 TL olarak hesaplanmıştır. Hastaların sağlık güvencelerinin ise şu şekilde olduğu öğrenildi; %69 Yeşil Kart' lı, %18 SSK' lı, % 10 BAĞ-KUR' lu, %3 Emekli Sandığı. Kontrol grubunda bu oranlar %8-55-31-6 olarak tespit edilmiştir. Sonuçlar: Özofagus ve mide kanserleri ülkemiz ve sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi düşük bölgelerde hala önemli bir halk sağlığı sorunudur. Çalışmamızda da görüldüğü gibi eğitim düzeyi yüksek olan, ekonomik açıdan durumu iyi bireylerde ve kent yerleşimli bireylerde bu kanserler daha az sıklıkta görülmektedir. O halde bu kanserlerde erken tanı ve tedavi için 2 ana yöntem mevcut olmalıdır; birincisi, bu toplum ve bireylerde eğitim düzeyini ve sosyoekonomik durumu düzeltmek, ikincisi ise tarama programları geliştirerek önceliği bu gruplara vermek olmalıdır. Çalışmamızda Van ve çevre illerindeki özofagus ve mide kanseri vakalarının ülkemiz ortalamasının üzerinde seyretmesinin sosyoekonomik nedenlerini irdeledik. Bu konuda yapılacak daha kapsamlı çalışmalar toplumda bu kanserlerin insidansını azaltacak, erken tanı ve tedaviye yön verecektir. Anahtar kelimeler: Özofagus Kanseri, Mide Kanseri, Sosyoekonomik Durum, Eğitim Düzeyi, Sosyal Güvencespecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Anthropometric Analysis in Patients Applied for Aesthetic and Functional Rhinoplasty Operation(2021) Çelikkaleli, Ercan; Sultanoğlu, YılmazRinoplasti kelimesi, Yunanca 'rhinos' (burun) ve 'plastikos' (şekil vermek) sözcüklerinin birleşmesi ile oluşmaktadır ve buruna şekil vermek anlamına gelmektedir. Rinoplastinin amacı; nazal görünümde öngörülebilen değişimleri oluşturmak ve nazal fonksiyonları düzenlemektir. Burun cerrahisi, görünümü değiştirmek amaçlı uygulanan 'estetik rinoplasti' ve fonksiyonları iyileştirmek amaçlı uygulanan 'fonksiyonel rinoplasti' olarak iki ana grupta incelenmektedir.Burun antropometrik ölçümleri, rekonstrüktif ve estetik rinoplastinin doğru planlanması ve dolayısıyla arzu edilen sonuçların elde edilmesi için burnun boyutu ve şekli ile ilgili önemli veriler sağlayabilmektedir. Bu çalışmada; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalına 2019-2020 tarihleri arasında başvuran 18-45 yaş aralığında estetik kaygıları olan 100 hasta ve fonksiyonel şikayetleri olan 100 hasta olmak üzere toplam 200 hasta incelenmiştir. Tüm hastaların preoperatif değerlendirilmesi yapılmıştır. Fonksiyonel şikayetleri olan hastalara Nasal Symptom Obstruction Evolation (NOSE) ve Sinonasal Outcome Test-22(SNOT-22) nazal fonksiyon değerlendirme skalaları yapılmıştır. Değerlendirmenin sonucuna göre fonksiyonel problemi olmayan estetik kaygısı olan hastalar ve fonksiyonel problemi olanlar diye ikiye ayrılmışlardır. Fonksiyonel problemleri olan hastalar da kendi içinde hafif, orta, ciddi ve aşırı kötü diye 4'e ayrılmışlardır. Frontal görüntü analizinde üst yüz yüksekliği (UFH), orta yüz yüksekliği (MFH), alt yüz yüksekliği (LFH), üst dudak uzunluğu (ULL), çene yüksekliği (SM), nazal kemik genişliği (XX), interkantal genişlik (EN-EN), nazal dorsum genişliği (WD-WD), interalar genişlik (AL-AL), Nazal uzunluk (N-T), rhinion deviasyon açısı, supratip deviasyon açısı ve tip deviasyon açısına bakıldı.. Lateral görüntü analizinde nazofrontal açı (NFR), nazofasial açı (NFA), tip açısı (TA), nazolabial açı (NLA), nazomental açı (NM), mentocervical açı (MC), tip projeksiyonu-goode yöntemi (TP), radix projeksiyonu (RP), premaksilla uzunluğu, kolumella uzunluğu, infralobül uzunluğu, columellar show, alt çene projeksiyonu, labiomental sulkus derinliği, alar ve kolumellar pozisyona bakıldı. Bazal görüntü analizinde Lobül/C'-Alar flare oranına, Lobül/Nazal taban genişliği oranına ve Kolumella/Lobül oranına bakıldı. Hastaların 104 (%52) 'ü kadın, 96 (%48)'sı erkekti. Yaş ortalaması toplamda ortalama 25.07 ±4.38, estetik grubunda 24.58 ± 3.65, fonksiyonel grupta 25.57 ± 4.98 idi. Antropomektik değerler içerisinde farklılıklara baktığımızda estetik ve fonksiyonel grup arasında nazal kemik genişliği ( p değeri 0.048), nazofrontal açı (p değeri 0.016), tip açısı ( p değeri 0.036), tip projeksiyonu (p değeri 0.013), radix projeksiyonu ( p değeri 0.006), kolumellar show ( p değeri 0.030), labiomental sulkus derinliği ( p değeri 0.011), kolumella/lobül oranı (p değeri 0.028) istatiksel olarak anlamlı bulundu. Diğer açı ve uzunluk ölçümleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Yapılan bu çalışma ve diğer yapılan antropometrik ölçüm çalışmaları popülasyonumuzdaki burun ölçülerinin Avrupa, Çin, Amerika ırklarındaki burun ölçülerinden farklı olduğunu göstermektedir.Ayrıca bu çalışmada diğer yapılan antropometrik çalışmalardan farklı olarak erkek/kadın ayrımı dışında fonksiyonel problemi olanlar ve olmayanlar, fonksiyonel problemi olanlar da kendi içinde sınıflandırıp karşılaştırılmıştır. Fonksiyonel problemi olan hastalarda antoropometrik yüz analizinde farklılıklar olabileceği gösterilmiştir. Yapılan bu çalışmada ortaya çıkan nazal antropometrik normlar, estetik ve rekonstrüktif cerrahi, genetik danışmanlık antropolojisi, sosyal