Tıpta Uzmanlık Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14720/13
Browse
Browsing Tıpta Uzmanlık Tezleri by Department "Tıp Fakültesi / Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 38
- Results Per Page
- Sort Options
specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Comparison of Attitudes Towards Gender Roles Among Medicalfaculty Students and Theology Faculty Students(2024) Salık, Ahmet; Şahin, Hüseyin AvniAmaç:Bu çalışmada tıp fakültesi öğrencileriyle ilahiyat fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine yönelik tutumlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamız kesitsel ve tanımlayıcı tiptedir. Yüz yüze ve online anket çalışmasıdır. Çalışma Şubat-Mart 2024 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi ile İlahiyat Fakültesinde yürütülmüştür. Çalışmaya araştırmaya katılmayı kabul eden ve onam veren tıp ve ilahiyat öğrencileri dahil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak 5'li likert şeklindeki 15 sorudan oluşan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Ölçeği kullanılmış ve demografik veriler değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 244'ü (%59,5) kadın ve 166'sı (%40,5) erkek olmak üzere toplam 410 öğrenci dahil edilmiştir. Kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre toplumsal cinsiyet rolleri ölçek puanları daha yüksek saptanmıştır. Öğrencilerin %54,2'si tıp, %45,8'i ilahiyat fakültesinde okumaktadır. Okuduğu fakülte tıp olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, ilahiyat fakültesi olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların sınıflarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Sınıfı 2, 5 ve 6 olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, sınıfı 3 olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların anne eğitim durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Anne eğitim durumu lise olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, anne eğitim durumu olmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Anne eğitim durumu yüksekokul/üniversite olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, anne eğitim durumu olmayan, anne eğitim durumu ilkokul ve ortaokul olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların anne çalışma durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Annesi halen çalışan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, annesi hiç çalışmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların baba eğitim durumlarına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Baba eğitim durumu yüksekokul / üniversite olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, baba eğitim durumu olmayan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Katılımcıların kardeş varlığına göre toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0.05). Fark yaratan grubu bulmak için Bonferroni uygulamıştır. Kardeşi olmayan ve yalnız erkek kardeşi olan katılımcıların toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği puanlarının, hem erkek hem kız kardeşi olan katılımcılara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Sonuç: Bu çalışma ile, tıp fakültesi öğrencileri görece daha eşitlikçi tutumlara sahip olsalar da tıp ve ilahiyat fakültesi öğrencilerinin çeşitli demografik özellikleri açısından toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarının, toplumun geleneksel bakış açıları gölgesinde geliştiği sonucuna varılabilir. Öğrencilere dini, ekonomik, sosyopolitik, ailesel ve arkadaş grupları ya da kitlesel iletişim araçları gibi pek çok faktör etkisiyle oluşup gelişmekte olan toplumsal cinsiyet rolleri hakkında, daha adil ve özgürlükçü bir toplum inşa edebilmek için multidisipliner yaklaşımlarla eğitimlerin verilmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerine yönelik yaklaşımlar, hastaların sağlık hizmeti alımları noktasında dahi ayrımcılıklara sebebiyet verebileceğinden, tıp fakültesi öğrencilerine gerek teorik gerekse de eğitim aldıkları kliniklerde pratik olarak toplumsal cinsiyet rollerinin etkileri anlatılarak, farkındalıkları arttırılabilir. Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet, tıp öğrencileri, ilahiyat öğrencileri, farkındalıkspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Comparison of Vitamin D, Vitamin B12 and Tsh Levels Among Individuals Wi̇th Migren and Tension Type Headache and Without Migren and Tension Type Headache(2019) Yıldırımçakar, Dılvin Taner; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Migren ve gerilim tipi baş ağrısı (GTBA), sık görülen kronik klinik tablolardır. Bu çalışmanın amacı migren ve GTBA ile D vitamini, vitamin B12 ve TSH düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Yöntem: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji polikliniğine başvurmuş 210 hasta çalışmaya dahil edildi. Migren ve GTBA tanısı için Uluslararası Baş ağrısı Derneği (IHS) 2013 kriterleri ve klinik değerlendirme kullanıldı. Grupların her üçü de (migren, GTBA ve kontrol) 70 katılımcıdan oluşmaktaydı. 210 katılımcının D vitamini, B12 vitamini ve TSH düzeyleri değerlendirildi. Bulgular: Kontrol grubu 30 erkek, 40 kadından oluşmaktaydı. Grubun yaş ortalaması 32,21±10,14 idi. Migren grubu 54 kadın ve 16 erkekten oluşmaktaydı ve grubun yaş ortalaması 31,36±9,48 idi. GTBA grubu ise 53 kadın ve 17 erkekten oluşmaktaydı, grubun yaş ortalaması 34,03±12,28 idi. Hem migren hem GTBA gruplarında vitamin D ve vitamin B12 düzeyleri kontrol grubundan anlamlı derecede düşüktü. Migren ve GTBA gruplarında ise vitamin D ve vitamin B12 düzeyleri birbirine benzerdi. Her 3 grup arasında TSH düzeyleri açısından bir fark saptanmadı. Sonuç: Bu çalışma migren ve GTBA'da vitamin D ve vitamin B12 düzeylerinin anlamlı derecede düşük olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar hem GTBA ve migrenin patofizyolojik mekanizmalarını anlamamıza hem de tedavide yeni bakış açıları kazanmamıza yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler: Baş ağrısı, migren, GTBA, vitamin D, vitamin B12, TSHspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Determining Depression Levels Andexamining the Affecting Factors of Health Workersworking in the Process of Covi̇d-19 Pandemic at Vany.y.u. Faculty of Medicine(2022) Kepenek, Öznur Süslü; Layık, Mehmet EminGiriş ve Amaç: Bu çalışmada Covid-19 pandemi sürecinde görev yapan sağlık çalışanlarının depresyon düzeyleri ve etkileyen faktörler arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya YYÜ Dursun Odabaşı Tıp Fakültesi'nde pandemide görev almış 200 sağlık çalışanı dahil edildi. Ocak-Haziran 2022 tarihleri arasında katılımcıların onayları alındıktan sonra sosyo-demografik özellikleri, kişisel alışkanlıkları ve COVID19 pandemisi ile ilgili kişinin psikolojik, sosyal ve ailesel durumundaki değişimler ile ilgili 14 sorudan oluşan bir anket formu ve 21 sorudan oluşan Beck Depresyon Ölçeği uygulandı. Bulgular: Çalışmamızda ortaya çıkan değişkenler ışığında depresyon düzeyleri yüksek çıkanların; erkeklerden çok kadınlar, bekarlara göre boşanmış bireyler, hemşirelerden fazla doktorlar, geliri on bin TL ve üzerindekiler, yalnız yaşayanlar, sigara kullanımı olanlar, kronik sağlık sorunları bulunanlar olduğu tespit edildi. Sonuç: Elde edilen bulgular ışığında, sağlık çalışanlarında pandemi şartlarında yataklı servislerde aktif hasta bakanlarda ve cinsiyetin, sigara gibi zararlı alışkanlıkların, sağlık ve özel yaşamda sorun yaşayanların depresyon düzeylerinde yüksek oranlar dikkat çekmiştir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Effect of Physical Activity on Sleep Quality in Healthcare Workers Working at Van Yyü Dursun Odabaş Medical Center(2024) Usta, Zeynep Rentürk; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde aktif olarak görev yapan bir grup sağlık çalışanında fiziksel aktivite düzeyi ve uyku kalitesinin değerlendirilmesi ve bu iki durum arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışmaya Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde aktif olarak görev yapmakta olan 167 sağlık çalışanı çalışmaya dahil edilmiş, kişilerin sosyodemografik özellikleri, uluslararası fiziksel aktivite anketi (IPAQ) ve Pittsburgh uyku kalitesi indeksi (PUKİ) skorları kaydedilerek değerlendirilmiştir. Bulgular: Katılımcıların %67,7'si kadındı ve yaş ortalaması 30,38 ± 4,98 yıldı. Kişilerin %50,9'u doktor, %24'ü hemşireydi. Kişilerin BKİ ortalaması 24,59 ± 3,93 kg/m2 idi ve meslekte geçirilen süre ortalaması 6,89 ± 4,94 yıldı. Katılımcıların ortalama toplam MET değeri 1567,17 ± 1883,94 dk/hafta, toplam PUKİ skoru 6,95 ± 3,25 idi. Kişilerin %64,7'si inaktifti, %65,3'ünün ise uyku kalitesi kötüydü. Sosyodemografik özellikler, kronik hastalık ve sigara içme durumlarına göre toplam PUKİ skoru istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değişmiyordu (p>0,05). BKİ değeri ile uyku ilacı kullanım skoru (r = 0,180, p = 0,020) arasında pozitif yönde düşük düzeyde, gündüz işlev bozukluğu skoru ile ise negatif yönde düşük düzeyde (r = - 0,155, p = 0,045) korelasyon ilişkisi saptandı. Ayrıca orta şiddetli fiziksel aktivite MET değeri ile uyku süresi skoru arasında negatif yönde düşük düzeyde korelasyon ilişkisi vardı (r = -0,165, p = 0,033). Kişilerin MET değerine göre belirlenen aktivite seviyeleri arasında PUKİ alt bileşenleri ve toplam PUKİ skorları bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Çalışmamıza katılan sağlık çalışanlarının orta düzeyde fiziksel aktivite düzeyinin artışı ile uyku süresinde iyileşme ilişkili bulunmuştur. Ayrıca BKİ arttıkça uykuyu düzenlemek için kullanılan ilaç düzeyinin arttığı, gündüz işlevselliğin ise olumlu etkilendiği görülmüştürspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Assistant Physicians' Knowledge, Attitudes and Behaviors About Telehealth Services(2024) Okumuş, Büşra; Şahin, Hüseyin AvniBu çalışmada, cinsiyet, yaş, mesleki deneyim, yurtdışında çalışma deneyimi, kırsalda hekimlik deneyimi ve medeni durum gibi sosyodemografik ve mesleki faktörlerin tele sağlığa yaklaşım ve deneyim üzerinde anlamlı bir etkisi bulunmamıştır. Branşlar arasında tele sağlığa yaklaşımda bazı farklar gözlemlenmiştir: Aile Hekimliği ve Dâhiliye, tele sağlığı genellikle kronik hastalık takibi ve ilaç danışmanlığı için tercih ederken, Acil Tıp ve diğer bazı branşlarda kullanım daha sınırlıdır. Teknik sorunların çözümünde Aile Hekimliği ve Dâhiliye branşları daha fazla zorluk yaşarken, Acil Tıp ve diğer branşlar bu sorunları daha hızlı çözmektedir. Aile Hekimliği, tele sağlık kullanımının artması için altyapının güçlendirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi gibi önlemlere yüksek önem verirken, diğer branşlar bu konulara daha düşük önem atfetmiştir. Gelecekte tele sağlık hizmetlerinin yaygın olacağını öngörenler arasında Aile Hekimliği, Psikiyatri ve Göğüs Hastalıkları ön plana çıkarken, diğer branşlarda bu beklenti daha düşüktür. Pandemi gibi olağandışı durumlarda, Acil Tıp ve Aile Hekimliği sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık personelinin yükünü azaltma gibi katkılara vurgu yaparken, diğer branşlar enfeksiyon riskinin azaltılması gibi faktörlere daha fazla önem vermiştir. Teknolojik gelişmeler açısından, Acil Tıp ve Aile Hekimliği akıllı telefonlar ve yüksek hızlı internet gibi teknolojilere öncelik verirken, Dermatoloji ve Psikiyatri yapay zekâ ve makine öğrenmesi gibi gelişmelere önem vermiştir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Basic Life Support and First Aid Knowledge and Education Levels of Workers Working in Very Dangerous Jobs and Workers in Less Dangerous Jobs in the Province of Van,(2021) Yağan, Adem; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada, Van ili sınırları içerisinde zorunlu iş güvenliği hizmeti alan işyerlerinde çalışanların ilk yardım ve temel yaşam desteği bilgi düzeylerinin belirlenmesi, bilgi düzeyinin farklı tehlike sınıfında çalışanlar arasında karşılaştırılması ve etki eden diğer değişkenlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma Van İli sınırları içerisinde zorunlu iş güvenliği hizmeti alan çok tehlikeli ve az tehlikeli iş yerlerinde Ocak 2020 – Ekim 2020 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya çok tehlikeli işyerinde çalışan 248 kişi ve az tehlikeli işyerinde çalışan 255 kişi dahil edilmiştir. Çok tehlikeli iş yerinde çalışan katılımcılarda yaş ortalaması, erkek sıklığı, meslekte geçirdiği süre ve evlilik sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla, öğrenim düzeyi daha düşüktü (p =0,001). Katılımcıların ortalama doğru cevap sayısı 20 soruda 11,73±2,78 idi. Diğer kişilerle karşılaştırıldığında, üniversite mezunu olanlar, az tehlikeli işte çalışanlar ve daha önce ilk yardım kursuna katılanların doğru cevap sayısı anlamlı düzeyde daha fazla, ilkokul mezunu olanların ise anlamlı düzeyde daha azdı (p=0,001). Çok tehlikeli işyerinde çalışıp eğitim alanlar ile karşılaştırıldığında, az tehlikeli işyerinde çalışıp eğitim alanların doğru cevap verdikleri soru sayısı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p=0,001) Sonuç: Diğer katılımcılar ile karşılaştırıldığında, öğrenim düzeyi daha yüksek olan, daha önce ilk yardım kursuna katılmış olan ve az tehlikeli işyerinde çalışanların temel yaşam desteği ve ilk yardım bilgi düzeyi daha fazlaydı.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Cyberchondria Level and Affecting Factors in Health Care Workers and Patients Applying To the Polyclinics of Van Yüzüncü Yil University Faculty of Medicine(2024) Ulu, Tuncay; Şahin, Hüseyin AvniGiriş: Siberkondri, internette sağlıkla ilgili bilgilere aşırı derecede maruz kalmak ve bu bilgilerden kaynaklanan aşırı endişe veya kaygı yaşama durumudur. Siberkondri, bireylerin yaşam kalitesini ve sağlığını olumsuz etkileyebilecek bir durumdur. Ayrıca, kişilerin sağlık başvurularında ve sağlık harcamalarında artışa yol açabileceği düşünülmektedir Amaç: Çalışmamızda; siberkondri düzeylerini belirleyip etkileyen faktörleri inceleyerek sağlıkla ilgili güvenli internet platformları oluşturmak, kaygıyı artırıcı bilgiler sağlayan siteleri kontrol etmek ve sağlık bilgilerinin tüm bileşenleriyle gözden geçirilmesi için uygun müdahale stratejileri geliştirmeyi hedefliyoruz. Yöntem: 18-99 yaş aralığındaki Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Çalışanlarının ve Polikliniklerine Başvuran Hastalarının, Siberkondri Düzeyi ve Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesini 17/06/2023-20/11/2023 tarihleri arasında anket formu (CSS-12 ve demografik bilgiler) şeklinde inceledik. Bulgular: Çalışmaya 324 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen katılımcıların; 148'i (%45,7) erkek, 176'sı (%54,3) kadındı. Yaşları, 18 yaş ile 73 yaş arasında değişmekteydi ve yaş ortalaması 32,79±11,33 idi. CSS-12; en yüksek: 54 puan, en düşük: 12 puan, ortalama: 29,7±9,5 ve medyan 30'du. Kişi sayısının tepe yaptığı iki puan sırasıyla 30 ve 36'dı (iki tane mod mevcut). Cinsiyete göre siberkondri şiddeti anlamlı değildi. Evli bireyler bekar bireylere göre daha fazla endişeli bulundu. Genç yetişkinler, siberkondri geliştirmeye daha yatkın görünmektedir (yaş ortalaması: 32,79±11,33). Yaş ilerledikçe internete geçirilen sürenin azaldığı ve 30-40 yaş aralığında internette geçirilen süre(saat/gün) en yüksekti. Eğitim düzeyi ile siberkondri şiddeti (CSS-12) ve internette geçirilen süre(saat/gün) arasında ilişki yoktu. Fakat, eğitim düzeyinin yüksek olması ile güvenli sağlık yayını takibi ve sağlık toplantısına katılma oranı yüksekti. Ailede kronik hastalığa sahip birey olması siberkondri şiddetini arttırmıyordu. Ama hekim önerisi olmadan tetkik yaptırma ve hekim önerisi olmadan ilaç kullanımı yüksekti. 18 yaşından küçük çocuğa sahip bireylerde; son bir yılda hekim önerisi olmadan tetkik yaptırması, TV'de sağlık takibi ve 11. madde (CSS-12) yüksek bulundu. Van YYÜ sağlık çalışanlarının, hekim önerisi olmadan daha çok ilaç kullandığı ve daha çok geleneksel tıp tedavisi aldığı görüldü. Literatürün aksine, siberkondri şiddeti normal toplum düzeyiyle aynıydı. Güvenilir sağlık yayını takibi ve TV'de sağlık yayını takip eden bireylerin, takip etmeyen bireylere göre daha yüksek CSS-12 puanlarına sahiptirler. Ayrıca; eczane dışındaki yerlerden ilaç/tedavi için ürün alanlarda da CSS-12 puanı yüksekti. Evde bakıma muhtaç/engelli kişi olması, sigara içiciliği ve ailede sağlıkçı birey olmasının siberkondri şiddeti ile bir bağlantısı bulunulmadı. Sonuç: Siberkondri düzeyinin orta düzeyde olduğu görüldü. Katılımcıların; yüksek siberkondri düzeyi ile ilişkili faktörler arasında evli olmak, genç yetişkin birey olmak, sağlık yayını takip etmek ve eczane dışındaki yerlerden ilaç/ürün almak sayılabilir. Siberkondri konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Siberkondri riski taşıyan kişilere yönelik destek programları geliştirilmelidir. i-BDT'nin siberkondri tedavisinde kullanılması yaygınlaştırılıp sağlık okuryazarlığı artırılmalıdır. Anahtar kelimeler: Siberkondri, İnternette sağlık bilgisi arama, İnternet, CSS-12, i-BDT, SCÖ.