Tıpta Uzmanlık Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/13
Browse
Browsing Tıpta Uzmanlık Tezleri by Department "Tıp Fakültesi / Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 73
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine.listelement.badge Affecting Factors and Malnutrition Prevelance of 0-5 Year-Old Group Children in Van(2010) Sönmez, Bülent; Cesur, YaşarBu çalışmada, Van il merkezinde 0-5 yaş grubu çocuklarda malnütrisyon prevalansının belirlenmesi ve malnütrisyonun bazı değişkenlerle olan ilişkisinin incelenmesi amaçlandı. Kesitsel nitelikte olan bu çalışmaya 0-5 yaş grubundan 702 çocuk alındı. Çocuklar, ailelerin beyanına göre; düşük, orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzey olmak üzere üç gruba ayrıldı. Düşük, orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeye göre gruplardaki sayılar sırasıyla 152, 329 ve 222 idi.Gomez sınıflaması kullanılarak yapılan değerlendirmede; 702 çocuğun %26.2'sinin hafif, %7.1'inin orta ve % 1.2'sinin ağır derecede malnütrisyonlu olduğu tespit edildi. Z skoru kullanılarak -2SD ve altında kalan değerler ölçüt alınarak bakıldığında boya göre ağırlık (zayıf), yaşa göre ağırlık (düşük kiloluk) ve yaş göre boy (bodurluk) oranları; sırasıyla %16.2, % 19.7 ve %17.7 idi. Bu oran; Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 verilerine göre bölgesel oranlarla örtüşürken, Türkiye geneline göre yüksekti. Bu durum, Van'ın son yıllarda çok göç almasına, düşük sosyoekonomik koşullara, anne ve/veya babanın eğitim seviyesinin düşüklüğüne ve coğrafik şartlara bağlanabilir.Gebelikler arasındaki süre, prematür doğum, ilk 4 ay içerisinde formül mama veya inek sütü başlama, anne sütünü 4 aydan az alma, ek besinlere erken başlama, gebelik sayısının fazla olması, düzenli multivitamin ve D vitamini almama, kronik hastalığa sahip olma, sosyo-ekonomik durumun düşük olması, anne-baba akrabalığı olması, babanın eğitim seviyesinin düşük olması ve babanın işsiz olması değişkenlerinin malnütrisyon gelişimi ile istatistiksel olarak anlamlı ilişkisi olduğu tespit edildi.Malnütriyon gelişimi ile kardeş sayısı, ailenin kaçıncı çocuğu olduğu, ölen ve/veya düşük kardeş öyküsü, evde yaşayan kişi sayısının çokluğu (iki ve daha fazla ailenin beraber yaşaması), bağışıklanma, sağlık çalışanlarının ziyaret sayısı, annenin yaşı, eğitim durumu ve mesleği, annenin sigara kullanımı, annenin alkol ve madde bağımlılığı, ailenin sosyal güvencesinin olması ile babanın yaşı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı.Bir çocuğun büyümesinin normal olması, onun sağlıklı olduğunun bir göstergesidir. Çocukların büyümesinin izlenmesinde ve beslenme durumlarının değerlendirilmesinde antropometrik ölçümler önemli yer tutmaktadır.Bu çalışma ile, ilimizin de içinde bulunduğu düşük sosyo-ekonomik göstergelere sahip bölgelerde malnütrisyonun önlenmesinde anne sütü alımının, aile planlamasının ve büyümenin düzenli takibinin önemi saptandı.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Analysis of Shunt Infections in Patients With Neural Tube Defect (meningomyelocele) and Hydrocephalus Who Underwent Ventriculoperiostoneal Shunting; 13 Years Experience of Our Clinic(2024) Aslan, Rabia; Yürektürk, EyyüpMeningomyelosel (MM) nöral tüp defektlerinin (NTD) en sık görülen tipidir. Kese tamiri sırasında veya sonrasında hidrosefali eşlik eden vakaların önemli bir kısmına şant takılması gerekmektedir. Şant enfeksiyonu uzun dönem prognozu etkileyen parametrelerden biridir ve hemen her zaman menenjit kliniği ile prezente olmaktadır. Çalışmamızda nöral tüp defekti (meningomyelosel) tanılı yenidoğan hastaları inceleyerek şant enfeksiyonu/menenjit olan hastaların risk faktörlerini, sebeplerini, hastalık yönetimini belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde 01.01.2010 - 11.10.2023 tarihleri arasında doğan ve/veya hastanemize sevk ile gelen meningomyelosel tanılı yenidoğan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastane otomasyon sisteminden hastaların dermografik bilgileri, hastanede yatış süresi, operasyon günü, laboratuvar tahlillerinden; beyin omurilik sıvısının (BOS) glukoz ve protein değerleri, kültür ve kültür antibiyogramları tarandı. Beyin bilgisayarlı tomografi (BT), beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve transfontanel ultrasonografi (USG) raporları incelenerek hidrosefali ve eşlik eden ek anomaliler belirlendi. Ameliyat notlarından; flep ve şant uygulanıp uygulanmadığı, hasta epikrizlerinden ise meningomyelosel kese çapı ve yeri, kullanılan antibiyotikler, hastada olan diğer ek anomaliler, hastanın menenjit ve exitus olup olmadığı ile ilgili veriler taranmıştır. Bulgular: Meningomyelosel tanılı 430 hasta çalışmaya dahil edildi. Otuz dört hasta (%7.9) şant enfeksiyonu/menenjit olarak saptandı. Hastalarda kız cinsiyet oranı %52.8 idi. Şant enfeksiyonu/Menenjit olan hastalarda şant enfeksiyonu/menenjit olmayan hastalara göre anne yaşı anlamlı (p<0.05) olarak daha düşüktü. Hidrosefali oranı ve hastane süresi şant enfeksiyonu/menenjit olan hasta grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Çalışmamızda en çok üreyen patojenler Klebsiella Pneumoniae ve Staphylococcus Haemolyticus idi. Tedavide en sık kullanılan antibiyotikler ise Vankomisin ve Meropenem'di. Vakalardan 15 hasta (%3.5) exitus oldu. Şant enfeksiyonu/menenjit olan grupta menenjit olmayan gruba göre mortalite anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Sonuç: Meningomyelosellerde şant enfeksiyonu/menenjit olan hastaların, şant enfeksiyonu/menenjit olmayan hastalara göre hastane yatış süresi ve exitus oranı anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Flep kapama yapılan hastalarda ve/veya operasyon zamanı 72 saatten uzun olan hastalarda da hastane yatış süresi daha uzun olduğu saptandı. Ortalama anne yaşı şant enfeksiyonu/menenjit olan grupta anlamlı olarak daha düşük bulundu. En sık üreyen BOS kültür patojeni Klebsiella Pnemoniae'ydı. Hastaların mümkün olan en erken dönemde opere edilmesi, genç yaş gebeliklerin önlenmesi için gerekli planlamaların yapılması ve hastane kaynaklı enfeksiyonları azaltacak tedbirlerin alınması büyük önem taşımaktadır.specialization-in-medicine.listelement.badge Asymmetric Dimethylarginine, Hs-CRP and NT-ProBNP Levels Evalulation in Pediatric Patients With Eisenmenger Syndrome(2012) Ebiri, Can; Üner, AbdurrahmanEisenmenger Sendromu (ES); artmış pulmoner vasküler direnç ve sistemik-pulmoner dolaşım bağlantısı aracılığıyla kanın kalbin sağından soluna şantıyla karakterize bir klinik durumdur. Tanı konulduğu anda geri dönüşümsüz olan bu hastalığın tanı ve takibinde çeşitli prognostik faktörlere ihtiyaç duyulmuştur. Kardiyovasküler hastalıkların gelişiminde rol oynayan risk faktörleri bulunan kişilerde asimetrik dimetilarjinin (ADMA) düzeyleri yüksek bulunmuştur. Son yıllarda kardiyovaskuler sistemin çesitli patolojilerinde prognostik olarak natriuretik peptidler (NT-proBNP) ve high sensitif C-reaktif protein (Hs-CRP) düzeylerinin ölçümüne dayalı araştırma çalışmaları da giderek artmaktadır.Bu tez çalışmasında yaşları 3?18 yaş arasında değişen toplam 20 Eisenmneger sendromu olan hasta ve kontrol grubu olarak herhangi bir kronik hastalığı olmadığı bilinen, fizik muayene ve laboratuvar bulguları bakımından sağlıklı 21 çocuk dahil edilerek serum asimetrik dimetilarjinin, Hs-CRP ve NT-proBNP düzeyleri incelendi.Yaş ortalama olarak hasta grubunda 9,35 ± 4,76 yıl, kontrol grubunda 9,76 ± 2,68; ADMA ortalama olarak hasta grubunda 1,94 ± 2,18 µM, kontrol grubunda 1,10 ± 0,81 µM; NT-proBNP ortalama olarak hasta grubunda 864,18 ± 3072,34 pg/ml, kontrol grubunda 26,41 ± 80,33 pg/ml; Hs-CRP ortalama olarak hasta grubunda 4,06 ± 2,27 mg/l, kontrol grubunda 3,34 ± 1,08 mg/l olarak bulundu.Hasta ve kontrol grupları arasında