antropoloji ve adli araştırmalar için bir kılavuz görevi görecektir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Artroskopik Rotator Manşet Yırtığı Cerrahi Tedavisine Biceps Tenotomisinin Etkileri(2023) Özcan, Can; Güven, NecipGiriş: Biceps tenotomisinin rotator manşet yırtığı tedavisine etkisi tartışma konusudur. Tenotominin; omuzda ve dirsekte kas kuvveti kaybına neden olmadığını bildiren; kolda yanma ve kozmetik kötü görünüme neden olduğunu bildiren yayınlar mevcut olup, propriosepsiyon üzerine etkisi günümüzde halen tartışılmaktadır. Biseps tenotomisi cerrahi teknik olarak kolay ve ucuz bir yöntemdir. Biz de çalışamızda bu ucuz ve kolay yöntemin rotator manşet onarımı üzerine etkisini araştırmayı hedefledik. Materyal Method: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde 2018 Mayıs ile 2021 Aralık ayları arasında artroskopik olarak rotator manşet onarımı ve biseps tenotomisi yapılan ve en az bir yıllık klinik takibi olan hastaları Ortopedi ve Travmatoloji Polikliniğinde değerlendirildi. Çalışmaya katılan 51 hastanın omuz eklem hareket açıklıkları, omuz ve dirsek kas kuvvetleri, omuz proprioseptif duyuları, aktif şikayetleri, Popeyes (Temel Reis) bulgularının olup olmadığını değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan hastların sağlam ve ameliyat edilmiş omuzları karşılaştırıldığında omuz eklem hareket açıkları arasında, omuz ve dirsek kas kuvvetleri arasında, omuz proprioseptif duyuları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası ASES ve Constans skorları arasında anlamlı istatiksel fark saptandı (p<0,01). Sadece 1 hastada Popeye (Temel Reis) bulgusu saptandı. 1 hastada tenotomiye bağlı kolda geçmeyen yanma şikayeti saptandı. Tartışma ve Sonuç: Biseps tenotomisi ve rotator manşet onarımı bir yıllık takibi sonucunda hastaların sağlam ve ameliyat edilen kolları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı kas kuvveti kaybı, eklem hareket kısıtlılığı, proprioseptif duyu kaybı saptanamamıştır. Kolda kramp ve Popeye (Temel Reis) bulgusu beklenildiğinden az görülmüştür. Dolayısıyla basit ve ucuz bir teknik olan biseps tenotomisi düşünüldüğünden daha masum bir cerrahi yöntem olabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Association of Fto Gene Polymorphisms With Weight Loss in Bariatric Surgery Patients(2024) Şentürk, Enes; Çelik, Sebahattin; Görgişen, GökhanObezite, insan sağlığını bozabilecek aşırı yağ birikimi olarak tanımlanabilen mutltifaktöriyel bir hastalıktır. Günümüzde obezite tedavisinde bariatrik cerrahi önemli yer tutmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, genetik faktörlerin bariatrik cerrahi sonrası erken kilo kaybını etkilediğini göstermektedir. Fat Mass and Obesity-Related (FTO) geni obeziteye yatkınlık ile ilişkilendirilen ilk gen olup, FTO gen varyantlarının bariatrik cerrahi sonrası erken kilo kaybı ile ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir. Amaç: Bu çalışma kapsamında bariatrik cerrahi geçirmiş hastalarda FTO geni rs9939609 ve rs9930506 varyantlarının hastaların ameliyat sonrası kilo vermeleriyle olan ilişkisini ortaya koymak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 104 bariatrik cerrahi geçirmiş obez birey ve 149 kontrol birey dahil edildi. Katılımcılardan ameliyat öncesi alınan örneklerin, periferik kanlarından DNA izolasyonu gerçekleştirildi. Tek nükleotid polimorfizmleri Taqman Assayler aracılığıyla gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ile belirlendi. Hastaların hepsine tüp mide ameliyatı yapıldı. Bulgular: FTO geni rs9939609 A alleli taşıyıcılığının, rs9930506 GG genotipinin ve AA+GG genotip kombinasyonunun obezite gelişimine yatkınlık yarattığı saptanmıştır. FTO rs9939609 ve rs9930506 varyantları ile olguların bariatrik cerrahi sonrası kilo verme oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmazken, kategorik bileşen analiz sonuçları FTO rs9939609 A alleli taşıyıcıları ile kilo verme arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca, olguların bariatrik cerrahi sonrası 6. Ay kontrollerinde belirlenen düşük VKİ değerleri arasında en yaygın olarak AA+GG genotipi saptanmıştır. Kategorik bileşen analizleri sonucunda ise rs9939609 A allel taşıyıcılığı ile rs9930506 G allel taşıyıcılığına ait birleşik genotiplerin olguların cerrahi sonrası ilk ay kilo verme oranları ile ilişki olduğu ortaya konmuştur. Sonuç: Çalışma kapsamında Türkiye populasyonunda FTO geni rs9939609 ve rs9930506 varyantlarının obezite gelişimine yatkınlık yarattığı ve aynı genotiplerin kombine etkilerinin ise bariatrik cerrahi sonrası ilk ay ortalama kilo kaybı ile ilişkili olabileceği ortaya konmuştur.