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Family Functionality With Family Apgar Score in Patients Applying To the Family Medicine Outpatient Clinic(2022) Dündar, Mehmet Tahir; Layık, Mehmet EminGiriş ve Amaç: Aile tarih boyunca toplumun temel yapıtaşı olagelmiştir. Sosyal düzenin sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesi, toplumdaki yozlaşmaların ve bozulmaların önlenmesi üzerinde etkili olduğu kadar kişinin ruhsal, bedensel ve sosyal sağlığı üzerine de oldukça etkilidir. Bu etkileşim karşılıklı olmaktadır. Aile, sağlıkla ilgili inanışların davranışların, stres ve duygusal desteğin ilk kaynağıdır. Aile sağlığının kişinin sağlığını etkilemesi gibi kişinin sağlığı da ailenin sağlığını etkilemektedir. Aile işlevselliğinin yüksek olmasının hem bireyin sağlığı üzerinde hem de genel olarak toplumun sağlığı üzerinde faydalı etkileri olacağı tahmin edilebilir. Sağlıklı ailelerin yapısını anlamak ve işlevsellik derecesini belirleyebilmek için pek çok ölçek geliştirilmiştir. Aile APGAR ölçeği de bu ölçeklerden biridir. Bu çalışmamızda uygulanması pratik ve kolay olan Aile APGAR Ölçeği ile aile hekimliği polikliniklerine başvuranların aile fonksiyonelliklerinin ölçülmesi ve bazı sosyodemografik özelliklerin ve kronik hastalıkların aile fonksiyonelliği üzerine olan etkilerinin sorgulanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, Van YYÜ Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Aile Hekimliği polikliniklerine başvuran 18-90 yaş erişkin gönüllülerin dahil edildiği 297 kişilik gruba demografik olarak yaş, cinsiyet, yaşadığı yer, kimlerle yaşadığı, eğitim durumu, medeni durum ve kronik hastalık durumunu sorgulayan 7 soru ile 5 maddeden oluşan Aile APGAR ölçeği doldurtularak anket çalışması şeklinde yapılmıştır. Bu şekilde toplanan veriler, istatistiksel analizler SPSS (ver. 20) paket programında incelenmiştir. Demografik sorulara ait verilerden kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler sayı ve yüzde; sürekli değişkenler için tanımlayıcı istatistikler ise minimum ve maksimum, medyan, ortalama standart sapma, olarak hesaplanmıştır. Gruplar ve kategorik değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek için ise Ki-kare Testi yapılmıştır. İstatistiksel olarak önemlilik sınırı p<0,05 kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya toplam 297 kişi katıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 33.76 idi. Katılımcıların, %57.2 (n=170)'si erkek, %42.8 (n=127)'i ise kadındır. Katılımcıların APGAR Ölçeği toplam puanı 7,7930(n=297) ve erkeklerde ortalama 7.8706 (n=170), kadınlarda ise 7.6929 (n=127)'dir. Çalışmamızın sonuçlarına göre; erkeklerin kadınlara göre aile fonksiyonelliği yüksek olmasına karşın anlamlı ilişki bulunmadı. Köyde yaşayanların; il ve ilçede yaşayanlara göre aile fonksiyonelliği anlamlı düşük bulundu (p<0.05) ve ilçede yaşayanların da ilde yaşayanlara göre düşüktü ama anlamlı bir ilişki bulunmadı. Genel toplumda olduğu gibi yaş arttıkça eğitim düzeyi anlamlı ölçüde düşmektedir (p<0.05) ama eğitim durumu ile aile fonksiyonelliği arasında ilişki anlamlı değil. Yaşam ortamı, medeni durum ve kronik hastalık ile aile fonksiyonelliği arasında anlamlı bir sonuç bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi gibi değişkenlerin; yaşlı ve kronik hastalığı olan bireylerin aile fonksiyonelliğini anlamlı düzeyde etkilemediği ama yaşadığı yer (köy, ilçe, il) bakımdan aile fonksiyonelliğini anlamlı düzeyde etkilediği bulundu. 18-90 yaş grubu ile daha çok karşılaşan ve hastaları daha yakından tanıma ve sürekli takip altında tutabilme imkânı olan aile hekimleri sayesinde aile fonksiyonelliği için daha çok yol kat edilebilir. Sadece hastalık üzerinden değil, hastalıklarını aile işlevleriyle beraber değerlendirilmesi gerekmektedir. Çalışmamızda görülen aile fonksiyonelliğini etkileyen değişkenler açısından köyde yaşayan bireylerin daha kapsamlı ve biyopsikososyal açıdan değerlendirilmesi faydalı olacaktır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge The Evaluation of Knowledge Levels of Folic Acid Use in the Preconceptional Period 18-49 Years Old Women and Female Health Professionals Who Applying To Van Yüzüncü Y. Y. I. Dursun Odabaş Medical Center Family Medicine Polyclinics(2022) Altındağ, Hülya; Layık, Mehmet EminFolit asit, DNA ve RNA yapımı, timidilat ve pürinlerin sentezi, karbon transferleri ve metilasyon reaksiyonları gibi birçok biyokimyasal olayda görev alan, suda eriyen B grubu bir vitamindir. Hücrelerin sentezi, büyümesi ve onarımı için büyük bir önem arz etmektedir. Gebelikte fetüs ve plasentadaki büyüme ve kan hacmindeki artıştan dolayı fizyolojik olarak folik asit düşüşü görülmektedir. Bu durum nöral tüp defekti, spina bifida ve çeşitli plasental komplikasyonlara zemin hazırlamaktadır. Bu çalışmamızın amacı, üreme çağındaki kadınların ve kadın sağlık çalışanlarının prekonsepsiyonel dönemde folik asit kullanımı konusundaki farkındalık ve bilgi düzeylerinin ölçülmesi, folik asitin nöral tüp defektini engelleyebilmesi için doğru zamanda ve doğru dozda alımına dikkat çekilmesi, özellikle doktorların ve diğer sağlık çalışanların hastaları bilgilendirmedeki önemine vurgu yapılarak nöral tüp defekti insidansının azaltılması ve bu konu ile ilgili sorunların belirlenip çözüm önerilerinin geliştirilerek daha sağlıklı nesillerin oluşmasına katkı sağlamaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmamızda, Van YYÜ Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Aile Hekimliği polikliniklerine başvuran 18-49 yaş kadınlar ile kadın sağlık alışanlarının demografik olarak yaş, meslek, eğitim durumu, medeni durum ve aylık gelir durumunu sorgulayan 5 soru ile bu hastaların folik asit kullanımı konusundaki bilgi düzeylerini sorgulayan literatürden yararlanılarak oluşturulmuş 11 soruluk anket çalışması yapılmıştır. Veriler toplandıktan sonra istatistiksel analizler SPSS (ver. 20) paket programında değerlendirilmiştir. Ankette uygulanan demografik sorulara ait verilerden kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler sayı ve yüzde; sürekli değişkenler için tanımlayıcı istatistikler ise minimum ve maksimum, medyan, ortalama standart sapma olarak hesaplanmıştır. Gruplar ve kategorik değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek için ise Ki-kare Testi yapılmıştır. Hesaplamalarda istatistiksel olarak anlamlılık düzeyi %5 olarak alınmış ve hesaplamalar için SPSS istatistik paket programı kullanılmıştır. iv Bulgular: Çalışma, 18-49 yaş arası 400 kadın ile yapılmıştır. Katılımcıların %47 (n=188)'si sağlık çalışanı iken, %53 (n=212)'ü hasta grubundandır. Çalışmaya katılanların %78.3 (n=313)'ü 'Daha önce folik asiti duydunuz mu?' sorusuna 'Evet', %21.9 (n=87)'u 'Hayır' cevabını vermiştir. Daha önce folik asiti duydunuz mu?' sorusunu 'Evet' diye yanıtlayan 313 kişiden %79.6 (n=249)'sı 'Yeni doğan bebeklerde görülen nöral tüp defektleri (anensefali, spina bifida vb.) gebelik öncesi kullanılan folik asit vitamini ile engellenebilir mi?' sorusuna 'Evet', %3.5 (n=11)'i 'Hayır', % 16.9 (n=53)'u 'Bilmiyorum' cevabını vermiştir. Daha önceden gebe kalma öyküsü bulunan 206 kişiden %51.9 (n=107)'u 'Daha önceki/şu anki gebeliğinizde folik asit vitamini içeren bir preparat kullandınız mı' sorusuna 'Evet', %48.1 (n=99)'i 'Hayır' cevabını vermiştir. Daha önceki/şu anki gebeliğinde folik asit kullanan 107 kişiye 'Gebeliğinizde folik asiti ne zaman kullanmaya başladınız?' diye sorulduğunda, katılımcıların %60.7 (n=65)'si sorusuna 'Gebe kaldığımı öğrendikten sonra başladım', %39.3 (n=42)'ü 'Gebe kalmayı planladığımda başladım' cevabını vermiştir. Çalışmamıza katılan kadınların anket sorularına verdikleri cevaplar analiz edildiğinde; 18-25 yaş grubunda olanlarda, sağlık çalışanlarında, bekar olanlarda, üniversite mezunu olanlarda, aylık gelir düzeyi yüksek olanlarda ve canlı doğum sayısı az olanlarda folik asit hakkındaki bilgi düzeyinin ve folik asit kullanımının daha yüksek oranda olduğu görülmüştür. Sonuç: Literatür eşliğinde hazırladığımız anket soruları ile üreme çağındaki kadın ve kadın sağlık çalışanlarının folik asit bilgi düzeyi ve sosyodemografik özellikler arasındaki ilişki incelenmiştir. Folik asit bilgi düzeyi ve farkındalığın yeterli düzeyde olmadığı ve üreme çağındaki kadınların folik asit farkındalığının arttırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Toplumsal düzeyde bu farkındalığı arttırmak için, halkın ilk etapta ulaşacağı sağlık personelleri olan aile hekimleri, ebe veya hemşirelerin hastaları bilgilendirmeleri gerekir. Basın yayın kuruluşları ve sosyal medya üzerinden kampanya ve tanıtımlar düzenlenerek prekonsepsiyonel dönemde uygun periyotlarda ve yeterli dozda folik asit kullanımının nöral tüp defekti, spina bifida gibi doğumsal anomalileri önleyebileceği anlatılmalıdır. Böylece toplumun bilinçlendirilmesi sağlanarak daha sağlıklı nesillerin oluşumuna katkı sağlanmalıdır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Prevalence of Depression With the Yesavage Geriatric Depression Scale in the Elderly With Chronic Disease(2024) Kılıç, Kadir; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Yaşlı nüfusun artışından dolayı bu demografik gruba özgü hastalıkların önemi de artmaktadır. Özellikle psikiyatrik rahatsızlıklar arasında, yaşlılık döneminde depresyon ön plandadır. Bu çalışmada, 65 yaş ve üstü kronik hastalığı olan bireylerde depresyon yaygınlığının belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: 65 yaş ve üzeri herhangi bir kronik hastalığa sahip bireylerden oluşan 195 yaşlı ile birebir görüşmeler gerçekleştirilerek ve anketler doldurularak kesitsel bir