yaş açısından anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). NT-proBNP değerleri hasta grupta sağlıklı kontrollere göre anlamlı yüksek bulunurken (p<0,05) ADMA ve Hs-CRP düzeyleri bakımından anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05).Bu sonuçlar literatür ışığında kronik hipoksi ile ilişkilendirilmiştir. NT-proBNP özellikle hasta grubunda anlamlı olarak yüksek bulunduğu için bu sonuç net olarak görülmekteyken ADMA ve Hs-CRP için daha fazla çalışma ve daha fazla hastaya ihtiyaç olduğu görülmüştür. Gelecekte ES'nin klinik yönetiminde ADMA, NT-proBNP ve Hs-CRP'nin mevcut stratejileri değiştirebileceği ancak bu parametrelerin tanı ve tedavi yönetimi sırasında yol gösterici olarak kullanılabilmeleri için daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğu görülmektedir.Anahtar Kelimeler: ES, ADMA, NT-proBNP, Hs-CRPspecialization-in-medicine.listelement.badge Auditory Brain Stem Responses in Iron Deficiency Anemia(1999) Akçay, Gürbüz; Öner, Ahmet FayikYüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Polikliniğine rutin kontrolleri için getirilen yaşları 12 ay ila 60 ay arasında olan 64 çocuktan 33 çocuk demir eksikliği tesbit edilerek vaka grubuna, demir eksikliği olmayan 31 çocuk ise kontrol grubuna alındı. Bu çocuklarda demir eksikliğinin nörosensoriyal matürasyon üzerine etkisini incelemek için vaka ve kontrol grubuna beyin sapı işitsel cevaplarına (Auditory Brain Stem Response-ABR) bakıldı. Çalışmaya alınan çocuklar 12 aya kadar olanlar 1. grup, 18-36 ay arası 2. grup ve 36 ay üstü 3. grup olarak üç gruba ayrıldı. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında 1. Yaş grubunda I-V interpik latansta gecikme (p=0.002), 2. Yaş grubunda V. dalga latansı ve III- V interpik latansında gecikme (sırasıyla p=0.002 ve p=0.004), 3. Yaş grubunda ise I. dalga latansında gecikme bulduk (p=0.007). Bu gecikmeleri demir eksikliğinde myelinizasyonun tam olamaması ve/veya demirin yapısına girdiği nörotransmitterlerin eksik fonksiyonu ile açıklanabileceğini düşündük.specialization-in-medicine.listelement.badge Brain Magnetic Resonance Imaging (MRI) and Magnetic Resonance Spectroscopy (MRS) Findings in Children With Cernicterus.(2011) Sari, Şahabettin; Çaksen, HüseyinKernikterus veya bilirubin ensefalopatisi, unkonjuge (indirekt bilirubin) bilirubinin beyinde bazal gangliyonlarda birikmesiyle oluşan nörolojik bir sendromdur. Kernikterus patogenezinde birçok faktör yer almaktadır. İndirekt bilirubin seviyeleri, albumine bağlı ve bağlı olmayan bilirubin seviyeleri, kan beyin bariyerinden geçebilme ve hasara karşı sinirsel duyarlılıkla ilişkilidir. Kan beyin bariyerinin hastalıklar, asfiksi veya diğer faktörlerle bozulması ve kan beyin bariyeri geçirgenliğindeki gelişimsel değişiklikler riski etkiler. Total serum bilirubini (TSB) 25 mg/dl'nin altında olduğu ve hemolizin olmadığı durumlarda kernikterus nadirdir. Patolojik kriterlere göre kernikterus, tedavi edilmemiş hemolitik hastalığı olan ve bilirubin seviyeleri 25-30 mg/dl'yi aşan bebeklerde görülür.Bu çalışmada amacımız akut ve kronik kernikteruslu hastaların klinik, beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve manyetik rezonans spektroskopi (MRS) bulguları incelemektir.Vakaların hastaneye getiriliş zamanı ve tedavi yaşları, cinsiyet, gestasyonel haftası, doğum ağırlığı, hastaneye başvurudaki ağırlığı, bebek ve anne kan grupları, Rh ve ABO uygunsuzluğu olup olmadığı, total bilirubin düzeyi, uygulanan tedavi şekilleri, beyin MRG ve MRS'i görüntülenme bulguları değerlendirildi. Beyin MRS'de; N-asetil aspartat (NAA), kreatin (Cr), kolin (Cho), NAA/Cho, NAA/Cr ve Cho/Cr oranları çalışıldı.Bu çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı'nda Haziran 2006 - Ocak 2011 tarihleri arasında izlenen kernikteruslu 48 vaka alındı. Vakalar grup 1 (akut) ve grup 2 (kronik) olmak üzere 2 grupta sınıflandırıldı. Grup 2'deki vakalarda çocuk nöroloji polikliniğine 2006 ? 2010 tarihleri arasında başvuran hastaların dosya kayıtları, retrospektif olarak incelendi. Ayrıca, Haziran 2009?Ocak 2011 tarihleri arasında çocuk nöroloji polikliniğine başvuran kernikteruslu hastalar ve yenidoğan ünitemizde yatırılarak takip ve tedavi edilen kernikteruslu bebekler prospektif olarak bu çalışmaya alındı.Çalışmaya 33'ü (%68.75) erkek, 15'i (%31.25) kız olmak üzere toplam 48 kernikteruslu vaka alındı. Erkek/kız oranı 2.2 idi. Grup 1'de dokuz vaka, grup 2'de 39 vaka vardı. Grup 1a'da dört preterm vaka, grup 1b`de beş term vaka vardı. Grup 1'deki dokuz akut vakanın beşi (%55.5) kız, dördü (%45.5) erkekti. Grup 1'de erkek/kız oranı: 0.8 idi. Grup 2'deki 39 vakanın 29'u (%74.3) erkek, 10'nu (%25.7) kızdı. Grup 2'deki erkek/kız oranı: 2.9 idiGrup 1'deki vakaların gestasyonel yaş ortalaması 37.89 ± 2.1 hafta idi (35-40 hafta). Grup 1'deki vakaların TSB değerleri ortalama 31.1 ± 4.9 mg/dl idi (26-40 mg/dl) Grup 2'deki vakaların TSB düzeyleri ortalama 34.2 ± 7.02 mg/dl idi (25-45 mg/dl). Grup 1'de yer alan dokuz yenidoğan bebeğe doğumdan sonraki 10-29 gün içinde beyin MRG ve MRS görüntüleme incelenmesi yapıldı. Beyin MRG ve MRS sırasındaki yaş ortalaması 20.78 ± 6.05 gündü (10-29 gün). Grup 1'deki tüm vakaların T1 ağırlıklı incelemesinde GP'da değişik derecelerde, bilateral, simetrik ve anormal sinyal artışı görüldü. Bu lezyonlar T2 ve FLAİR ağırlıklı görüntülemelerde izlenmedi. Grup 1'de yedi vakaya çekilen kontrol beyin MRG'de dört vakanın T1, T2 ve FLAİR ağırlıklı görüntüleri normal olarak değerlendirdi. Grup 2'de beyin MRG çekilme sırasındaki yaş ortalaması 16.77 ± 22.2 aydı (1-108 ay). Grup 2'deki 29 (%76.9) vakada anormal beyin MRG bulgusu vardı. Grup 2'deki 24 (%61.5) vakanın beyin MRG'de T2 ağırlıklı kesitlerde globus pallidusta simetrik sinyal artışı mevcuttu.Grup 1a'daki vakaların beyin MRS'sinde, NAA'nın ortalama değeri 2.45 ± 0.97 mmol/kg (normal değeri 2.5±0.6 mmol/kg) ve Cho`nin ortalama değeri 3.73 ± 1.54 mmol/kg (normal değeri 2.1 ± 0.4 mmol/kg) idi. Ortalama NAA ve Cho seviyelerinin, Kreiss ve arkadaşları tarafından rapor edilen sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamı bir fark saptanmadı (sırası ile P = 0.921, P=0.147). Cr'nin ortalama değeri 2.48 ± 1.1 mmol/kg idi (normal değeri 4.5 ± 0.4 mmol/kg). Ortalama Cr düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (P <0.005). NAA/Cr oranı ortalaması 1.02 ± 0.14 mmol/kg idi (normal oranı 0.56 ± 0.00). Ortalama NAA/Cr oranı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti. (P <0.05). NAA/Cho ortalama değeri 0.66 ± 0.07 mmol/kg (normal oran 1.19 ± 0.00) idi. Ortalama NAA/Cho oranı kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (P <0.05). Cho/Cr oranın ortalaması 1.54 ± 0.22 mmol/kg (normal değeri 0.47 ± 0.00) idi. Ortalama Cho/Cr oranı, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (P <0.05).Grup 1b'deki vakaların beyin MRS'da istatistiksel olarak değerlendirilmesinde; NAA'nın ortalama değeri 3.26 ± 2.24 mmol/kg (normal değeri 3.4 ± 0.5 mmol/kg) idi. Cho'nın ortalama değeri 3.63 ± 1.90 mmol/kg (normal değeri 2.2 ± 0.3 mmol/kg) idi. Ortalama NAA ve Cho seviyelerinin, Kreiss ve arkadaşları tarafından rapor edilen sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak hasta grubunda anlamı bir fark saptanmadı (sırası ile P= 0.892, P= 0.169). Cr'nin ortalama değeri 2.69 ± 1.48 mmol/kg (normal değeri 4.8 ± 0.5 mmol/kg) idi Ortalama Cr düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (P <0.05). NAA/Cr oranın ortalaması 1.19 ± 0.33 mmol/kg (normal oranı 0.71 ± 0.00) idi. Ortalama NAA/Cr oranı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda anlamlı derecede yükseklik saptandı (P <0.05). NAA/Cho ortalama değeri 0.87 ± 0.27 mmol/kg (normal oranı 1.55 ± 0.00) idi. Ortalama NAA/Cho oranı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüklük saptandı (P <0.05). Cho/Cr oranın ortalaması 1.39 ± 0.26 mmol/kg (normal değeri 0.46 ± 0.00) idi. Ortalama Cho/Cr oranı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede yükseklik saptandı (P <0.05).Sonuç olarak; grup 1a ve grup 1b'deki vakalarda ortalama NAA ve Cho seviyeleri normal olup, ortalama Cr ve NAA/Cho oranı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (P <0.05). Grup 1a ve grup 1b'deki vakalarda ortalama NAA/Cr ve Cho/Cr oranları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yükseklikti (P <0.05). Ayrıca, NAA, Cho, Cr, NAA/Cho, NAA/Cr ve Cho/Cr değerleri yönünden grup 1a ve grup 1b arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (P > 0.05)specialization-in-medicine.listelement.badge Carina Angle Measurements for Diagnosis of Patent Ductus Arteriozus in Newborn Infants(2012) Karaman, Serap; Üner, AbdurrahmanDuktus Arteriosus'a (PDA) yatak başında tanı konulması, özellikle hâlihazırda ekokardiyografi çekme imkânının olmadığı durumlarda önemini korumaya devam etmektedir. Bu çalışmamızın amacı; bir akciğer grafisindegörülen,sol ana bronkusun çıktığı yerde genişlemiş olan Karina Açısının (KA) muhtemel bir PDA varlığını destekleyip desteklemediğini değerlendirmekti. Klinik ve ekokardiyografik olarak PDA tanısı almış olup, hemodinamik olarak anlamlı olan ve 37 hafta altındaki 69 infantdan çalışma grubu oluşturuldu. Çalışma grubundaki 40 infant retrospektif, 20 infant prospektif olarak incelendi. Kontrol grubu 60 vakadan oluşturuldu. 69 PDA'lı ve 60'ında herhangi bir duktus bulgusu olmayan infantta, her iki ana bronş arasındaki açının karina seviyesinde ölçülmesi suretiyle sol bronkusun yerleşimi değerlendirildi.Her iki gurup karşılaştırıldığında; PDA grubunda anlamlı derecede bir Karina Açısı (KA2) genişlemesi mevcuttu, bu grupta çeyrek değer genişliği (IQR) 69-108 º, ortanca değer (median) 89º ve ortalama değer (mean) 87.26 º (± 7.01 º) iken kontrol gurubunda bu değerler sırasıyla 57-89º, 66.5º ve 67.4º (± 7.33º) idi (P < 0.001). Cut-off noktası 73.5 º olarak kabul edildiğinde, en yüksek sensitivite (%97) ve spesifite (%55) değerini ifade etmektedir. Biz, artmış olan KA değeri ile PDA'nın ortaya çıkışı arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki tespit ettik (P< 0.01). PDA yokken olan karina açısı (KA1) çeyrek değer genişliği (IQR) 58-85 º, ortanca değer (median) 73 º ve ortalama değer (mean) 72,2 º (± 4.9 º), PDA saptandağında çeyrek değer genişliği (IQR) 69-108 º, ortanca değer (median) 89º ve ortalama değer (mean) 87.2 º (±7.01 º) , PDA kapandığında bu değerler sırasıyla 63-88º, 74.5 º ve 74.7º (± 6.4 º) idi (P< 0.001). PDA' rezolüsyonundan sonra KA'da meydana gelen değişiklikleri de inceledik. DA'nın patent durumdayken ölçülen 87.2 º (± 7 º) değeri ile karşılaştırıldığında, KA'nın 74.7 º (± 6.4 º) değerine gerilediği görüldü (P< 0.001).Biz, olası bir PDA varlığının göğüs grafisinde KA genişlemesi şeklinde ortaya çıkma ihtimalinin arttığını ortaya koyduk. Benzer şekilde, KA'nın 73.5 º'den daha dar olması %93 NPD (Negatif prediktif değer) ihtimali ile PDA tanısını ekarte etmektedir. PDA tanısının konmasında; KA değeri, güvenilir kolay ulaşılabilen ve bir araçtır.Anahtar Kelimeler: PDA, Karina açısı değeri, Prematürite, Ekokardiografispecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Changes in the Complete Blood Count and Biochemical Parameters During Remission-Induction of Bfm Chemotherapy in Childhood Acute Leukemia, Mehmet Ari, Md., Dissertation,(2020) Arı, Mehmet; Öner, Ahmet Fayik.Amaç: Bu çalışmada çocukluk çağı akut lösemi hastalarının klinik özelliklerinin ve BFM kemoterapisi remisyon-indüksiyonu-konsolidasyon sürecinde serum elektrolit seviyelerindeki değişimin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma Van Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Hastanesi Pediatrik Hematoloji Polikliniği'nde 1 Ocak 2014- 31 Aralık 2018 tarihleri arasında akut lösemi tanısı alan hastaların dosyalarının hastane kayıtlarından retrospektif olarak incelenmesi ile gerçekleştirilmiştir. p değerinin 0,05'in altında olması sınır kabul edilmiştir. Bulgular: İmmün fenotip değerlendirildiğinde kişilerin %81,2'si (n=69) ALL, %18,8'i (n=16) AML'dir. ALL hastalarının %56,5'i erkek, %43,5'i kız, yaş ortalaması 7,4±5,2'dir. AML hastalarının %68,8'i (n=11) erkek, %31,3'ü (n=5) kız, yaş ortalaması 8,2±5,5'tir. ALL hastalarının %14,5'inde (n=10) relaps gelişmiştir, %11,6'sı (n=11,6) ex olmuştur. AML hastalarının %6,3'ünde (n=1) relaps gelişmiş, 1'i araç içi trafik kazası olmak üzere %12,5'i (n=2) ex olmuştur. ALL hastalarının %94,2'sinde (n=65) hipokalemi, %100,0'ında (n=69) hiponatremi, %95,7'sinde (n=66) hipokalsemi, %60,9'unda (n=42) hipomagnezemi, %97,1'inde (n=67) hipofosfatemi görülmüştür. AML hastalarının %75,0'ında (n=12) hipokalemi, %81,3'ünde (n=13) hiponatremi, %81,3'ünde (n=13) hipokalsemi, %43,8'inde (n=7) hipomagnezemi, %87,5'inde (n=14) hipofosfatemi görülmüştür. Ex relaps gelişmeyen hastalar ile karşılaştırıldığında, ex-relaps gelişen hastalarda, P1A'da hipofosfatemi, 1.HR1 ve 2.HR3'te hipokalemi, 2.HR2'de hiponatremi ve 2.HR3'te hipomagnezemi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla görülmüştür. PM'de hipokalemi, PII'de hiponatremi ex relaps olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha az sıklıkta belirlenmiştir. Sonuç: Akut lösemi tanısıyla kemoterapi alan hastalarda birçok nedenle çeşitli elektrolit bozuklukları ve buna bağlı morbidite hatta mortalite gelişebileceği bilinmektedir. Bu çalışmanın sonuçları uygulanan kemoterapi rejimine göre değişmekle beraber, bütün tedavi protokollerinde çeşitli serum elektrolitlerin plazma konsantrasyonlarında, normal referans değerlerle karşılaştırıldığında, anlamlı değişiklikler oluştuğunu ortaya koymuştur. Anahtar Kelimeler. Çocuk Hastalıkları, Hematoloji, Akut Lösemi Tedavisi, Elektrolit Bozukluklarspecialization-in-medicine.listelement.badge Comparison Nifedipine and Captopril Usage in Pulmonary Hypertansion Secondary To Pneumonia(2006) Demirtaş, Mehmet Maşuk; Üner, Abdurrahman; Ceylan, Abdullah; Arslan, Şükrü41. ÖZETYüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve HastalıklarıAnabilim Dalı servisinde Eylül 2003 ile Temmuz 2005 tarihleri arasında klinik veradyolojik olarak pnömoni tanısı alan çocuklarda pulmoner hipertansiyon tedavisineyönelik çalışmamızda toplam 40 vakadan oluşan hasta grubu alındı. Pnömoni ile birliktekonjenital kalp hastalığı, sistemik hipertansiyon, böbrek veya karaciğer hastalığı olanvakalar çalışmaya dahil edilmedi.Vakaların tümünde kan gazları ve pulse oksimetre ile oksijen satürasyonlarıölçüldü. Ayrıca akciğer grafisi çekilip, elektrokardiyografik ve ekokardiyografik incelemeyapıldı.Ekokardiyografik değerlendirme M mode, 2 boyutlu ekokardiyografi ve renkliDoppler, pulse ve continius wave (CW) ile yapıldı. Ekokardiografik incelemede pulmonerarter basıncı 35 mmHg'nın üzerinde olan vakalar PH olarak kabul edildi. Ekokardiyografikincelemede PH tesbit edilen vakalar iki gruba ayrıldı. Birinci gruba kaptopril 2mg/kg/günüç dozda, ikinci gruba nifedipin 0.5 mg/kg/gün 3 dozda başlandı.. PH normal sınırlaradönünceye kadar hastalara her gün ekokardiografik ile inceleme yapıldı. Tedavide,vakaların hepsine başlangıçta ampirik olarak ikili antibiyotik tedavisi başlanıp, takiptekültür sonuçlarına göre gerekli görülen vakalarda antibiyotik değişimi yapıldı. Akciğerenfeksiyonu ile birlikte kalp yetmezliği olan vakalarda digoksin uygulandı.Çalışmanın istatistiksel olarak değerlendirilmesinde SPSS (Statistical Package forSocial Sciences) programında Bağımsız İki Örnek t testi, Bağımlı İki Örnek t testi, Ki-karetesti kullanıldı.