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Automated Classification of the Phasecase Scale in Mri Using Deep Learning Methods(2024) Yıldız, Ramazan; Yokuş, AdemBu çalışmada, özellikle kronik küçük damar hastalığı sonucu oluşan periventriküler beyaz cevher hiperintensitelerinin(BCH) yükünü belirten Fazekas skalasının MRG'de derin öğrenme tekniklerini kullanılarak sınıflandırılması amaçlanmıştır. Gereç Yöntem: Aralık 2023- Nisan 2024 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Radyoloji Kliniği'nde beyin MRG çekilen ve aksiyel yağ baskılı FLAİR AG sekanslarda, görüntüleri normal olan ve BCH saptanan 18-96 yaş aralığındaki 590'ı erkek ve 676'sı kadın olmak üzere toplam 1266 hasta retrospektif olarak taranmıştır. Görüntüler Fazekas skalasına göre 4 sınıfa ayrıldı. Sınıflandırma için derin öğrenme modellerinden EfficientNet üzerinde özellik çıkarımı gerçekleştirip daha sonra SVM, KNN ve XGBoostClassifier sınıflandırıcıları ile CV ve LOOCV çaprazlama teknikleriyle sınıflandırıp performanslarını karşılaştırıldı Bulgular: EfficientNet üzerinde özellik çıkarımı gerçekleştirildi. Çıkarılan özellikler içerisinden 100 adet özellik seçimi PCA ile yapılmış ve başlangıçta 3 adet sınıflandırma algoritması üzerinde çalıştırılarak sonuçlar elde edilmiştir. En iyi sonuç yaklaşık %95 gibi yüksek bir oranla EfficientNet B1 modeli üzerinden elde edilen özelikler ile XGBoostClassifier sınıflandırıcıdan elde edildi. Ayrıca yine çıkarılan özelikler üzerinde CV ve LOOCV çaprazlama teknikleri kullanılarak 8 sınıflandırma algoritması ile yine performans testleri yapılmıştır. Bu performans testlerinde yine Efficient B1 modelinden elde edilen özellikler üzerinde %95 lik bir doğruluk oranı sağlanmıştır. Sonuç: Ciddi sağlık problemlerine neden olabilecek BCH'lerinin daha hızlı ve kolay tespit edilmesi için derin öğrenme mimarileriyle değerledirilmesi teşhis kolaylılığı sağlayarak radyoloji hekiminin iş yükünü önemli ölçüde azaltabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Awareness of Climate Change Knowledge and Its Effects on Health of Final Year Students in Some Faculties of a University(2023) Çamlı, Merve Kevser; Dağlı, Sinemis ÇetinÜniversitemiz tıp fakültesi ve inşaat mühendisliği bölümündeki son sınıf öğrencilerinde iklim değişikliği ve sağlık tehlikeleri ile ilgili farkındalığı değerlendirmek ve ekolojik ayak izini azaltmak için fikir oluşturmaktır. Çalışmamızda toplam 181 öğrenci ankete katılmıştır. Araştırmada sosyodemografik özellikler ile ilgili 10 soru, iklim değişikliği bilgisi 8 soru, 30 soruluk ekolojik ayak izi farkındalığı anketi ve en son 15 sorudan oluşan iklim değişikliğinin sağlık etkileri soruları toplam 63 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. İsatatistik analizler SPSS paket programında yapılmıştır. Araştırmamıza katılan 181 öğrencinin yaş ortalaması 24,1(+- 1,15 min20 max35)'dir. Araştırmaya katılanların 125(%69,5)'i erkek, 56(%30,9)'sı kız öğrencidir. Araştırmaya katılan öğrencilerin 103(%56,9)'ü tıp fakültesinde, 78(%43,1)'i mühendislik fakültesinde son sınıf öğrencisidir. Araştırmamıza katılan öğrencilerin toplam ölçek puanı ortalaması 113,27±17,37(min 62, max 150) idi. Alt gruplara bakıldığı zaman enerji alt grubunda ortalama puan 32,52±5,83(min 8, max 40), yasalar kapsamındaki alt grupta ortalama puan 17,42±3,16(min 4, max 20), geri dönüşüm alt grubunda ortalama 16,23±4,58(min 5, max 25), ulaşım alt grubunun ortalaması 17,21±4,51(min 5, max 25), gıda alt grubunun ortalama puanı 15,08±2,72(min 6, max 20), su alt grubunun ortalama puanı 14,78±2,63(min 7, max 20) şeklindedir. Öğrencilerin en fazla doğru cevapladıkları önermeler 'İklim değişikliği ve küresel ısınma önemli bir halk sağlığı sorunudur. Aşırı hava olayları sırasında hem sağlık hizmetlerinin aksaması hem öngörülemeyen olaylar nedeniyle beklenen ölümler artar. Temiz ve güvenli suya ulaşım zorlaşır. Hijyen sorunlarına bağlı hastalıklar artar.' önermeleri idi. İklim değişikliği ve sağlık üzerindeki etkileri konusu gün geçtikçe öneminin belirginleşeceği bir halk sağlığı problemidir. Geleceğin hekim ve mühendislerinin bu konuda duyarlı olması önemlidir. Anahtar Kelimeler: İklim değişikliği, Sağlık etkileri, Halk Sağlığı, Ekolojik Ayak İzispecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Carotid Intima Media Thickness in Patients With Nephrotic Syndromethe Relationship Between Mean Platelet Volume(2023) Yücel, Berfin; Erdem, MehmetNefrotik Sendrom (NS), son dönem böbrek yetmezliğine yol açabilen önemli bir hastalıktır. NS hastalarda da hiperkoagülopati, proteinüri, düşük serum albümin seviyesi, dislipidemi ile ilişkili olarak kardiyovasküler hastalık sıklığı artmıştır. Ateroskleroz kardi yovasküler, serebral ve periferik arterler hastalığına neden olan patolojik bir süreçtir. Karotis arter intima media kalınlığı (KİMK), aterosklerozun değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ortalama trombosit hacmi (MPV), aterotromboz ile ilişkili yeni bir belir teçtir. Bu çalışmamızda, kliniğimizdeki nefrotik sendrom hastalarında ateroskleroz göster gesi olabilecek ortalama trombosit hacmi değerinin karotis arter intima media kalınlığı ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Van YYÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Nefroloji Kli niği'ne başvuran hastaların 01.01.2021-01.12.2022 tarihleri arasındaki verileri retrospektif olarak incelendi. Nefrotik sendrom tanısı olan (n: 30) olmak üzere toplam 30 hasta üzerinde çalışma yapıldı. Hastaların