tanımlayıcı çalışma yapıldı. Bilinç durumundaki değişiklik, konuşma veya duyma güçlükleri nedeniyle iletişime geçilemeyen ve çalışmayı reddeden hastalar çalışma dışında tutuldu. Çalışamamız,Yesavage Geriatrik Depresyon Ölçeği Formu'nu içeren bir anket aracılığıyla yapıldı. İstatistiksel analizlerde, tanımlayıcı istatistiklerde sayı ve yüzde kullanılarak, ki-kare ve t-testi gibi yöntemler SPSS 26 programıyla uygulandı ve p<0,05 değeri anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Araştırmamızda, 65 yaş ve üstü kronik hastalığı olan 195 yaşlı bireyde depresyon sıklığını inceledik. Bu çalışma sonucunda yapılan değerlendirmelerde, depresyon yaygınlığının %35,4 olarak belirlendiği bulunmuştur. Depresyon belirtilerinin sıklığı, ileri yaşta, dul veya boşanmış olma durumunda, düşük eğitim düzeyinde, düşük sosyoekonomik düzey algısına sahip olma durumunda, işsizlik durumunda, yaşlılık maaşı alanlarda, sosyal güvenceden yoksun olanlarda, tek başına kalanlarda, çocuklarının kendisine destek olmadığını söyleyenlerde, yakınlarıyla ilişki yönünden kötü olan bireylerde ve çocuk sayısının fazla olduğu durumlarda daha yüksektir (p<0,05).Cinsiyet, kronik bir hastalığı olup olmama durumu, ilaç kullanıp kullanmama, sigara kullanıp kullanmama depresyon belirtilerinin sıklığını etkilemediği sonucuna varılmıştır. (P>0.05) Sonuç: Çalışmamızın bulgularına göre, Aile Sağlığı Merkezleri'ne başvuran yaşlıların karşılaştığı önemli bir sağlık sorunu depresyon olarak ifade edilebilir. Yaşlılarda depresyonla ilişkili risk faktörlerini de değerlendirerek multidisipliner bir yaklaşımla, bu yaş grubuna özgü koruyucu, tedavi edici ve rehabilitatif yardımlar oluştulmalıdır. Biz aile hekimleri olarak, yaşlı hastaların Aile Sağlığı Merkezleri'ne yaptıkları başvurularda depresyon teşhisine özel bir dikkat göstermeliyiz. ANAHTAR KELİMELER: Depresyon, Yaşlı, Aile Hekimi, Aile Sağlığı Merkezi, Kronik Hastalıkspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of the Effect of Smartphone Addiction on Sleep Quality and Academic Achievement in Van Yüzüncü Yil University Faculty of Medicine Students(2022) Burak, Barış; Layık, Mehmet EminGiriş ve Amaç: Son yıllarda yaşadığımız teknolojik atılımlar akıllı telefonları; kullanımları kolay olmaları, küçük ve rahat taşınabilir olmaları nedeniyle ön plana çıkarmıştır. Günümüzde akıllı telefonlarla sadece sesli görüşme ve kısa mesaj ile iletişime geçmiyor, bunun yanında internete bağlanabiliyor, e-postamızı kontrol edebiliyor, sosyal medya uygulamalarını kullanabiliyor, GPS sistemi ile konumlara rahat ulaşabiliyor, oyun oynayabiliyor, fotoğraf ve video çekebiliyoruz. Akıllı telefonların saydığımız bu avantajlarına rağmen yanlış kullanımları sonucunda ortaya çıkabilen birçok sorun da mevcuttur. Bu sorunlardan birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz: Göz yorgunluğu, baş ağrısı, boyun kaslarında ağrı, asosyalleşme, odaklanmada zorlanma, özel hayatın gizliliğinin ihlal edilebilmesi, uyku saatlerinde azalma. Akıllı telefonların aşırı kullanımının yukarıda belirtilen olumsuz etkilerinin yanında bağımlılık yapıcı etkisi de bulunmaktadır. Akıllı telefon kullanımının uyku kalitesini ve akademik başarıyı da etkilediği gösterilmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi 2021 – 2022 eğitim öğretim yılında eğitim gören 484 öğrencinin gönüllü olarak katıldığı kesitsel tipte olan bir anket çalışmasıdır. Ankette bulunan çalışma formu toplam 21 sorudan oluşmaktadır. Bu form; 5 soruluk sosyo – demografik formu, 6 sorudan oluşan Richard Campbell Uyku Ölçeği (RCUÖ) ve 10 sorudan oluşan Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği – Kısa Formundan (ATBÖ – KF) oluşmaktadır. Sosyo – demografik formda ankete katılanlardan; okul numarası, cinsiyet, yaş, sınıf, ikamet yeri bilgileri istenmektedir. Richard Campbell uyku ölçeği altı sorudan oluşmaktadır. Her bir soru görsel skala ile sıfırdan yüze kadar olan bir çizelgede derecelendirilir. Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği – Kısa Formu akıllı telefon bağımlılığını ölçen, on sorudan oluşan, altılı Likert derecelendirilmeyle ölçülen bir ankettir. Sürekli değişkenler için tanımlayıcı istatistikler; Ortalama, Standart Sapma, Minimum ve Maksimum değerler olarak ifade edilirken, kategorik değişkenler için sayı ve yüzde olarak ifade edilmiştir. Sürekli değişkenler bakımından grup ortalamalarını karşılaştırmada Student t Testi (2 grup için) ve Tek Yönlü Varyans analizi (2 den fazla grup için) yapılmıştır. Varyans analizini takiben farklı grupları belirlemede Duncan Çoklu Karşılaştırma Testi kullanılmıştır. Bu değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemede Pearson Korelasyon Katsayıları hesaplanmıştır. Gruplar ile kategorik değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemede ise Ki-kare Testi yapılmıştır. Hesaplamalarda istatistik anlamlılık düzeyi %5 olarak alınmış ve hesaplamalar için SPSS istatistik paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza katılanların %55 (n=266)' i erkek; %45 (n=218)' i kadındır. Öğrenciler ikamet yerleri açısından değerlendirildiğinde; yurtta kalanlar %43,8 (n=212), öğrenci evinde kalanlar %34,3 (n=166) ve aile yanında kalanlar %21,9 (n=106) olarak bulunmuştur. Akademik başarı puanı ortalaması 71,33 (±7,96), yaş ortalaması 21,9 (±2,23), RCUÖ puanı ortalaması 65,18 (±21,67) ve ATBÖ- KF puanı ortalaması 30,64 (±10,51) olarak bulunmuştur. Erkeklerin akademik başarı puanı ortalaması 69,6955; kadınların akademik başarı puanı ortalaması 73,3303 olarak bulunmuştur. RCUÖ ortalama puanlarında öğrenci evinde kalanların puanı yurtta ve ailesinin yanında kalanlara göre yüksektir. ATBÖ – KF ortalama puanlarında aile yanında kalanların puan ortalaması yurt ve öğrenci evinde kalanlara göre yüksektir. Akıllı telefon bağımlılık durumu değerlendirildiğinde; bağımlı olmayanlar %55,2 (n=267), bağımlı olanlar %44,8 (n=217) olarak bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda akıllı telefon bağımlılığının uyku kalitesini ve akademik başarıyı olumsuz yönde etkilediği gösterilmiştir. Katılımcıların akıllı telefon bağımlılık durumları cinsiyet ve sınıf değişkenleri tarafından etkilenmemişken, ikamet yeri değişkeni tarafından etkilemiştir. Telefon bağımlılığı kriterleri DSM' nin bir sonraki baskısına 'Davranışsal bağımlılıklar' bölümüne tanı olarak eklenebilir ve bağımlılık tanısı alan bireylere bu konuda psikoterapi tedavisi başlanabilir. Akıllı telefonların hayatı kolaylaştırıcı etkilerinin olmasıyla beraber kullanıcıyı olumsuz yönde etkileyecek yönlerinin de olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Akıllı telefon kullanımı bu negatif etkilerden korunmak maksadıyla sadece ihtiyaç dâhilinde olmalı, aşırı kullanıma gidilmemelidir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of the Knowledge Levels of Interns and Assistant Physicians About Skin Cancers(2024) Akbalık, Zülküf; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki asistan ve intörn hekimlerin deri kanserleri hakkındaki bilgi düzeylerinin ve farkındalıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamız kesitsel ve tanımlayıcı tiptedir. Yüz yüze anket çalışmasıdır. Çalışma Ağustos- Eylül 2023 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yürütülmüştür. Çalışmaya araştırmaya katılmayı kabul eden ve onam veren asistan ve intörn hekimler dahil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak 36 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. Sosyodemografik verileri ve deri kanserleri hakkındaki farkındalığı değerlendirmek amacıyla oluşturulan 16 soru, Literatür taranarak ve konusunda uzman hekimlere danışılarak oluşturulan deri kanseri bilgisini ölçen 20 soruluk bilgi düzeyi anketi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 93'ü (%38,7) kadın ve 147'si (%61,3) erkek olmak üzere toplam 240 hekim dahil edilmiştir. Hekimlerin %8,8'i dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi bölümünde, %48,3'ü dahili bölümlerde ve %15'i cerrahi bölümlerde asistan iken %27,9'u intörn hekimdir. Bölümler arasında toplam puan açısından anlamlı farklılık görülmüştür (p<0,001). Bu farklılık dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanı olanlar ile diğer bölümler arasındaki farktan kaynaklanmış olup dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanı olanların puanı daha yüksektir. Dermatoloji + plastik ve rekonstrüktif cerrahi asistanlarının aldıkları ortalama puan 18,8±1,0 iken(max. puan 20) , dahili bölüm asistanları 13,7±2,6 puan, cerrahi bölüm asistanları 13,9±1,8 puan ve intörn hekimler 13,4±2,4 puan almıştır. Katılımcıların %29,6'sı deri kanserleri ve prekanseröz lezyonlar hakkında yeterli bilgi sahibi olduğunu, %57,9'u güneşten korunma yöntemleri hakkında yeterli bilgi sahibi olduğunu, %27,9'u deri kanserleri hakkında yeterli eğitim aldığını düşünüyor. Katılımcıların %7,1'i Mezuniyet öncesi ve sonrası deri kanseriyle ilgili herhangi bir kurs veya kongreye katıldığını bildirmiştir. Hekimlerin %46,7'si düzenli güneş kremi kullanıyor iken %52,9'u daha önce kendi kendine deri muayenesi yaptığını belirtmiştir. Sonuç: Bu çalışma ile dermatoloji ve plastik cerrahi asistanları dışındaki asistanların ve intörnlerin deri kanseri bilgisi ve güneşten korunma davranışlarının yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Hekimlere mezuniyet sonrasında da bu konu hakkında eğitim verilmeli ve verilen eğitim ara ara tekrarlanmalıdır. Ayrıca hekimlerin deri kanserleri ve güneşten korunma yöntemleri hakkında bilgi düzeylerini arttırmaları gerekmektedir. Böylelikle hem kendilerini hem de hizmet verdikleri bireyleri deri kanserinden daha iyi koruyabilirler.