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparison of Cerebral Oxymeter and Pulse Oxymeter Values in Premature, Asphictic and Healthy Newborns(2009) Kaya, Avni; Kırımi, ErcanGiriş ve Amaç: Oksijenasyonun monitorizasyonu, hasta güvenliğini ve optimal sonuçları sağlamak için zorunludur. Gerçek zamanlı non-invaziv pulse oksimetrenin günümüzdeki kullanımı, düşük perfüzyon olayları, özellikle azalmış veya tıkanmış pulsatil kan akımı sebebiyle dolaşım durması esnasında, arteriyel oksijenasyonunu izlemek için sıklıkla güvenilir değildir. Aynı zamanda, pulse oksimetri (PO) beyin oksijenasyonunun direk bir göstergesi değildir. Serebral oksimetri (SO), serebral oksijen saturasyonu ölçmek için direk bir metod sunar. Pulse oksimetrenin güvenilir olmadığı durumlarda (kardiyopulmoner canlandırmanın etkinliğini izlemek için) serebral oksimetre değerlidir. Serebral oksimetri, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatak başı monitorizasyonunda umut verici bir modalitedir ve pulse oksimetreyi tamamlayıcıdır. Bu tez çalışmasında asfiktik, prematüre ve sağlıklı yenidoğanlarda beyin oksijen satürasyon normallerinin tespitini sağlamayı ayrıca her üç grup yenidoğanların beyin oksijen satürasyon değerleri ile pulse oksimetre değerlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem:Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Mayıs 2008-Eylül 2009 tarihleri arasında yapıldı. Somanetics 5100C (Invos oximeter serebral/somatic Troy, MI, USA) cerebral oksimetre kullanıldı. Özel bir şekilde dizayn edilmiş kendinden yapışkanlı neonatal sensör deneğin orta alın kısmına takıldı. Oksijen saturasyon bilgileri bir Nellcor N-560 Pulse Oksimetre tarafından toplandı.Sonuçlar: Asfiksi grubunda SO ortalaması 76,85±14.1, PO ortalaması 91,86±5,9, Kalp Tepe Atımı (KTA) ortalaması 139.91±22.3 idi. Prematür grubunda SO ortalaması 79,08±9.04, PO ortalaması 92,01±5,3, KTA ortalaması 135.35±17.03 idi. Kontrol grubunda SO ortalaması 77.56±7.6, PO ortalaması 92,82±3,8, KTA ortalaması 127.04±19.7 idi. İstatiksel analiz sonucunda: Asfiksi ve kontrol grubu karşılaştıldığında asfiksi grubunda PO değerleri anlamlı düşük ve KTA anlamlı yüksek bulundu. Ancak SO değerleri Asfiksi grubunda hafif düşük olmasına rağmen anlamlı fark bulunmadı (P=0.284). Asfiksi ve prematüre grubu karşılaştırıldığında SO anlamlı farklı idi (P=0.002), PO değerleri birbirine yakın ancak anlamlı fark yoktu (P=0.947). Asfiksi ve prematüre grubunda KTA anlamlı farklı idi (P<0.000). SO, PO ve KTA değerleri 3 grup arasında anlamlı bulundu (P<0.00). Korelasyon analizi yapıldığında: SO ile PO arasında orta derecede korelasyon olup bu korelasyon anlamlı idi. SO ile KTA arasında negatif ve zayıf bir korelasyon bulundu. KTA ile PO arasında çok zayıf bir ilişki var idi ama anlamlı değildi (P=0.146).Tartışma: Günümüze kadar pek çok SO cihazı uygulanmış ve bu cihazlara özgü yöntemlerle SOS için normal değerler bulunmaya çalışılmıştır. Bulunan değerler ortalama %60.5±11.5, %67.2±8.4, %66±8, %66±7, %68±5, %54-65.7, %61.9-82.3 ve %67.8-80.1'lik SOS olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda asfiksi grubunda SO ortalaması 76,85±14.1, Prematür grubunda SO ortalaması 79,08±9.04, Kontrol grubunda SO ortalaması 77.56±7.6, olup literatürle bildirilen değerlerden biraz yüksek idi. Bu hastalarımızın yaşlarının küçük olması sonucu, deri kalınlığının ince olması ve kızılötesi ışığın beyin dokusuna daha rahat geçmesi ile açıklanabilir.Sonuç ve Öneriler: SO, SOS'daki düşüşü geriye çevirmede; acil tedavinin önemi göz önüne alındığında, serabral oksijen desaturasyonun erken uyarımı, asfiktik ve prematür yenidoğanların klinik yönetiminde yardımcı olabilir gibi görünmektedir. SO, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatak başı monitorizasyonunda umut verici bir modalitedir ve pulse oksimetreyi tamamlayıcıdır ve serebral oksimetre yenidoğan yoğun bakımlarda rutin kullanılabilir.specialization-in-medicine.listelement.badge Comparison of Pulse Oxymeter and Cerebral Oxymeter Values in Healthy Newborns at First Five Minutes After Birth(2011) Taşkın, Gökmen Alpaslan; Kırımi, ErcanGiriş ve Amaç: Son senelerde doğumhanede oksijen kullanımı ile ilgili pratik yaklaşımlar tartışılmaya başlanmıştır. Doğumdan hemen sonra, kısa süre de olsa saf oksijene (%100) maruz kalmanın serbest oksijen radikal hasarı yarattığı, kısa ve uzun dönemde önemli yan etkilere yol açtığı [prematüre retinopatisi (ROP), bronkopulmoner displazi (BPD), intraventriküler hemoraji (İVH), nekrotizan enterokolit (NEK)] ve çocukluk çağı lösemi ile mortalite sıklığını artırdığı bildirilmektedir. Resusitasyonda kullanılan uygun oksijen konsantrasyonunun düzeyi ile ilgili araştırmalar sürerken, resusitasyon ihtiyacı olmayan yenidoğanları çabuk bir şekilde pembe yapmak için yüksek konsantrasyonda oksijen verilmesi halen çok değişmemiştir. Yenidoğanlar yaşamın ilk dakikalarında düşük (<%85) oksijen saturasyonu ile doğarlar ve oksijen saturasyon değerleri dakikalar içinde erişkin düzeyine çıkar. Bu çalışmada, komplikasyonsuz vajinal doğum ile doğan sağlıklı term bebeklerde, yaşamın ilk beş dakikasında preduktal arteryel oksijen saturasyonu (SpO2), kalp tepe atımı (KTA) ve serebral oksijen saturasyonu (SbO2) değerlerinin karşılaştırılması ve doğumhanede nabız oksimetre (NO) ve serebral oksimetre (SO) kullanma pratiğinin denenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Ekim 2010 ile Şubat 2011 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisi doğumhanesinde yapıldı. Normal spontan vajinal yol ile komplikasyonsuz doğan sağlıklı 100 term yenidoğan bebeğin ilk 5 dakika içerisinde nabız ve serebral oksimetre, KTA kayıtları ile kordon kan gazı analizleri yapıldı. Serebral oksijen saturasyonu ölçmek için Somanetics 5100C (Invos oximeter serebral/somatic Troy, MI, USA) SO cihazı kullanıldı. Bebeklere gerekli rutin ilk müdahaleler yapıldıktan ve radyant ısıtıcı altına koyulduktan sonra bu cihazın özel bir şekilde üretilmiş kendinden yapışkanlı neonatal sensörü deneğin orta alın kısmına takıldı. SpO2 bilgileri bir NO (Novametrix 515A) cihazı tarafından yapışkanlı probu sağ el bileğine takılarak elde edildi. Kordon kan gazı analizleri de çalışma yapılan hastanenin biyokimya laboratuarında ABL-5 adlı cihaz kullanılarak yapıldı. Ölçümler esnasında oksijen ihtiyacı olan bebekler çalışmaya alınmadı.Bulgular: Tüm olgular toplandıktan sonra normal spontan vajinal yol (NSVY) ile doğan 100 bebeğe ait veriler analiz edildi. Yaşamın ilk dakikasında, bebeklerin % 95'inden uygun veri elde edildi. Vakaların % 47'si erkek, % 53'ü kızdı. Ortalama gestasyon yaşı 40.4±1.5 hafta, doğum ağrılığı 3199±373 g, anne yaşı 28.0±6.9 yıl ve gebelik sayısı 3.7±2.6 idi. Postnatal ilk dakikadaki ortalama SpO2 değeri % 83.0±4.4 (74-94) iken bu ölçümler giderek yükselerek 5. dakikada % 92.9±3.5 (85-98)'e kadar ulaştı. SpO2 değerleri 4. ile 5. dakika değerleri dışında birbiri ile istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (P<0.05). SbO2 ölçümlerinde ise yaşamın ilk dakikasında, bebeklerin % 100'nden uygun veri elde edildi. Postnatal ilk dakikadaki ortalama SpO2 değeri % 48.9±9.9 (32-74) iken bu ölçümler SpO2'deki gibi giderek yükselerek 5.dakikada % 69.9±9.5 (46-89) ulaştı. SpO2 değerleri 3. ile 4. dakika ve 4. ile 5. dakika değerleri dışında birbiri ile istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (P<0.05). İlk dakika içindeki ortalama KTA değeri; 144.9±13.7(100-187)/dk iken yine yükselerek 5.dakikada 159.6±9.1(134-179)/dk'ya kadar ulaştı. 