demografik özellikleri, kan basıncı, serebrovasküler hastalık, ko roner arter hastalık, periferik arter hastalık, kreatinin,,immunsüpresif tedavi kullanımı, fibrat kullanımı hemoglobin, hematokrit, trombosit, ortalama trombosit hacmi değerleri dosyala rından retrospektif olarak elde edildi. Çalışma retrospektif olarak planlandığı için örneklem büyüklüğü hesaplanmamıştır. Bütün verilere ulaşılmaya çalışıldı. Elde edilen tüm bilgiler bilgisayar ortamına taşındı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler kullanıldı. Tanım layıcı istatistiklere bakıldığında; ortalama, standart sapma, minimum, maksimum, sayı (n) ve yüzde (%) olarak ifade edildi. Bütün analizlerde SPSS (IBM SPSS for Windows, ver.25) istatistik paket programı kullanılmış ve anlamlılık düzeyi için p <0.05 değeri anlamlı kabul edildi. Bulgular: Retrospektif olarak yaptığımız çalışmamızda toplam 30 hastanın 14'ü (%46) erkek, 16'sı (%54) kadındı. Bu 30 hastanın 7'sinde (%23) plak olup,23'ünde (%77') plak tespit edilmedi. Yaş değişkeninde plak varlığı olan grup ile olmayan grup arasında an lamlı fark saptandı (p<0,05). Plak varlığında yaş ortalaması 52.8 iken olmayan grupta 38.5 tur. Plak bulunan grupta ortalama 9.8 iken olmayan grupta mpv 10,08 olarak ölçüldü. MPV değerlerinde gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. Plak bulunan grupta sol KİMK 0.9 fl iken plak olmayan grupta 0.88 fl ölçüldü.Sağ KİMK plak olan grupta 1.03 fl ölçülürken plak olmayan grupta 0.86 fl ölçüldü.Sağ ve sol KİMK değerlerinde gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı fakat sağ Kimk sola göre daha kalın olarak tespit edildi. Plak olan grupta ortalama tansiyon 121/74 mmHg, olmayan grupta ise 123/76 mmHg olarak ölçüldü. Kreatinin vi ortalaması plak varlığında 1.1 mg/dliken plak olmayan grupta 0.96 mg/dl 'dir. Diğer değiş kenlerde gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Aterokleroz belirteci olan karotis arter intima media kalınlığı ile ortalama trombosit hacmi arasında ilişki tespit edilmemiştirspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Cervical Esophagus in Reflux Esophagitis Patients Evaluation of Wall Thickness by Transcervical Ultrasonography and Wall Stiffness by Acustic Radiation Force Impulse (arfi) Elastosonography(2023) Aygün, Gökhan; Özkaçmaz, SercanAmaç: Çalışmamız reflü özofajit hastalarında servikal özofagus anterior duvar kalınlığı ile özofagus anterior duvar elastografisinin özofajit şiddetiyle arasındaki ilişkiyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Haziran 2022 ve Ocak 2023 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Gastroenteroloji kliniğine başvuran 18 yaş üstü endoskopik inceleme yapılan hastalar dahil edilmiştir. Çalışmaya 503 sayıda hasta dahil edildi. Hastaların 311 (%.61,8)'si kadın ve 193 (%38.2)'i erkekti. Hastaların yaşları 18-78 arasındaydı. İncelemeler tek radyolog tarafından hasta kliniğine, endoskopi bulgularına kör ve prospektif olarak gerçekleştirildi. B mode ultrasonda proksimal özofagus morfololojisi ve proksimal özofagus anterior duvarının total duvar kalınlığı, muskularis propia, submoza-mukoza (SM) kalınlıkları değerlendirildi. Bu bölgelerin ARFI elastografi tekniği ile shear wave değerleri ölçüldü. Reflü özofajit hastalarında duvar kalınlığı ve elastografi değerleri açısından cut-off belirlemek için ROC analizleri yapıldı. Gerekli istatistiksel analizler SPSS 25 istatistik yazılım programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Total duvar kalınlığı açısından reflü özofajit olmayan hastalar ile reflü özofajiti olan hastalar karşılaştırıldığında reflü özofajitli hastalarda kalınlık değerleri anlamlı şekilde yüksektir. ROC analizlerinde 2,35 mm cut off değerinde %67 sensitivite % 57 spesifite görülmüştür. Ortalama proksimal özofagus anterior duvar elastografi değerleri reflü özofajit olmayan hastalar ile reflü özofajit olan hastalar arasında reflü özofajitli hastalarda elastografi değerleri anlamlı şekilde düşüktür. ROC analizlerinde 2,08 m/s cut off değerinde %79 sensitivite % 81 spesifite görülmüştür. Sonuç: Yöremizde reflü özofajitin sık görülmesi nedeniyle reflü özofajitin tanısında ultrason elastografinin katkıda bulunacağını düşünmekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Changes in the Complete Blood Count and Biochemical Parameters During Remission-Induction of Bfm Chemotherapy in Childhood Acute Leukemia, Mehmet Ari, Md., Dissertation,(2020) Arı, Mehmet; Öner, Ahmet Fayik.Amaç: Bu çalışmada çocukluk çağı akut lösemi hastalarının klinik özelliklerinin ve BFM kemoterapisi remisyon-indüksiyonu-konsolidasyon sürecinde serum elektrolit seviyelerindeki değişimin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma Van Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Hastanesi Pediatrik Hematoloji Polikliniği'nde 1 Ocak 2014- 31 Aralık 2018 tarihleri arasında akut lösemi tanısı alan hastaların dosyalarının hastane kayıtlarından retrospektif olarak incelenmesi ile gerçekleştirilmiştir. p değerinin 0,05'in altında olması sınır kabul edilmiştir. Bulgular: İmmün fenotip