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of the Level of Knowledge of Van Y.y.u. Faculty of Medicine Intern and Assistant Physicians and Family Physicians Working in Van Province on Basic Life Support and Advanced Cardiac Life Support(2024) Demir, İlhami; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Toplum sağlığının en önemli aşamasında yer alan hekimlerin, hangi branştan olursa olsun, insanlık için hayati önem taşıyan, temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği konularındaki bilgi ve becerileri eksiksiz olmalı, hekimler hastalara etkin bir temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği verebilmelidirler.Yaptığımız bu çalışmada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde görev yapan, intern ve asistan hekimler ile Van ilinde birinci basamakta görev yapan aile hekimlerinin, Amerikan Kalp Cemiyeti (AHA ) ve Avrupa Resüsitasyon Konseyi(ERC) tarafından yayımlanan, en güncel kılavuzlar esas alınarak hazırlanan, çoktan seçmeli anket soruları ile temel yaşam desteği ve ileri kardiyak yaşam desteği konularında, bilgi düzeyi, bilgilerinin yeterliliği ve güncelliği, ve güncel kılavuzları takip etme oranı araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız kesitsel, tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırma Van YYÜ Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde çalışan intern ve asistan hekimler ile Van ilinde birinci basamakta çalışan (ASM) aile hekimlerine 01.09.2023 ile 01.12.2023 tarihleri arasında yapılmıştır.139 asistan hekim, 60 intern hekim, 67 aile hekimi olmak üzere toplam 266 hekime uygulanmıştır. Veriler hekimlerin onamı alınarak, sosyo-demografik veriler ile, katılımcıların CPR konusunda aldıkları eğitimi ve bu konuda kendilerini yeterli görüp görmediklerini sorgulayan 15 soru ile, 10 temel yaşam desteği bilgi sorusu ,10' da ileri kardiyak yaşam desteği bilgi sorusu olmak üzere toplam 35 sorudan oluşan anket formuyla elde edilmiştir. Bilgi soruları beş şıktan oluşmuştur ve her sorunun doğru cevabı 1 puan olarak hesaplanmıştır.Temel yaşam desteği soruları 10 puan, ileri kardiyak yaşam desteği soruları10 puan üzerinden hesaplanmıştır. Analizler SPSS (Statistical Package for Social Sciences; SPSS Inc., Chicago, IL) 22 paket programında değerlendirilmiştir. Analizlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 92'si kadın (%34,6) ve 174'ü (%65,4) erkek olmak üzere toplam 266 hekim dahil edilmiştir.266 hekimin, 40'ı (%15) acil, anestezi, kardiyoloji bölümünde, 61'i (%22,9) dahili bilimlerde, 38'i (%14,3) cerrahi bilimlerdeki gören yapan toplam 139 asistan hekim iken, 60'ı (%22,6) intern ve 67'si (%25,2) ise aile hekimidir. Hekimlerin TYD ve İKYD sorularından aldıkları toplam puanlar incelendiğinde TYD toplam puan ortalama 5,1±1,8 iken, İKYD toplam puan ortalama 5,6±2,1 olarak saptanmıştır.Bölüm açısından, TYD ve İKYD puanları değerlendirildiğinde acil tıp, anestezi ve reaminasyon ve kardiyoloji asistanları, diğer hekimlerden daha çok puan almıştır.(p=0,008,p<0,001).Kardiyopulmoner arrest hastayla karşılaşma ihtimali yüksek olan, eğitimlerinde aktif TYD ve İKYD eğitimleri olan hekimlerin bilgi düzeyinin daha yüksek olduğunu(p<0,001), CPR kılavuzunu takip edenlerin(p<0,001), daha önce CPR ihtiyacı olan hastaya müdahale edenlerin(p=0,028), kendini TYD ve İKYD konularında yeterli bulanların(p=0,009), en son 3 yıl ve öncesinde TYD ve İKYD eğitimini alanların(p=0,018) ve CPR yaparken hastaya zarar vermekten korkmayanların(p=0,001) İKYD bilgi düzeyini, anlamlı olarak daha yüksek tespit ettik. Ayrıca hekimlerin %57.5'i CPR kılavuzu takip etmediğini, %51.5'i CPR yaparken hastaya zarar vermekten korktuğunu (intern hekimlerde bu oran %63.3 olarak saptandı) %22,2'si TYD ve İKYD ile ilgili bir kurs veya kongreye katıldığını, %94,4'ü ise mezuniyetten sonra TYD ve İKYD hakkında tekrar eğitim verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar, hekimlerin bilgi düzeyini ve güncelliğini arttırmak için branş farketmeksizin, bütün hekimlere mezuniyetten sonrada TYD ve İKYD eğitiminin teorik ve pratik olarak, ilgili birimler tarafından verilmesinin ve kısa aralıklarla tekrar edilmesinin gerektiğini göstermiştir.Ayrıca intern hekimlerin kardiyopulmoner arrest hasta tedavisinde, aktif olarak yer almaları, CPR yaparken hastaya zarar verme korkularını azaltacaktır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Evaluation of Van Y.y.u. Assistant Physicians' Attitudes Towards Physician Immigration(2023) Dursun, Mehmet; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Ülkemizde tıp doktorları çalışma hayatında çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Hekimlerin birçoğu bu zorluklar karşısında mesleği bırakma veya kariyerini başka bir ülkede devam ettirme düşüncesine girmektedir. Böylece hekimlerin bulunduğu ülkeden başka bir ülkeye gitmeleri, hekim göçü kavramını ortaya çıkarmıştır. Nitelikli ve iyi yetişmiş sağlık çalışanları olan hekimlerin göçü, bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemiz için de büyük bir sorundur. Bu çalışmamız ile hekimlerin göç etme fikrinde en çok etkili olan nedenlerin gösterilmesi amaçlanmıştır. Hekimleri göçe iten ve göç etmekten alıkoyan faktörlerin anlaşılması hedeflenmiştir. Araştırmamız ile elde ettiğimiz bu veriler ışığında hekim göçü sorununa yetkili mercilerin dikkatini çekmek ve problemin çözümüne yol göstermek hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir anket çalışmasıdır. Literatür taraması sonucunda; hekimlerin göç etme isteğini ve bu isteklerinin nedenlerini sorgulayan 11 tane 'evet/hayır' seçenekli soru ve 23 öncülden oluşan 'Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Asistan Hekimlerinin Hekim Göçüne Yönelik Tutumlarının Değerlendirilmesi Anketi' oluşturulmuştur. Bu anket Van Y.Y.Ü. asistan hekimlerinden 208 gönüllüye, 19.09.2023-04.11.2023 tarihleri arasında uygulanmıştır. Elde edilen veriler, istatistiksel analizler SPSS (ver. 20) paket programında incelenmiştir. Verilen yanıtlarla çıkan sonuçlardan, kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler sayı ve yüzde hesaplanmıştır. Kategorik değişkenler ve gruplar arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla Ki-kare Testi yapılmıştır. İstatistiksel olarak önemlilik sınırı p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza toplam 208 kişi katıldı. Katılımcıların %38.46'sı kadın (n=80), %61.54'ü erkektir (n=128). Erkek katılımcıların kariyerini yurtdışında sürdürme isteği oranı, kadın katılımcıların oranından daha fazladır (0.672 > 0.45). Cinsiyet ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.002). Bekar katılımcılardaki gitme isteği oranı evli katılımcılara göre daha yüksektir (0.639 > 0.559). Medeni durum ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.265). Çocuğu olmayan katılımcılarda gitme isteği oranı çocuğu olanlara göre daha yüksek çıkmıştır (0.603 > 0.548). Çocuk sahibi olmak ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.467). Cerrahi branşlardaki gitme isteği oranı dahili branşlardakine göre daha yüksektir (0.647 > 0.557). Branş ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.217). Aile gelir düzeyi kötü olan katılımcıların gitme isteği oranı iyi olanlara göre daha yüksektir (0.759 > 0.52). Aile gelir düzeyi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.002). Yabancı dil düzeyi kötü olanlarda gitme isteği oranı, yabancı dil düzeyi iyi olan katılımcılarınkine göre daha yüksektir (0.744 > 0.475). Yabancı dil düzeyi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.0001). Güçlü kişisel bağları olmayan katılımcılardaki gitme isteği oranı güçlü bağları olan katılımcıların gitme isteği oranından daha yüksektir (0.69 > 0.547). Güçlü kişisel veya köklü aile bağları ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (p=0.06). Özgüven seviyesini yeterli bulan katılımcıların gitme isteği oranı özgüven seviyesini yeterli bulmayanların gitme isteği oranından daha yüksektir (0.642 > 0.486). Özgüven seviyesi ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.029). Hekime şiddete maruz kalan katılımcıların gitme isteği oranı uğramayanlara göre daha yüksektir (0.628 > 0.389). Çalışma hayatında sözel veya fiziksel saldırıya uğrama ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.008). Yurtdışında yakın arkadaş veya akrabası olan katılımcılarda gitme isteği oranı, yurtdışında yakın arkadaş veya akrabası olmayanlara göre daha yüksektir (0.643 > 0.471). Yurtdışında akrabası veya yakın arkadaşa sahip olma ile yurtdışına gitme isteği arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p=0.018). Yurt dışına göç etmeyi düşünen hekimlerin %81.9'u (n=100) mesleki saygınlıklarının azalmasından, %72.1'i (n=88) çalışma koşullarının kötü olmasından, %70.4'ü (n=86) gelecek kaygısı olduğundan dolayı bu kararı aldığını açıklamıştır. Sonuç: Çalışmamızda cinsiyet, aile gelir düzeyi, yabancı dil düzeyi, özgüven seviyesi, çalışma hayatında saldırıya uğramış olmak ve yurt dışında yaşayan yakın bir tanıdığa sahip olmak ile kariyerini yurt dışında sürdürme isteği arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Göç düşüncesinde en etkili faktörlerin mesleki nedenler ve daha iyi yaşam koşulları olduğu bulunmuştur. Çalışmamız ile ülkemizde hekim göçü sorununun ciddiyeti ve gerekçeleri gösterilmiştir. Böylece problemin çözümü için bir rehber olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Hekim göçü, Türkiye'de doktorluk, göç, asistan hekim.specialization-in-medicine.listelement.badge Evaluation Of Van Yüzüncü Yıl University Medical Faculty Intern And Resident Doctors Views On Homosexuality(2024) Mavi, Mehmet Emin; Şahin, Hüseyin AvniGiriş ve Amaç: Hekimlerin, toplumun bir kesimine karşı ön yargılı olması sağlık sisteminin işleyişini bozacak, kişilerin sağlık hakkını engelleyecek ve bu durum tıp etiği ile bağdaşmayacaktır. Bu nedenlerle doktorların toplumun her kesimine karşı olumlu bir tutum içinde olması ve eşit davranması önem arz etmektedir. Mevcut çalışma ile Van YYÜ Tıp Fakültesi intörn ve asistan hekimlerinin eşcinsellere karşı olan tutumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Elde edilecek sonuçlar, katılımcı doktorların hastane ortamında ve toplumda eşcinsel bireylere yaklaşımını gösterecektir. Bu veriler ışığında eşcinsel bireyleri toplumda ve sağlık sisteminde mağdur eden uygulamaların azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılması hedeflenmektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir anket çalışmasıdır. Literatür taraması sonucunda, Eşcinsellik Algı Ölçeği Formu oluşturulmuş; bu form, sanal ortamda, Van Y.Y.Ü. intörn/asistan hekimlerinden oluşan 180 gönüllüye, 01.05.2024-01.06.2024 tarihleri arasında uygulanmıştır. İstatistiksel analizler MS Excel ve SPSS (ver. 27) paket programları aracılığıyla yapılmıştır. Kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler verilmiştir. Eşcinselliğe karşı tutumun sosyodemografik bilgilerle olan ilişkisini incelemek için, bağımsız örneklem t testi ve Oneway ANOVA testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık sınırı %5 (p<0.05) kabul edilmiştir. Bulgular: Mevcut çalışmada 180 katılımcıdan elde edilen sonuçlar irdelenmiş, bulgular ve tartışma bölümlerinde detaylı ve kıyaslamalı şekilde sunulmuştur. Katılımcıların eşcinsellik algı formundan aldıkları skor puanları hesaplanmış ve ortalama puan 3.4079, minimum puan 1.65 ve maksimum puan 4.83 olarak elde edilmiştir. Analizler sonucunda, eşcinselliğe karşı; kadınların erkeklere (X ̅=3.584> X ̅=3.267); bekarların evlilere (X ̅=3.521> X ̅=3.216); çocuk sahibi olmayanların, olanlara (X ̅=3.463> X ̅=3.064); toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alanların, almayanlara (X ̅=3.511> X ̅=3.279); farklı cinsel yönelime sahip başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olanların, bu deneyime sahip olmayanlara (X ̅=3.765> X ̅=3.282); bu deneyime sahip olanlardan, herhangi bir zorlukla karşılaşanların da hiçbir zorlukla karşılaşmayanlara (X ̅=3.161> X ̅=2.856) göre daha olumlu tutum sergilediği ve anlamlı farklar (p<0.05) yarattığı görülmüştür. Ayrıca 20-24 yaş grubunun (X ̅=3.729) diğer gruplardan daha olumlu tutum sergilediği ve bu grup ortalamasının diğer grup ortalamalarından anlamlı bir şekilde farklılaştığı (p<0.05) görülmüştür. Mesleki deneyim ve eşcinselliğe karşı tutum arasında anlamlı bir farklılaşma görülmezken; etnik köken, dini inanış ve cinsel yönelim ile bu tutum arasındaki ilişki anlamlı olsa dahi, alt grupların dengesiz dağılımı ve yetersiz katılımcının olması sebebiyle bu ilişkinin sağlıklı olmayacağı belirtilmiştir. Sonuç: Katılımcıların cinsiyeti, yaşı, medeni durumu, çocuk sahibi olup olmaması, öğrenim yaşamı boyunca toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alıp almaması ve farklı cinsel yönelime sahip başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olup olmamasına göre; eşcinselliğe karşı tutumda anlamlı farklar gözlenmiştir (p<0.05). Kadınların, bekarların, çocuk sahibi olmayanların, toplumsal cinsiyet ile ilgili ders/eğitim alanların ve farklı cinsel yönelimdeki başvuranlarla çalışma deneyimine sahip olanların ortalaması diğer gruplara göre daha yüksek çıkmıştır. Tıp fakültesi öğretim programlarında toplumsal cinsiyet, eşcinsellik vb eğitimlerin daha çok yer alması ve bu tarz çalışmaların daha büyük örneklem grupları üzerinde yapılması önerilerinde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Eşcinsellik, asistan hekim, intörn.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Examination of the Relationship Between Health Literacy, Concern and Anxiety in Adults With Diabetes Mellitus or Hypertension and Comparison With Individuals Without Chronic Disease(2019) Beyoğlu, Muhammed Mustafa; Avcı, Dilek KuşaslanBu araştırmanın amacı Diyabetes Mellitus (DM) veya Hipertansiyonu (HT) olan hastaların sağlık okuryazarlık düzeylerinin yeterli olup olmadığının belirlenmesi, endişe anksiyete ile ilişkisinin tespiti ve sağlıklı bireylerle karşılaştırılmasının incelenmesidir. Çalışma grubunu, Van İli Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Aile Hekimliği Polikliniği'ne başvuran 171'i kadın, 129'u erkek olmak üzere toplam 300 gönüllü birey oluşturmuştur. Araştırma kesitsel tanımlayıcı tipte bir anket çalışmasıdır. Çalışmamıza katılan bireylerin sosyodemografik özelliklerine, endişe ve anksiyete durumlarına ve sağlık okuryazarlık düzeylerine ait bilgileri elde etmek amacıyla Sosyodemografik Bilgi Formu, Endişe ve Anksiyete Ölçeği (EAÖ) ile Yetişkin Sağlık Okuryazarlık Ölçeği (YSOÖ) kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel analizinde Tek Yönlü Varyans Analizi, Ki-kare testi ve Pearson Korelasyon Analizi testleri kullanılmıştır. Çalışmaya dahil edilen bireylerin yaşları 18 ile 87 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 49.24±16.74'tür. Kronik hastalığa sahip bireylerin yaşları 26 ile 87 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 59.18±9.41'tür. Sağlıklı bireylerin yaşları ise 18 ile 51 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 29.34±7.51'dir. Araştırmaya katılan bireylerin EAÖ puanları 0 ile 77 arasında değişmekte olup ortalama puan 41.72±16.38'dir. Kronik hastalığa sahip bireylerin puanları 4 ile 74 arasında değişmekte olup ortalama puan 45.48±13.92 bulunmuştur. DM ve HT grupları arasında EAÖ sonuçları anlamlı farklılık içermemekteydi (p>0.05). Sağlıklı bireylerin EAÖ puanları 0 ile 77 puan arasında değişmekte olup ortalama puan 34.19±18.30'dur. Sağlıklı bireyler kronik hastalıklara sahip bireylerle kıyaslandığında, kronik hastalığa sahip bireylerde EAÖ puanı daha yüksek bulunmuş olup anlamlı farklılık içermekteydi (p<0.05). DM ve HT grupları ayrı ayrı sağlıklı bireylerle kıyaslandığında EAÖ sonuçları DM, HT gruplarında daha yüksek bulunmuş olup anlamlı farklılık içermekteydi (p<0.05). Araştırmamızda, bireylerin endişe anksiyete düzeyleri arasında kadın cinsiyet, eğitim düzeyinin düşük olması, herhangi bir meslek sahibi olmaması, kronik hastalığa sahip olması, düzenli kontrollere gitmeyenler(en az 6 ayda bir) EAÖ sonuçları daha yüksek bulunmuş olup istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p˂0.05). Medeni durumun endişe anksiyete düzeyi açısından anlamlı fark göstermediği tespit edilmiştir (p>0.05). Çalışmamızdaki bireylerin YSOÖ puanları 0 ile 20 arasında değişmekte olup ortalama puan 9.24±5.47'dir. Kronik hastalığa sahip bireylerin puanları 0 ile 20 arasında değişmekte olup ortalama puan 6.40±4.05 bulunmuştur. DM ve HT grupları arasında YSOÖ sonuçları anlamlı farklılık içermemekteydi (p>0.05). Sağlıklı bireylerin YSOÖ puanları 7 ile 20 puan arasında değişmekte olup ortalama puan 14.92±2.91'dir. Sağlıklı bireyler, kronik hastalıklara sahip bireylerle kıyaslandığında YSOÖ sonuçları daha yüksek bulunmuş olup anlamlı farklılık içermekteydi (p<0.05). DM ve HT grupları ayrı ayrı sağlıklı bireylerle kıyaslandığında YSOÖ sonuçları, sağlıklı bireylerde daha yüksek bulunmuş olup anlamlı farklılık içermekteydi (p<0.05). Araştırmamızda, bireylerin kadın cinsiyette