2. ile 3. dakika, 3 ile 4 ve 5. dakika ve 4. ile 5. dakika değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yokken diğer değerler istatistiksel olarak anlamlı farklı bulundu (P<0.05). Doğum odasında solunum sıkıntısı geliştiren veya herhangi bir komplikasyonu olan bebekler çalışmaya alınmadı.Tartışma: Sağlıklı yenidoğanlar, postnatal adaptasyon döneminde düşük oksijen saturasyonu sergileyebilirler. Vaginal doğumlarda SpO2 postnatal 4. dakikaya kadar düşük (<%85) ölçülebilir. Bu durum doğum odasında, oksijen tedavisi uygulanmasında seçilecek hedef değeri belirlerken, göz önünde tutulmalıdır. Çalışmamızda SpO2, SbO2 ve KTA ölçümleri de birbiri ile postnatal 3. dakikaya kadar ilişkili bulundu. Çalışmamızın değerlerinin yapılan diğer çalışmalardaki değerlerden yüksek olmasını term ve komplikasyonsuz normal yol ile doğan bebeklerin alınması ile ilgili olabileceğini düşündük. SO, SpO2'daki düşüşü geriye çevirmede acil tedavinin önemi göz önüne alındığında, serebral oksijen desaturasyonun erken uyarımı, asfiktik ve prematür yenidoğanların klinik yönetiminde yardımcı olabilir gibi görünmektedir.Sonuç ve Öneriler: SO doğumhanede NO'yi tamamlayıcıdır ve rutin olarak kullanılabilir. Çalışmamızla da görülmüştür ki yenidoğan bebeklerde doğumhanede SO kullanımı ile daha çabuk ve doğru derecede oksijen ihtiyacı tespit edilebilir ve böylece de gereksiz oksijen kullanımı ve olası risklerinden kaçınılabilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of Serum Ferritin Levels and Cardiac and Liver Mri T2* Results of Transfusion Dependent Β-Thalassemia Major Patients Comparison of Serum Ferritin Levels and Cardiac and Liver Mri T2* Results of Transfusion Dependent Β-Thalassemia Major Patients(2023) Acar, Bilal; Karaman, KamuranPediyatrik β talasemi majör hastalarında, artmış demir yüküne bağlı olarak organlarda demir birikimi gözlenir ve bu birikim, biriktiği organda disfonksiyona yol açabilir. Çalışmamızda, kalp ve karaciğerdeki demir birikimini değerlendirmek için manyetik rezonans görüntüleme tekniği olan T2* sekansını kullanmayı planladık. Ayrıca, karaciğer ve kalpteki T2* relaksasyon süreleri ile ferritin değerleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı hedefledik. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 2023 yılında Yüzüncü Yılı Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığın ve Hastalıkların Anal Bilimi Dalından Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Polikliniğinde takipli Beta Talasemik Majorü hastaları ile gerçekleştirildi. Çalışmaya dahili edileni hastaları transfüzyonu bağımlı 8 yaş üstü Beta Talasemi Major hastaları idi. Hastalara hastane kayıt sistemi üzerinden ulaşılarak, dosyaları kontrol edildi. Hastaların Radyoloji departmanı tarafından verilen Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) randevuları takip edilerek, sonuçlanan T2* MRG relaksasyon süreleri kaydedildi. Eş zamanlı serum ferritin düzeyleri, yaş, cinsiyet, kullandıkları ilaçlar, boy ve tartı persentil değerleri, transfüzyon sıklığı, muayene bulguları (hepatosplenomegali ve kardiyak üfürüm) ve hemoglobin değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamızı 22 hastam ile yapılmıştır. Hastalarımızın yaşların 8-18 yaşı arasından olup; yaşı ortalaması 13,2±3,3 yılı idi. Hastalarımızın 7'si (%32) kız, 15'i (%68) erkek idi. Çalışmaya dahili edileni hastalarını tümü şelatörü tedavisi almış olan hastalar idi, ancak en az son bir yıldır şelatör tedavisi almamış ve halen kullanmayan 5 hasta mevcuttu. Kullanılan şelatör tedavisi deferasiroks idi. Diğer şelatör tedavileri veya kombinasyon tedavisi alan hastamız yoktu. Hastalarımızdan bir tanesi splenektomi olmuştu. Üç hastamız kemik iliği transplantasyonu olmuştu. Transfüzyon sıklığı olarak medyan ortalamamız 30 günde bir, en düşük 15 günde bir, en yüksek 180 günde bir idi. Ferritin ortama düzeyi 1350,1±1049,5 ng/ml idi. Kardiyak T2* MRG relaksasyon süresi ortalama 33,7 (min.18 – max.47) ms idi. Karaciğer T2* MRG relaksasyon süresi medyan olarak 5,2 (min.1,3 – max.24,9) ms idi. Transfüzyon öncesi baktığımız hemoglobin ortalama değeri 9,6±2,5 g/dl idi. Fizik muayene ile tespit ettiğimiz kardiyak üfürüm gözlenen hasta sayısı 9 (%41) idi. Hastalarımızın boy persentilleri ortalama 9,05 (min.0,03 – max.87) persentil olarak kaydedildi. Tartı persentilleri ortalama 7,25 (min.0,04 – max.66) persentil olarak hesaplandı. Çalışmaya alınan hastaların 16'sında (%73) muayene sırasında hepatosplenomegali saptandı. İstatistik çalışmamızda karaciğer T2* MRG relaksasyon süreleri ile hepatosplenomegali olan ve olmayan gruplarda karşılaştırma sonucu anlamlı veriler elde ettik (p=0.027). Transfüzyon sıklığı ile ferritin düzeyi karşılaştırması yaptığımızda da anlamlı sonuçlar aldık (p<0,001). Transfüzyon sıklığı ile karaciğer T2* MRG relaksasyon süreleri arasında da anlamlı karşılaştırma sonuçları elde ettik (p=0,002). Hemoglobin değeri ile karaciğer T2* MRG relaksasyon sürelerini karşılaştırdık. Bu korelasyon çalışmasında da istatistiksel olarak anlamlı sonuç aldık (p<0,001). Ferritin düzeyleri ile kardiyak T2* MRG karşılaştırmasında; p<0,01 olarak tespit ettiğimiz anlamlı sonuçlara ulaştık. Sonuç: Beta talasemi majör hastalarında ferritin düzeyleri ile kardiyak ve karaciğer demir birikiminin değerlendirildiği çalışmamızda; ferritin düzeylerinin kardiyak demir birikimini göstermede anlamlı olduğunu tespit ettik. Ancak daha çok sayıda hasta ile yapılacak çalışmaları önermekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of the Effectiveness and Safety of the Three Different Natural Surfactan Preparator Poractant Alpha, Kalfaktant and Beraktant in the Respiratory Distres Syndrome Treatment(2020) Altundal, Ünsal; Tuncer, OğuzAmaç: Bu çalışmada yaygın olarak kullanılan hayvan kaynaklı üç farklı doğal sürfaktan preparatı Poraktant Alfa, Kalfaktant ve Beraktant'ın Respiratuvar Distres Sendromu tedavisindeki etkinliğinin ve güvenliğinin karşılaştırılmasını amaçladık. Gereç ve yöntem: Haziran 2019 ile Ocak 2020 arasında, hastanemiz yenidoğan yoğunbakım servisinde yatan; doğum haftası 35. Gebelikhaftası vealtında preterm yenidoğan yaş grubunda RDS tanısı almış ve surfaktan verilmesi gereken; 5. dakika APGAR skoru 3'ün altında, majör konjenital malformasyonu, kromozom anomalisi, konjenital kalp hastalığı, erken neonatal sepsisi, pulmoner hipoplazisi, diafragma hernisi olmayan bebekler çalışma grubuna alındı. RDS tanısı almış 66 hasta poraktant alfa, beraktant ve kalfaktant grubu olarak üç adet 22'li gruplara randomize bir şekilde dağıtılarak ayrıldı. Her üç gruba ilk surfaktan dozu 200 mg/kg, sonraki dozlar 100 mg/kg olarak eşit dozlarda uygulandı. Bulgular: Üç grubun ilk 28 gün belirli zaman noktalarındaki FiO2 ve ilk 48 saat belli zaman noktalarındaki MAP gereksinimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Grupların, nekrotizan enterokolit, prematürite retinopatisi, pnömotoraks, intraventriküler hemoraji, patent ductus arterious, bronkopulmoner displazi ve pulmoner hemoraji insidansları arasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: RDS'de, poraktant alfa, beraktant ve kalfaktant tedavisinin, FiO2 ve MAP gereksinimini azaltmak ve ciddi pulmoner ve pulmoner olmayan komplikasyonların önlenmesi açısından birbirine üstünlüğü yoktur. Anahtar kelimeler: Respiratuar distres sendromu, poraktant alfa, beraktant, kalfaktant, fraksiyone oksijen, ortalama hava yolu basıncıspecialization-in-medicine.listelement.badge Congenital Abnormalities of Central Nervous System and Their Relationship To Clinical Signs(2009) Kızılyıldız, Baran Serdar; Çaksen, HüseyinBu çalışmada çeşitli nörolojik yakınmalar ile kliniğimize başvuran vakalarda beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile konjenital santral sinir sistemi (SSS) malformasyonları araştırıldı. Amacımız, SSS'nin gelişimsel anomalilerinin dağılımını ve bunların klinik bulgularla ilişkisini ortaya koymaktır.Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı'nda Ocak 2007 ile Eylül 2009 tarihleri arasında epilepsi ve mental-motor retardasyon gibi çeşitli nörolojik yakınmalar ile başvuran ve beyin MRG incelemesinde konjenital SSS malformasyonu saptanan 79'u (%69.2) erkek ve 35'i (%30.7) kız olmak üzere toplam 114 vaka alındı. Diffüz serebral atrofi vakaları, prematürite veya perinatal asfiksi öyküsü olup MRG'de periventriküler lökomalazi, korpus kallozum hipoplazisi veya disgenezisi saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. Genellikle fetal veya neonatal dönemde kaybedilen anensefali, aprozensefali ve atelensefali gibi ağır gelişimsel malformasyonlar ile daha çok cerrahi birimler tarafından takip ve tedavi edilen ensefalosel, meningosel ve meningomiyelosel gibi orta hat anomalileri ve ensefalosel ve Chiari malformasyonları gibi anomaliler çalışmamız dışında tutuldu.Vakalar demografik bulgular, başvuru yakınması, perinatal öykü, anne-baba akrabalığı, ailede benzer hastalık öyküsü, konvulsiyon varlığı, mental motor gelişim gibi parametreler açısından sorgulandı. Ayrıntılı nörolojik muayeneleri yapıldı. Tüm vakalarda beyin MRG incelemesi yapıldı.Olgular SSS'nin etkilendiği bölgeler göz önüne alınarak iki gruba ayrıldı. Grup 1'de izole korpus kallozum (KK) anomalisi ve/veya izole kortikal gelişimsel malformasyonu (KGM) olan vakalar; grup 2'de izole veya diğer malformasyonlarla birlikte seyreden posterior fossa anomalisi olan vakalar bulunmaktaydı.Yenidoğan dönemi dışındaki hastaların başvuru yaş ortalamaları grup 1'de 4.46±4.61 yıl ve grup 2'de 5.23±4.19 yıl idi. Grup 1'de dokuz ve grup 2'de sekiz vaka yenidoğan dönemi içinde başvurdu. Grup 1'de beyin MRG incelemesinde 74 vakadan 18'inde (%24.3) izole agiri-pakigiri kompleksi, 11'inde (%14.8) izole korpus kallozum agenezisi (KKA), 11'inde (%14.8) KKA ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, sekizinde (%10.8) korpus kallozum disgenezisi (KKD) ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, yedisinde (%9.45) izole şizensefali, beşinde (%6.75) KK anomalisi olmadan birden fazla tipte kortikal anomali, beşinde (%6.75) izole heterotopi, dört olguda (%5.4) sınıflandırılamayan veya fokal kortikal anomali, üçünde (%4.05) izole KKD, birinde (%1.35) izole polimikrogiri (PMG) ve birinde (%1.35) izole holoprozensefali saptandı. Grup 2'deki 40 vakanın beyin MRG bulguları değerlendirildiğinde 15 (%37.5) vakada serebellar hemisfer ve vermis atrofisi; yedi (%17.5) vakada Dandy-Walker ve Dandy-Walker varyantı; altı (%15) olguda serebellar hipoplazi; 3 (%7.5) vakada izole molar diş görünümü (MTS); 3 (%7.5) vakada rombensefalosinapsis; iki (%5) vakada izole vermis agenezisi/hipoplazisi; bir vakada (%2.5) total serebellar agenezi; bir (%2.5) vakada subtotal serebellar agenezi; bir (%2.5) olguda serebellar displazi ve bir (%2.5) vakada MTS ve serebellar displazi saptandı. İlaveten sekiz (%20) vakada KKD, altı (%15) vakada agiri-pakigiri kompleksi, iki (%5) vakada KKA, bir (%2.5) olguda heterotopi ve bir (%2.5) vakada holoprozensefali bulunuyorduGrup 1'de izole KK anomalisi, izole agiri-pakigiri kompleksi, izole şizensefali, izole heterotopi ve fokal yada sınıflandırılamayan kortikal anomalisi olan vakalar arasında başvuru yaşı bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KKA veya izole KKD'ne sahip vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KK anomalisi olan vakalar ile KK anomalisine herhangi bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldı. KKA veya KKD'e eşlik eden bir veya daha fazla KGM'a sahip vakalarda nöromotor geriliğin ve epilepsinin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla görüldüğü saptandı (p<0.05). Major anomali olarak izole posterior fossa anomalisi olan vakalar ile posterior fossa anomalisine KK ve/veya bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).specialization-in-medicine.listelement.badge Demographic Characteristics of Childhood Arthritis(2014) Ballı, Haci; Ece, İbrahimGiriş ve Amaç: Artrit, eklemlerde oluşan yangısal kökenli değişiklikleri tanımlayan genel bir terimdir. Çocukluk çağında pekçok enfeksiyöz, romatizmal, hematolojik veya ortopedik hastalık artrite neden olabilir. Ayırıcı tanı yapılırken hastanın yaşı, geçirilmiş enfeksiyonlar ve travma, tutulan eklem sayısı, artritin süresi, artritin simetrik olup olmadığı, artrite sistemik bulguların eşlik edip etmediği ve aile öyküsü önem kazanır. Çalışmamızda pediatri polikliniklerimizde eklem şişliği ile başvuran çocukların demografik özelliklerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Egitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniklerine Ocak 2010 - Eylül 2013 tarihleri arasında artrit bulgusuyla (eklemde şişlik, kızarıklık, ağrı, ısı artışı, fonksiyon kaybının en az iki tanesinin birlikte olması koşuluyla ) başvuran 340 olgu retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Artritle başvuran hastalarda ARA (%38.5), Brusellozis (%27.6), Henöch Schönlein Purpurası (%24.7), Juvenil İdiopatik Artrit (%2.6), Ailevi Akdeniz Ateşi (%2.4), reaktif artrit (%1.2), septik artrit (%0.9), salmonella (%0.6), malignite(ALL) (%0.6) iken, hastaların %0.9 da artritin nedeni tespit edilemedi. Çalışmaya alınan hastaların ilk başvuru yaşları 1-16 yıl (ortalama 10.2± 3.4) arasındaydı. Artritli olguların cinsiyetlerine göre dağılımı incelendiğinde anlamlı bir fark saptanmamıştır. Olgular tanılara ve cinsiyetlere göre incelendiğinde brusella , HSP ve JİA da erkek/kız oranı belirgin olarak diğer gruplara kıyasla belirgin daha yüksek saptandı. Akut romatizmal ateş (ARA) ve diğer gruplarda ise erkek/kız oranı arasında belirgin fark saptanmadı. Tartışma ve Sonuç: ARA % 38.5 lik oran ile artritli hastalar arasında 1. sırada idi. Literatür ile kıyaslandığında çalışmamızda brusella artriti sıklığı oldukça yüksek bulundu. Brusella oranın yüksek olması Van ve çevre illerde çiğ süt ve süt ürünleri ile beslenme ve hayvancılıkla ilişkili yaşam şeklinin yaygın olmasıdır. Brusella ateş, artrit, sırt ağrısı, halsizlik gibi müphem şikayetlerle seyrettiğinden birçok hastalıkla karışabilir . Bu nedenle ülkemiz gibi brusella infeksiyonunun yoğun olarak görüldüğü ülkelerde artrit ile başvuran hastalarda rutin olarak bu infeksiyon aranması gerektiğini düşünmekteyiz. Yine literatür ile kıyaslandığında HSP görülme sıklığı çalışmamızda oldukça yüksek bulundu (%24.7). HSP' nin bu denli yüksek görülmesi , ve buna bağlı ciddi komplikasyonların görülmesi HSP' nin etyolojisine ve tedavisine yönelik yeni çalışmaların yapılması gerektiğine inanmaktayız.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Doğumsal Hipotiroidi Olgularında Trioid Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi Evaluation Of Trioid Functions İn Neonatal Congenital Hypothyroidism Cases(2021) Kartal, Muhammed Kaan; Tuncer, OğuzBu çalışmada Van ilinde üniversite hastanesinde konjenital hipotiroidi tanısı alan olguların klinik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı'nda Ocak 2015- Nisan 2021 tarihleri arasında konjenital hipotiroidi tanısı ile izlenen 0-30 günlük 87 yeni doğanın dosyasının retrospektif olarak incelenmesi ile gerçekleştirilmiş, kesitsel tipte bir çalışmadır Bulgular: Olguların %66,7'si kız, ortalama hipotiroidi tanı yaşı 11,7 ± 6,4 gündü. Birinci gün ortalama TSH değeri 35,2 ± 31,7 mIU/L, fT4 ortalaması 0,7 ± 0,3 ng/dL, 15. gün TSH değeri 32,7 ± 30,7 mIU/L, fT4 ortalaması 0,9 ± 0,4 mg/dL idi. Olguların %18,4'ünün tiroid USG sonucu yokken, tiroid USG sonucu %41,4 hipoplazik, %2,3 agenezi, %37,9 normaldi. Doğum ağırlığı 1500 gr'ın altında olanların ve doğum haftası 32'nin altında olanların 1 ve 5. dk APGAR skoru istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşükken, kendisinin (sürfaktan, ampisilin, gentamisin) ve annesinin ilaç kullanma sıklığı ve annesinde hastalık bulunma sıklığı daha fazlaydı (p<0,05). Doğum ağırlığı 1500 gr altında olanlar arasında prematürite ve RDS sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlayken (p<0,001), indirekt hiperbilirübinemi sıklığı, 1. gün fT4 düzeyi ve total bilirübin düzeyi daha azdı (p<0,05). Doğum haftası 32'nin altında olan olgular arasında RDS sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlayken, indirekt hiperbilirübinemi, down sendromu, yenidoğan geçici takipnesi sıklığı, 1.gün TSH, 1.gün fT4 ve direkt bilüribin düzeyi anlamlı düzeyde daha azdı (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda bir üniversite hastanesinde konjenital hipotiroidi tanısı ile takip edilen olguların klinik özellikleri özetlenmiş olup, gelecek çalışmalara öncülük edebilirliği açısından değerlidir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Effects of Vitamin D Deficiency on Arterial Stiffness and Conduction System of the Heart in Pediatric Population(2019) Kurt, Ali; Çetin, MecnunD vitamini, kemik metabolizması ve nöromüsküler fonksiyonlar açısından önemli rolü olduğu bilinen steroid yapıda bir hormondur. D vitamininin immün işlevleri iyileştirerek, anti-inflamatuar etkinlik göstererek ve endotelyum aracılı vazodilatasyonu sağlayarak kalbin ileti sistemi ve arteriyel sertliğin azalması üzerinde de olumlu etkiler gösterdiği düşünülmektedir. D vitamini eksikliği dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı; çocuklarda D vitamini eksikliğinin arteriyel sertlik ve kalbin ileti sistemi üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmamıza, Ekim 2017 ile Temmuz 2018 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniklerine başvurup herhangi bir kronik hastalık tespit edilmemiş 2-18 yaş arası 101 çocuk çalışmaya dahil edildi. Hastalar D vitamini düzeyine göre 3 gruba ayrıldı. D Vitamini 0-12 ng/ml arasında olanlar grup 1, D vitamini 12-20 ng/ml arasında olanlar grup 2 ve D vitamini 20 ng/ml ve üzerinde olanlar grup 3 (Kontrol grubu) şeklinde değerlendirildi. Hastaların poliklinik başvurularında vücut ağırlıklarına, boylarına, biyokimyasal parametrelerden 25 hidroksi vitamin D3, Ca, P, Alkalen fosfataz (ALP), PTH, glukoz, kreatinin, kolesterol, HDL, LDL ve trigliserit değerlerine bakıldı. Hastaların sistolik ve diyastolik kan basınç değerlerine, kalp hızlarına, elektrokardiyogramlarına bakıldı. Hastaların arteriyel ultrasonografik görüntülemeleri yapıldı ve CIM kalınlıklarına bakıldı. Çalışmamızda, D vitamini eksikliğinin kardiyovasküler ileti sistem üzerindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla EKG parametreleri incelendi. D vitamini eksik grubun Pmax ve Pdis değerleri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). D vitamini eksik grubun QTmax ve QT dis değerleri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.005). D vitamini eksik grubun QTcmax değeri D vitamini yetersiz gruba ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). D vitamini eksik grubun QTcdis değeri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p <0.05). Gruplar arasında Tpe, Tpe / QT ve Tpe / QTc değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı (p > 0.05 ). VIII Çalışmamızda D vitamini eksikliğinin Pmax, Pdis, QTmax, QTdis, QTcmax ve QTcdis sürelerinde anlamlı düzeyde uzama yaptığını saptadık. Çalışmamız ülkemizde pediatrik populasyonda D vitamini eksikliği ile arteriyel sertlik ilişkisini ortaya koymak açısından ilk çalışmadır. Çalışmamızda D vitamini düzeyi ile arteriyel sertlik arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulmadık (p>0.05). Sonuç olarak, çocuklarda D vitamini eksikliğinin kalbin ileti sitemi üzerinde olumsuz etki yaptığını ve bunun çocukluk yaşta daha çok subklinik etkilenme şeklinde olduğu sonucuna vardık. Arteriyel sertlik ilişkisinin ise yaşlanmayla birlikte daha somut bir şekilde ortaya çıkabilecek bir süreç olabileceğini düşündük. D vitamini eksikliği kardiyovasküler açıdan birçok olumsuz durumu ortaya çıkarabilmektedir. Bu yüzden D vitamini eksikliğinin tanı ve tedavisi açısından tüm hekimler uyanık olmalıdır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Efficiency of Pancreatic Enzyme Replacement in Treatment of Patients With Moderate-To Malnutrition(2019) Mis, Mevsim Demir; Karaman, KamuranMis D.M, Orta-Ağır Malnütrisyonlu Hastalarda Pankreas Enzim Replasmanının Tedavideki Etkinliği, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Uzmanlık Tezi, Van, 2019. Amaç: Bu çalışmada, Dünya Sağlık örgütü (DSÖ) sınıflamasına göre orta-ağır malnütrisyon tanısı almış hastalara uygun beslenme rejimi ile birlikte pankreas enzim replasman tedavisinin (PERT) kilo alımı üzerinde etkili olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 1 Kasım 2018 – 1 Şubat 2019 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Gastroenteroloji ve Genel Çocuk polikliniklerine ayaktan başvuran, orta-ağır malnütrisyon tanısı alan 3 ay-17 yaş arası 45 çocuk (22 kız, 23 erkek) çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri, antropometrik ölçümleri ve laboratuvar verileri incelendi. Yaşlarına ve kilolarına uygun beslenme rejiminin yanında birinci gruba sadece hiperkalorik mama, ikinci gruba ise hiperkalorik mamanın yanında 2000 U lipaz /kg/gün dozunda PERT verildi. Hastaların ilk ve ikinci ay muayenelerinde antropomerik ölçümler yapıldı, fekal elastaz, desnutrin ve ghrelin seviyeleri çalışılarak PERT'in kilo alımı ve laboratuar değerleri üzerinde etkili olup olmadığı değerlendirildi. Bulgular: 45 hastanın 22si kız (%48,8), 23'ü erkek (%51,2) idi. Hiçbir hastamızda ek hastalık yoktu. Hastaların tamamında pankreas yetmezliği görüldü. Hastaların ilk ve iki aylık tedavi sonrası değerleri karşılaştırıldığında PERT grubundaki hastaların daha iyi kilo aldığı ancak istatiksel anlamlı fark yaratmadığı görüldü. Fekal elastaz, desnutrin ve ghrelin düzeyleri arasında da iki grup arasında anlamlı değişiklik olmadı. Sonuç: Malnutrüsyonun önemli halk sağlığı sorunlarından biri olmayı sürdüğü günümüzde yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi hala önemini korumaktadır. PERT üzerinde düşünülen bir seçenek olmakla birlikte bu konuda literatür sınırlıdır. Bildiğimiz kadarıyla çalışmamız bu konuda yapılan hasta grubunun en fazla olduğu ve PERT süresinin en uzun tutulduğu çalışmadır. Malnütre hastalarda PERT verilmesinin klinik ve biyokimyasal etkilerini incelediğimiz çalışmamızda PERT verilen grubun daha iyi kilo almakla birlikte anlamlı fark yaratmadığı, biyokimyasal belirteçler üzerinde beslenme desteğinden farklı bir sonuç çıkarmadığı görülmüştür.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation of Antioxydants Levels in Newborns With Hyperbilirubinemia and Kernicterus(2007) Doğan, Murat; Kırımi, ErcanÇalısmaya Yenidogan ünitesine hiperbilirubinemi ve/veya kernikterus tanılarıyla yatırılan ve miad gebelik sonrası dünyaya gelen vucud agırlıkları 2500 gr'ın üzerinde olan ve hiperbilirubinemi dısında baska hastalıgı olmayan bebekler alındı. Çalısma grubundaki bebekler kernikterus bulguları olan ve olmayanlar diye iki gruba ayrılarak arastırıldı. Kontrol grubu olarak da hastanemizde dogan ve fototerapi sınırında hiperbilirubinemisi olmayan miadında saglıklı yenidoganlar kontrol grubuna alındı. Kernikterus grubuna 33 vaka, hiperbilirubinemi grubuna 36 vaka alınırken, kontrol grubuna 25 vaka alındı. Ayrıca bilirubinin antioksidan ve oksidan sistem üzerine etkileri kan grubu uyusmazlıgı bulunan bebekler çıkarıldıktan sonra olusturulan 53 vakanın bulundugu Grup 0'da degerlendirildi. Fototerapinin antioksidan sistem üzerine etkisi ise bu gruptan fototerapi tedavisi almayanlar ve exchange yapılan bebekler çıkarılarak olusturulan yeni grupta degerlendirildi. Kan degisimi yapılan ve yapılmayan bebeklerin tedavi öncesi ve sonrası verileri degerlendirilerek kan degisiminin antioksidan ve oksidan sistem üzerine olan etkileri incelendi. Kernikterus grubunun daha yüksek antioksidan kapasiteye sahip oldugu görüldü. Bunun artan bilirubinin antioksidan kapasiteye katkısı ile iliskili olabilecegi düsünüldü. Bununla birlikte kontrol grubuna