değerlendirildiğinde kişilerin %81,2'si (n=69) ALL, %18,8'i (n=16) AML'dir. ALL hastalarının %56,5'i erkek, %43,5'i kız, yaş ortalaması 7,4±5,2'dir. AML hastalarının %68,8'i (n=11) erkek, %31,3'ü (n=5) kız, yaş ortalaması 8,2±5,5'tir. ALL hastalarının %14,5'inde (n=10) relaps gelişmiştir, %11,6'sı (n=11,6) ex olmuştur. AML hastalarının %6,3'ünde (n=1) relaps gelişmiş, 1'i araç içi trafik kazası olmak üzere %12,5'i (n=2) ex olmuştur. ALL hastalarının %94,2'sinde (n=65) hipokalemi, %100,0'ında (n=69) hiponatremi, %95,7'sinde (n=66) hipokalsemi, %60,9'unda (n=42) hipomagnezemi, %97,1'inde (n=67) hipofosfatemi görülmüştür. AML hastalarının %75,0'ında (n=12) hipokalemi, %81,3'ünde (n=13) hiponatremi, %81,3'ünde (n=13) hipokalsemi, %43,8'inde (n=7) hipomagnezemi, %87,5'inde (n=14) hipofosfatemi görülmüştür. Ex relaps gelişmeyen hastalar ile karşılaştırıldığında, ex-relaps gelişen hastalarda, P1A'da hipofosfatemi, 1.HR1 ve 2.HR3'te hipokalemi, 2.HR2'de hiponatremi ve 2.HR3'te hipomagnezemi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla görülmüştür. PM'de hipokalemi, PII'de hiponatremi ex relaps olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha az sıklıkta belirlenmiştir. Sonuç: Akut lösemi tanısıyla kemoterapi alan hastalarda birçok nedenle çeşitli elektrolit bozuklukları ve buna bağlı morbidite hatta mortalite gelişebileceği bilinmektedir. Bu çalışmanın sonuçları uygulanan kemoterapi rejimine göre değişmekle beraber, bütün tedavi protokollerinde çeşitli serum elektrolitlerin plazma konsantrasyonlarında, normal referans değerlerle karşılaştırıldığında, anlamlı değişiklikler oluştuğunu ortaya koymuştur. Anahtar Kelimeler. Çocuk Hastalıkları, Hematoloji, Akut Lösemi Tedavisi, Elektrolit Bozukluklarspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Characteristics of Fractures Located in the Skull Base and Extending To the Skull Base, Observed in Traffic Accidents and Falls From Height(2023) Ekiz, Aykut; Kartal, ErhanKafa travmaları, baş bölgesinin dışarıdan gelen bir kuvvetin etkisiyle yaralanmasıdır. Kafa travmaları; skalp ve deri abrazyonları, fasiyal ve dental yaralanmalar veya kubbe kırıkları gibi baş bölgesinde oluşabilecek her türlü yaralanmayı içine alırken, bu travmalarda beyin ve beyin zarlarında bir hasar oluşması zorunlu değildir. Bu travmalar sonrası laserasyon, ekimoz, abrazyon veya fraktür gibi lezyonlar oluşabilmektedir (1). Travmatik beyin hasarı ise herhangi bir dış mekanik etki sonrası oluşan beyindeki yaralanmaları tanımlamaktadır. Travmatik beyin hasarı sonrası geçici veya kalıcı bilinç değişiklikleri, organik lezyonlar veya psikopatiler oluşabilmektedir. Daha ağır travmalarda epileptik nöbetler, koma, motor veya duyusal kayıplar ve hatta ölüm dahi meydana gelebilmektedir (1,2,3). Kafa travmaları sebeplerine göre iki ana başlıkta toplanabilmektedir: I. Künt Kafa Travması; a) Yüksek enerjili kafa travmaları, b) Düşük enerjili kafa travmaları. II. Penetran Kafa Travmaları; a) Ateşli Silah Yaralanmaları, b) Delici Alet Yaralanmaları. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde, 01.01.2012 - 31.12.2022 tarihleri arasında çeşitli sebeplerle çekilmiş olan Beyin Bilgisayarlı Tomografi (BT)'leri incelenerek, trafik kazası ve yüksekten düşme olguları ile ilgili olarak kafa kaidesini ilgilendiren kemik kırıkları bulunan 155 erkek ve 59 kadından oluşan toplam 214 kişilik popülasyona ait BT görüntüleri retrospektif olarak incelenmiştir. Olguların 155 (%72,42)'i erkek ve 59 (%27,57)'u kadındı. En yoğun yaş aralığı 135 (%63,03) ile 0-9 yaş grubuydu. Olgularımızın %78,5'i 20 yaş altındaydı. Orijine göre incelendiğinde erkeklerde %84,5, kadınlarda %84,7 ile yüksekten düşmelerin birinci sırada yer aldığı görüldü. Bunu %10,7 ile araç içi trafik kazası (AİTK) ve %4,67 ile araç dışı trafik kazası (ADTK) takip ediyordu. Tüm vakalar içinde en fazla görülen kırık şekli %71 ile lineer kırıktı ve en fazla kırık oluşan bölge orta fossa idi. En fazla kırılan kemik 90 (%42) adet ile frontal kemikti. Bunu 83 (%38,7) ile temporal kemik izlemiştir. Kafa içi lezyon grubu incelendiğinde en fazla vaka bulunan grup %23,3 ile lezyon görülmeyen gruptu. Lezyon görülen grupta ise erkeklerde ilk sırada, %23,9 ile 'diğer lezyonlar' görülürken; kadınlarda ilk sırada %22 ile epidural hematom (EDH) görülmüştür. Kafa travmaları sonucu oluşan kafa tabanı kırıkları ister tek başına görülsün ister diğer kafa içi lezyonlar ile birlikte görülsün, adli tıp açısından önemli bir sorundur. Çalışmamızda yüksekten düşme, AİTK ve ADTK sonucu kafa tabanı kırığı oluşan olguların özelliklerini belirlemeye çalıştık. Çalışmamızda elde edilen sonuçlara göre, özellikle çocukluk çağında olmak üzere yaşamın tamamında görülen travmalara bağlı kafa tabanı kırıkları önemli bir morbidite sebebidir. Ev, iş ve okul gibi yerlerde düşmelere karşı güvenlik önlemlerin alınması, ailelerin çocuk yetiştirilmesi konusunda eğitilmesi, trafik kurallarına uyulması ve insanların trafik kültürü konusunda bilinçlendirilmesi hususlarının, çalışmamızdaki vakalarımızın %78,5'lik kısmının 20 yaş altında olması nedeniyle yararlı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Kafatası, Kafa Tabanı, Adli Tıp, Radyoloji, BT, Kırık, Kubbe, Kaide, Yüksekten Düşme, Trafik Kazası.