olması, evli olması, eğitim düzeyinin düşük olması, herhangi bir meslek sahibi olmaması, kronik hastalığa sahip olması, düzenli hekim kontrolüne gitmemesi(en az 6 ayda bir) ve düzenli ilaç kullanmaması açısından SOY düzeyi düşük bulunmuş olup istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir(p˂0.05). Sosyoekonomik durum, DM veya HT hastası olunması, tedaviyi aksatma nedenleri ile SOY düzeyleri arasında anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Çalışmamıza katılan tüm bireylerin SOY puanları arttıkça EAÖ puanları azalmaktadır. SOY puan ortalamaları ile EAÖ puan ortalamaları arasında anlamlı negatif korelasyon saptanmıştır (r=-0.434, p=0.000). Toplumun geleceğini şekillendirecek kişiler çocuklardır. Bir çocuğun okuryazarlık düzeyinin gelişmesinde ailesinin okuryazarlık seviyesinin etkin rol oynadığı bilinmektedir. Buradaki en önemli görev Aile Hekimleri' ne düşmektedir. Aile hekimi, ailedeki bireylerin okuryazarlık seviyesini yapacağı görüşme ve testlerle tespit etmelidir. Yetersiz okuryazarlık tespit ettiği bireylerde gerekli eğitim ve görüşmeler sonucunda ailenin ve çocuğun SOY seviyesini yeterli seviyeye getirmelidir. Ayrıca toplumda SOY düzeylerini artırabilmek için topluma dayalı projelerin yaygınlaştırılması, bilinçlendirici sunumlar hazırlanması, alışveriş merkezi giriş çıkışlarında, şehir merkezlerinde, hastanelerin yakınlarında ilgi çekici standlar açılması önerilebilir. Hastanelerde özellikle kronik hastaların takip edildiği polikliniklere basit şekillerle anlatılan SOY kitapçıklarının dağıtımı, sağlık bakanlığımızın öncülüğünde kısa, net ve basit bilgilerden oluşan kamu spotlarının yaygınlaştırılması, SOY'un tam olarak belirlenmesi için ülkemizin kültürel yapısına uygun ölçeklerin oluşturulması yararlı olacaktır. Üniversite ve okullarda öğrencilere konuya ilişkin düzenlenecek seminer, konferans ve benzeri bilimsel aktiviteler SOY bilinçlendirilmesi açısından yararlı olacaktır. Ülkemizde son yıllarda artış gösterse bile henüz yeterli seyiyeye ulaşılamağından SOY konusunda güncel çalışmaların yapılması önerilebilir.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Fever Management in the Children of Mothers Applying To the Family Medicine and Pediatrics Polyclinics of the Faculty of Medicine; Evaluation of Knowledge, Attitudes and Behaviors(2024) Ashi, Yasin; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Bu çalışmamız annelerin ateş bilgi düzeyleri, ateşe karşı kaygı düzeyleri ve çocukları ateşlendiğinde yaptıkları uygulamayı tespit edip ona göre doktorların ve hemşirelerin annelere bilgi verirken bu eksik olan tarafları dikkate alarak bilgi vermeleri amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Araştırma, Ekim 2023-Ocak 2024 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmamız YYÜ Tıp Fakültesi özelinde yapılmıştır. Araştırmanın yapıldığı yer ve kime yapıldığı: Ekim 2023-Ocak 2024 tarihlerinde hastanenin Aile Hekimliği ve Çocuk Hastalıkları Polikliniklerine herhangi bir sebeple başvuran 200 anneye yapılmıştır. Bulgular: Araştırmamızda annelerin % 70'inin evde ateş ölçtüğünü, %91,5'inin çocuğunun ateşlendiğini fark ettiğini, %75'i ateş nedeniyle daha önce çocuğunu hastaneye götürdüğünü belirtmiştir. %77,5'i ateş konusunda daha önce bilgi almış ve bunların sadece %68'i ateş konusunda doktor tarafından bilgilendirilmiş. %11.5'i daha önce çocuğunun havale geçirdiğini belirtmiş. %49.5'i çocuğunun ateşinin yükseldiğini; çocuğunun vücudunun normale göre daha sıcak gelince anladığını , %50'si ateşi koltuk altından ölçtüğünü belirtmiştir. %63'ü yüksek ateşin kaç derece olduğunu bildiği, %30'u ateşin tekrar ölçüm aralığının 30 dk. olduğunu bildiği anlaşılmıştır. Ateş yükseldiğinde sadece %27'si çocuğunun üzerindeki elbiseleri çıkarttığını belirtmiştir. Ilık uygulamanın nerden yapıldığını sadece %42'sinin bildiği anlaşılmıştır. Ilık uygulamayı %67,5'i ılık suyla yaptığını belirtmiştir. Sadece %15'inin ateş düşürücü verilmesi gereken vücut sıcaklığını bildiği anlaşılmıştır. Katılımcıların %57'si çocuğa ilacını reçeteye göre verdiğini bildirtmiştir. %90'dan fazlası ateş düşürücü ilacın kaç saat arayla verildiğini bildiği anlaşılmıştır. %94'ü yapılan müdahale ile ateş düşmezse doktora başvurduğunu , %85,5'i çocuklarda ateş düşürmek niyetiyle parasetamol ve ibuprofen kullandığını , %48'i ateş düşürücü ilacın verilme sebebinin ateş ve semptomları gidermek olduğunu , %76,5'i ateş düşürücü ilacı doktor reçetesiyle aldığını belirtmiştir. Sonuç: Araştırmada, annelerinin sosyoekonomik, ateşe karşı kaygı ve ateş bilinç puanı orta seviyede bulundu. Okuma yazması olmayan, köyde yaşayan, gelir durumu düşük olan ve ev hanımı olan annelerin ateş bilinç puan ortalaması düşük, ateşe karşı kaygı düzeyleri ise yüksek bulunmuştur. Üniversite mezunu olan annelerin ateş bilinç puan ortalaması yüksek, ateşe karşı kaygı düzeyleri ise düşük bulunmuştur. Anne yaşı ile ateş bilinci ve annenin kaygısı arasında ilişki bulunamamıştır. Sosyoekonomik düzeyi düşük olanların ateş bilinç düzeyi daha düşük, ateşe karşı kaygı düzeyi ise daha yüksek tespit edildi. Annelerin ateşe karşı kaygı düzeyleri ile ateş bilinci arasında negatif korelasyon tespit edildi. Anahtar sözcükler: Ateş, Ateş yönetimi, Annelerde ateşe yaklaşımspecialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Functional Health Status Assessment in Patients Applying To Family Medicine(2021) Akın, Celal; Layık, Mehmet EminVan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi'nde Aile Hekimliğine Başvuran Hastalarda işlevsel sağlık durumunun kronik hastalıklar ve sosyo-demografik özelliklere göre anlamlı farklılıklar gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan kesitsel bir anket çalışmasıdır. Çalışmaya Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi Hastanesinde Aile Hekimliğine başvuran 303 hasta değerlendirildi. Çalışma gönüllük esasına dayanmakta olup 18 yaş üstü 90 yaş altı 131 kadın ve 169 erkek hasta dahil edildi. Araştırmacılar tarafından literatür taranarak hazırlanan anket yedi sorudan oluşan sosyo-demografik bilgi formu ve sekiz sorudan oluşan COOP WONCA ölçeğinden oluşmaktadır. Sorular çoktan seçmeli ve boşluk doldurma şeklindedir. Kategorik değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemede Ki-kare testi kullanıldı. Hesaplamalarda istatistik anlamlılık düzeyi (p<0.05) olarak alınmış ve hesaplamalar için SPSS (ver: 13) istatistik paket programı kullanılmıştır. Katılımcı bireylerin yaşları 18 ile 89 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 45,31'dir. Yaşa bağlı standart sapma 16,53'tür. Katılımcı bireylerin %45,2'si (n=137) erkek, %54,8'i (n=166) kadındır. Katılımcı bireylerin %53,5'nün (n=162) kronik hastalığı var iken %46,5'nün (n=141) kronik hastalığı yoktur. Çalışmamızda artan yaşla birlikte hastaların ortalama COOP WONCA puanının artığı görülmüştür. Yüksek ortalama COOP WONCA puanları daha kötü fonksiyonel sağlık durumunu ifade etmektedir. Hastaların yaşı artıkça işlevsel sağlık durumunun daha kötü olduğu saptanmıştır. Tüm sorularda yaş ile işlevsel sağlık durumu arasında istatiksel olarak anlamlı sonuç saptanmıştır ( p<0.01 ). Çalışmamızda sosyo-demografik özelliklerden cinsiyetin fonksiyonel sağlık durumu üzerindeki etkili olduğu ve duygu durum (W2), sosyal faaliyet (W3) ve günlük aktivite (W4) alt başlıklarında kadınların erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek ortalama COOP WONCA puanları aldığı görülmüştür. Çalışmamızda eğitim durumunun ile fonksiyonel sağlık arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Ancak eğitim düzeyinin azalmasına paralel yükselen COOP WONCA puan değerleri görülmüştür. Bizim çalışmamızda bireylerin yaşam ortamı ile fonksiyonel sağlık durumu arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Çalışmamızda evli veya bekâr olan bireylerde eşi vefat eden veya boşanmışlara göre daha iyi işlevsel sağlık durumu olduğu istatiksel olarak anlamlı saptanmıştır. Ancak eşi vefat etmiş ve boşanmış kişilerin sayısının yetersiz olması nedeniyle de bu şekilde bir sonuç yanıltıcı olabilir. Sağlıklı bireylere göre kronik hastalık bulunan kişilerde ortalama COOP WONCA puanlarının ve tüm sorularda ortalama puanların daha yüksek olduğu görülmüştür. Sonuç olarak çalışmamız yaşla birlikte işlevsel sağlık durumu ve yaşam kalitesinin bozulduğunu ve bu da hastaların yönetiminde yaş faktörünün önemini ortaya koymaktadır. Kadın hastaların özellikle duygu durum, sosyal faaliyet ve günlük aktivitede daha çok kısıtlandığı ve işlevsel sağlık durumlarının kötü olma eğilimi olduğu görüldü. Bu nedenden dolayı, bu hastaların işlevsel sağlık durumu ve yaşam kalitesi basit sorularla belirlenip, gerekli öneri ve tedbirlerin alınması onlara fayda sağlayabilir. İşlevsel sağlık ve yaşam kalitesi açısından bekâr veya evli olmanın dul veya boşanmış olanlara göre daha olumlu sonuçlar verdiği görülmüştür. Eşinden ayrılmaya