göre belirgin TOS'da yükseklik mevcut iken bu yükseklik grup 1 ile karsılastırıldıgında istatistiksel olarak aralarında anlamlı farklılık olmadıgı görüldü. Ortalama MDA düzeyleri grup 1'e göre düsük iken yine iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi. Ancak kontrol grubuna göre belirgin ve anlamlı farklılık mevcuttu. Aynı iliski TTHI içinde geçerli idi. En yüksek OSI kernikterus grubunda mevcut iken grup 1 ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadıgı görüldü. Her üç grup arasında nitrat dısında NO, nitrit açısından anlamlı fark yoktu. Sonuç olarak çalısmamızda serum TB ile antioksidan paneli ve oksidatif stres paremetreleri arasındaki iliskinin bilirubin düzeyine göre degistigi belirlendi. Yani lineer bir dogru degildi. Elde edilen bilgiler birlestirildiginde bilirubin ile TOS, MDA, OSI arasında quadratik bir korelasyon egrisi bulundugu görüldü. Hasta sayımızın az olması nedeni ile hangi bilirubin degerinden sonra TOS, MDA arasındaki geçisin oldugu bulunamadı ancak iliskinin lineer olmadıgı gösterildi. TB düsüsü ile birlikte TAK'ta istatistiksel olarak anlamlı olmasa da ortaya çıkan artıs yavas yavas artmaya baslayan serüloplazmin ve vucudun diger antioksidan mekanizmalarının devreye girmesi iliskili olabilecegi düsünüldü. Yenidoganın antioksidan kapasitesinin henüz tam olgunlasmadıgı ve sınırlı aktiviteye sahip oldugu, artmıs oksidatif strese karsı ilk cevabın bilirubin artısı olabilecegi, bilirubin düzeylerinin düsmesi ile MDA, TOS düzeylerinin hemen düsmemesi, bu antioksidan mekanizmalarının aktivasyonun yavas gerçeklestigi izlenimine neden olmaktadır. Kan degisimi yapılan bebekler ile yapılmayan bebekler karsılastırıldıgında tedavi sonundaki serüloplazmin düzeyleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (P<0.001). Benzer degisiklikler sadece fototerapi tedavisi alan bebeklerde gözlenmedi. Tedavi baslangıcında daha yüksek TOS, OSI düzeylerine sahip olan ve kan degisimi yapılan bu bebeklerin TOS, OSI'i düsük olan ve sadece fototerapi tedavisi olan grup 1'deki bebeklerle karsılastırıldıgında aralarında fototerapi süreleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark olmaması nedeniyle OSI ve serüloplazmin düzeylerinde görülen degisiklikler kan degisiminin bu çocuklarda oksidatif stresi azaltmada etkili oldugunu göstermektedir. Dolayısıyla, kan degisimi yapılan bebekler oksidatif stresi daha çabuk yeniyorlar gibi görünmektedir. Fototerapi tedavisi sonrasında artan nitrit degerleri ile fototerapinin oksidatif stresi artırdıgı seklinde yorumlanmıstır. Anahtar kelimeler: Yenidogan, hiperbilirubinemi, kernikterus, fototerapi, exchange, oksidan ve antioksidan sistemspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Colored M-Mode Flow Propagation Velocity of the Aorta and Left Ventricular Functions in Patients With Brucellosis(2021) Oğrak, Emine; Çetin, Doç.dr.mecnunBu çalışmada bir üniversite hastanesinde brusellosiz tanısı alan hastaların ve sağlıklı kontrollerin ekokardiyografik ve klinik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma Van ilinde üniversite hastanesinde Ekim 2020- Temmuz 2021 tarihleri arasında 31 brusellozis tanısı alan ve 30 sağlıklı çocuğa ekokardiyografik inceleme yapılması ile gerçekleştirilmiştir. Hasta ve kontrol grubunun klinik özellikleri ve ekokardiyografik sonuçları karşılaştırılmıştır. Bulgular: Brusellozis tanılı hastaların 74,2'si erkek, %25,8'i kızdı ve yaş ortalaması 10,50 ± 3,85 yıldı. Hastaların 1'inde (%3.2) brusella serum aglütinasyon titresi 1/160, 6'sında (%19.4) 1/320, 6'sında (%19.4) 1/640, 18'inde (%58.1) 1/1280 ve üzeri saptandı. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, brusellozis grubunda kalp atım hızı, eritrosit sedimentasyon hızı ve CRP düzeyi anlamlı düzeyde daha yüksek idi (p<0,05). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, hasta grubunda APV ve ET değeri anlamlı düşük, DT değeri ise anlamlı yüksek idi (p<0,05). Doku doppler parametrelerinden Miyokard performans indeksi (MPI) her iki grupta benzer saptandı. Aortun elastik özelliklerini gösteren aortic distensibility, aortic stiffness index, aortic strain ve aortic pressure strain elastic modulus açısından grupalar arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Bölgemizde endemik olarak görülen brusella hastalığının bir enfeksiyon hastalığı olması ile uyumlu olarak, beklenildiği üzere hastaların eritrosit sedimentasyon hızı, CRP düzeyi ve kalp hızının arttığı saptanmıştır. Buna ek olarak brusellanın kalp üzerine çeşitli etkilerinin var olduğu, hastaların ekokardiyografik incelemesinde saptanan APV ve ET değerindeki azalma ve DT değerindeki artış ile gösterilmiştir. Saptadığımız bu bulgularla Brusellalı hastalarda kardiyovasküler sistemin de etkilendiği ve Brusella tanısı alan bu hastaların kardiyak etkilenim açısından değerlendirilip gerekirse düzenli takiplerinin yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Lipid Profile and Carotid Intima Media Thickness in Child Patients Using Levothyroxi̇ne for Hypothyroi̇di̇sm(2020) Eren, Aytül; Çetin, MecnunGiriş ve Amaç: Hipotiroidi, hipotalamo-pitüiter-tiroid aksının herhangi bir yerinde meydana gelen bir problem sonucu tiroid hormon yapımının azalması ya da hiç olmaması durumudur. Hipotiroidide artmış ateroskleroz riskinin hiperkolesterolemi'ye, özellikle de LDL-K artışına bağlı olduğu ifade edilmektedir. Hipotiroidinin aterosklerozla ilişkisini araştıran bazı çalışmalarda ateroskleroza neden olan değişikliklerin levotiroksin (LT4) tedavisi ile düzeldiği bildirilmiştir. Biz çalışmamızda; çocuk yaş grubundaki hipotiroidili hastalarda, aterosklerozun bağımsız bir göstergesi olan Karotis intima media kalınlığındaki (KİM) artışla, lipid metabolizmasındaki bozukluk arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedefledik. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinoloji bölümünde tanı alan ve takibi yapılan yaşları 1-17 yıl arasında değişen, levotiroksin tedavisi alan 30 hipotiroidili hasta ile 30 kontrol grubu arasında yapıldı. Örneklem grubumuzda TSH, sT4, sT3 LDL-K, Kolesterol, Trigliserid ve HDL-K düzeylerine bakıldı. Ayrıca bütün hastaların boy ve vücut ağırlıklarına, istirahat halindeki sistolik ve diastolik kan basınç değerlerine, karotis intima media kalınlıklarına (KIMK) bakıldı. Bulgular: Hasta grubu ve kontrol grubu arasında cinsiyet, yaş, boy, vücut kitle indeksi (VKİ), SKB, DKB, sT4, TC, TG, LDL-K, HDL-K, KIMK açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hasta grubu ve kontrol grubu arasında TSH ve sT3 açısından anlamlı fark mevcuttu (p<0.05). Sonuçlar: Prospektif olarak, 30 levotiroksin kullanan hipotiroidili hasta ve 30 kontrol grubu üzerinde yaptığımız çalışmamızda, hasta grubu ile kontrol grubu arasında lipid profili (TC, TG, LDL-K, HDL-K) ve karotis intima media kalınlığı açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulamadık. Levotiroksin kullanan hipotiroidili hastaların normal popülasyonla karşılaştırılmasında, lipid parametrelerini yüksek bulmayı ve aterosklerozun erken belirteçlerinden olan KIMK değerlerinde artış bulmayı hedeflemiştik. Ancak bu parametreler açısından hasta grubu ile kontrol grubu arasında fark olmamasını, bu hastaların erken dönemde tanı almasına, örneklem grubumuzun yaş ortalamasının düşük olmasına, hastalarımızın düzenli takip ve tedavide olmasına bağlı olduğunu düşünmekteyiz. Yine de hasta popülasyon sayımızın azlığından, örneklem grubumuzun yaş ortalamasının düşük olmasından, hastalarımızın tedavi süresinin belirsiz olmasından, hastalık süresinin lipid profilini bozmak için yeterli olup olmadığını bilemediğimizden bu konuda daha fazla çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Çalışmamız bu açıdan ilerki dönemlerde çocuk yaş grubunda yapılacak çalışmalar için referans olabilecektir.