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Chronic Period in Patients Diagnosed With Covi̇d -19 Evaluation of Impacts(2022) Büyükkaya, Mehmet Şirin; Gizli, GizemAralık 2019'un sonlarında, Çin'in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinde bir deniz ürünleri pazarında, nedeni bilinmeyen çok sayıda pnömoni hastasının olduğu bildirildi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ilk olarak 12 Ocak 2020'de bu şikayetlerin sebebinin yeni tip bir koronavirüs olduğunu (2019-nCoV) açıkladı ve 11 Şubat 2020'de bu yeni virüs SARS-CoV-2 olarak adlandırdı. Hastalardan edinilen numuneler sonucunda, 7 Ocak 2020'de SARS-CoV2'nin tüm genom dizisi, bilim insanları tarafından kısa sürede haritalandırıldı. DSÖ tarafından 11 Şubat 2020'de COVİD-19 olarak adlandırdı ve 11 Mart 2020 de pandemik bir hastalık olarak ilan edildi. Salgının yayılması ve artan vaka çeşitliğiyle birlikte yapılan birçok çalışmanın ortaya koyduğu veriler hastalığın sadece solunum yolunu enfekte etmediğini çoklu organ tutulumu ile birçok komplikasyona yol açtığı saptanmıştır. Yapılan ayrıntılı tetkiklerin ardından hastalığın üst solunum yolu enfeksiyonundan şiddetli pnömoniye, kardiyovasküler sistem, sindirim sistemi, sinir sistemi ve böbrekler dahil olmak üzere birçok organda işlev bozukluğuna neden olduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Acil Servisi'ne ve COVİD-19 Polikliniği'ne, COVİD-19 semptomları ve şüphesi ile başvuran hastaların iyileşme sonrasında gelişen komplikasyonları değerlendirilecektir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Clinical Analysis of Cesarean Section Cases at a Tertiary University Hospital From 2018 To 2023: a Van-Scaled Retrospective Study,(2024) Taş, Rüstem; Tekeli, Arzu EsenÜçüncü Basamak Bir Üniversite Hastanesinde 2018-2023 Yılları Arasında Operasyona Alınan Sezaryen Vakalarının Klinik Analizi: Van Ölçekli Retrospektif Çalışma, Dr. Rüstem TAŞ, Uzmanlık Tezi, Van, 2024. Amaç: Bu çalışmada, Türkiye'deki 3. basamak bir hastanede sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi türlerini, postoperatif dönemde yoğun bakım ihtiyacı olan hasta oranlarını ve intraoperatif ve postoperatif mortalite oranlarını sunmayı ve bu faktörlerle ilişkili etkenleri araştırmayı amaçladık. Yöntem: Bu retrospektif kohort çalışmasında, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi ameliyathanesinde, 2018-2023 tarihleri arasında spinal veya genel anestezi altında sezaryen doğum uygulanan 2709 hasta dahil edilmiştir. Tüm katılımcıların preoperatif, intraoperatif ve postoperatif bilgileri retrospektif olarak hastanemizin bilgisayarlı veri tabanı kayıtlarından elde edildi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 30,48 ± 6,76 yıldı. Kadınların %66,3'üne genel anestezi, %33,7'sine spinal anestezi ile sezeryen ile doğum uygulanmıştır. Hastaların %0,6'sına yoğun bakım ünitesi yatışı gerekmiştir. Genel anestezi yüzdesi; yüksek komorbidite sayısı, düşük 1. ve 5. dakikalardaki APGAR skorları, yüksek ASA skoru, yüksek HELLP sendromu, preeklampsi ve plasenta invazyon anomalisi yüzdesi, yüksek eritrosit süspansiyonu ve taze donmuş plazma replasmanı ve yüksek intravenöz analjezi yüzdeleri ile ilişkili bulundu. Postoperatif yoğun bakım ünitesi ihtiyacı yüksek komorbidite sayısı, düşük 1. ve 5. dakikalardaki APGAR skorları, yüksek ASA skoru, yüksek eklampsi, preeklampsi ve plasenta invazyon anomalisi yüzdesi, genel anestezi uygulanması, inhaler ajan kullanılması, yüksek eritrosit süspansiyonu ve taze donmuş plazma replasmanı yüzdeleri ile ilişkili bulundu. Sonuç: Bu bulgular, kliniğimizde sezaryen ile doğumlarda ilk tercihin genel anestezi olduğunu ve spinal anestezinin genel anesteziye kıyasla klinik avantajlar sunduğunu göstermektedir. Sezaryen ile doğumlarda genel anestezi endikasyonlarının gözden geçirilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Sezaryen, Genel anestezi, Spinal anestezi, APGAR, Yoğun Bakımspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Clinical and Laboratory Findings of Patients With Tuberculosis Peritonitis(2023) Seçen, Serkan; Aydın, MesutTüberküloz peritoniti hastaları ile ilgili literatürde yeterli çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamız, artık ayırıcı tanılarda pek düşünülmeyen, dolayısıyla teşhisi geciken tüberküloz peritonitli hastalara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte hastalığın sosyoekonomik düzey ile ilişkisi, klinik bulgular ve tanı için destek laboratuvar bulguların önemi de ele alınacaktır. Bu sayede hastalığın erken teşhisi kolaylaşacaktır. Materyal ve Metod: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Enlil sisteminden 2008 ve 2020 arasında laparoskopik olarak periton biyopsisi yapılan hastalar incelenecek. Alınan periton biyopsi materyallerine yapılan histokimyasal incelemede PAS, EZN ve GMS ile boyanan mikroorganizmanın olmadığı ve kazeifiye