bağlı yaşanan stres, fiziksel ve ruhsal anlamda kadını olumsuz yönde etkileyebilir ve işlevsel sağlık durumunu bozabilir. Bunun bilincinde olup bu tür hastalara yaklaşımda daha detaylı sorgulama yapma gereksinimi duyulmalı, hastayı anlamaya çalışılmalıdır. Kronik hastalıklar bedensel sağlığı, duygu durumu, günlük aktiviteleri, sosyal faaliyetleri, sağlık durumunu, genel sağlık durumunu, yaşam kalitesini ve ağrı gibi durumları olumsuz etkiler. Ayrıca beraber işlevsel sağlığını da bozmaktadır. Herhangi bir işlev de kayıp ya da sorun olduğundan diğerleri de buna bağlı olarak bozulmaktadır. Ağrısı olan hastalarda daha kötü duygu durum, günlük aktivite ve sosyal faaliyet olduğu görülmüştür. Bunlar üzerindeki etkiler nedeniyle kronik hastalıkların tedavileri kadar yaşam kalitesi üzerindeki etkisi için daha çok çalışmalar yapılmalıdır. Uzun yaşamak kadar fonksiyonel sağlığın da öneminin büyük olduğu göz ardı edilmemesi gereken bir konudur ve bunun ön plana çıkarılması gerekmektedir. Tüm kronik hastalıkların belli bir oranda işlevsel sağlık durumunu etkilediği, bireylerin fiziksel veya ruhsal anlamda olumsuz sonuçlarıyla yaşam kalitesini düşürdüğünü, kendine yetememe olasılığını artırdığı bilinmektedir. Sosyal ve toplumsal olarak bir sorun oluşturabileceğini öngörüp buna göre bir strateji geliştirilmelidir. Aile Hekimliğine başvuran hastaların sosyo-demografik özellikleri ve kronik hastalık bilgisi sayesinde hastaların işlevsel sağlık durumu hakkında daha detaylı bilgi sahibi olması, hekimin elini güçlendirecektir. Bu bilgi hekim için, hastasının fonksiyonel sağlık durumunu daha iyi bir düzeye nasıl getirebileceği konusunda yol gösterici olacaktır. Bireyin işlevsel sağlık durumu değerlendirilmesi sonucunda, yaşam kalitesi düşük hasta gruplarına yaşam tarzı değişikliği, fizik tedavi, duygusal destek, evde bakım, koruyucu ve tedavi edici uygulamayı yapmak hastanın hem yaşam kalitesini yükseltecektir hem de mortalite ve morbiditeyi azaltacaktır.specialization-in-medicine-thesis.listelement.badge Investigation of Depression Frequency, Risk Factors, and Social Support Levels in Mothers With Postpartum 2-Week Babies Who Applied To Van Yüzüncü Yıl University Dursun Odabaş Medical Center(2021) Gödur, Fatma Çelebi; Şahin, Hüseyin AvniDoğum sonrası depresyon anne, bebek, aile ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen bir rahatsızlıktır. Doğum sonrası depresyon sıklıkla tanı alamamakta ve göz ardı edilmektedir. Bu dönemi yaşayan pek çok kadın hayatlarının en güzel anlarında depresif duygular yaşadıkları için suçluluk duyar ve belirtileri saklarlar. Bu çalışmamızın amacı postpartum dönemdeki annelerde depresyon sıklığı, risk faktörleri ve sosyal destek düzeylerini belirleyip erken tanı konulması ve Aile hekimleri tarafından postpartum depresyondaki annelere verilen desteğin artırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Aile hekimliği ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 2 haftalık-18 aylık bebeği olan 200 annenin dâhil edildiği, Kasım 2020 ile Şubat 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilen kesitsel tanımlayıcı tipte bir anket çalışmasıdır. Çalışma anketi Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ve sosyodemografik bilgi formu soruları olmak üzere 55 sorudan oluşmaktadır. Araştırmanın konusu ve kapsamı hakkında katılımcılara bilgi verildikten ve onamları alındıktan sonra, hazırlanan çalışma formu yüz yüze soru cevap tekniğiyle 10-15 dakika süre zarfında uygulandı. İstatistiksel analiz yapılırken Pearson Korelasyon Testi Ki-Kare Testi ve Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmıştır. P<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaşları 18 ve 45 yaşları arasında olup ortalama yaş 28,25±6,15 olarak saptanmıştır. Evlenme yaşına bakıldığında 13-40 yaş arasında değişmekte olup ortalama evlenme yaşı 20,15±3,66 olarak bulunmuştur. Katılımcıların öğrenim durumuna bakıldığında % 23,5'i(n:47) okur-yazar değil, %30,5'i(n:61) ilkokul, %18'i(n:36) ortaokul, %14,5'i(n:29) lise ve %13,5'i yüksekokul/üniversite mezunu olduğu saptanmış olup bu annelerin %92,5'i(n:184) çalışmamaktadır. Çalışmaya katılan annelerin %35,5'inde (n:71) EDSDÖ puanına göre PPD varlığı saptanmıştır. Evlenme yaşı, çocuk sayısı, sağlık güvencesi, evde eş ve çocuk dışında yaşayanın olması ve bundan memnuniyet, bebek bakımında kendini yeterli hissetme ve evlilikten memnuniyet ile PPD arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. ÇBASDÖ ve EDSDÖ karşılaştırıldığında ÇBASDÖ puanı arttıkça EDSDÖ puanının azaldığı tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmada postpartum depresyon oranı yüksek bulunmuş ve risk etmenleri tespit edilmiştir. Aile hekimlerine başvuran gebelere doğumda ve doğum sonrası dönemde yaşanabilecek durumlar anlatılmalı, bebek bakımı ve bebeği emzirme konusunda anne adayları bilgilendirilmelidir. Böylece annenin doğum sonrası döneme kendini hazır hissetmesi sağlanarak postpartum depresyon risk faktörleri azaltılabilir.specialization-in-medicine.listelement.badge Investigation of the Levels of Knowledge and Awareness of Physicians Working in Family Health Centers in Van Province and Family Medicine Assistants of Yüzüncü Yıl University Faculty of Medicine About Autism Spectrum Disorders(2025) Azan, Berfin Korkut; Yağan, AdemGiriş ve Amaç: Bu çalışma ile Van ilindeki aile sağlığı merkezlerinde çalışan hekimlerin ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi aile hekimliği asistanlarının, OSB'ye (Otizm Spektrum Bozukluğu) yönelik genel tutumlarını belirlemek, OSB hakkındaki bilgi ve farkındalık düzeylerini inceleyerek arttırmak amaçlanmaktadır. Çocukları sadece fiziksel olarak değil; bilişsel, sosyal ve duygusal açıdan değerlendirmenin önemine dikkat çekmek hedeflenmektedir. OSB tanılı çocukların ailelerine gerekli bilgilendirme ve yönlendirmelerin yapılmasını sağlamak amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir anket çalışmasıdır. Literatür taraması sonucunda, sosyodemografik veri formu ile Sağlık Çalışanlarının Çocukluk Çağı Otizmi Hakkında Bilgi Anketi oluşturulmuş; bu anket, sanal ortamda, Van ilindeki aile sağlığı merkezlerinde çalışan hekimlere ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi aile hekimliği asistanlarından oluşan 183 gönüllüye, 01.10.2024-15.11.2024 tarihleri arasında uygulanmıştır. İstatistiksel analizler MS Excel ve SPSS (ver. 27) paket programları kullanılarak yapılmıştır. Kategorik değişkenler için tanımlayıcı istatistikler verilmiş, analizlerde bağımsız örneklem t testi ve Oneway ANOVA testleri kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık sınırı %5 (p<0.05) kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışma kapsamında 183 katılımcıdan elde edilen sonuçlar irdelenmiş ve katılımcıların minimum puanının 7, maksimum puanının 19 ve ortalama puanının ise 13.781 olduğu görülmüştür. Katılımcıların cinsiyeti, medeni durumu, çocuk sahibi olup olmaması, yaşı, meslekte çalışma süresi ve aile hekimliğinde çalışma süresi, tıp fakültesi eğitim sürecinde çocuk psikiyatrisi stajı alıp almaması, aile hekimliği asistanlığı sürecinde çocuk psikiyatrisi rotasyonuna gidip gitmemesi durumlarına göre otizm hakkındaki bilgi düzeylerinde anlamlı şekilde farklılaşma görülmemiş (p>0.05); buna karşın katılımcıların görev türü, otizm hakkındaki bilgi düzeylerini tanımlama şekilleri, otizm tanısı almış bir çocuğun değerlendirme sürecinde yer alma, otizm tanısı almış bir çocuğa sahip olma, çevresinde otizm tanısı almış bir bireyin varlığı, aile hekimliği asistanlığı sürecinde meslek içi eğitim programları içerisinde otizmle ilgili eğitim alma, Sağlık Bakanlığı'nın yürüttüğü 'Otizm Tarama ve Takip Programı' hakkında bilgi sahibi olma durumlarına göre otizm hakkındaki bilgi düzeyleri arasında anlamlı farklar gözlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Katılımcıların OSB hakkındaki bilgi ve farkındalıklarını değerlendiren ölçekten aldıkları puan ortalaması 13.781 çıkmıştır. Buna göre katılımcılar, sorulara ortalama %72.5 oranında doğru yanıt vermiştir. Bu oranın %50'nin üzerinde olduğu görülmüştür. Fakat OSB'li bireyle karşılaşma ihtimali çok yüksek olan aile hekimleri için bu oranın daha yüksek olması beklenir. Bu nedenle aile hekimlerinin otizm hakkındaki yetersiz bilgi ve farkındalıklarının nedenlerinin anlaşılması ve bu yetersizliğin giderilmesi gerekmektedir. Özellikle otizm konusunda daha önce eğitim almış hekimlerin, OSB konusundaki bilgilerinin diğer gruplardan anlamlı derecede yüksek olması otizm hakkındaki eğitim ve uygulamaların önemini göstermiştir. Tıp fakültesi ve mezuniyet sonrası eğitimlerle, aile hekimlerinin OSB konusunda sahip olması gereken bilgi düzeyine ulaştırılması ve muayenede bütüncül yaklaşımın öneminin gösterilmesi sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Otizm, Otizm Farkındalığı, Otizm Spektrum Bozukluğu, Aile Hekimliği