veya nonkazeifiye granülomatoz iltihabın görüldüğü tüberküloz peritoniti düşünülen hastalar ayrıştırılıp bu hastaların Enlil sisteminden sosyal sağlık güvenceleri (yeşilkart ve diğerleri) karşılaştırılacak. Ayrıca hastalarda görülen klinik bulguların sıklıkları ve laboratuvar verileri (Periferik kanda; lökosit, nötrofil, crp, sedimentasyon, fibrinojen, d-dimer, albümin, Ca-125, glukoz düzeyleri ve asit sıvısında;albümin, glukoz, lenfosit ve nötrofil) istatiksel analiz ile karşılaştırılacaktır. Bulgular: Ocak 2008-Ocak 2020 arasında başvuran toplam 20 hasta çalışmaya dahil edildi. Olgular 18-68 yaş aralığında idiler. Bu hastaların 14'ü kadın 6'sı erkekti. Kadınların yaş ortalaması 28, erkeklerin 33 idi. Hastaların 15 tanesinin sağlık güvencesi yeşilkart (%75) olarak tespit edilmiştir. Yeşilkart, Türkiye'de düşük sosyoekonomik düzeyde olan kişilere devlet tarafından sağlanan ücretsiz sağlık sigortasıdır. Hastalarda görülen en sık şikayet karın ağrısıydı (%65). Diğer belirtiler ise; halsizlik (%40), şişkinlik (%35), iştahsızlık (%5), kilo kaybı (%5), öksürük (%5), ishal(%5) idi. Fizik muayenede saptanan bulgular ise sıklık sırasına göre; asit (%75), ateş (%5), hepatomegali (%5), splenomegali (%5) idi. Sonuç: Sonuç olarak; yaptığımız bu çalışmada; tüberküloz peritonitli hastaların çoğunlukla özgün olmayan semptomlarla hastaneye başvurduklarını gördük. Hastalığın devletin sosyal yardımına ihtiyacı olan düşük sosyoekonomik kesimde daha sık görüldüğünü saptadık. En sık şikayet karın ağrısı ve en sık bulgu asitti. Olgu grubu laparoskopik biopsi ile histopatolojik olarak kesin tanısı konmuş vakalardı. Sonuçtan yola çıkarak görülmüştür ki her ne kadar parasentezde lenfosit yüksekliği, saag'nin 1,1'den düşük olması, akut faz reaktanları ve ca-125'in yüksek olması destekleyici olsa da rutin olarak uygulanan kan ve asit tetkikleri tanıyı koymada çoğu vakada yetersiz kalmaktadır. Bilhassa Van gibi tüberkülozun yaygın olduğu bölgelerde rutin tetkikler istenmesi uygun olmakla beraber daha hızlı tanı koymaya yarayan periton biyopsisi yönteminin mutlaka yapılması gerektiğini düşünüyoruz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Clinical Evaluation of the Effect of Using of Probiotics in Patients With Psorihiasis Who Receiving Systemic Conventional Treatment(2021) Tatar, Kübra; Yavuz, İbrahim HalilPsoriyazis vulgaris sık ataklarla predispoze olan, deride eritemli sedefi skuamlı plaklar ile ortaya çıkan kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Etyopatogenezi net olmamakla beraber immünolojik yolaklar, genetik faktörler, epidermal keratinosit bozuklukları, büyüme faktörleri, lökosit kemotaktik faktörleri, poliaminler, siklik nükleotidler ve proteinazlar gibi çok sayıda etken suçlanmaktadır. Probiyotikler hastaya yararlı etkiler sağlayan canlı organizmalardır. Sık kullanılan probiyotiklerden bazıları Lactobacillus, Bifidobacterium, Enterococcus, Pronionibacterium, Saccharomyces boulardii'dir. Psoriyaziste hastalığın klinik şiddetini belirlemek amacıyla PAŞİ, VYA ve DYKİ ölçekleri kullanılmaktadır. AMAÇ: Bu çalışmamızda amacımız topikal tedaviye yanıt alınamayan ve sistemik konvansiyonel tedavi ile takip edilen psoriyazis hastalarına ek olarak probiyotik verilmesiyle, hastalarda probiyotik desteğinin klinik etkinliği değerlendirmek ve tedavi yanıtlarınının PAŞİ, VYA, DYKİ gibi klinik şiddet skorları ile karşılaştırarak probiyotiklerin tedaviye katkısını araştırmaktı. MATERYAL METOT: Bu çalışmaya; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı'na başvuran, klinik ve histopatolojik olarak psoriyazis tanısı almış 100 hasta katıldı. Bu hastalar topikal tedaviye dirençli olup sistemik konvansiyonel tedavi (asitretin, siklosporin, metotreksat) ile takip edilen psoriyazis hastalarıydı. Bu hastaların 50'sine sistemik konvansiyonel tedaviye ek olarak Enterococcus faecium CBT EF4, Lactobacillus acidophilus CBT LA1, Lactobacillus rhamnosus CBT LR5, Bifidobacterium longum CBT BG7, Bifidobacterium bifidum CBT BF3 içeren probiyotik verildi, diğer 50 hasta sadece sistemik konvansiyonel tedavi ile takip edildi. Probiyotik alan ve almayan her iki grup hastanın tedavi öncesi ve 12 haftalık tedavi sonrası PAŞİ, VYA, DYKİ gibi ölçekler kullanılarak klinik değerlendirmeleri yapıldı. Her iki grup hastaların skorlamaları yapıldı ve kaydedildi. Sonuçlar istatistiksel olarak analiz edildi. BULGULAR: Çalışmamızda tedavi öncesi başlangıç PAŞİ değeri ortalaması probiyotik alan ve probiyotik almayan grupta sırasıyla 20,4 ± 9,2, 18,7 ± 7,3 olarak hesaplandı, tedavi sonrası 12. haftadaki PAŞİ değerleri ortalaması sırasıyla 7,5 ± 5,7, 11,0 ± 4,7 olarak hesaplandı. Her iki grup tedavi öncesi ve sonrası değerler için karşılaştırıldığında PAŞİ'deki azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p <0.05). Her iki gruptaki hastaların 12. haftalık PAŞİ ortalamalarını grup içi alınan konvansiyonel tedaviye göre değerlendirdiğimizde; probiyotik grubundaki asitretin, siklosporin ve metotreksat hastalarının değerleri sırasıyla 6,3 ± 3,6/9,4 ± 5,1/7,0 ± 6,8 olarak bulundu, probiyotik almayan grupta ise sırasıyla 10,8 ± 5,3/10,8 ± 5,1/11,3 ± 4,3 hesaplandı. Gruplar arası ilaçların tedavi sonuçlarını karşılaştırdığımızda; metotreksat ve asitretin alan probiyotik grubundaki hastalar ile 2. gruptaki metotreksat ve asitretin alan hastaların PAŞİ değerleri arasında anlamlı bir fark bulduk (p<0,05) ve probiyotik grubundaki hastaların PAŞİ sonuçlarının daha düşük olduğunu saptadık. Siklosporin kullanılan hastalarda, gruplar arasında PAŞİ değerleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0,05) sonucuna vardık. Hastaların VYA'larına baktığımızda; 12. Hafta ölçülen VYA ortalamaları her iki grup arasında ve aynı ilacı kullanan hasta grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı bir fark olmadığını bulduk (p>0,05). 12. hafta sonunda her iki grup arasında yapılan karşılaştırmalarda; siklosporin kullanılan hastalarda, gruplar arasında DYKİ değerleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0,05) bulunurken, Asitretin ve Metotreksat kullanılan hastalarda, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu (p<0,05), probiyotik almayan gruptaki hastaların değerlerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur. SONUÇ: Orta-şiddetli konvansiyonel tedavi alan psoriyazisli hastalarda; probiyotik ilavesinin plasebo'ya göre klinik etkinliğini değerlendirmeye çalıştık ve özellikle metotreksat ve asitretin hasta grubunda probiyotik kullanımının tedaviye pozitif yönde olan katkısını PAŞİ, VYA, DYKİ gibi klinik şiddet skorlarıyla karşılaştırarak plaseboya göre klinik iyileşmede etkili olduğunu gördük.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Clinical Radiological Assesment in Patients With Adrenal Incidentaloma(2018) Erdem, Mehmet; Yıldız, SalihaMehmet ERDEM: Adrenal insidentalomalı hastalarda klinik radyolojik değerlendirme. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları A.D. Tıpta Uzmanlık Tezi / Van / 2018. AMAÇ: Çeşitli sebeplerle uygulanan batın görüntüleme yöntemleri sonucu saptanan insidental adrenal kitlelerin klinik ve radyolojik özelliklerini tespit ve analiz etmektir. YÖNTEM: Yaptığımız bu çalışmada 01.01.2015 ile 01.01.2017 tarihleri arasından Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları polikliniğine başvuran adrenal insidentalomalı 139 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların %69'u kadın (n:95), %31'i erkekti (n:44). Bu hastalardan 99'u BT, 38'i MRG ve 2'si PET sonuçlarına göre değerlendirilmiştir. SONUÇ: Görüntülemelerde %39,6 sağ sürrenal tutulum, %67,6 sol sürrenal tutulum ve %7,2 bilateral sürrenal tutulum gözlendi. Aİ'lerin kitle çapı 1-90 mm arasında idi. Aİ'li hastaların %23'ü (n:32) opere edildi. Patoloji sonuçlarına göre insidentalomalar; 22 (%68,75) adrenal kortikal adenom, 4 (%12,5) BAH, 2 (%6,25) ACC, 1 (%3,12) lipom, 1 (%3,12) matür kistik teratom, 1 (%3,12) ganglionöroma ve 1 (%3,12) kollizyon tümörü olarak değerlendirilmiştir. Opere edilmeyen %77 hastanın takipleri devam etmektedir. Fonksiyonel adrenal kortikal adenom ile sonuçlanan 20 hastanın 9'unda CS, 3'ünde Conn sendromu ve 8'inde feokromasitoma tespit edildi. Fonksiyonel adrenal kortikal adenom ile sonuçlanan 18 hastanın lezyon çapı 40 mm den az, çap ortalaması 23,1 mm idi. Diğerlerinin lezyon çapları 44 mm ve 60 mm idi. Adrenal kortikal adenomlu hastaların %8,7'si hormonal olarak aktifti. Conn sendromu tespit edilen 11 mm'lik lezyon görüntülemede kalsifik olarak tespit edilmişti. Opere edilen 2 nonfonksiyonel kortikal adenomun çapları ise 40 mm ve 90 mm idi. Feokromasitoma tanısı alan hastaların görüntülemelerde lezyon çap ortalaması (en küçük çap 25 mm, en büyük çap 90 mm) 49,25 mm ve birinde nekroz vardı. BAH tanılı hastaların lezyon çap ortalaması 21 mm, ACC tanılı hastaların lezyon çapları 35 mm, 60 mm ve biri kalsifikti. Lipom tanılı hastanın lezyon çapı 23 mm, matür kistik teratom tanılı hastanın lezyon çapı 75 mm, ganglionöroma tanılı hastanın lezyon çapı 70 mm ve kollizyon tümörü tanılı hastanın lezyon çapı 45 mm idi. Lipom boyutunun izlemde 15 mm'den 28 mm'e hızla arttığı tespit edildi. Patoloji sonucu BAH ile sonuçlanan 4 hastanın ikisi CS, biri Conn senromu dışı Primer hiperaldosteronızm tanılıydı. Diğer hasta lezyon çapı 43 mm olduğundan opere oldu. Hastaların %75'i hormonal olarak aktifti. Opere olmamış izlemde Primer hiperaldosteronizm 4 ve SCS 8 hasta tespit edildi. Primer hiperaldosteronizm tanısı alan 8 hastanın 5'inde hipokalemi tespit edilmiştir. Görüntülemelerde 4 hastada kalsifikasyon tespit edildi. Bu hastalardan 2'si opere oldu. Patoloji sonucu biri adenom diğeri adrenal kanser olarak geldi. Opere edilen Aİ'li hastaların 5'inda (%15,6) steroid kullanımına devam edildi. Beş hastanın dördünde steroid kullanımı ortalama 18 ay devam edildi. Hepsi CS idi. 11 CS'li hastanın 5'inde uzun dönem kortizol ihtiyacı oldu. Aİ'li hastaların tümü söz konusu olduğunda %33,1 HT, %12.9 DM, %11,5 CS, %3,5 Conn sendromu dışı Primer Hiperaldosteronizm, %2,1 Conn Sendromu ve %5,5 feokromasitoma saptanmıştır. Opere edilenlerin 12'sine (%37,5) HT, 5'ine (%15,6) DM eşlik ediyordu.